Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Leonardo Da Vinci
Leonardo Da Vinci

Leonardo Da Vinci

Bruno Nardini

“‘Francesco,’ dedi Leonardo… ‘Seni bırakmak istemiyorum, keza bu dünyayı birden terk etmek gibi bir amacım yok. Ben her zaman yaşamın bir armağan olduğunu ve…

“‘Francesco,’ dedi Leonardo… ‘Seni bırakmak istemiyorum, keza bu dünyayı birden terk etmek gibi bir amacım yok. Ben her zaman yaşamın bir armağan olduğunu ve onun değerini bilmeyen kişinin onu hak etmediğini söylemişimdir. Bu yüzden, yaşamı sonuna kadar hak etmeli, ölüm korkusuyla ona saygıda kusur etmemeliyiz.’ Başını pencereye doğru çevirerek ekledi: ‘Bak, kış uzun sürdü, ama artık ağaçlar uyanıyor, güneşin çağrısıyla bütün doğa yeniden canlanıyor. Yeniden doğuyor, görüyor musun?’” Elinizdeki kitap, insanlığa armağan olarak gönderilmiş bir büyük ustanın yaşamını anlatıyor. Yalnızca Kayalıklar Madonnası’nın, Mona Lisa’nın unutulmaz ressamı değil o; son âna dek uçmayı hayal etmiş bir çocuk, hayatını çiçeklerin, hayvanların ve insanların gizini çözmeye adamış bir Rönesans aydını. Su bentleri, köprüler tasarlamış bir mimar, insan bedeninin içini çizmiş, kaydetmiş bir biliminsanı. Bruno Nardini’nin yetkin çalışması Leonardo da Vinci/Bir Ustanın Portresi, bu benzersiz sanatçıyla ilgili en güzel kitaplardan biri.

İçindekiler

Birinci Bölüm
Efsane ile gerçek ……………………………………………………… 15
İyi kan yalan söylemez ……………………………………………… 18
Çaylak …………………………………………………………………… 20
Floransa …………………………………………………………………. 23
İşlikte…………………………………………………………………….. 28
Usta ile çömez ………………………………………………………… 30
Verrocchio’nun öğrettikleri……………………………………….. 36
“Çok güzel tutumuyla” …………………………………………….. 37
Tanrısal bir şey………………………………………………………… 40
Hakikatin ağzı ………………………………………………………… 42
Ey sefil ölümlüler, gözlerinizi açın ……………………………… 45
Yuvarlak kalkan ………………………………………………………. 47
Pazzi’ler suikastı ……………………………………………………… 50
Lorenzo’nun konuşması……………………………………………. 54
Haki bere……………………………………………………………….. 59
İnce “güçlükler”……………………………………………………….. 62
Zoroastro……………………………………………………………….. 69
Lorenzo’nun ulakları ……………………………………………….. 72
San Gallo Kapısı’ndan ……………………………………………… 74 

İkinci Bölüm
“Kim olursa olsun”…………………………………………………… 81
Maaş……………………………………………………………………… 85
Kayalıklar Madonnası………………………………………………. 88
Donato Bramante ……………………………………………………. 90
“Sevgili tanrıçam”…………………………………………………….. 91
“Acımasız ve insafsız canavar”……………………………………. 97
“Güç ver bana”………………………………………………………. 101
Dükün acelesi var………………………………………………….. 103
Cennet…………………………………………………………………. 106
Mars burcunda düğün…………………………………………….. 109
Salaì…………………………………………………………………….. 111
Unutulmaz bir gösteri…………………………………………….. 114
“Ey matematikçiler, ışık düşürün”……………………………… 118
Beatrice’nin sarayı………………………………………………….. 120
At ……………………………………………………………………… 124
Catelina ……………………………………………………………….. 128
Dostlar…………………………………………………………………. 130
“Yalnız olursan, yalnızca kendine ait olursun” …………….. 134
Son Akşam Yemeği………………………………………………….. 136
Cahilliğin ürünü ……………………………………………………. 140
Üstat Luca ……………………………………………………………. 143
Gaskonyalı okçular ………………………………………………… 145
Üçüncü Bölüm
Mantova’dan Venedik’e…………………………………………… 151
Dük, devletini yitirdi………………………………………………. 156

Venedik’ten Floransa’ya ………………………………………….. 158
Rahip Alessandro…………………………………………………… 160
“Fırçayı görmeye katlanamıyor” ……………………………….. 164
Düklük beratı ……………………………………………………….. 168
Michelangelo’nun kıskançlığı…………………………………… 173
Büyük meydan okuma ……………………………………………. 181
Encausto………………………………………………………………. 183
Mona Lisa…………………………………………………………….. 186
Raffaello ………………………………………………………………. 193
Yitirilen savaş………………………………………………………… 194
Bir başka yenilgi…………………………………………………….. 196
Dördüncü Bölüm
Soderini’nin öfkesi…………………………………………………. 203
Vaprio d’Adda’da…………………………………………………… 208
Floransa bürokrasisi ……………………………………………….. 210
“Perdas amicum!” …………………………………………………… 215
Parisli Jean ……………………………………………………………. 217
Işıklar ve gölgeler…………………………………………………… 220
Sarhoş horoz…………………………………………………………. 223
Kuş sergisi…………………………………………………………….. 224
Muhteşem Giuliano……………………………………………….. 228
Şakalar ve takılmalar………………………………………………. 230
Marignano ……………………………………………………………. 234
I. François …………………………………………………………….. 237
Tatsız şarap dolu sürahiler……………………………………….. 239
Monginevro’da………………………………………………………. 240
“Çiz, Francesco”…………………………………………………….. 242
“İyi geçirilmiş yaşam, uzundur”………………………………… 244
Benzersiz sol el ……………………………………………………… 246
Yaşamın armağanı………………………………………………….. 249
Son deneyim…………………………………………………………. 251
Yaşamı ve Yapıtları ……………………………………………………….. 255
Yapıtlarının Bulunduğu Yerler………………………………………… 263

BİRİNCİ BÖLÜM

Efsane ile gerçek 

Fransa’ya da bahar gelmişti. Clos Lucé Şatosu’nun çevresinde, Amboise toprağında, o son ve doğal olmayan nisan ayazından sonra, tepelerde birden çiçekler açmıştı. Loire Irmağı’nın kıyılarını, bahar bayramıyla buluşmalarına vaktinde yetişen mügeler kaplamıştı benek benek. Yukarıda, masmavi gökyüzünde, bir çaylak kanat açmış uçuyordu. Tavanı yaldızlı büyük bir odada, yüzü kül gibi ve kıpırtısız bir ihtiyar ölmek üzereydi. Bazı yakınları ona yardım ediyorlardı; yaşamdan kopuş uzun ve zorluydu. Birden merdivenlerde bir ses yankılandı: “Kral! Kral!” Yaşlı adam, uykulu halinden sıyrılır gibi oldu ve yastıkları üzerinde doğrulmaya çalıştı. Birisi sırtına sırmalı bir giysi geçirdi, bir başkası doğrulmasına yardım etti. Kral, odadan içeri girdi ve hemen, ilgiyle, yaşlı adamın başucuna koştu.

Onu sık sık ve sevgiyle ziyaret eden kral yanına geldi. Bunun üzerine o, saygısından doğrulup yatağa oturdu, hastalığı hakkında krala bilgi verdi; ayrıca, sanatını gerektiği gibi icra edemediği için, Tanrı’yı ve insanları ne kadar incitmiş olduğunu anlatıyordu. Sonra, ölümün habercisi bir nöbete tutuldu. O zaman, acısı hafiflesin, diye kral ona yardım etmek ve onu rahatlatmak için başını tutunca tanrısal ruhu bundan daha büyük bir avuntuya kavuşamayacağını bildiğinden, kralın kolları arasında, yetmiş beş yaşında son nefesini verdi.

1519 yılının 2 Mayıs günüydü. Ingres’in bir çizimi, bu efsanenin en önemli ânını gözler önüne serer; çünkü Leonardo da Vinci’nin Fransa Kralı I. François’nın kolları arasında ölümü –Giorgio Vasari’nin inceden inceye anlattığı gibi– bir efsanedir. Leonardo çağdaşları için de çoğu zaman bir gizem ve efsaneydi. Hakkında hemen hiçbir şey bilinmiyordu, çünkü kendisi hakkında merak edilebilecek hiçbir şeyi “dışarıya sızdırmamıştı”. Ara vermeden, her şey hakkında yazmış; yine de kendi gündelik yaşamı hakkında seyrek birkaç ayrıntı dışında bilgi vermemişti. Leonardo, günümüzdeki deyişle, bir dünya vatandaşıydı; zarif ve sıra dışı, yakışıklı ve güçlüydü (“demir bir nalı, kurşunmuş gibi bükebiliyordu”); sözleri ve hareketleri ince, giyimi titizdi; “sohbeti öyle hoştu ki, insanların ilgisini üzerine çekiyordu”. Bütün bunlara rağmen yalnızdı; tek bir dostu, tek bir aşkı yoktu. Döneminin trajik olayları karşısında, stoacı bir filozof gibi duygularına gem vurmayı seçti; gündelik olaylar karşısında ise hep üstün bir sakinliği korudu, onu tedirgin eden gerçeklikle arasına mesafe koymayı bildi – bu, aynı zamanda, o gerçekliğin yansız bir gözlemcisi olmasını sağlıyordu. “Bir büyücü o,” diyordu birçok çağdaşı hayranlıkla, ama biraz da belli belirsiz bir korkuyla. Leonardo, bu mitin farkındaydı. Kendisiyle başkaları arasına isteyerek bir gizem duvarı ördü: gizli bilim konularından, kitaplar yoluyla edindiği değil, neredeyse gizli gizli, deneyimle ele geçirdiği bilgilerden oluşmuş bir duvar. Ve o büyücü maskesinin ardında, başka insanlara, sevginin sıcaklığına hasret insan çehresini herkesten gizledi – kendisinden bile. Leonardo, yaşayan bir çelişkiydi. Yenilikçi eğilimler açısından zengin ve bu yenilikçiliğin en üstün örneklerini vermiş bir çağda, o hümanizmin ve Rönesans’ın arzularını en iyi temsil eden kişiydi; ama aynı zamanda çok daha uzaklara bakmak, henüz var olmayan bir çağın –bizimkinin, yirmi birinci yüzyılın– öncülüğünü yapmak için, kendi dönemine sırt çevirmişti. Verrocchio ve Botticelli’den Perugino’ya bütün büyük çağdaşlarının bizim için kesin bir çehreleri, açık ve belirli bir karakterleri vardır. Bramante’nin, Sangallo’nun ya da Raffaello’nun kim olduğunu biliyoruz.

Michelangelo hakkında hemen her şeyi biliyoruz: O, içsel dramını duvarlara, mermere ve kâğıda yazdı; yalnız yaşamı, yüksek sesle, bağırarak dile getirdiği acı dolu bir itiraftı… Oysa Leonardo hakkında en temel bilgilerden yoksunuz. Ne Michelangelo gibi insanlardan kaçan ne Raffaello gibi dingin bir mizacı olan Leonardo enerjisini, Vasari’nin “garip düşünceler ve hevesler” adını verdiği şeylere yayarak kendini gizledi. Onun gizli trajedisi şuydu: Bir duyguyu –heyecan ya da esini– rasyonel bir kavrama çevirmeden, “anatomisini çıkarmadan” benimseyemiyordu. Eski Romalı oyun yazarı Terentius, “İnsani hiçbir şeyi kendime yabancı saymam,” diye yazmıştı; Leonardo ise Galileo’dan iki yüzyıl önce, “Bilgi, deneyimin kızıdır,” diye yazıyordu, “yeryüzünün ve canlıların geçmişini ve şimdiki durumunu bilmek, ciddi zihinlerin tek süsü ve besinidir.” Demek ki, gerçeği arıyordu Leonardo, ne pahasına olursa olsun ve nasıl bir özveriyi gerektirirse gerektirsin, yalnızca gerçeği… “Kral François,” diye yazıyordu anı kitabında Cellini, “onun konuşmasını işitmekten o kadar zevk alıyordu ki, yılın pek az gününü ondan ayrı geçiriyordu…” Bu da bir efsane mi? Yoksa daha büyük bir olasılıkla, eşsiz güzelliğinden ötürü efsane gibi görünen bir gerçek mi? I. François’nın Leonardo’ya duyduğu bu sevgi, Vinci’li büyük yalnızın son anlarına ilişkin Vasari’nin anlattıklarına geçerlilik kazandırıyor. Leonardo kralın kolları arasında ölmediyse bunun tek bir nedeni vardı: Yaşlı dostunun içinde bulunduğu ağır koşullardan haberi olmayan hükümdar, ikinci çocuğunun doğumunu kutlamak için bütün maiyetiyle birlikte Saint-Germain-en-Laye’deydi. Aksi takdirde, bir evlat gibi Leonardo’nun başucuna koşardı ve efsane gerçeğe dönüşürdü.

İyi kan yalan söylemez 

Bugün olduğu gibi, on beşinci yüzyılda da, gelirler beyan edilirken belli harcamalar vergiden düşülebiliyor; daha doğrusu, her ailede “doyurulması gereken kişiler” –yani kadınlar, yaşlılar, küçük çocuklar ve hizmetkârlar– vergiden muaf tutuluyordu. 1457’de, Noter Ser1 Antonio da Vinci, vergi dairesine, ailesine mensup “doyurulması gereken kişiler” arasında “Ser Piero ile halen Accattabriga di Piero del Vaccha da Vinci’nin eşi olan Caterina’nın evlilik dışı oğlu, beş yaşındaki Leonardo”nun da bulunduğunu bildiriyordu. O dönemin erkeklerinin, en önemli olayları aile defterine kaydetme gibi güzel bir alışkanlığı vardı ve Ser Antonio da bu kuralın dışında kalmıyordu:

1452. 15 Nisan Cumartesi günü, gece saat 03.00’te bir torunum doğdu: Oğlum Ser Piero’nun oğlu. Adını Leonardo koydular. Bartolomeo da Vinci oğlu Piero, Nanni Banti oğlu Papino, Tonino oğlu Meo, Malvolto oğlu Piero, Venzo oğlu Nanni, Alman Giovanni oğlu Arrigo, Domenico di Brettone kızı Lisa, Giuliano kızı Antonia, Barna kızı Niccolosa, Nanni di Venzo’nun kızı Maria, Previcone kızı Pippa’nın katıldığı törenle, Rahip Bartolomeo da Vinci oğlu Piero, çocuğu vaftiz etti.

Vaftiz töreni, Paskalya’dan sonraki pazar günü, Vinci kasabasının küçük Santa Croce Kilisesi’nde yapılmıştı; adları, soyadları ve baba adlarıyla titizlikle sıralanan beş erkek ile beş kadın, Ser Piero da Vinci’nin “gayrimeşru” oğlunun aileye meşru girişine tanıklık ediyorlardı. Peki, anne? Leonardo’nun en eski ve en güvenilir yaşamöyküsü yazarı “Anonimo” Gaddiano’nun “iyi kan”dan geldiğini belirttiği ve sonradan Accattabriga da Vinci adlı birisinin eşi olan bu Caterina kimdi? Toscana ağzında “iyi kan”, bazılarının öne sürdüğünün aksine, hiç de “iyi soy” anlamına gelmez; daha çok, belirli bir bedensel, özellikle de ahlaki niteliği gösterir. Burada “iyi”, yalnızca beden sağlığı açısından değil, ruh sağlığı açısından da “sağlıklı” anlamına gelir. Öyleyse, Caterina sağlıklı, dürüst ve güzel bir köylü kızı olsa gerekti; Ser Antonio’nun en büyük oğlu Piero (o da ser unvanlı, üstelik genç ve yakışıklıydı), bu kıza çok dil dökmüş, belki de tedbirsiz davranarak evlilik sözü vermiş olabilir. Küçük Vinci kasabasında, Càssero –eski kale kulesinin adı buydu– çevresinde sırt sırta uzanan o az sayıdaki evde, ser nitelemesi, kişiye özel bir saygınlık kazandırıyordu:

On üçüncü yüzyılda, Michele da Vinci adındaki bir aile üyesi ser olmuştu; keza, Antonio’nun atılgan ve sakınımsız oğluna kadar doğrudan onun soyundan gelen her erkek ser ya da noter olmuştu. Caterina, Leonardo’yu dünyaya getirdiği zaman, 1427 doğumlu Ser Piero yirmi beş yaşındaydı. Yaşlı Antonio, genç anne hiç boş yere ümitlenmesin, diye biraz da kendi vicdanını rahatlatmak için, oğlunu hemen o yıl, yani 1452’de, Amadori ailesinden Albiera adlı çok genç bir Floransalı kızla evlendirmiş; Piero del Vacca’nın “Accattabriga”1 olarak bilinen serseri oğlunu, paranın gücünden yararlanarak güzel ve hayal kırıklığına uğramış Caterina’yı eşi olarak almaya ikna etmişti. Yaşlı Antonio, aile işlerini –kayınvalidesine yardım eden ve küçük Leonardo’ya annelik eden bir gelinle ve “evde oturup hiçbir şey yapmayan” öteki oğlu Francesco’yla– böylece yoluna koyduktan sonra, noterlik sözleşmeleri düzenlemeye ve Anchiano köylüleriyle tavla oynamaya devam edebilirdi artık. Bu arada, Medici’lerin ve Servitlerin1 desteğiyle yol almayı ve para kazanmayı aklına koymuş olan sabırsız Ser Piero, Floransa’da kiralık bir ev tutuyordu.

Çaylak

İlk çocukluk anılarım arasında şu var: Sanki, ben beşikteyken bir çaylak üzerime geliyor, kuyruğuyla ağzımı açıyor ve dudaklarımın arasına soktuğu o kuyrukla bana birçok kez vuruyordu.

Simgesel anlamlarla yüklü bu olağanüstü hayal, kişisel yazgısının karanlık bir belirtisi olarak Leonardo’nun yalnızca belleğini değil, ruhunu da –bugün, daha kesin bir dille, bilinçdışı derdik buna– derinden etkilemişti. Dolayısıyla, Freud’un, yeni keşfinin (psikanaliz) verdiği coşkuyla, bu hayali en ince ayrıntılarına kadar analiz etmesi doğaldı; hatta Freud, Tanrıça Mut –akbaba başlı kutsal ana– hakkındaki çok eski Mısır mitine başvurmuş, çaylağı zavallı Caterina’yla özdeşleştirmişti. Ne var ki çaylak başka şeydir, akbaba başka bir şey.

Leonardo için çaylak bildik bir kuştu: Vinci kasabasının üzerinde ve Arno Irmağı ile Alban Tepeleri arasındaki sınır çizgisi boyunca uzanan şatoların üzerinde uçuyor; amcası Francesco sık sık parmağıyla işaret ederek ona kuşun tipik çatallı kuyruğunu ve “yay çizerek uçuşu”nu gösteriyordu. “Görüyor musun?” diyordu amcası, yırtıcı kuşun uçuşunu daha iyi gözlemek için yeğeninin yanına otların üzerine uzanarak. “Rüzgâr şimdiki gibi yüksekten estiğinde, çaylak yüksekte durur; alçaktan estiğinde, Càssero’nun altına kadar inmekten korkmaz; çünkü çaylak, az kanat çırpan ve hep rüzgârın estiği yönü kollayan kuşlardan biridir.” Küçük Leonardo dinliyor ve gözlemliyordu. Onun okulu, Anchiano’daki çiftlik evinin çevresindeki tarlalar ve kırlardı, dağdan neredeyse Vinci kasabasına kadar inen ormandı; hocası ise ondan yalnızca on yedi yaş büyük olan genç amcası Francesco’ydu. Bu filozof ve aylak amca, doğa üzerine kendi kişisel kuramını aktarıyordu yeğenine. Onun kuramı, gözlemlerden, kanıtlardan ve doğrulamalardan, ama hepsinden önemlisi, yaratılmış her şeye karşı sevgiden oluşuyordu. “Doğadaki şeyler üzerine felsefe yaparak,” diyor Vasari, “şifalı otların özelliklerini öğrendi.” Gerçekten de, amcası Francesco, ona her gün doğanın olağanüstü bilgeliğini açıklıyordu. Yeğeniyle sık sık ırmağa kadar iniyor ve suyun karşısında, bir belirip bir akıp giden bir gerçeklik imgesi sunuyordu ona; ormana yürüyor ve böceklerin nasıl başkalaşım geçirdiklerini gösteriyordu. Buğday boy vermeye başladığında yeğenine toprağı elletiyor; o narin filize, ayazın sertleştirdiği toprakta kendine yol açması için hangi gizemli gücün yardım ettiğini sorguluyorlardı. Sonra, yaz geldiğinde birlikte, boylarından büyük tahıl tanelerini sürükleyen karıncaları takip ediyorlardı bakışlarıyla. Kimi zaman amcası, ona bir masal anlatıyordu: sözgelimi, bir karınca ile bir tahıl tanesi arasındaki gizli anlaşma masalını… “Ne anlaşması, Francesco amca?”

“Sen beni burada bırak,” demiş tahıl tanesi karıncaya, “toprağa, temel öğeme dönmeme izin ver, ben de, bir yıl sonra, sana benim gibi bir tane değil, yüz tane tahıl tanesi vereyim.”

“Peki, karınca ne yapmış?” “Yorgunmuş, o yüzden kabul etmiş. Ama bu anlaşmaya pek de inanmıyormuş. Oysa bir yıl sonra…” “Başak, Francesco amca! Tane, başak olmuş!” Anchiano ile Vinci arasında, büyükbabasının evinde, cumartesi gününü ve babası Ser Piero’nun Floransa’dan dönüşünü bekleyerek geçirdiği, çok geçmeden sona erecek olan ve asla unutmadığı ışıl ışıl bir çocukluk. Kasabada bir kadın, yarı aralık kapıdan çocuğun adımlarını gözlüyor; hüzünlü ve tatlı bakışıyla onu izliyor, gizli gizli seyrediyordu. “Baba,” dedi bir akşam genç Ser Piero, “Signoria Sarayı’nın arkasındaki Via della Prestanza’da Michele Brandolini’nin kiraya verdiği evi tuttum. İzniniz olursa Albiera ile Leonardo’yu Floransa’ya götürmek istiyorum. Leonardo’nun okula başlaması gerek, sabahtan akşama kırlarda dolaşamaz.” Ser Antonio, sessizce torununa baktı ve onay verdi. Amcası Francesco, çocuğu yüreklendirmek için ona gülümsemeye çalıştı. Albiera sordu: “Ne zaman?”

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

  • Kategori(ler) Tarih
  • Kitap AdıLeonardo Da Vinci
  • Sayfa Sayısı272
  • YazarBruno Nardini
  • ISBN9789750725746
  • Boyutlar, Kapak13.5x21 cm, Karton Kapak
  • YayıneviCan Yayınları / 2015

Yazarın Diğer Kitapları

  1. Michelangelo- Bir Dâhinin Yaşamöyküsü ~ Bruno NardiniMichelangelo- Bir Dâhinin Yaşamöyküsü

    Michelangelo- Bir Dâhinin Yaşamöyküsü

    Bruno Nardini

    Bruno Nardini, pek çok dile çevrilen Michelangelo: Bir Dâhinin Yaşam Öyküsü ve Leonardo da Vinci: Bir Ustanın Portresi adlı iki olağanüstü yaşamöyküsü çalışmasıyla bugün...

Men-e-men Birazoku

Aynı Kategoriden

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur