Edebiyatımızın ve düşünce dünyamızın öncü kalemlerinden Ahmet Cemal, deneme yazınımıza bir kere daha unutulmayacak bir katkıda bulunuyor. Yazarın yeni denemelerini topladığı Lanetlenmiş Ağustosböcekleri, edebiyattan sinemaya, tiyatrodan resme, çeviri uğraşından politikanın sanata etkisine dek uzanan yazılardan oluşuyor. Kültür hayatımızın son on yılında yaşanan olayları, tartışmaları, gündem oluşturan konuları günü gününe ele alan, ama güncelle asla sınırlı kalmayan yazılar bunlar… Cemal, yaşamın getirdiklerinden, okuduğu bir kitaptan, katıldığı bir tartışmadan yola çıkarak insanı her çağda, her yaşta ilgilendirecek sonuçlara varıyor.
Kurumuş gırtlaklardan bir çığlıktır yükseldi, bir müzik de diyebilirim buna, vahşi bir şarkı, tepeden aşağı, yolun üzerinden denize doğru yuvarlandı. Olduğumuz yerde kalakaldık ve korkuyla birbirimize baktık. Çünkü ağustosböcekleri de bir zamanlar insandı. Hep şarkı söyleyebilmek için yemeye, içmeye ve sevmeye son verdiler. Şarkılara kaçışları sırasında gittikçe daha kuruyup küçüldüler; şimdi ise özlemleriyle yitik, özlemleriyle büyülenmiş olarak şarkılar söyleyip duruyorlar – ama aynı zamanda da lanetlenmiş olarak, sesleri insan sesi olmaktan çıktığı için…
İçindekiler
Önsöz yerine: Kendi Hayatının Seyircisi Olabilmek ……… 17
Benim Yazma Sorumluluğum ……………………………………. 27
Lanetlenmiş Ağustosböcekleri …………………………………… 33
Yazarak Var Olmak ………………………………………………….. 36
Ressam Sadi Bey’in Yakalayamadığı Kötülük ……………….. 39
Selahattin Hilav ya da Boş Kalan Odalar …………………….. 42
Sabahattin Eyuboğlu ve “Güncel” Ölüler …………………….. 45
Bütün Ölümlere Karşı mıyız? ……………………………………. 48
“Mavi ve Kara”dan Bugüne ………………………………………. 51
Sanat ve Para ………………………………………………………….. 54
Düş ve Sanat ………………………………………………………….. 57
Beklan Algan Diye Bir Usta ………………………………………. 60
Beklan Algan, Hep İnsanı Sorguladı ……………………………. 65
Hayat ve Ölüm ………………………………………………………. 68
Bir Ayna Düşünüyorum …………………………………………… 73
Yanlış Bir “Ölüm Kültürü” Üzerine Düşünceler ……………. 76
Bütün Bunlar, Yaşandı mı Gerçekten? ………………………… 79
Tercüme Bürosu’ndan Bugüne ………………………………….. 82
Miletoslu ya da Troyalı Olabilmek ……………………………… 86
Vergilius, Augustus, Lorca ve Antik Çağ Bilgeliği ………….. 93
Kültür Tarihinden Yoksunluğun İnanılmaz Sefaleti ……….. 96
Mustafa Kemal’den Alınan Öç ………………………………….. 99
Montaigne Nasıl Özümsenir? ………………………………….. 103
Rönesans’ı Getiren Adam: Rekin Teksoy …………………… 106
Çevirmenin Yalnızlığı …………………………………………….. 109
Edebiyat Çevirilerinde Felsefe Boyutunun Eksikliği ……. 112
“Çevirmen Bunalımı” Üzerine Bir Deneme ……………….. 115
Korku Çağı, Kafka’nın Güncelliği ve İlhan Selçuk ………. 118
Haldun Dormen, Köy Enstitüleri ve Cehaletin Kökeni … 121
Bir Suç Duyurusu da Benden! …………………………………. 124
Kültür Yerine Kültürsüzlük mü Üretiyoruz? ………………. 127
Aydın Varsayımları ………………………………………………… 130
Aydının Dili Üzerine ……………………………………………… 136
“Ağır” Aydınların Dili ……………………………………………… 142
“Alıntı Aydınlar” Üzerine Bir Çeşitleme …………………….. 147
“Sessiz Savaşçı” Olmak ………………………………………….. 150
“Barış İçin Çeviriler”den Bir Alıntı ……………………………. 153
Savaş ve Barış Üzerine Notlar ………………………………….. 156
Bütün Analara ve Onların Oğullarına ……………………….. 159
“Tarih” ve “Geçmiş” Üzerine ……………………………………. 162
Tarih ve Yalan ……………………………………………………….. 165
Yaşanamayan Bir Tarih İçin Ağıt ………………………………. 168
“Zaman”dan Kalanlar …………………………………………….. 171
“Zaman Her Şeyi Kemirir…” ……………………………………. 174
Sanatta Şimdiki Zaman Üzerine Bir Deneme …………….. 176
Sanat ve “Dünyanın Sonu” ………………………………………. 179
Sanatçının Gücü …………………………………………………… 182
Ahlak ve Özgürlük ………………………………………………… 185
Korku Zamanlarında Yaşamak …………………………………. 188
Nefret Kültürü ve Yarının Tarihi ………………………………. 191
Onat Kutlar ve “Kaos”un Kültürünü Yazmak ……………… 197
Bir Yaşama Biçimi Olarak İnsan Hakları ……………………. 200
Bir Dil, Nasıl “Bilinir”? ……………………………………………. 204
1923 Devrimi Açısından Süreklilik ve Kalıcılık ………….. 207
“Tek Adam”ı Yeniden Okurken ………………………………… 210
Jean Genet, Üniversite ve Küreselleşme Kültürü ………… 213
Neden Okumak? Nasıl Okutmak? …………………………… 216
Bir Günde Kararan Bir Dünya İçin Nasıl Bir Kültür? …… 219
Karşı Köşeye de Gidebilmenin Kültürü …………………….. 222
Gölgelerden Gerçeklere …………………………………………. 225
Siyah ve Beyaz ……………………………………………………… 229
Yarası Olanın Gocunması İçin …………………………………. 232
Heryerdelik ve Hiçbiryerdelik …………………………………. 236
Ben de Katılabilirdim …………………………………………….. 240
“Karartma Geceleri” ………………………………………………. 243
Yalnızlık Denilen O İç Kale …………………………………….. 246
Hayatın Sessiz Dersleri …………………………………………… 249
Yaşadığının Ahlakını Savunabilmek ………………………….. 252
Sevgi Kültürü Üzerine Bir Deneme ………………………….. 255
Düşünce Toplumundan İnanç Toplumuna Gerileyiş ……. 262
Düşünceden Korkmanın Bedeli ……………………………….. 265
Okumak ve Şaşırmak …………………………………………….. 269
Sanatçının Görme Eylemi ………………………………………. 271
Gelenek Bekçiliği, Sıradanlık ve Yaratıcılık ………………… 276
İki Roman Arasında ……………………………………………….. 279
Niteliksiz Yaşamak ve “Üçüncü Reich” ……………………… 282
Yaşadıklarımız ve Göremediklerimiz Üzerine …………….. 285
Yazılı Dostlar ………………………………………………………… 288
Üniversiteli Kimliği ……………………………………………….. 290
Yeni Bir Yabancılaşmanın Eşiğinde miyiz? Veya Kültürel
Kimlik ve Yabancı Dilde Üniversite Eğitimi ………………. 294
Kültürel Kimliksizliğimizin Çifte Kökeni …………………… 300
Bizans’tan Bize Ne? ……………………………………………….. 303
Evet, Dilimiz ………………………………………………………… 308
Evrenselliği Sorgulamak …………………………………………. 311
Efsane Özlemlerinin Ucuzluğu ……………………………….. 313
Biraz da Birey Yetiştirsek! ……………………………………….. 316
Ben’in Sorumluluğu ………………………………………………. 319
Ben’in Savaşımı ve Yıkımı ………………………………………. 322
Dorian Gray’den Bugüne ……………………………………….. 325
“Savaşa Karşı Yazmak…” …………………………………………. 328
Biz Sevmeyi Ne Zaman Unuttuk? ……………………………. 331
Modern Sanat, Sevgisizlik ve Kader ………………………….. 334
Hayatın Tenha Yolları …………………………………………….. 337
Sonsuzluğa Kilitlenmek ………………………………………….. 340
Rengini Belli Etmenin Bedeli ………………………………….. 343
Düzmece Özgürlüklerin ve Düzmece Devrimciliğin
Dayanılmaz Ağırlığı ……………………………………………….. 346
Musil, Goethe ve Rilke ile Zamanı Paylaşmak ……………. 351
Yazar, Yazdıklarında Ne Kadar Vardır? ………………………. 354
İrili Ufaklı Kentsoylular Üzerine Bir Deneme …………….. 357
Batı ile Doğu, Kurumlaştırmak ve Kurutmak ……………… 361
Bir Güneş Adam: Nermi Uygur ……………………………….. 364
Omurgalı Aydınlar ………………………………………………… 367
Omurgasız Aydınlar ………………………………………………. 370
Bilgeler Toplumu ve Küçük İnsanlar …………………………. 373
“Benden Sonra Tufan Olmasın!” ………………………………. 376
Bir Çelişkinin Temel Kaynağı ………………………………….. 379
“Bir Gün, Tıpkı Şimdi Benim Olduğum Yaşta…” ………… 382
Batılı Düşünen Aydın ve Din Kurumu ………………………. 385
Sokrates Eğitimi ……………………………………………………. 389
Bilinç ve Bilimsellik ……………………………………………….. 392
“Eleştirellik” Korkusunun Sorgulanması …………………….. 395
Önsöz yerine:
Kendi Hayatının Seyircisi Olabilmek
Aslında yaklaşık sekiz-dokuz yıllık bir aradan sonra hazırladığım bu yeni denemeler kitabım için yeni bir önsöz düşünmüştüm. Fakat kitaba alacağım denemelere topluca baktığımda, onca “eski”ye zorunlu atıf karşısında neyin gerçek anlamda “yeni” sayılabileceği sorusu aklıma takıldı. Sanırım “yeni” sözcüğünün kimi zaman bizlere, hayatın aslında birbirinden bağımsız kısa öykülerden oluşmadığını, ama bir nehir-roman olduğunu unutturabilmek gibi bir sakıncası da var. Yani elbette neredeyse her gün “yeni” diye nitelendirilebilecek bir şeyler olmakta. Gelgelelim bunların çoğu gerçekte yalnızca tarih bağlamında “yeni”, sırf bugünlerde gerçekleşmelerinden ötürü “yeni” sayılıyor. Gerçekte ise “bugün” olanların pek çoğu inanılmaz ölçüde “eski’. Ortada çoğunlukla sadece bir kılık ve maske değiştirilmişlik durumu var. Elbette eskileri “yeniden” ve “yeni zamanlarda” yaşamanın da beraberinde getirdiği bir farklılıktan söz edilebilir. Ama yine de şu “yeni zamanlar”a fazla takılıp eski ile özellikle nedensellik bağlarını koparmanın pek akıllıca bir iş olmadığını düşünüyorum. İşte bu düşüncenin rehberliğinde eski deneme kitaplarımı karıştırırken, en yenisi on iki yıllık iki denememde, “Kendi Yaşamının Seyircisi Olabilmek” ve “Pahalı Yaşamak” başlıklı denemelerde, hep hayatımın dönüm noktası saydıklarımın, yaşamışlıklarımın ve yaşamamışlıklarımın, beni bir zamanlar yaşatanların ve öldürenlerin çok geniş diyebileceğim bir özetini buldum.
Ve bunun üzerine bügünkü “yenilerimi” o özetlerle dengelemeye, böylece de bir bütün sağlamaya karar verdim. Bu satırları, hayatımın yetmiş iki yılını geride bırakmaya başladığım günlerde, 2012 yılının Mart ayı başlarında yazıyorum. Yaşlanmanın ya da ihtiyarlamanın neresinde olduğumu sorguluyor değilim. Ama bu hayat yolu boyunca kendi hayatımın seyircisi de olabilmeyi, bir de pahalı yaşamaktan hiçbir zaman vazgeçmemeyi hep önemsemiş olduğumun da bilincindeyim. Bundan ötürü, vermek istediğim özetin çıkış noktalarını doğru seçtiğim kanısındayım. Herhalde şimdiye kadar pek çok yerde okumuşumdur: “İnsan, aynı zamanda toplumsal bir varlıktır.” Şu “aynı zamanda”yı özellikle italik yazdım, çünkü sanırım insan sürüleşmenin belli bir noktasından öteye geçtiğinde ve geçtiği ölçüde “aynı zamanda” söylemine yer vermeyi gittikçe daha bir unutmaya başlıyor. Günlük hayatın sıradanlığı içerisinde artık erimeye yüz tuttuğunda, bu defa aşırı toplumsallaşıp, aynı zamanda bir başka şey, üstelik çok önemli bir şey, yani kendisi olduğunu, olması gerektiğini görmezlikten gelmeye başlıyor.
Böyle bir eylemin tek sonucu ise, insanın iç dünyasına ihtiyaç duyduğunda orada sadece uçsuz bucaksız bir boşlukla karşılaşması. Montaigne’in deyişiyle, “kendi iç kalelerini kuramayanlar”, günün birinde o iç dünyada sığınacak bir yer, bir güç kaynağı bulamaz oluyorlar. Bu nedenle, kendi hayatının da seyircisi olabilmek ve bunun için olabildiğince fırsat yaratmak, bence hayatta olup bitenleri bilgece bir tutumla karşılayabilmenin önkoşulu. Çünkü insan, ancak bu koşulu yerine getirebildiği takdirde “aynı zamanda bir toplumsal varlık” olmanın gerçek anlamını kavrayabiliyor.
Sürüleşmenin sınırları içerisine hapsolmakla kalmayıp gerçek anlamda toplumsallaşmanın en sağlıklı yolu da, hayatını aynı zamanda bir birey olarak kurgulayabilmekten geçiyor. Üzerinde düşünülmemiş, dürüstçe hesaplaşma konusu yapılmamış bir Ben’in toplumsallığı, bir yanılsama olmanın ötesine geçemez. Akla gelebilecek her şeye seyirci olmayı doğal karşılamak, ama kendi hayatımızın seyircisi de olabilmeyi genellikle hiç düşünmemek; bu, büyük bir olasılıkla zaten o hayatın içinde bulunulduğu düşüncesinden kaynaklanma bir tavır. Gelgelelim bu, bir tiyatro sahnesindekilerin –doğal olarak– sahneyi bir bütün halinde görememelerinden farklı bir durum.
Oysa bunun yerine yapılması gereken, insanın kendisini zaman zaman hayatının sınır boylarına çekmesi, olup bitenleri onlarla olabildiğince özdeşleşmeksizin bir süre izlemesidir. Kendi hayatı karşısında seyirci konumunu almak, insana her şeyden önce bütün yerleşik yargılarını, kökleşmiş düşüncelerini yeniden sınama fırsatını verir. Bu fırsatın değerlendirilmesiyle, bazı doğru sanılanların yanlış, bazı yanlışların da aslında doğru olduğu sonucuna varılabilir. Ve hepsinden önemlisi, güncelliğini ve önemini hiç yitirmeyecek bir noktaya, hayatın anlamına ilişkin olarak daha somut bakış açılarına ulaşılabilir. Bu, insanın kendi hayatı karşısında eleştirel bir tutum alması demek olur. Hayatın anlamına gelince, kanımca bu konu ne fazla büyütülmeli ne de hayatla bağlantıyı kesecek ölçüde soyutlaştırılmalı.
Bu bağlamda bilinmesi en çok önem taşıyan nokta belki de şudur: Hayatın genel anlamı diye bir şey yoktur; her hayatın kendine özgü bir anlamı vardır ve o hayatın sahibinin insan ve birey olmak adına asıl yapması gereken, hayatın anlamını kendisiyle ilintisiz soyut düzlemlere sürüklemek değil, fakat kendine düzenleyeceği yolculuklar aracılığıyla kendi hayatının anlamına varabilmektir. Kendi hayatının yalnızca yaşayanı değil seyircisi de olabilmek, işte bu yüzden çok gerekli. Ben, kendi hayatımın bir dönüm noktasında, hayatla ölüm, yaşamakla yaşamamak arasında sanki bir kararın arifesine vardığımı düşündüğüm bir gece, bunu yaptım. Hayatımı, başkasınınmış gibi seyre daldım.
Ve durduğum yerde epey bir süre sonra anladım ki, ben hayatımı o âna kadar çok pahalı yaşamışım… Adı Ahmet, soyadı Cemal. O da benim gibi, bir ittihatçı Paşa’nın torunu ve ölünceye kadar alkol bağımlısı bir babanın oğlu. Bugün bile tam anlayamadığı nedenlerden ötürü, babasının ailesince hep dışlanmış. Hem de öylesine dışlanmış ki, örneğin baba tarafından üçüncü kuşaktan bir kız üye ülkenin en zengin sanayicilerinden birine gelin giderken, büyük otellerden birinde yapılan düğüne bile aileden sayılıp çağrılmamış. Sonradan kulağına gelenlere bakılırsa, belki düğüne giyecek doğru dürüst birtakım elbisesinin olmayabileceğinden, dolayısıyla da o zengin düğününe yakışmayacak bir pejmürdelikle ortalıkta dolanabileceğinden korkulmuş.
Evet, bu hep pahalı yaşadığı, hesabını hiç bilemediği o hesapların adı hiçbir zaman tam konmaksızın! söylenen adaşım da tıpkı benim gibi, ilkokuldan sonra yabancı bir liseye verilmiş. Ama lisedeki öğrenimini, babası sonunda içkiye ve orospulara para yetiştiremez olduğundan, ancak babasının patronunun, çocuğun haline acıyan patronunun parasal yardımlarıyla tamamlayabilmiş. Ve yabancı bir lisede okumanın bedelini, yıllık kitap ve defter giderlerinin listesini bile babasına değil ama bir yabancıya vermekten kaynaklanan derin bir aşağılık duygusuyla, yani çok pahalı ödemiş. Sanırım pahalı yaşama alışkanlığını da böyle edinmiş…
Üniversiteyi, hem annesine hem de kendine bakmak zorunda olduğu için, çalışarak ve öyle bütünlemeye falan kalacak lüksü olmadığından– tam dört yılda bitirivermiş. Ardından, pahalıya patlamış olan geçmişine bakarak akıllanacak ve bir an önce “yolunu bulmaya” kalkışacak yerde, akademik kariyer yapma, biliminsanı olma tutkusuna kapılmış. Çünkü yaşadığı ülkede o yıllarda bilimin yolu hâlâ akademisyenlikten ve üniversiteden geçebiliyormuş. Ama, hocalarının “çok parlak” diye nitelendirdikleri bir doktora öncesi eğitiminden sonra, artık parasal gücünü bütünüyle yitirdiğinden, tezini veremeden akademik hayatını da noktalamış. (Bu arada, Roma Hukuku alanında doktora seminerini bitirme tezi olarak “Roma Hukukunda ‘Libertas’, yani ‘Özgürlük’ Kavramı” diye çok güç bir konu seçmiş. Fakat semineri yöneten Prof. Dr. Türkân Rado, tezi çol beğenerek birkaç nüshasını ciltlettirmiş ve bir cildini de İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nin kütüphanesine koydurtmuş.) Her neyse…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Deneme
- Kitap AdıLanetlenmiş Ağustosböcekleri
- Sayfa Sayısı280
- YazarAhmet Cemal
- ISBN9789750722394
- Boyutlar, Kapak13x21 cm, Karton Kapak
- YayıneviCan Yayınları / 2017
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Düşsem Yollara Yollara ~ Haldun Taner
Düşsem Yollara Yollara
Haldun Taner
Haldun Taner’in gezi notlarından oluşan kitabı “Düşsem Yollara Yollara” 40 yıl aradan sonra genişletilmiş baskısıyla okurlarına ulaştı. “Yoldan gelen çok konuşur, derler. Bundan doğal...
- Giysiler, Kitaplar, Öğretmenler ve Şarkıcı Kızlar ~ Câhiz
Giysiler, Kitaplar, Öğretmenler ve Şarkıcı Kızlar
Câhiz
Câhiz bu kitabında Abbâsî döneminin toplumsal yapısı, zenginliğin ya da fakirliğin psikolojisi vb konuları ele alıp değerlendiriyor. Kitabı renkli kılan özelliklerinden biri de dönemin...
- Yoksulluk Kitabı ~ Mustafa Kutlu
Yoksulluk Kitabı
Mustafa Kutlu
“…Siz ey sağlıklı ve varlıklı olanlar. Ey işleri tıkırında gidenler. Ey karnı tok, sırtı pek, yüzü gülenler. Ey seçim kazananlar ve koltuğa kurulanlar. Ey...