Bu iyi insanlar, Mustafa Kemal’e yol parasını nereden bulacaklarını bir türlü kestiremiyor, arpacı kumrusu gibi düşünüp duruyorlardı. En sonra uslarına geldi: Çoluk çocuklarının süs eşyalarını satarak paraya çevirmek. Kadınlar, süslerinin arkasından istediklerince ağlayabilirlerdi. Başka hiçbir çare yoktu. İyice hesaplayınca bütün bu süs eşyasını eritmiş olduğunu anladılar ve umutsuzluğa düştüler.
III
ORTA YAYLADA YANAN MEŞALE
Şehirde atı, arabası, yaylısı, faytonu olan herkes Sivas’ın doğusuna düşen Hafik yolu üzerindeki “Kılavuz” denen yere koşuyordu. Oraya çadırlar kurulmuştu. Mahşer gibi bir kalabalık, kadın-erkek, çoluk-çocuk heyecan ve sevinç içinde kaynaşıyordu. Halkın çoğu, şehirden beş kilometre çeken bu yere yayan gelmişti. Kılavuz’un tepesinde kımıldayan bir insan ormanı, gözlerini Hafik Ovası’nın tozlu yoluna dikmiş, bekliyordu. Güneş, yavaş yavaş batıdaki lâciverte boyanmış dağ zincirine doğru alçalıyor, ufuklar, çepeçevre ateş almış gibi kızarıyordu. Bekleyenlerden dürbünlü olanlar, Seyfebeli’nin eğri büğrü yolundan toz bulutları kaldırarak bir otomobilin geldiğini herkesten önce görüp ötekilere müjdelediler.
Tepelerin ardında bir görünüp bir gözden uzaklaşan bu otomobil, en sonra Kılavuz’un tepesinde heyecanla dalgalanan insan yığınlarına yaklaştı, yaklaştı. Sonra birdenbire tam onların önünde durdu. Otomobil tam tepede durmuştu. İlkin Mustafa Kemal indi. Sivil ve hâki bir avcı giyneği giymiş olan paşanın başında da boz bir kalpak ve göğsünde bir savaş madalyası vardı. Arkasından Hoca Raif Efendi, Rauf Bey, Şeyh Feyzi Efendi indi. Mustafa Kemal kendisini karşılamaya gelenlere doğru ilerledi, hepsinin ellerini sıkarak hatırlarını sordu.
Rasim Bey’in elini avucuna aldı ve gözlerinin içine bakarak:
— Rasim Bey, dedi. Gençler için vatanî işlerde ölmek mevzuu bahis olabilir. Lâkin korkmak asla!
Rasim Bey hemen anladı. Bunu Reşit Paşa’yla birlikte Erzurum’a çekmiş oldukları heyecan verici telgraflar için söylüyordu.
Mustafa Kemal, Kılavuz’un tepesindeki karşılayıcıların ellerini sıkıp hatırlarını sorduktan sonra yine arkadaşlarıyla birlikte otomobile bindi. Onun otomobili yola çıkar çıkmaz arkasından faytonlar, atlılar, yayalar hep birden büyük bir göç kafilesini andırırcasına Sivas’a yollandılar. Mustafa Kemal’in otomobili şehre girince bir başka insan mahşeriyle karşılaştı. Otomobilden indi ve bu güleç, umutlu, dost canlısı, cesur, sevimli halk selinin arasında lise yapısına giden yolda ilerlemeye başladı. Vilâyet konağının yüksek penceresi önünde oturarak Mustafa Kemal’in liseye yaklaşmasını bekleyen Reşit Paşa yerinden doğruldu. Hızlı hızlı merdivenleri indi, hükümet meydanını dolduran Sivaslılar arasından yavaş yavaş ilerlemeye başladı. Adımlarını öyle ayarlamıştı ki Mustafa Kemal’le tam lisenin cümle kapısında yüz yüze geldi. Mustafa Kemal’in vali ile selâmlaşıp elini sıktıktan sonra, yanı başındaki Hoca Raif Efendi’ye dönerek şöyle dediği işitildi:
— Diplomat vali, şehir dışına gelmiyor, büsbütün görünmemeyi de hoş bulmuyor, bizi burada karşılıyor.
Reşit Paşa, Mustafa Kemal’le el sıkıştıktan sonra doğruca eve gitti. Yolcuların yorgun olduğunu, ertesi gün kendileriyle görüşmenin daha uygun olacağını düşünmüştü. Uzun düşüncelerden sonra Dâhiliye Nezaretine bir telgraf çekmenin gerektiğini anladı ve şu anlamda bir telgraf çekti:
“—Vilâyatı Şarkiye Müdafaayı Hukuku Milliye, Erzurum Kongresi’nin temsil heyetiyle Mustafa Kemal Paşa ve Rauf Bey’in dün akşam geç vakit karşılamalarına koşan türlü halk sınıflarından meydana gelen büyük bir kalabalığın alkışları arasında Sivas’a muvasalatla yarın açılması kararlaştırılan toplantıda hazır bulunacakları bilgi edinilmesi için bildirilir.
3 Eylül 1919
Sivas Valisi Reşit”
Bugünkü Sivas Erkek Lisesi ve o zamanki adıyla “İdadî Mektebi” Mustafa Kemal’in karargâhı olarak hazırlanmıştı. Mustafa Kemal, karargâh odalarını ilk kez dolaşıp gözden geçiriyordu. Kendine yatak odası olarak ayrılan odaya girdi. Karyolanın arkasında, üzerinde iki mısralık bir şiir bulunan sarı atlas bir yastığa gözleri ilişti. Bu iki mısra yastığa koyu renk bir ibrişimle işlenmişti:
Cihanın canına mağrur olup incitme insanı;
Süleyman’ı zaman olsan bırakırsın bu eyvanı.
Mustafa Kemal, bu beyti yüksek sesle okudu, sonra üzerinde düşündü. Aklına gelen şeyi bir de başkasından işitmek için Mazhar Müfit Bey’i çağırttı.
— Şunu bir de sen oku, bakalım, ne diyor! Dedi.
Mazhar Müfit Bey de beyti yüksek sesle okuduktan sonra:
— Paşam, bu sizin için yazılmış! Dedi.
Mustafa Kemal, başına toplananlara dönerek:
— Bu ihtar hepimiz için ve her şey için bir düstur olmalıdır, dedi.
***
Akşam yemeğine Vali Reşit Paşa da çağrılmıştı. Vali, bu ihtilâlcı kalabalığı arasında çok rahat değilse de zekice bir yüreklilik taşıdığı da göze çarpıyordu. Mustafa Kemal, çatal-bıçak ve tabak gürültüleri arasında birdenbire karşısındaki Reşit Paşa’ya:
— Paşa, Mösyö Bruno nerde? Diye sordu. Bizi tevkif için tertibat almakta mı, yoksa Sivas’ı istilâ ve işgal için ordu celbiyle mi meşgul?
Reşit Paşa epeyce üzgün:
— Malatya’ya doğru firar ile meşgul! Dedi ve sonra bu sözlerine şunları kattı:
— Erzurum’dan hareketinizi işittikten sonra jandarmayı teftiş edeceğini söyleyerek Malatya’ya gitti.
Mustafa Kemal Paşa, tılsımlı gözlerini Erzurumlu arkadaşlarının gözlerinde gezdirerek:
— Binbaşı Bruno, bir gün Sivas’a gelmek için bizden müsaade dahi istemeyi düşünecektir ve hatta bizden olduğunu iddia ve ispata çalışacaktır, dedi.
O gece, yemekten sonra kendi başlarına kaldıklarında Mustafa Kemal, Reşit Paşa işini açmaktan kendini alamadı:
— Haksız değil, dedi. Henüz bizim mi, İstanbul’un mu ağır basacağını kestiremiyor. Mütereddit olmasına rağmen Reşit Paşa’nın daha çok bize taraftar olduğunu hissediyorum.
Mazhar Müfit Bey de Mustafa Kemal’in sözlerini şöylece doğruladı:
— Reşit Paşa’yı Rumeli’den ve yakından tanıyorum. İttihat ve Terakki’nin faaliyete geçmesi sırasında kendisi Serez Mutasarrıfıydı. Sultan Abdülhamit’e ilk telgrafı o çekmiştir. Bizden ayrılacağını ummam.
Mustafa Kemal:
— Bakalım göreceğiz! Demekle yetindi.
Epeyce korkulu ve yorucu bir yolculuktan sonra güzel ve temiz bir akşam yemeğinin arkasından artık, birkaç saat sürecek tatlı bir uykuya Mustafa Kemal de nazlanamazdı.
O zamanki adıyla (Mektebi Sultanî) kongre üyelerine şöylece ayrılmıştı: Kapıdan içeriye girince solda ve baştaki oda yazar ve gazeteci Ahmet Rasim Bey’in oğlu Mazlum Bey’indi. Son kerte dikkatli, atik ve atak, kuş uçurmaz bir adamdı. Gerek Mustafa Kemal, gerekse öbür arkadaşları, ancak onun aldığı güvenlik tedbirleri sayesinde korkusuz ve deliksiz bir uyku çekmek olanağını bulabileceklerdi.
Sol yandaki koridordan gidilince merdivenlerin ilerisindeki büyük oda, yemek salonu olarak kullanılacaktı. Bu kattaki öbür odalar kiler, müstahdem odası olarak ayrılmıştı.
Büyük, iki taraflı tahta merdivenden yukarıya çıkılınca sağ taraftaki birinci oda da Mustafa Kemal Paşa’nın ikameti için hazırlanmıştı. Bu oda oldukça güzel mobilyalarla döşenmişti. Güzel bir yatak odası takımı, ayrıca koltuk ve sandalyeler konulmuştu. Onun yanında büyük salonda ise kongre yapılacaktı. Bu salona hatipler için bir kürsü, okul sıraları konmuş, ayrıca birçok da sandalye yerleştirilmişti. Rauf Bey için hazırlanan oda ise kongre salonundan sonra gelendi.
Merdivenin solunda ve köşedeki büyük dershanede Mustafa Kemal’in maiyet memurları oturacaktı. Bir mektep koğuşu gibi ve fakat muntazam şekilde hazırlanan bu odadaki karyolalarda Hayati, Recep Zühtü, Muzaffer, Cevat Abbas, Memduh, Mühendis Ruhi, Nizamettin Beyler yatacaklardı. Bu odanın yakınındaki bir başka odanın konukları da Süreyya Yiğit ve Mazhar Müfit Beylerdi. Doktor Refik Saydam ve Hüsrev (Gerede) Beyler, merdivenin tam karşısındaki odada oturacaklardı. Hüsrev (Gerede) heyetin kâtipliğini de yaptığından bu yatak odası bir büro görevi de görecekti.
Refik Bey, çok titiz ve intizamı sever olduğundan yemeğe inmeden küçük sandıklar içinde bulunan sıhhî malzemesini ve aleti tıbbiyesini karyolasının yanına dizmiş ve üzerine de bir etiket iliştirmişti. (Elle dokunulmaz.)
***
Şimdi, cümle kapısı üzerinde mermerden rölyef bir lise adı yazılı olan yapının üzerinde eskiden “Mektebi Sultanî” yazmaktaydı. Kâgir, uzun ve iki katlı olan bu yapının alt katında dershaneler, üst katında da yatakhaneler bulunuyordu. Okulun önünden her iki yanında yaşlıca kavakların yükseldiği Kayseri yolu geçiyordu. Küçük kırma taşlarla doldurulup yapılmış olan bu yol, havalar kurak gittiği sürece sapsarı bir toz tabakasıyla örtülü bulunuyor, yağmurlu zamanlarda da çukur yerleri su ve çamurla dolu bir bataklık durumunu alıyordu. Okulun hemen karşısında yine kavaklarla süslü bir set üzerinde askerî mahfel bulunuyordu. Hafif rüzgârda bile uzun boylu kavakların yaprakları dereler gibi şırıldar, güçlü rüzgârlar estiğinde de bu vefalı ağaçların gövdeleri isyanla gıcırdayarak fırtınanın gücüne karşı koymaya çalışır gibi görünürdü.
2 Eylül akşamı Sivas’a varan ve o gece derin ve deliksiz bir uyku çekerek 3 Eylül gününün de şöyle böyle dinlenerek daha çok türlü sürprizlere karşı hazırlanarak geçiren Mustafa Kemal ve arkadaşları, 4 Eylül günü öğleden sonra saat ikide kongreyi açmak için davrandılar.
Öğleden sonra, saat birden bu yana Mektebi Sultanî’nin bahçe duvarlarının önüyle Kayseri yolu büyük bir halk kalabalığıyla dolmaya başlamıştı. Camilerden boşalan erkek yığınları feslerini, abani sarıklarını düzelterek, kendilerinden önce meydanı ve yolları doldurmuş olan çoluk-çocuğun arasına karışmak için sanki yarışıyorlardı. Bu uğurlu Perşembe günü kongrenin açılışından ayrıca sevinen yaşlılar, işini gücünü bırakıp kepenkleri gürültülerle indiriyor, büyük bir merak ve heyecan içinde yollara dökülüyordu. Mazhar Müfit ve arkadaşları da şehirdeki gezintiden dönüşte bu mahşer gibi kalabalığı yararak, kendilerine yol açmak zorunda kaldılar.
Eski tecrübeli ve zeki bir vali ve yönetim adamı olan Mazhar Müfit Bey, bu iki gün içinde Sivas halkının nabzını iyice yoklamıştı. Ve düşüncelerini Mustafa Kemal’e şöylece özetliyordu:
— Sivas’ta çok elektrikli bir hava sezdim. Bu elektrikli havayı yapan üç vaziyettir:
BİR: Hürriyet ve İtilâfın, İstanbul’daki çeşitli muhalefetin entrikaları ve İstanbul hükümetinin propagandası,
İKİ: Millî mukavemet ruh ve fikrinin halk ekseriyetine hâkim oluşu ve Sivas Kongresi’ne millî iradenin tecellisi yolunda büyük bir inançla bağlanılması,
ÜÇ: İstanbul’dan gelen bazı delegelerin bütün kurtuluş çare ve tedbirlerini ecnebi himayesinde ve manda fikrinde aramaları ve bu hususta telkinlere başlamış olmaları.
Bununla beraber, Sivas yaylasının öz evlâtları istisnasız millî iradenin akışı istikametinde his ve fikirlerini belirtmiş bulunuyorlar. Hemen temas ettiğim bütün yerliler, en kuvvetli bir inanç ve iman hissiyle millî mücadele ruh ve şuuruna bağlı bulunuyorlar. Bilhassa Şekerzade İsmail Efendi isminde bir zatla tanıştım. Beni dükkânına götürdü. Beraber kahve içtik. Dükkânda daha birçok Sivaslı tanınmış kimseler vardı. İsmail Efendi, benim fikirlerimi, ileri durum hakkındaki düşüncelerimizi…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Önemli Olaylar Savaşlar Tarih Türk-Osmanlı
- Kitap AdıKutsal İsyan 3; Milli Kurtuluş Savaşının Gerçek Hikayesi
- Sayfa Sayısı608
- YazarHasan İzzettin Dinamo
- ISBN9789754780680
- Boyutlar, Kapak14x21 cm, Ciltsiz
- YayıneviTekin Yayınevi / 1990