KURT
Asil Aislinn, çok sevdiği Darkenwald, Demir Kurt ve askerleri tarafından ele geçirildiğinde büyük bir ıstırap duyar. Gaddar ve yakışıklı Norman tarafından esir alındığındaysa kinle dolar… Ve muzaffer lordun öpücüğüyle azap yaşarken aynı zamanda kendinden geçer.
KUMRU
Kudretli Wulfgar ilk defa alt edilir, hem de cesur ve güzel bir Sakson prensesi tarafından. Onun mahvoluşu için yemin etmiş bu büyüleyici kadının masumiyetini elinden almalıdır. Dahası savaş ve nefret ateşinin körüklendiği bu zamanda, ele geçirdiği toprakların geleceği için hayatını riske atmalıdır.
“TARİHİ AŞK ROMANLARININ KRALİÇESİ.”
Atlanta Journal-Constitution
“BİR FENOMEN!”
The New York Times
“WOODIWISS SARSIYOR!”
Life
“KATHLEEN E. WOODIWISS CANLI VE NEFES ALAN BİR DÜNYA YARATIYOR.”
Houston Chronicle
***
1
28 Ekim 1066
Savaşın gümbürtüsü artık çınlamıyordu. Yaralılardan yükselen çığlıklar ve iniltiler teker teker sessizliğe gömülmüştü. Gece sessizce uzanmış, zamansa durmuş gibiydi. Sonbahar ayı, renkli ve bitkin, belli belirsiz ufkun üzerinde parıldıyor ve avlanan bir kurdun uzaklardan gelen uluması geceyi titretip, tuhaf sessizliği zemine daha sıkı hapsediyordu. Sis parçacıkları bataklık boyunca, parçalanmış ve doğranmış ölülerin üzerindeydi. Taşlarla hafifçe desteklenmiş balçıktan alçak duvar, kasabanın parçalanmış erkekleriyle bir kefen gibi örtülmüştü. On ikiden büyük göstermeyen genç bir oğlan babasının yanında yatıyordu. Darkenwald Malikânesi’nin muazzam gövdesi bunun ötesinde uzanıyor, kulesinin direği göğü deliyordu.
Aislinn malikânenin içinde, kızıla boyanmış zeminde, Darkenwald’ın bir önceki lordu olan babasının derebeyliğini idare ettiği tahtın önünde oturmaktaydı. İncecik boynuna kalın bir ip geçirilmişti. Bu iple, Lord Erland’ın makamında dinlenen, zırhlı, uzun, esmer bir Norman’ın sol bileğine bağlanmıştı. Ragnor de Marte, beş para etmez şeyler için bile malikâneyi altüst edip deliler gibi koşturan, yatak odalarının merdivenlerine tırmanıp, arayışları için ağır kapıları kırarcasına açan, hazine sandıklarının altını üstüne getirip daha değerli şeyleri önüne serili bir örtünün üstüne koyan adamlarını izliyordu. Aislinn kısa bir süre önce belinden çekip alınan mücevher kakmalı hançerini ve telkari kemerini, bir zamanlar evini onurlandıran diğer hazinelerin oluşturduğu yığının içinden tanıdı.
Paylaşılamayan bazı nesneler için adamlar arasında tartışmalar patlak veriyor ama Aislinn’i esir alan kişinin sert bir emriyle hemen diniveriyordu. Genellikle tartışmaya konu olan nesne gönülsüzce adamın önündeki büyüyen yığına ekleniyordu. İçkiler durmaksızın istilacılar tarafından kafaya dikiliyor, et, ekmek, artık ne varsa bulunduğu gibi bir çırpıda mideye indiriliyordu. William’ın ordularının bu güçlü şövalyesi kadehine doldurulan şarabı rahatça içerken, kızın babasının kanının hâlâ zırhının göğüslerini ve kollarını karartmasını umursamaz gibi görünüyordu. Adam hiçbir şeyle meşgul olmadığı zaman ipi çekiştiriyor, kalın ipin Aislinn’in yumuşak, beyaz boğazını vahşice sıkıştırmasına yol açıyordu. Sert çekiştirmeler kızın yüzünü acıyla buruşturmasına neden oluyor ve adam ondan bir tepki alabildiği için her defasında zalimce kıkırdıyordu. Yine de Aislinn’in tavrı hâlâ tetikte ve dikkatliydi, adamla yüz yüze geldiği zaman yüzünde rahatsız edici sakin bir başkaldırı vardı. Diğerleri ayaklarına kapanır ve kendilerine acıması için yalvarabilirdi ama bu kız… Onda, ipi her çektiğinde kendisinden belli belirsiz bir üstünlük kazandığını gösteren bir şey vardı. Onun savunmasının derinliklerine inememişti fakat Ragnor bunu gece sona ermeden test etmeye kararlıydı.
Bu kızı annesi Leydi Maida’yla beraber, sanki yalnızca ikisi koca Normandiya ordusuna karşı durabilirmiş gibi, adamları ağır kapıyı kırıp geçtikleri zaman malikânede bulmuştu. Ragnor kanlı kılıcı elinde hazır, adamları kendileriyle savaşmaya istekli birilerini bulmak için yanından hızla geçerken, eşikte bir saniyeliğine durmuştu. Fakat bu iki kadından ve havlayıp hırlayan tazılardan başka onları karşılayan bir şey olmadığını görünce silahlarını indirmişlerdi. Bir-iki tekme ve yumrukla köpekleri kontrol altına alarak bir köşeye zincirledikten sonra, bundan daha fazlasını beklemeyen kadınlara döndüler.
Kuzeni Vachel de Comte, kendisine saklamak üzere kıza doğru yürüdü, ancak evladını ondan uzak tutmak isteyip kendini öne atan Maida’yla yüz yüze geldi. Yaşlı kadını itip yolundan çekmek istedi ama onun pençemsi parmakları adamın kısa bıçağını buldu. Bıçağı kınından çekip alabilirdi fakat Vachel tutuşu hissetti ve eldivenli koca yumruğunu savurarak onu yere yığdı. Aislinn bir çığlıkla annesinin yanına düştü ve Vachel daha kızı sahiplenemeden, Ragnor aralarına girdi ve kızın kurdelesini aniden çekerek bakır kızılı saç yığınının serbest kalmasına neden oldu. Normandiya şövalyesi elini bu yığına doladı ve onu ayağa kalkmaya zorladı. Kızı arkasından sürükleyerek bir sandalyeye fırlattı, el ve ayak bileklerini ağır tahta yapıya bağlayarak daha fazla hareket etmesine engel oldu. Maida hâlâ baygın halde, evladının ayaklarının dibinde sıkıca bağlanırken, bu iki şövalye şehri talan etmek üzere adamlarına katıldılar.
Şimdi kızıl saçlı ganimeti ayaklarının dibinde oturuyor, yenik bir halde ölümün gri kıyılarında geziniyordu. Hâlâ ağzından hiçbir merhamet isteği veya af sözcüğü çıkmamıştı. Ragnor onun çok az erkeğin sahip olduğu güçlü bir iradeye sahip olduğunu anladığında, bir kararsızlık anı yaşadı.
Ama Ragnor’ın, Aislinn’in annesini izlerken titremesini dindirmek ve mağrur bir çehre sunmak için sarf ettiği çaba yüzünden içinde kopan fırtınalardan zerrece fikri yoktu. Maida, doğru düzgün adım atmasının önlenmesi için ayakları bağlı halde istilacılara hizmet ediyordu. Uzun bir ip ayağındaki bağdan sarkıyor ve askerler buna basmaya hazır halde bekliyordu. Maida zemine ne zaman yüzüstü düşse askerlerin kahkahaları yükseliyordu. Her düşüşte Aislinn sararıyor, annesini düşerken izlemektense cezayı kendi çekmeyi diliyordu. Eğer Maida bir tepsi yiyecek ve içecek taşırken düşerse, sevinçleri ikiye katlanıyor ve kadın daha kalkamadan, sakarlığı yüzünden birkaç tekme yiyordu.
O anda, Maida ürkütücü suratlı bir askere çarpıp onu biraz içkiyle ıslatınca Aislinn’in korkuları tekrar içini deldi ve nefessiz kaldı. Adam onu kolundan yakaladı, domuz budu gibi iri eli kolayca Maida’nın zayıf kolunu çevreledi ve onu dizleri üstünde durmaya zorlayarak bir tekmeyle onu uzağa gönderdi. Düştüğünde kuşağından ufak bir kese yuvarlandı ama Maida, Norman’ın küfürleri arasında hemencecik ayağa kalktı ve keseyi tekrar yakaladı. Onu bir önceki yerine koyabilirdi ama sarhoş asker bir çığlıkla elini yakaladı ve keseyi ondan çekip aldı. Maida, kesesini almak için uzandı fakat onun bu cüretkârlığı adamın öfkesini uyandırdı. Yumruğunu kadının kafasına geçirdi ve o yuvarlanırken, Aislinn beyaz dudaklarında bir hırıltı ve gözlerinde vahşi bir pırıltıyla ileri atılmaya çabaladı. Ne yazık ki bu saldırısı adamı yalnızca eğlendirmiş gözüküyordu. Hazine o an için unutulmuştu, adam tökezleyen yaşlı kadını tekrar takip edip onu yakaladı, sonra onu hevesle dövmeye başladı.
Öfkeli bir çığlıkla Aislinn ayağa kalktı ama Ragnor ipi sıkıca çekerek onu tekrar tozların arasına yuvarladı. Zedelenmiş boğazıyla nefes alabildiğinde, annesi hissiz ve kıpırtısız yerde yatıyor, saldırganı ise tepesinde dikilmiş, ufak keseyi muzaffer bir şekilde sallayıp neşeyle uluyordu. İçinde nasıl bir ödül olduğunu bulmak için adam sabırsızca keseyi açtı ve birkaç parça kuru yaprak dışında bir şey bulamayınca ahlaksız küfürlerle onları etrafa saçtı. Boş torbayı fırlattı ve ayaklarının dibindeki bedene bir tekme daha attı. Aislinn, annesinin böylesine bir kötü muameleye maruz kaldığını görmeye dayanamadığından, ıstırap dolu kuru bir hıçkırıkla kulaklarını elleriyle kapattı ve gözlerini sıkıca yumdu.
“Yeter!” diye gürledi Ragnor, Aislinn’in iki büklüm halini görüp nihayet yumuşayarak. “Kocakarı yaşarsa, bize hizmet etmeye devam eder.”
Aislinn ellerini zemine koydu ve nefretle yanan koyu menekşe gözleriyle kendisini esir alan kişiye baktı. Uzun bakır rengi saçları omuzlarından göğüslerine vahşi bir dağınıkla dökülmüştü; görünüşü düşmanıyla yüzleşen vahşi dişi bir kurt gibiydi. Bununla beraber, Ragnor’ın malikâneye geldiğinde elinde tuttuğu kıpkırmızı kılıcı ve parlayan zırhlı yeleğine yayılmış babasının taze kanını hatırlıyordu. Son dayanağını ondan çalmak isteyen panikle ve kendisini teslim olmaya iten matem ile kendine acıma duygularıyla boğuşmuştu. Hayatında ilk kez hissettiği bu duyguların ve babasının soğuk toprakta günah çıkartmadan cansız yattığının bilinciyle gözyaşlarını içine akıtmıştı. Bu Normanlar’da merhamet o kadar mı yoktu ki şimdi bile, savaşlarını kazanmışken, bir din adamı getirtip yenilenlere uygun bir defin düzenlemiyorlardı?
Gözleri kapalı, dudakları ayrık ve titrerken Ragnor ona gözünü dikti. Hâlâ savaşın onun direnişini sarstığına şahit olmamıştı. Eğer orada bir süre daha dikilseydi, kızı ayaklarının dibinde korkuyla yıkılmış halde görebilirdi ancak aklı, etrafındaki bu şeyler üzerinde hak iddia edecek gayr-i meşru şövalyeye gidiyordu.
Şafaktan önce dörtnala, fatihlere yaraşır bir tavırla malikâneye, şehrin teslim edilmesini talep etmeye gelmişlerdi. Darkenwald bu düşmana karşı hazırlıksız yakalanmıştı. 15 gün önce William’ın Senlac’ta Kral Harold’a karşı kazandığı kanlı zaferden sonra, Normandiya Dükü’nün ordusuyla Canterbury’ye gittiği, İngilizler’in yenilmelerine rağmen onu kral olarak tanımadıkları için daha fazla sabrı kalmadığı lafı yayılmıştı. Darkenwald’ın üstüne bir rahatlık çökmüştü, çünkü rotası kendilerinden çok uzaktaydı. Ancak William’ın ordularıyla hareket eden küçük kuvvetlerin, civardaki yerleşkeleri taciz etmek veya ele geçirmek için gönderileceğini hesaba katmamışlardı. Böylece gözcülerin Normanlar’ın geldiğini haykıran çığlığı pek çok kalbi dondurmuştu. Erland, oldukça sadık olmalarına rağmen, tebaasının korunmasızlığının farkındaydı ve teslim olmaya niyetlenmişti.
Normanlar’ın arasından yalnızca Ragnor de Marte, tarlaların arasından at sürüp, çiftçi kulübelerini geçerek lordun ikamet ettiği kül rengi malikâneye giderken etraftaki huzursuzluğu hissetmişti. Malikânenin önünde dizildiklerinde çevresine bakınmıştı. Dış binaların içinde veya etrafında hiç coşku yoktu ve yerleşke tüm yönleriyle unutulmuş görünüyordu. Ana kapı kale kadar sağlam, karşılarında kapalı duruyordu. Malikânenin alçak pencerelerine sımsıkı gerili, yağlı ışıklandırma derileri ve kapının her iki tarafında da demir kınları içinde bulunan meşaleler, yaklaşan gecenin karanlığına rağmen yakılmamıştı. İçeride her şey sessizken genç elçi seslendi ve ağır kapı yavaşça açıldı. Beyaz saçlı ve sakallı ama uzun ve güçlü bir yaşlı adam, elinde kınından çıkmış bir savaş kılıcıyla belirdi. Kapıyı arkasından kapattı ve Ragnor onun ardından çekilen sürgünün sesini işitti, sonra yaşlı Sakson, işgalcileri göz önünde bulundurarak onlara döndü. Elçi bir parşömeni çözerek ona yaklaşırken sessiz ve ihtiyatla dikildi. Görevinin verdiği güvenle, genç adam önünde durdu ve okumaya başladı.
“Duyduk duymadık demeyin, ey Darkenwald’ın Lordu Erland, Normandiya Dükü William İngiltere’ye hükmetme hakkını talep ediyor…”
Elçi, Ragnor’ın Fransızca hazırladığı sözleri İngilizce okudu. Şövalye, kendisine Norman kanı taşıyan bir piç olan Sör Wulfgar tarafından verilen parşömenden bir şekilde kurtulmuştu. Ragnor’a göre parşömende yazanlar, haklı bir teslimiyet çağrısından ziyade utanç verici bir mazeret beyanıydı. Saksonlar, küstah direnişleri yüzünden merhamet gösterilmeden ezilmesi gereken rezil barbarlardan başka neydi ki? Ama Wulfgar onlarla sanki onurlu adamlarmış gibi muhatap oluyordu. Ragnor ise, madem yenildiler öyleyse onlara gerçek efendilerinin kimler olduğunu göstermek gerek, diye düşünüyordu.
Ama Ragnor, her adam, kadın ve çocuğun meydana getirilip, alınlarına kölelik işareti konulması gerektiği ve insanlarının iyiliği için lordun kendisini ve ailesini de esir olarak sunmasının istendiği kısım okunduğunda yaşlı adamın kızaran yüzünü görüp huzursuz oldu.
Ragnor etrafına gergin bakışlar atarak oturduğu eyerde dikleşti. Malikânenin üst kanadında, olabilecek en az şekilde aralı bir penceredeki belli belirsiz bir hareket dikkatini çekti. O kalın tahta kaplamaların ötesini göremiyordu ama orada birinin onu izlediği hissine kapıldı. Dikkat kesilerek, kalın yün pelerinini geri omzuna attı, kılıç kullandığı kolunu ve silahının kabzasını hazır duruma getirdi.
Bir kez daha gururlu, yaşlı adam baktı ve onun tavrında bir şekilde kendi babasını görür gibi oldu; sert, küstah, kaz gelmeyecekse kesinlikle tavuğunu vermeyecek biri. Ragnor’ın içi birden nefretle dolup taştı ve bu karşılaştırmayı yaparken tiksintiyle kara gözleri kısıldı. Yaşlı Sakson’un yüzü, elçi korkunç istekleri okumaya devam ederken daha da fazla kararmaya başladı.
Derken ürpertici bir meltem Ragnor’ın çenesini yaladı ve sanki bir ölüm uyarısında bulunuyormuş gibi tepelerindeki bayraklar çırpınmaya başladı. Kuzeni Vachel arkasında bir şeyler fısıldadı ve gerginlik, Ragnor’ın parlak zırhının altına giydiği deri tuniğin terden ıslanmasına yol açtı.
Birdenbire, yaşlı lord hiddetli bir nara kopardı ve şeytani bir gazapla kılıcını çekti. Elçinin bedeni daha yere düşmeden, kafası ayaklarının önüne devrilmişti. Köylüler yabalar, tırpanlar ve ilkel silahlarla saklandıkları yerlerden gruplar halinde çıkarken, şaşkınlık askerlerin karşılık vermesini bir anlığına geciktirdi. Sör Ragnor adamlarına emirler yağdırdı ve böyle yakalandıkları için kendi kendine lanet etti. Köylüler üzerine atılıp elleriyle onu eyerinden düşürmeye çalışırken savaş atını mahmuzladı. Uzatılan kollardaki elleri kesip kafataslarını ikiye ayırarak sağa sola kılıcıyla saldırdı. Lord Erland’ı önünde üç Norman askerle aynı anda savaşırken gördü ve eğer bu yaşlı adamı yanına çekebilseydi Harold’ın hâlâ kral olarak kalabileceği düşüncesine kapıldı. Ragnor insan kalabalıkları arasından atını sürdü, hedefi Darkenwald’ın lorduydu, çünkü ancak kılıcıyla bu kadim bedene diz çöktürttüğü zaman her şey sona erecekti. Çiftçiler niyetini hissettiklerinde onu atından düşürmeye çalıştılar ama çabalarıyla sadece çimlerin biraz daha kanlanmasına neden oldular. Lordlarını korumak için yiğitçe mücadele ettiler ama bu sadece ölümlerini kolaylaştırdı. Savaş için eğitilmiş adamlara denk olamazlardı. Mani olan kimse kalmayana dek kudretli atlı, yenik bedenlerin üzerinden ağır aksak ilerledi. Lord Erland kalkan kılıca baktı ve ölümü, Ragnor kılıcı kafatasının derinliklerine saplarken hızlıca geldi. Lordlarının yenildiğini gören köylüler kaçmaya başladılar, savaşın sesleri kadınların figanı, çocuk çığlıkları ve bariyeri kırmak için Darkenwald kapısına vurulan koca tomruğun vuruş sesleri arasında duyulmaz oldu.
Aislinn, Ragnor’ın ayaklarının dibinde oturduğu yerden annesinin bedenini herhangi bir kımıldayışını görebilmek için gergince izledi ve nihayet Maida hareket ettiğinde biraz rahatlayabildi. Yumuşak bir inilti koydu ve annesi kendini az da olsa kaldırabildi. Yediği dayaktan sersemlemiş, etrafına ne olduğunu anlamıyormuşçasına baktı. Ona dayağı atan kişi tekrar yanına geldi.
“Git bana içki getir köle!” diye gürledi asker ve onu elbisesinin ensesinden yakalayarak bira fıçısına doğru fırlattı ancak annesinin birbirine bağlanmış bilekleri bu hıza ayak uyduramadı ve tekrar sere serpe yere yığıldı.
“İçki!” diye bağırdı adam ve kadehini ona fırlattı.
Maida ona boş bir şekilde baktı ve adam onu tokatlayıp tekrar fıçının oraya itene kadar bir şey anlamadı. Ayaklarının üstünde durmak için mücadele etti ama asker ayaklarının bağından sarkan ipin üstünde durdu ve ayaklarının takılmasına yol açarak onun tekrar sertçe ellerinin ve dizlerinin üstüne düşmesine neden oldu. Bu sahne herkesi daha da çok keyiflendirmiş gibi gözüküyordu.
“Sürün kaltak! Bir köpek gibi sürün,” diye kahkaha attı ve onu dizlerinin üstünde hizmet etmek zorunda bıraktı. Maida ona dolu kadehi verdiğinde bu sefer diğer askerler onu hizmetlerine çağırdılar ve tekrar topallayarak, malikâneden kaçarken yakalanmış iki hizmetkâr olan Hlynn ve Ham’le beraber askerlere bira ve şarap taşımaya başladı.
Maida hizmet ediyordu ama zedelenmiş dudakları kıpırdamaktaydı; şarkı söyler gibi mırıldanıyordu. Sakson dilinde kelimeler Aislinn’in zihnine ulaştı ve saklamak için çaba sarf ettiği bir dehşetle, hiçbir şey anlamayan adamlara ağız dolusu iğrenç tehditler savurduğunu ve düşmanlarının kulaklarına bataklığın her şeytanının lanetini vaat ettiğinin farkına vardı. Eğer yalnızca bir tanesi Maida’nın neler söylediğini anlayabilseydi, hiç tereddüt göstermeksizin onu besili bir domuz gibi şişe geçirirdi. Aislinn, hayatta kalmalarının kendisini esir alanın bir anlık isteğine bağlı olduğunu biliyordu. Hatta nişanlısı bile tehlikedeydi. Normanlar kendi aralarında konuşurken, başka bir piçin William’ın emriyle şehrin teslimini talep için Cregan’a gittiğini duymuştu. Acaba Hastings’te Kral Harold’ın yanı başında öyle cesurca savaştıktan sonra Kerwick de ölmüş müydü?
Aislinn, Maida’ya baktı ve adamları onu dövüp yüzünü zedeledikten sonra gösterdiği soylu duruşu ve geçmiş güzelliğini düşündü. Kadının daha az önce hata yaptığı için itilip kakıldığına dair hiçbir iz yoktu.
Bir çığlık Aislinn’in dikkatini annesinden kopardı; yüksek sesle tartışan iki adamın arasında kalan hizmetçi Hlynn’i görebilmek için bakındı. Daha on beşine yeni giren bu çekingen hizmetçiye daha önce hiç erkek eli değmemişti ve şimdi de bu haydutlar tarafından tecavüze uğrama kâbusuyla karşı karşıyaydı.
Dehşetini hissederek Hlynn’in korkmuş çığlıklarına eşlik etmemek için parmak boğumlarını ısırdı. Gayet iyi biliyordu ki kısa bir süre sonra kendisi de bir adamın şehvetine kurban gidecekti. Sanki kızın göğüsleri kopartılıyormuş gibi bir haykırışla elbise yırtılma sesi duyuldu ve kuvvetli bir el omuzlarından sertçe tutarak onu zapt etti. Zalim, duygusuz eller genç kızın bedenini onun hassas tenini zedeleyerek sıkıştırıp ellediler. Aislinn gözlerini bu sahneden alamayarak tiksintiyle titredi. Nihayetinde adamlardan biri rakibinin kafasına vurarak sersemletti ve çığlık atan Hlynn kollarındayken kapıdan yürüyerek çıkıp gitti. Aislinn umutsuzluk içinde onun bu geceyi çıkarıp çıkaramayacağını düşündü ve aksi ihtimalin çok daha yüksek olduğunu hissetti.
Aislinn’in omzundaki korkunç ağırlık birdenbire dayanılmaz hale geldi. Kendisini esir alan kişiye bakmak için dönerken menekşe gözleri tiksintisini belli ediyordu. Norman adamın gözleri bu meydan okumaya karşılık verdi ve küçümseyici bir gülümseme, savunmasıyla alay ederek kalın ve sert dudaklarında belirdi. Ancak kızın bakışları daha da aşağılayıcı ve sarsılmaz hale gelince, işgalcinin sırıtışı silindi. Aislinn adamın parmaklarının omzunu morartarak daha da sıkı kavradığını hissetti. Kendini daha fazla kontrol edemeyerek kızgınlıkla çığlık attı ve adamın çenesine yumruk atmak için elini kaldırdı fakat bu yalnızca adamın elini yakalamasına ve arkasına doğru bükmesine yol açtı. Yüzü neredeyse onunkine yapışmıştı ve sıcak nefesi, savunmasızlığına gülerken Aislinn’in çenesine çarptı. Adamın boşta kalan eli kasıtlı bir yavaşlıkla elbisesinin altındaki yumuşak, olgun kıvrımlarda gezinirken, kendini onun kapanından kurtarmak için mücadele etti. Aislinn dokunuşuyla titriyor, varlığının her zerresiyle ona lanetler okuyordu.
“Alçak domuz!” diye tısladı adamın suratına, Fransızca sözlerin adamın yüzünde oluşturduğu şaşkınlıktan ufak bir zevk almıştı.
“Ne!” diyerek Vachel de Comte ayağa fırladı, anlayabileceği sözler söyleyen bir kadın sesi kulağına çalınmıştı. Saint-Valery’den gemiye bindiklerinden beri böyle bir şey duymamıştı. “Kahrolası, kuzen görüyor musun bu köle yalnızca güzel değil aynı zamanda eğitimli de.” Sahte bir tiksintiyle yeri tekmeledi. “Pöh! Şu barbar ülkede yatakta emir verdiğinde seni anlayabilecek tek tutsağı ele geçirmek de senin şansınaymış!” Yerine otururken rahatlamış gibi sırıttı. “Elbette ki tecavüzün bazı dezavantajları olduğunu göz önünde bulundurmalıyım. Fakat bu kadın seni anlayabildiğine göre, sen onu uyumlu olmaya ikna edebilirsin. Babasını öldürmüş olman neyi değiştirir ki?”
Ragnor, Vachel’a kaşlarını çattı ve Aislinn’in ayaklarının dibine tekrar düşmesine izin verdi. Üzerindeki üstünlüğü biraz da olsun zedelenmişti, çünkü tutsağı Fransızca bilirken kendisinin onun diline ait en ufak bir bilgisi yoktu.
“Sessiz ol, enik,” dedi kendisinden genç olan adama. “Zevzekliğin canımı sıkıyor.”
Vachel, Ragnor’ın ruh halini tarttı ve sırıttı. “Sevgili kuzen, fazla endişeleniyorsun zannımca, yoksa sen de espriyi anlayabilirdin. Bu sefil barbarlar tarafından saldırıya uğradığımızı anlattığında Wulfgar ne diyebilir ki? Yaşlı adam kurnaz bir tilkiydi. Dük William seni suçlamayacaktır. Ama sen en çok hangi piçten korkuyorsun, dükten mi Wulfgar’dan mı?”
Ragnor’ın yüzü kötülük dolu bir öfkeyle karardığından Aislinn daha da tetikte oturmaya başladı. Adamın kaşları toplanan fırtına bulutları gibi birbirine yanaşmıştı.
“Ben kimseden korkmam,” diye gürledi.
“Vaay!” diye bağırdı Vachel. “Yeterince cesur olduğunu söylüyorsun fakat bunda samimi misin? Hangi insan bugün burada yapılanlardan bir parça huzursuzluk duymaz? Wulfgar köylüleri savaşa çekmememiz emrini vermişti ama biz köylülerin düzinelercesini öldürdük.”
Aislinn konuşmalarını dikkatle dinledi. Bazıları kulaklarına yabancıydı ama yine de çoğunu anlamayı başardı. Wulfgar denen, kaygıyla adını andıkları bu adamdan, bu korkunç istilacılardan daha mı çok korkmalıydı? Ve Darkenwald’ın yeni lordu o mu olacaktı?”
“Dük bu şehirleri Wulfgar’a vaat etti,” dedi Vachel. “Ama tarlalarda çalışacak ve sürülere çobanlık edecek çiftçiler olmayınca değeri düşmüş oldu. Evet, Wulfgar’ın söyleyecek bir çift lafı olacaktır ve bunların ıvır zıvır şeylerden bahsederkenki klasik tonda olacağını hiç sanmıyorum.”
“Saçmalık!” diye tükürdü Ragnor. “Bu topraklara sahip olmak için ne hakkı var ki?”
“Eh, kuzen. Gücenmeye hakkın var. Bu beni bile gücendiriyor. Dük, bizim gibi soylulara hiçbir şey vermezken buraları Wulfgar’a vaat etti. Baban epey hayal kırıklığına uğrayacak.”
Ragnor küçümseyerek dudağını büktü. “Bir piçin diğer piçe sadakati, hak sahipleri için her zaman adil olmuyor.” Aislinn’in omuzlarından bir tutam kızıl saçı kaldırdı, parmaklarının arasında tembelce oynayarak ipeksi dokunuşun zevkini çıkarmaya başladı. “Yemin ederim ki William eğer yapabilse Wulfgar’ı papa ilan ederdi.”
Vachel düşünceli halde çenesini sıvazladı ve kaşlarını çattı. “Wulfgar’ın tamamıyla bunları hak etmediğini söyleyemeyiz kuzen. Kim onu mızrak dövüşünde yenmiş veya bir kavgada ona galip gelmiş? Hastings’te on kişi gazabında dövüştü, öyle ki dövüştüğü Viking bir an olsun bile saldıramadı. Hepimiz William’ın öldüğünü düşündüğümüzde o hiç duruşunu bozmadı. Ama Wulfgar’ı lord yapmak? Eeh!” Samimi bir tiksintiyle ellerini kaldırdı. “Bu ona şüphesiz bizim eşitimiz olduğu hissini verecek.”
“Ne zaman bunun aksini düşündü ki?” diye cevabı yapıştırdı Ragnor.
Vachel’ın bakışları, kuzenine küçümseyerek bakan Aislinn’e kaydı. Gençti. Vachel onun yirmisinden fazla olmadığını düşündü, belki on sekizdi belki yirmi. Çabucak parladığını çoktan fark etmişti. Öyle kolay boyun eğmeyecekti. Fakat güzellikten anlayan bir adam bu kusuru görmezden gelebilirdi, çünkü adı kadar emindi ki bu onun sahip olduğu tek kötü huydu. Yeni lordu Wulfgar şüphesiz ki ondan memnun kalacaktı. Bakır rengi saçları etrafını tutuşturmuş gibiydi ve her kalın buklede sanki titrek şömine ışıkları görülüyordu. Bir Sakson için alışılmamış bir renk ama insanı savunmasız yakalayan gözleriydi. Şu an içinde bulunduğu hınçla siyah ve mor renkte yanıyorlar, incelendiklerini hissetmişçesine parlıyorlardı. Ancak tavrı düzgün olduğunda gözleri yamaçlarda yetişen fundalıklar gibi temiz ve parlak, açık menekşe rengiydi. Uzun, is karası kıvrık siyah kirpikleri şimdi aşağı inmiş, fildişi teninde titreşiyordu. Elmacık kemikleri hoş ve çıkıktı, onlarda parıldayan pembe renk, yumuşak kıvrımlı ağzını süslüyordu. Onun kahkahalarla güldüğünü veya tebessüm ettiğini düşünmek Vachel’ın içini gıcıkladı, çünkü pek çok güzelin muzdarip olduğu çürüklerle lekelenmemiş güzel, beyaz dişlere sahipti. Ufak, birazcık eğik burnu gururla, meydan okurcasına havaya kalkmıştı ve çenesinin inatçı biçimi, narinliğini saklamaktan acizdi. Evet, evcilleştirilmesi güçtü ama yararları kesinlikle haz verici olacaktı, çünkü pek çok zayıf hemcinsinden uzun olsa da bir kadının sahip olması gereken tüm hatlardan yoksun değildi.
“Ah, kuzen,” dedi Vachel en sonunda. “Bu küçük hanımla bu gece eğlenmelisin, çünkü yarın onu Wulfgar’la görebilirsin.”
“O hödükle mi?” diyerek dalga geçti Ragnor. “Ne zaman kendini bir kadın için sıkıntıya sokmuş ki? Kadınlardan nefret eder o. Belki, eğer biz ona uygun bir kavalye bulursak…”
Vachel küçümseyerek gülümsedi. “Eğer bu dediğin gerçek olsaydı kuzen, onu avcumuzun içine almış olurduk ama korkarım ki bu tarz meyilleri olan biri değil. Evet, cemiyet içinde kadınlardan vebalılarmış gibi kaçıyor fakat özel hayatında en az senin benim kadar ilgili. Onun bir-iki genç kızı sanki hangi meziyetlere sahip olduklarını anlamak istermiş gibi inceden inceye izlediğini gördüm. Hiçbir erkek, eğer erkeklerden hoşlanıyorsa bir kadına bu şekilde bakmaz. Ama William’ın sarayındaki güzel genç kızlar neden onun önünde mendillerini sallayıp budalaca davranıyor, aklım almıyor. Herhalde onun lanetli yalnızlığından etkileniyor olmamalılar.”
“Ben ona kuyruk sallayan çok fazla kadın görmedim,” diye cevap verdi Ragnor.
Vachel kıkırdadı. “Yoo kuzen ve göremeyeceksin de ne de olsa sen normalin üstünde eğleniyorsun. Genç kızları ayartmaya çalışmakla o kadar meşgul oluyorsun ki Wulfgar’dan hoşlananlara sıra gelmiyor.”
“Gerçekten de benden çok daha iyi bir gözlemcisin Vachel, çünkü ben böyle lanetli ve yara izleriyle kaplı olduğu için hiçbir kadının ona kur yapmayacağını düşünüyordum.”
Vachel omuzlarını silkti. “Orda burada ufak birkaç iz olmuş ne çıkar? Aksine bu bir adamın gözü pek ve cesur olduğunu kanıtlar. Şükür ki Wulfgar pek çok soylu arkadaşımız gibi savaştaki küçük katkılarıyla orada burada övünmüyor. O tekrar tekrar anlatılan can sıkıcı başarıları ve cüretiyle ilgili hikâyeleri dinlemektense bu sefil yavanlığını tercih ederim.”
Vachel kadehinin doldurulduğunu ve Maida’nın ona uyuyacağı yeri göstermek için titreyerek geldiğini fark etti. Kadın mırıldanmalarına ve söylenmelerine dönmeden önce kızıyla hızlıca bakıştı.
“Korkma kuzen,” diyerek sırıttı Vachel. “Henüz bu oyunu kaybetmedik. William, Wulfgar’ı bu seferliğine kayırsa ne olur? Bizim ailelerimizin bir ağırlığı var. Bu rezaleti açık ettiğimizde böylesine bir gaspa hoşgörüyle bakmayacaklardır.”
Ragnor homurdandı. “Babam burada aile için hiçbir toprak edinemediğimi öğrendiğinde mutluluktan havaya uçmayacaktır.”
“Bu kadar sert olma Ragnor. Guy yaşlı ve eski kafalı bir adam. Kendisi, servetini kendi kazandığı için senden de aynı şeyi yapmanı beklemesi çok doğal.”
Ragnor elleri beyazlaşıncaya kadar kadehini sıktı. “Bazen öyle zamanlar oluyor ki Vachel ondan tiksindiğimi hissediyorum.”
Kuzeni omuz silkti. “Ben de kendi babama tahammül edemiyorum. Onun, eğer başka bir kaltaktan daha bir piç sahibi olursam beni evden kovup mirasından mahrum edeceği tehditlerini savurduğuna inanabiliyor musun?”
Darkenwald’ın kapılarını kırıp geçtiğinden beri ilk kez Ragnor de Marte başını arkaya atıp kahkahalarla güldü. “Eh, kabul etmen gerek Vachel, sen de az değilsin.”
Vachel de onunla kıkırdadı. “Aman be kuzen, bunu bana diyebilecek son kişi sensin.”
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Roman (Yabancı)
- Kitap AdıKurt ve Kumru
- Sayfa Sayısı592
- YazarKathleen E. Woodiwiss
- ÇevirmenHatice Nur Altuntop
- ISBN9789944825986
- Boyutlar, Kapak13,5x21, Karton Kapak
- YayıneviEpsilon / 2012
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Zoraki Düşes ~ Sally MacKenzie
Zoraki Düşes
Sally MacKenzie
Sarah Hamilton, babasının ölmeden önce kendisine vasiyet ettiği şeyi yerine getirmek için Amerikadan İngiltereye doğru bir yolculuğa çıkar. Westbrook Kontu olan amcasının yanına gitmektedir....
- Hep Seni Bekledim ~ Suzanne Enoch
Hep Seni Bekledim
Suzanne Enoch
ENGEL TANIMAYAN BİR TUTKU, ATEŞLİ BİR AŞK… Büyüleyici, lezzetli ve enfes. Karen Hawkins Teslim olun ve tadını çıkarın. Stephanie Laurens En sevdiğim yazarlardan bir...
- 1984 – İllüstrasyonlu Özel Baskı ~ George Orwell
1984 – İllüstrasyonlu Özel Baskı
George Orwell
1984, 20. yüzyılda yazılmış en güçlü metinlerden biridir. Orwell’in 1949’da yayımlanan karşı-ütopyacı romanı, kâbusu andıran bir gelecek vizyonuyla her kuşaktan okuru derinden etkilemiştir. Belleksiz...