1971 yılında yayımlanan “Kurt Mıntıkası” Javier Marías’ın ilk romanıdır; 17 yaşında yazmaya başladığı bu romanı bir sene gibi kısa bir sürede bitirmiştir. Hikâye Amerika Birleşik Devletleri’nde geçer ve bütün kahramanları da Amerikalıdır.
Marías bu ilk kitabında, 1922’de Taeger ailesinin dramatik parçalanmasıyla başlayan, kara romandan melodrama, Amerika İç Savaşı’ndan egzotik Güney’e, polisiye entrikalardan otuzlu yıllardaki gangster çatışmalarına uzanan yüksek tempolu, soluk kesici bir maceralar silsilesine davet ediyor okuru.
“Kurt Mıntıkası”ında yazarın, dikkat çekici bir yazınsal olgunluk, keskin bir ironi anlayışı ve baş döndüren bir hikâye kurma yeteneği sergilediğine tanık oluyoruz.
Juan Benet’e göre, “mükemmel ve zalim bir pastiş” olan bu romanın, cüretkâr ve parçalı kurgusu, kasıtlı klişe kullanımı, son derece akıcı tekniğiyle, öncü bir yapıtı olarak karşımıza çıktığını söylemek abartı olmaz.
“Macera peşinde koşan bir şövalye, matrak, iğneleyici, öfke ve aşk dolu, kesinlikle olmazsa olmaz bir yazar.” The Guardian
“Javier Marías dünyanın en büyük, en dâhi yazarlarından biri.” Claudio Magris
*
Pittsburgh, Pennsylvania’da yaşayan üç oğlan -Milton, Edward ve Arthur-, bir kız –Elaine-, büyükbaba Rudolph, Teyze Mansfield ile Bay ve Bayan Taeger’den oluşan Taeger ailesi 1922 yılında dağılmaya başladı.
O zamanlar Edward yirmi yaşındaydı, üniversitedeki tarih öğrenimini tamamlamak üzereydi. Sadece bir yılı kalmıştı, okulu bitirince bir an evvel evlenmek istiyordu. Babası Davison Taeger mimardı, çok para kazanıyordu ve tıpkı karısı Grace gibi en çok önem verdiği şey iyi bir mevki sahibi olmak ve Pittsburgh yüksek sosyetesinin önde gelen mensuplarından sayılmaktı. Bunu elde etmişti, her ay genelde iki yüzden fazla davetlinin katıldığı büyük partiler veriyordu. Aile faciası bu partilerden birinde patlak verdi.
Bayan Taeger’in kız kardeşi ve 1919’da bir uçak kazasında ölen senatör adayı Archibald Mansfield’in dul eşi Mansfield Teyze, görünürde kocasının ölümünü serinkanlılıkla karşılamış ve o üç yıl boyunca asla ağlama ya da histeri krizlerine tutulmamıştı. Yine de geceleri odasında kilitli bir kutuda sakladığı kocasının küçük fotoğrafını çıkarır ve fotoğraf karşısında bir azizin ikonasıymış gibi gizli gizli dua ederdi. Ardından fotoğrafı uzun uzun öptükten sonra uyurdu. Elbette aile fertlerinden hiçbiri bunu bilmezdi, bu nedenle de 1922’nin Kasım ayındaki o davette olanlar karşısında böylesi büyük bir şaşkınlığa düştüler.
O yıl Ekim ayında davet vermeleri mümkün olmamıştı, çünkü Bay ve Bayan Taeger yazı Avrupa’da geçirmiş ve geç dönmüşlerdi, böylece Kasım ayı davetinde hem dönüşlerini kutlayacak hem de yeni eyalet valisi, istikbal vaat eden kırk beş yaşındaki Bay Ramsay Gilman’a hoş geldiniz diyeceklerdi.
Her zaman ciddi ve ağırbaşlı görünen Mansfield Teyze bu davetlere nadiren katılır, katıldığı zaman da sadece bir divanda oturup misafirleri sevecenlikle selamlamak ve en sevdiği yeğeni Arthur’la dedikodu yapmakla yetinirdi. Ama o gece muhteşem bir cağını hissetmişti, bu nedenle de her zamanki gibi Art’ın eşliğinde daha canlı olmaya çalışarak konukların arasına karıştı, hatta üç dört kez dans etti. Yorucu bir valsin ardından bir koltukta dinlenirken birisi eyalet valisinin nihayet teşrif ettiğini duyurdu. Hatırı sayılır sayıda insan koşar adım kapıya doğru giderek Pittsburgh Kadınlar Derneği tarafından bestelenen bir karşılama şarkıcığını söylemeye koyuldular. Şarkının sözleri aşağı yukarı şöyleydi:
Welcome, welcome, Mr Gilman,
Welcome, welcome to the town. We all think that you’re a goodman
‘Cause you’re always dressed in brown.
(Hoş geldiniz, hoş geldiniz, Bay Gilman,
Kasabaya hoş geldiniz.
Hepimiz sizin iyi biri olduğunuzu düşünüyoruz
Çünkü hep kahverengi giyiyorsunuz.)
Şarkıdan sonra hepsi yüksek sesle güldü, kalabalık da geri geldi. Mansfield Teyze şarkıyı duyunca Art’a şöyle dedi:
“Bay Gilman bu tarz şakalara nasıl tahammül ediyor anlamıyorum Art. Archie çok daha ciddi bir adamdı. İtibarına en ufak bir leke sürülmesine asla izin vermezdi. Kolaylıkla senatör olabilirdi.”
Bay Gilman içeriye, çevresini saran bir hayran topluluğuyla girdi. Uzun boylu, sağlam yapılı fakat zarif bir adamdı, gür saçları bembeyazdı, kopkoyu kahverengi bir takım elbise giymişti, elinde de minik bir baston vardı. Bay Taeger onu görünce yanına yaklaşıp elini uzattı. Sonra da onu ailenin diğer üyeleriyle tanıştırmaya koyuldu. Tam bu esnada Mansfield Teyze’nin yüzü solgunlaştı ve gözleri Bay Gilman’ın endamına takılıp kaldı. Tanışma sırası ona geldiğinde vali yanına yaklaşıp elini uzatınca Mansfield Teyze ani bir hareketle oturduğu koltuktan ayağa fırlayarak sadakat ve resmiyetle öpmek üzere valinin parmaklarını yakaladı. Bay Gilman onu şaşkınlıkla izliyordu, gülümsemeye çalışarak şöyle dedi:
“O kadar da değil, ben sadece valiyim.”
Mansfield Teyze onu duymamış gibiydi, “Nihayet geldin!” diye bağırdı. Koltuğa yığılıp kaldı, ölmüştü.
Orada bulunanların hiçbiri tam olarak ne demek istediğini anlamamıştı, Bay Gilman kendini uzun yıllar suçlu hissetti ve hiçbir yasal ya da idari konuda Taeger ailesiyle zıtlaşmaya cesaret edemedi, hatta ilerleyen üç yıl boyunca Davison Taeger eyaletin gerçek valisi oldu.
Mansfield Teyze’nin ölümü ve hepsinden önemlisi neden öldüğünün bilinmemesi aile fertleri arasında sert bir tartışma yarattı, bunun sonucunda da dört kardeşin en küçüğü Arthur Los Angeles’a kaçtı. Teyzesinin vefatından bir hafta sonra babasının çalışma odasına giderek ona şöyle dedi:
“Baba seninle önemli bir konuda konuşmak istiyorum. Mansfield Teyze’nin benim için ne ifade ettiğini ve ölümünün beni ne kadar üzdüğünü biliyorsun. Buradaki her şey, ev, şehir, bana onu hatırlatıyor ve sürekli acı çekiyorum, bu yüzden gitmek istiyorum. Los Angeles’a gitmek istiyorum.”
Bay Taeger ailede zaten bir skandalın patlak verdiğini, bir başkasının daha yaşanmasına müsaade edilemeyeceğini öne sürerek itiraz etti. Art hiçbir cevap vermedi, fakat üç gün sonra bir not bile bırakmadan yok oldu, beş sene boyunca da ondan haber alınamadı.
Aile bir yandan Art’ın nerede olduğunu öğrenmek için nafile araştırmalar yaparken diğer yandan ortadan kaybolduğunu kenttekilerden gizliyordu, fakat komşuların ve arkadaşlarının sonu gelmeyen soruları yüzünden bu pek de mümkün değildi, böylece Arthur’un Providence’a gittiğini, liseyi orada bitirip hemen ardından Rhode Island Üniversitesi’ne başlayacağını resmi olarak duyurdular. Bu yalan hiçbir işe yaramadı, çünkü Arthur Pittsburgh’daki bütün arkadaşlarına kartpostal gönderip onlara gerçeği anlattı, böylece kısa süre içinde herkes ne olduğunu öğrendi. Taeger’ler Arthur’un kaçtığının bilindiğini görmezden geliyordu, böylece bu hareketin nedenine dair açıklamalarda bulunmak zorunda kalmayacaklardı. Bu nedenle itibar kaybetmeye, alay ve dedikodu konusu olmaya başladılar. Bay ve Bayan Taeger’le, Elaine ve Büyükbaba Rudolph kendilerini küçük düşürülmüş hissettiler ve bu durumu kabullenmekte güçlük çektiler. Elaine’in sevgilisi, iyi bir mevki sahibi Warren Murchison III sudan bir sebeple onu terk etti, fakat bunun ailenin geçtiği darboğazdan ileri geldiği son derece belliydi; Büyükbaba Rudolph’un sahip olduğu, kentin en aristokratik kulübü Brantome’un üyeleri iki hafta üst üste selamını almadılar, bu da onun çok kırılarak istifa etmesine neden oldu. İşler sarpa sarmıştı, bir sonraki davete, genellikle en kalabalık olan Aralık davetine, sadece elli üç kişi katıldı. Bunun üzerine aile fertleri kendi arzularıyla şehirdeki sosyal etkinliklerden tamamen elini ayağını çekti, talihin dönüp onlara eski itibarlarını iade etmesi ve yeniden sosyetede boy gösterme beklentisi içindeydiler. Bay Taeger yine de eyalet valisi üzerindeki etkisi sayesinde ailesine en çok saldıran ve eleştiri okları yönelten kişilerden intikam almayı becerdi.
İki büyük kardeş, Milton ve Edward, aksine, durumdan gayet memnundu. Küçük kardeşlerinin kaçması ve nefret ettikleri ebeveynlerinin dedikodu ve söylentilerin odağına yerleşmesi çok hoşlarına gidiyordu. Edward bütün gün ders çalışıyordu, hayatını bununla ve sevgilisi Kathie Lonergan’la kampüste gezintiye çıkmakla sınırlandırmıştı. Buna karşılık Milton hukuk öğrenimini tamamlamış, kendi avukatlık bürosunu açmayı bekliyordu, gündüzleri ülkenin en iyi avukatlarından Bay L. Q. Finnerty’nin yardımcılığını ve sekreterliğini yürütüyordu, gömlek değiştirir gibi sevgili değiştirmeye ve kenar mahallelerdeki gece kulüplerine ayıracak boş vakti kalıyordu.
Zeki bir adam olduğuna ve dolayısıyla hiçbir gayret göstermeden hayatını kazanması gerektiğine karar vererek ailenin durumunu toplum karşısında perişanlığa sürükleyen Milton oldu. Bir plan yaparak kendine bir kurban seçti.
Taeger’ler çöküşlerine rağmen bazı davetlere hâlâ çağrılıyordu, bu partilerden biri 1923’ün Mart ayında Kerr ailesinin evinde oğulları Max şerefine verilen davetti, Max küçük bir kanoyla dünyanın etrafında turladıktan sonra Pittsburgh’a dönmüştü. İçeri girdiklerinde, öncelikle ABD’nin neredeyse tüm gazetelerinden kupürlerin duvarlarına yapıştırıldığı küçük bir odaya yönlendirildiler, her birinde büyük harflerle atılmış başlıklar okunuyordu: Max Kerr San Francisco’ya Vardı, Max Kerr Kanoyla Dünya Turunu Tamamladı ya da Max Kerr ve Kanosu “Fiona”nın Büyük Zaferi. Davison ve Grace Taeger’le beraber Elaine ve Büyükbaba Rudolph kıskançlık içinde, Max’ın annesi Fiona Kerr’in, içlerinde en büyük gururu duyan kişinin kulağına gidecek aşağılayıcı bir yorum yapmakla yetindiler. Milton’sa, aksine, yanlarına giderek, büyük bir sevecenlikle Max’ı ve ailesini tebrik etti. Sonra da Max’ı bir köşeye çekip şöyle dedi:
“Max, sana bir şey soracağım ama üniversitedeki eski arkadaşlığımızın hatırına aramızda kalsın, bu kanoları üreten firma bütün bu reklam için sana ne kadar para ödedi?”
Max güçlü ve atletik bir gençti, fakat pek akıllı sayılmazdı. Milton’dan altı yaş büyüktü, okulu aynı zamanda bitirmişlerdi. Kendinden son derece memnun ve hiç tereddüt etmeden yanıtladı:
“İnanmayacaksın Milt ama on bin doların altında değil. Fena sayılmaz, değil mi? Hakikaten aldığım bütün risk bu meblağa değer, üstelik önünde sonunda insan aldığı riski hatırlamıyor, fakat banknotları unutmak mümkün değil.”
Milton yüzünü ekşiterek, “Sadece on bin mi dedin? Max sen saf mısın? Tüm masumiyetinle dolandırılmışsın sen. İki yıl önce İngiltere’nin meşhur bir gölünü on kez üst üste yüzerek geçen İngiliz’e mayo firması ne kadar verdi biliyor musun?” dedi.
“Hayır” diye cevap verdi Max, canı sıkılmaya başlamıştı.
“Bunun iki katı, yani yirmi bin, hem de pound olarak” dedi Milt, Max’ın yaşadığı hayal kırıklığı üzerine ve, “Artık hiçbir şey yapamazsın değil mi? Eminim çoktan bütün belgeleri imzalayıp firmayla kontrat yapmışsındır” diye ekledi.
“Evet” diye yanıtladı Max, büyük hüsranla. Birden bütün mutluluğu uçup gitmiş ve kedere bürünmüştü. Milton, kandırıldığını ve daha çok para kazanmış olması gerektiğini iyice idrak etmesi için birkaç saniye sessiz kalıp ona zaman tanıdı. Sonra gülümsedi, dostça omzuna vurarak, “Tamam Max, üzülme. Bu on bini bir işe yatırır ve büyük bir servete dönüştürürsün” dedi.
“Fakat” diye sözünü kesti Max büyük üzüntüyle, “neye yatıracağım? İşten hiç anlamam, ne yapılması gerektiğini bilmiyorum ki.” Milton tereddüt ediyormuş gibi çenesini sıvazlayarak tekrar konuşmak üzere bir süre bekledi. Sonunda kararını verdi:
“Max” dedi, “belki sonra bundan pişmanlık duyacağım ama biz iyi dostuz ve seni bu başarının üstüne bu halde görmek istemiyorum. Sana bir iyilik yapacağım. Kulağıma henüz borsaya bile ulaşmamış bir son dakika haberi geldi. Elbette pazartesi sabahı orada bundan haberdar olacaklar. Bugün cuma, yani herkes öğrenmeden önce paranı yatırmak için hâlâ vaktin var. Göreceksin, Kuzeydoğu Demiryolu Şirketi hisseleri şimdikinden çok daha fazlasını verecek, yüze iki yüz. Ne dersin?”
Max’ın yüzü aydınlandı.
“Gerçekten mi Milt? Henüz kimse bilmiyor mu? Sen nereden öğrendin?”
“Böyle şeyler sorulmaz Max, ama gerçek. Henüz kimse bilmiyor.
Fakat hisse senetlerini New York’tan, Merkez Bankası’ndan alman gerek. En iyisi bu, hem de daha güvenli. Ama elini çabuk tutmalısın, hemen bir trene atlayıp gitmelisin. Banka cumartesi öğleden sonra kapanıyor, pazartesiye kadar da açılmıyor.”
Max’ın yüzü yine düştü, “Ah, yapamam Milt. Benim adıma verilen bu daveti nasıl bırakırım? Annemle babam beni affetmez” dedi. “O zaman senin yerine gidecek birini bul” diye sözünü kesti Milton.
“Ama kim gidebilir ki?” dedi Max etrafına bakınarak. Kimseyi göremeyince, “Sen gidebilir misin? Lütfen. Hem sen avukatsın, bu işleri iyi bilirsin. Üniversitede ne kadar beceriksiz olduğumu hatırlasana” diye ekledi.
“Tamam Max. Gideceğim, fakat bundan hiç kimseye bahsetme, annenle babana bile. Bu işi zengin biri öğrenirse her şey biter. Anlaşıldı mı? Bana parayı ver. Bir buçuk saat içinde kalkacak bir tren var, onu yakalamaya çalışırım.”
“Tamam, gel” dedi Max yüzü ışıldayarak.
Davetlilerin önünde maceralarını anlatması için Max’ı takdim eden annesinin dediklerine kulak vermeden Max’ın odasına çıktılar. Max bir kutuyu açıp şaşırtıcı şekilde nakit haldeki on bin doları çıkardı. Paraları Milton’a verdi, o da ceketine sakladı, aşağı indiler. Milton, “Pekâlâ, Max, pazar gecesi döneceğim” dedi.
“Peki. Her şey için teşekkür ederim Milt. Bunu asla unutmayacağım.”
“Önemli değil. Allahaısmarladık.”
“Güle güle Milt.”
Milton annesinin yanına gitti, çok yorgun olduğu için eve döneceğini söyleyerek sokağa çıktı. Odasına gitti, neyi varsa topladı, Edward’ın bazı eşyalarını da aldı ve bir taksi çağırdı. Taksi geldiğinde çoktan kapıdaydı. İstasyona gidip Chicago’ya bir bilet aldı. Bir saat kadar treni bekledikten sonra oradan ayrıldı.
Ertesi gün Bayan Taeger, Milton’ın evde olmadığını ve bütün eşyalarının da kayıp olduğunu görünce elbette Max’a gidip herhangi bir şey bilip bilmediğini, bir gece önce ne konuştuklarını sordu. Max, Milton’ın bütün eşyalarını alıp götürmesini garipsediği için her şeyi anlattı. Babası vakit kaybetmeden Kuzeydoğu Demiryolları Şirketi’nin gidişatına dair bilgi topladı, hisselerde hiçbir yükselme olmadığını, uzun süre de olmayacağını öğrendi.
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Roman (Yabancı)
- Kitap AdıKurt Mıntıkası
- Sayfa Sayısı200
- YazarJavier Marías
- ISBN9789750853548
- Boyutlar, Kapak13.5 x 21 cm, Karton Kapak
- YayıneviYapı Kredi Yayınları / 2022
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Tasfiye ~ Imre Kertész
Tasfiye
Imre Kertész
2002’de Nobel Edebiyat Ödülü’ne değer görülen Imre Kertész, ilkgençlik çağında Nazilerin toplama kamplarının vahşetini yaşamış bir yazar. Türk okurlarının Kadersizlik, Fiyasko ve Doğmayacak Çocuk...
- Düşlediğimiz Cennet ~ Dinaw Mengestu
Düşlediğimiz Cennet
Dinaw Mengestu
Dinaw Mengestu’nun yazdıkları sayesinde, vatanından kopup başka ülkelere giden göçmenlerin kabul görme, barış içinde yaşama ve kimliklerini bulma hikayelerine tanık oldum ve derinden etkilendim....
- Karanlık Yaşam ~ Kat Falls
Karanlık Yaşam
Kat Falls
Karanlık sularda amansız bir mücadele… Kat Falls, ilk romanı Karanlık Yaşam’da, derinlerin son derece tehlikeli, karanlıkların ise amansızca ölümcül olabildiği nefes kesici bir dünya yaratmış....