[Sait Faik’te] yaşama hırsından başka, hatta ondan daha baskın bir “anlama hırsı” sezer gibi oluyorum. Tabiatı, eşyayı, insanları aynı nizam içinde harekete getiren büyük kanunun sırrını çözmek ister gibi bir hali vardı Sait Faik’in. İnsanlar, eşya ve tabiat, birbiriyle külçe olmuş, Sait Faik’i hırsla kendine çeken bir muamma haline gelmiştir. Ama Sait Faik’in usulü, bu külçeyi tahlil yoluyla kavramak değildir. Böylesi, âlimlerle filozofların işidir. Sait Faik, sevmek ve yaşamak yolundan şair sezişiyle bu bilmeceyi, çözmek değil, fakat topyekûn kavramak ve içine sindirmek ister. Okuyucudan istediği şey ise, onun da kendi hesabına bu tecrübeyi yapmasıdır.
İçindekiler
Kumpanya 1
Kriz 67
Gauthar Cambazhanesi 85
Sait Faik’i Anlamak/Sabri Esat Siyavuşgil 105
Bu edisyon, Varlık Yayınları (1. Basım, 1951-Bütün Eserleri 1-2, 2. Basım 1965), Bilgi Yayınevi (3. Basım, 1970) ve YKY (13. Basım, 2010) basımları karşılaştırılarak hazırlanmıştır. Farklı dillerden akta- rılan sözcüklerle ilgili bir sözlük çalışması yapılmış, gerekli görülen sözcüklere dipnotlama yöntemiyle kitapta yer verilmiştir.
Editörün notu
Kumpanya
I
En şiddetli münakaşa, kumpanyanın ismi için oldu. Kör Halit ayak diriyor, ille de “Cumhuriyet Eğlencesi Kumpanyası” koyacağız, diyordu. Diyordu da hatırına başka bir isim gelmiyordu.
Saffet Ferit neredeyse deli olacaktı. Önce ceketini fırlattı; sonra kravatını çözdü. Ondan sonra da parça parça kır düşmüş saçlarını karmakarışık etti:
– Olmaz be, Kör! Olmaz be! Ulan, “si”li, “sı”lı isim mi olur? En iyisi “Sulu Sahnesi” koyalım bari!
Halit:
– Siz bir isim bulun. Bulamıyorsunuz. Ondan sonra da benim bulduğumu beğenmiyorsunuz. Ben önce tuluata…
-Anladık yahu! Anladık. Sen ilk defa “Eğlence-i Osmani” tiyatrosuyla işe başladın. Bugünkü şöhretini de orada yaptın. Şimdiki tuluat artistlerinin çoğu oradan geçtiler. Yedi bucakta tanınmış, iş yapmıştır. İyi, güzel! Osmanlı İmparatorluğu zamanında da “Eğlence-i Osmani” hiç fena ad değil. Değil, olur. Ama “Cumhuriyet Eğlencesi” kumpanyası olmaz. “Si”den, “sı”dan vazgeçtim, Cumhuriyet Eğlencesi ne demek? Bir manası olsa bile, güzel değil. Durun hele! Benim aklıma bir şey geldi. Şu inatçının da suyuna gitmiş oluruz. Cumhuriyet, ne demek? Halk idaresi demek değil mi? Öyleyse “Halk-Eglence-Kumpanyası” diyelim.
Yine itirazlar yükseldi. Zayıf, gözleriyle gırtlağı dışarıya fırlamış bir delikanlı:
-“Halk-Eğlence”, “İş Bank” gibi bir şey. Halk Eğlencesi, en doğrusu.
– Bu sefer de kumpanyası diyemeyiz.
— “Memleket Kumpanyası” nasıl? Bir Kasımpaşalı karayağız delikanlı: – “Kasımpaşalı Kumpanya” diyelim. Bir Üsküdarlı atıldı:
-Neden “Üsküdarlı Kumpanya” demiyoruz da Kasımpaşalı diyoruz?
Moruk Salih:
-Durun yahu, dedi, ne kavga ediyorsunuz? Ben bir tane buldum…
– Aman Salih Ağabey, sen bulma. Geçen seferkini de sen bulmuştun. İki ay dayanamadık.
– Fena mıydı geçen seferki?
– Yok, çok iyiydi doğrusu! Hele Adana’da ne meşhur olmuştuk ya! Bir dayak yemediğimiz kaldı. Benim burnumda aylarca, tüyü tüsü yerinde ördek yavrusunun kokusu tüttü durduydu.
Kör Halit:
– Ben vazgeçtim, dedi.
– Aman Halit Bey, etme…
-Yok yok, kumpanyadan değil. Ondan bizi, Azrail bir yana, kimse vazgeçiremez.
-Var ol, Halit Ağabey!
Saffet Ferit mahzun, trajik bir hal aldı. Ayağa kalktı. Burhanettin Tepsi’nin hayranlarından olduğu için Napolyon gibi durdu. Eğildi, Halit’i alnından öptü.
Münakaşa tekrar şiddetlendi. İşte tam bu sırada köşede sessiz sessiz oturan, kumpanyanın ikinci komiği Dayı Remzi’nin
söz söylemek üzere kafasını uzattığını görenler, en doğru, en mühim lafın edilmek üzere olduğunu hissetmişler gibi münakaşayı tam ortasında kestiler. Dayı Remzi’ye sual dolu gözlerle dönüp baktılar. O, çay fincanını eliyle kenara itti, Saffet Ferit’in önünde duran Serkldoryan kutusuna uzandı. Bir sigara aldı. Paketin üzerine sigarayı vururken:
-Bütün mesele kumpanyanın ismine kaldıysa, iş tamam demektir. Yahu, siz sahiden kaçıksınız be! Sen, Türkiye’nin Burhanettin’den sonra en korkunç facia artisti Saffet Ferit; sen, ölü Naşit’ten sonra ölmeyen son tuluatçı Kör Halit; sen, Eyüp Sabri’den sonra en iyi oyuncu Moruk Salih!.. Siz, hep kıymetli gençler! İş, kumpanyanın ismine kaldıysa ne âlâ! Hani perde, hani dekor, hani kostüm, hani makyaj, hani?..
Sözünü Saffet kesti:
– Onlar kolay, dedi. Bende de var, Halit’te de… Salih’te de eski bir yelken bezi var. Suat’ta da ressamlık… Bir gecede perdeyi de, dekoru da hazırlarız. Herkesin eski de olsa bir iki bir şey- si vardır. Öteden beriden ariyet de bir şeyler buluruz. Buradan kaldırıp masa götürecek değiliz a, masa lazımdır diye. Makyaj için de mi üzüleceğiz yahu? Bol mantar, bol sakız, bol eter… -Bol yün, bol pamuk…
-Berber Yusuf’tan iki üç peruka da aldık mı, Refik Paşa’nın bütün Molyer tercümelerini geçeriz.
– Peki, kadın?..
– Ohho! Sen uyuyorsun yahu! Bir defa Madam Diruhi’nin kızı hazır. Ama, “Erkek kardeşim gelirse gelirim” diyor. O it de çekilmez ama, naparsın. Sonra, Emine Cihangir var. Eski operetten Mediha Dertliyüz var…
Kör Halit:
– En yeniyi unutuyorsun, Saffet?..
Saffet Ferit:
-Halit Ağabey, sen benim büyüğümsün; sözünden çıkmam. Yalnız, o kızı benim gözüm tutmadı. Hem sonra, mektep mi açacağız? Yoksa oyun mu oynayacağız? Burası Dârülbe- dayi mi be? Bizim figürana ihtiyacımız yok.
– Bana bak, Saffet! Bu kızı, analığı bana yalvardı, yakardı yanımıza alalım diye. Sesi çok güzel. Ara sıra kulis arasında şarkı söyletiriz. Senin piyeslerini geçtiğimiz zaman ufak bir rol verebiliriz. Ne mahalle kızı rolü oynar o! Hem, nesi var yahu, akça pakça kız…
— Beni de o korkutuyor ya! Bilirsin Anadolu kasabasını!.. Bir eşrafzade abayı yaktı mıydı, çekiver tiyatronun kuyruğunu! Hem sonra, biz tiyatro kumpanyası mıyız, yoksa?.. Söyletme beni Allahaşkına!
-Yediğin halta bak! Şey mi bu kız yahu?
-Yok, estağfurullah! Onu demek istemedim. Ama gözleri- ni de beğenmedim. Vallahi velfecri okuyor.
Gençlerin kulakları dikilmiş gibiydi. Halit Ağabey, bunu sezdi:
-Bana bakın çocuklar, dedi, aramıza bir genç kız alıyoruz. Tiyatro demek, kardeşlik demektir. Tiyatroda kimse kimseye kötü gözle bakamaz. En küçük laubaliliğe tahammül edemem; girişirim alimallah! Bak, benden söylemek…
Saffet Ferit:
ama…
Çocuklardan yana ben kefilim. Dışarısına karışmam
Dayı Remzi:
– Orasına da ben kefilim.
Saffet Ferit:
– Öyleyse mesele yok, dedi.
Dedi ama, sessizce nargilesini çeken, kumpanyanın hem kapıcı, hem perdecisi, hem yedek artisti olan Salih’e göz kırptı. Dayı Remzi, Salih’e kırpılan gözü görmezlikten geldi:
– Bilirim ki, dedi, hepiniz, her şeyi yapabilecek insanlar- sınız. Ben, bir gün Naşit’i sahnede Kürt kıyafetinde mangal karıştırır, kahve pişirir, çubukla tütün içerken görmüştüm. Ortada ne mangal, ne maşa, ne ateş, ne çubuk, ne cezve, ne fincan vardı. Ama Naşit, sanki bütün bu saydıklarım önündeymiş gibi hareketler, mimikler yapıyordu. Seyircilerden pek hödükler müstesna, hemen hepsinin gülmekten yerlere yatıp katıldıklarını gördüm, bendeniz de hâşâ huzurdan sancılandım. Hatta biraz da patiskayı ıslattım.
– Ondan sonra eve gidip talim ettin…
-Ettim de ne halt karıştırdım? Sahnede ben de yapayım, dedim. Seyircilerden külhanbeyin birinin: “Ulan Sezai! O köşe- deki herif, keçileri kaçırdı galiba! Ne yapıyor öyle yahu?” diye bağırdığını duydum. En önden birisi de arkasına dönüp o lafı söyleyene, “Hindistan dansı oynuyor ulan eşek!” deyince dersimi de aldım.
Soluk yüzünde bir sahne aşkı tüten gençlerden biri:
– Nasıl yapıyordu be dayı? dedi.
– Nasıl yaptığını bilsem ben de yapardım. Ama yapıyordu. Basbayağı, şu bizim gibi olan elleriyle maşayı yerinden çıkarıyor, mangalı karıştırıyor, marsıkları ayırıyor, kenara koyuyor, bir ateş alıp tütünü yakıyor, dumanını da üflüyordu. Biz dumanı göremiyorduk ama dumanın çıktığına inanıyorduk. Biraz dişimizi sıksak, dumanı da görürdük. Sonra çubuğu ihtiyatla tablaya bırakıyor, cezveye şekeri, kahveyi atıyor, suyu dolduruyor, cezveyi sürüyor, fincana boşaltıyor, afiyetle de içiyordu. Üsküdarlı bilgiç genç:
– Aksesuvara hiç lüzum yokmuş, dedi.
Dayı Remzi:
– Lüzumundan geçtim o “arkası var” dediğin şey, acaba Naşit’in önünde olsaydı, bu hareketlerin keyfi mi kalırdı? O dediğin şeyle, böylece alay ediyordu, alay! Büyük adamdı, çocuk- lar, büyük adamdı. Bir eksiği vardı, yazı yazmazdı. Yazabilseydi, bak ne piyesler çıkaracaktı. Bizim de bugün bir Molier’imiz olurdu. Sen bilir misin onun Otello’da Yago rolüne çıkışını?.. Güya, onu kepaze etmek için bu rolü vermişlerdi. Sahnede Desdemona, mendilini düşürmüştü, Naşit gözlerini aça aça bir, “Mendil! Ah, mendil!” diye feryat edince, onu küçük düşür…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Öykü
- Kitap AdıKumpanya
- Sayfa Sayısı128
- YazarSait Faik Abasıyanık
- ISBN9786254297694
- Boyutlar, Kapak12,5 x 20,5 cm, Karton Kapak
- Yayıneviİş Bankası Kültür Yayınları / 2024
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Sis ~ Miguel de Unamuno
Sis
Miguel de Unamuno
Ne büyük acılar ne de büyük sevinçler öldürür insanları; bu yüzden bu acı ve sevinçler, küçük küçük değersiz şeylerden oluşmuş muazzam bir sisle sarılı...
- Her Çıkışın Bir İnişi Vardır ~ Flannery O'Connor
Her Çıkışın Bir İnişi Vardır
Flannery O'Connor
Her Çıkışın Bir İnişi Vardır'da yine dokuz güzel öykü var.
- Tanrı Beni Görüyor mu? ~ Murat Gülsoy
Tanrı Beni Görüyor mu?
Murat Gülsoy
Başkalarını nasıl gördüğümü biliyor musun? Nereden bileceksin ki… İnsan sadece kendi gözleriyle yanılır. Bulanık bir aşk yaşamıştım bir zamanlar. Beni yanılgılara sürüklemişti. Hayatın anlamını...