Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Külyutmaz – Neden Kandırılırız ve Kandırılmamak İçin Ne Yapabiliriz?
Külyutmaz – Neden Kandırılırız ve Kandırılmamak İçin Ne Yapabiliriz?

Külyutmaz – Neden Kandırılırız ve Kandırılmamak İçin Ne Yapabiliriz?

Christopher Chabris, Daniel Simons

Kimlik avı dolandırıcılığından Saadet zincirlerine, sahte bilimden sanat sahteciliğine, satranç hilecilerinden kripto dolandırıcılarına ve pazarlamacılardan sihirbazlara kadar dünyamız aldatmacalarla dolu. Külyutmaz’da çok satan kitapların…

Kimlik avı dolandırıcılığından Saadet zincirlerine, sahte bilimden sanat sahteciliğine, satranç hilecilerinden kripto dolandırıcılarına ve pazarlamacılardan sihirbazlara kadar dünyamız aldatmacalarla dolu.

Külyutmaz’da çok satan kitapların yazarları psikolog Daniel Simons ve Christopher Chabris bize kandırılmaktan nasıl kaçınacağımızı gösteriyor.

Ayrıca, gördüğümüzü kabul etme ve kesinlik ile tutarlılığa aşırı değer verme eğilimimiz gibi, çoğu zaman işimize yarayan ancak bizi savunmasız kılan temel düşünme ve akıl yürütme alışkanlıklarını da tanımlıyor. Yazarların kandırılma psikolojisi üzerine yeni bakış açılarını sundukları her bölümde, daha once hiç duymadığınız dolandırıcılıklarla karşılaşacak ve bunlarla nasıl başa çıkacağınızı öğreneceksiniz.

Bilgilendirici, aydınlatıcı ve eğlenceli bu kitapbizi her türlü şarlatandan koruyacak ve kendimizi düzenbazlıklara karşı çok daha güven de hissetmemizi sağlayacak.

Daniel Simons
Daniel Simons Illinois Üniversitesi Psikoloji Bölümünde profesördür ve aynı zamanda Gies İşletme Fakültesi ve Sandage Reklamcılık Bölümünde de görev yapmaktadır. Lisans derecesini Carleton College’dan, doktora derecesini ise Cornell Üniversitesi’nden almıştır. Harvard Üniversitesi’nde beş yıl öğretim üyeliği yapmıştır. Bilimsel araştırmaları insan algısı, hafızası ve farkındalığının sınırlarına odaklanan Simons, insanların görsel çevrelerinin sandıklarından çok daha az farkında olduklarını gösteren çalışmasıyla tanınır. Bir dizi akademik onur ve ödüle ek olarak, Christopher Chabris ile birlikte 2004 Ig Nobel Psikoloji Ödülü’nü almıştır.

Christopher Chabris
Harvard’dan psikoloji alanında doktora ve bilgisayar bilimleri alanında lisans derecelerini alan Christopher Chabris, Pennsylvania’da bir sağlık sistemi olan Geisinger’de profesördür ve burada Davranışsal İçgörüler Ekibinin eş direktörlüğünü yapmaktadır. Daha önce Union College ve Harvard Üniversitesi’nde ders veren Chabris, Psikoloji Bilimleri Derneği üyesidir. Araştırmaları karar verme, dikkat, zekâ ve davranış genetiği üzerine odaklanır. Çalışmaları Science, Nature, PNAS ve Perception gibi önde gelen dergilerde yayımlanmıştır. Daniel Simons ile birlikte yazdığı Görünmez Goril: Sezgilerimiz Bizi Nasıl Yanıltır? adlı kitabı 21 dile çevrilmiştir.

İÇİNDEKİLER

Giriş ………………………………………………………………………………………..7
1. Kısım: Alışkanlıklar …………………………………………………………23
1. Bölüm : Odaklanma – Neyin Eksik Olduğunu Düşünün …..25
2. Bölüm: Tahmin – Şaşırmaya Hazır Olun ……………………………51
3. Bölüm: Bağlılık ve İnanç – Varsayımlarınıza Dikkat Edin ….77
4. Bölüm: Verimlilik – Daha Fazla Soru Sorun ……………………..103
2. Kısım: Oltalar ………………………………………………………………….137
5. Bölüm: Tutarlılık – Pürüzlerin Değerini Bilin …………………..139
6. Bölüm: Tanıdıklık – Bildiğinizi Sandığınız Şeyleri
Boşverin …………………………………………………………………………..165
7. Bölüm: Kesinlik – Uygun Önlemler Alın ………………………….189
8. Bölüm: Güçlü Etki – “Kelebek Etkilerinden” Sakının ………213
Sonuç: Hepimiz Kül Yutarız ………………………………………………..233
Teşekkürler ………………………………………………………………………….255
Notlar ………………………………………………………………………………….259
Dizin ……………………………………………………………………………………261

GİRİŞ

“Hepimiz arada bir kandırılabiliriz.” Eski ABD Savunma Bakanı ve Deniz Piyade Kolordu Generali James Mattis neden Elizabeth Holmes ve şirketi Theranos’a kefil olduğunu, şirketin yönetim kurulunda yer aldığını, gazetecilere ve başkalarına onu ballandıra ballandıra anlattığını işte bu sözlerle açıkladı.

Theranos Şirketi, normalde koldan alınan bir tüp kanla yapılan onlarca, hatta yüzlerce farklı tahlili parmak ucundan alınan birkaç damla kanla yapabilen devrim niteliğinde küçük tıbbi test cihazları geliştirdiğini iddia ediyordu. Bu cihazların savaş alanında işe yarayacağını duyan Mattis, Afganistan’daki astlarına teknolojinin test edilmesi emrini verdi. Ama hiçbir test yapılmadı. Theranos tüketicilere hizmet vermeye başladığında ise kendi ufak ve yeni makinelerinden ziyade, başka şirketlerin hacimli ekipmanlarını kullanıyordu. Nihayetinde şirket battı; Holmes da yatırımcıları dolandırma suçundan yargılanıp on bir yıldan fazla hapis cezasına çarptırıldı.

İnsanın kandırıldığını kabul etmesi kolay değil; hepimizin başına böyle bir şey gelebileceğini söyleyen Mattis haklıydı. Ama mesele o kadar basit değil. Dünya bizi kandırmak isteyen insanlarla dolu. Wall Street saadet zincirlerinden Nijerya e-posta sahtekârlıklarına, saklı bilgisayarlara başvuran satranç hilebazlarından gizlice işaretleşen briç hilebazlarına, saf izleyicileri ağına düşüren medyumlardan meslektaşlarının inanacağı sonuçlar uyduran bilim düzenbazlarına, sanat taklitçilerinden yanıltıcı pazarlamacılara, etrafımız tuzak kaynıyor. Başarıyla döndürülen bütün dolaplarınsa ortak bir özelliği var: Aklımızın çalışma biçiminden yararlanıyorlar.

Saturday Night Live adlı komedi programında yer alan Hans ve Franz karakterlerinin ünlü lafıdır: “Bize şimdi kulak verin ama sonra inanın.” Bu sloganın ironik yanı, normal şartlarda hiç beklemeden inanmamızdır. İnsanlar “doğru sayma eğilimi” gösterir, yani aksi yönde kanıt olana kadar ve olmadığı sürece gördüğümüz ve duyduğumuz şeylerin doğru olduğunu varsayarız. Şimdi kulak veririz, hemen inanırız, ancak arada bir sonradan kontrol ederiz.

Doğru sayma eğilimi bozukluk değil, insani bir özelliğimizdir. Çoğu insan çoğunlukla doğruyu söyler (en azından kasten yalan söylemez), dolayısıyla doğru sayma eğilimi hem mantıklı hem de akla yatkındır. İnsanların genellikle doğruyu söylediği varsayımını paylaşıyor olmasak, topluluklar halinde bir arada yaşayamaz, iş birliği yapamaz, iki çift laf bile edemezdik. Gelgelelim doğru sayma eğilimi her türlü dolandırıcılık, sahtekârlık ve düzenbazlıkta can alıcı rol oynayan belirleyici bir etkendir. Hemen her aldatmacanın olmazsa olmazıdır; başka zamanlarda akılcı olan karar verme sürecimizi aksattığındaysa adına saflık, naiflik, enayilik deriz.

2000’li yıllarda Fransız-İsrailli dolandırıcı Gilbert Chikli’yle ünlenen “başkan dümeni” adlı cüretkâr bir sahtekârlık örneğinde, şirketin başkanı veya genel müdürü olduğunu söyleyen bir kişi şirketin orta düzey yöneticilerinden birini telefonla arar, bir hikâye uydurarak onu şirketin parasını güvenilir görünen bir yere aktarmaya ikna eder, halbuki para doğrudan dolandırıcılara gidiyordur. Numara tamamen orta düzey yöneticinin karşısındakine inanma eğilimine dayanır; telefondaki kişinin başkan olduğunu kabul etmezseniz numarayı hayatta yutmazsınız. Ama doğru sayma eğilimiyle hareket ederseniz, siz daha kontrol etmeye fırsat bulamadan, dolandırıcı laf cambazlığıyla sizi ağına düşürebilir.

Burada çıkmaza giriyoruz: Başkalarına inanmaya ihtiyaç duyuyoruz ama özellikle bu çağda karşımıza çıkanlara fazla güvenirsek hapı yutarız. Bir yandan dikkatimizi vermemiz gereken şeyler katlanarak artarken öbür yandan da kasıtlı yanıltma girişimleriyle giderek daha çok karşı karşıya kaldığımızı düşünürsek, otomatik olarak inanmak bizi her zamankinden daha fazla tehlikeye atacaktır. O halde her şeyi ve herkesi sonuna kadar şüpheyle sorgulamaktan başka ne yapabiliriz? Neyse ki yapabileceğimiz çok şey var.

Basit bir dolandırıcılık hikâyesi duyduğunuzda “ben bu numarayı hayatta yutmazdım” diye içinizden geçirebilir ya da kurbanların daha akılsız, cahil, enayi insanlar olduğunu farz edebilirsiniz. İşin aslı şu ki en akıllı, en uyanık olanlarımız dahil herkes kandırılabilir. Bu kitapta, doğru sayma eğilimimizin –birçok şeyi pek sorgulamadan kabul etmeye yatkın oluşumuzun– nasıl istismar edildiğini açıklıyor, savunma hatlarımızı güçlendirmek üzere atabileceğimiz somut adımları gösteriyoruz. Ortaya koyduğumuz şey bir sahtekârlar ve sahtekârlıklar derlemesi değil; dolandırıcılığın tarihi, ekonomisi, sosyolojisi üzerine bir inceleme de değil. Üçkâğıtçıların ve kurbanlarının duygusal dünyalarına, dürtülerine, saiklerine de girmiyoruz. Daha ziyade kandırılanların bilişsel psikolojisini aydınlatıyor, hepimizi savunmasız kılan düşünme ve akıl yürütme kalıplarını açıklıyoruz.

Bu kitabı yazmamızın birden çok nedeni var. Bilişsel bilimciler olarak insanların neleri fark edip neleri kaçırdıklarını, neleri anımsayıp neleri unuttuklarını, kararlarını nasıl verdiklerini inceliyoruz. Görünmez Goril başlıklı önceki kitabımızda, zihnimizin çalışma biçimine dair hatalı sezgilerimizin sonuçlarını kaleme almıştık. Üniversite hocası olarak, öğrencilerin ödevlerde ve sınavlarda yaptığı hileleri ilk elden gördük. Araştırmacı olarak, kendi akademik camiamızda, hatta kendi arkadaşlarımızın ve meslektaşlarımızın içinde yer aldığı sahtekârlık ve aldatmacalarla uğraştık. İnsan olduğumuz için biz de pek çok kez kandırıldık. Psikolog olduğumuz için de bunun nasıl olduğuna kafa yorduk.

Bu konuya eğildikçe aldatmacanın ne kadar yaygınlaştığını daha iyi anladık. Her türlü sahtekârlıkta gerek çalınan para miktarı gerekse de dolandırılan mağdur sayısı giderek artıyor. Ama suç sayılan aldatmacanın da ötesi var. Yanıltıcı teknikler işletmelerin standart çalışma yöntemi olmuş, meşru ticari taktiklerle gayrimeşru taktikler arasındaki ayrım bulanıklaşmış. Örneğin 2000’li yıllarda bazı yatırım fonları ve ortaklıkları içeriden bilgi alarak işlem yapılmasına göz yumuyor, hatta bunu teşvik ediyor, kimi zaman yöneticilere makul inkâr imkânı tanıyacak sistemler ve kodlar kullanıyordu. İnternette satış yapan pek çok firma Amazon, Yelp ve başka sitelerdeki ürün ve satıcı puanlarıyla sürekli oynuyor. Sattığı tek ürün hile araçları olan milyonluk, milyarlık şirketler var; bu araçlar çevrim içi oyunlarda hile yapmak için kullanılan otomatik yazılımlardan, okul dersleri için yazılmış ödevlere ve sınav yanıtlarına kadar gidiyor. Dünya çapında siyasi kampanyalarda yalan haberlere ve komplo teorilerine giderek daha çok başvuruluyor ya da en iyi ihtimalle iddiaların doğru olup olmadığı umursanmıyor.

Bu kitabı yazarken akla gelebilecek her tür aldatmacanın yüzlerce örneğini inceledik, tekrarlanan özellikleri ve öne çıkan örüntüleri tespit etmek için bilişsel psikolojiden yararlandık. Bu arada insanların kandırılmamak için kullanabilecekleri stratejiler düşündük. Doğru sayma eğilimine karşı etkili olan ve kitap boyunca getirdiğimiz somut önerilerin özünde yer alan en önemli ilk adım, akılda tutması kolay bir şey: “Daha az şeyi doğru kabul etmek ve daha çok şeyi sorgulamak.” İşin zor kısmı, ne zaman daha çok sorgulamamız gerektiğini fark etmek ve bunu nasıl yapacağımızı çözmek. Aşağıda bunun nasıl yapılabileceğine dair basit bir örnek yer alıyor.

YÜKSEK SAHTELİK

“Twitter’da başınızı belaya sokacak olan kendi paylaşımlarınız değil, başkalarının paylaşımlarını paylaşmanızdır. … İyi gibi gelen bir şey görürsünüz ve soruşturmazsınız.” Sahte haberler ve siyasi bilgi çarpıtmalarıyla dolu bir sosyal medya dünyasında bunlar bilgece sözler (söyleyeni düşününce ironik de). Çarpıtılmış bilgileri alanlar arkadaşlarına, onlar da kendi arkadaşlarına yaymadığı sürece siyasi dezenformasyonun gidecek yeri yoktur; sıra bize geldiğinde bu süreci durdurmamız o yüzden çok önemlidir.

Donald Trump 2017 yılında başkanlığı üstlendiğinde yaptığı ilk işlerden biri, Yüksek Mahkeme yargıcı Antonin Scalia’nın yerine geçecek kişiyi aday göstermek oldu. Colorado eyaletinden federal temyiz yargıcı olan ve Cumhuriyetçi hukuk çevrelerinde uzun zamandır tutulan Neil Gorsuch’ı seçti. Birkaç gün sonra bir arkadaşımız Facebook’ta bomba gibi bir haber paylaştı: “Son dakika: Yüksek Mahkeme Yargıçları, Trump’ın Seçimine Karşı.” Habere göre, Yüksek Mahkeme’nin kalan sekiz yargıcı “Başkan Trump’ın Neil Gorsuch’ı seçmekle hata ettiği görüşünde” ve “Baş Yargıç John Roberts, Yüksek Mahkeme adına, Gorsuch’ın ‘ülkenin kanunlarından’ yana ‘yaklaşımıyla’ ilgili meseleleri ele alan bir mektup yazdı.”

Haberi ilk okuduğumuzda gözlerimize inanamadık. Tek bir yargıcın bile bir aday aleyhinde kamuya açık görüş beyan etmesi benzeri görülmemiş bir olaydı; üstelik bu haberde sekiz yargıcın hep bir ağızdan böyle bir şey yaptığı söyleniyordu. Paylaşımı yapan kişi, bildiğimiz kadarıyla, zeki ve iyi niyetli biriydi; ondan şüphe etmemiz için ortada bir neden yoktu. Yine de Beğen veya Paylaş’a tıklamadan önce kontrol etmeye karar verdik.

İlk olarak BipartisanReport.com sitesinde çıkan Neil Gorsuch hakkındaki yazı tam bir “sahte haber” örneğidir. Gerçekte Roberts ve diğer yargıçlar Gorsuch’ın görevlendirmesinin ardından kamuya açık herhangi bir beyanda bulunmamıştı. Ama böyle haberlerin pek çoğu gibi bu da tamamen uydurma değildi. Gorsuch’ın dokuz yıl önce verdiği alt mahkeme kararını Yüksek Mahkeme’nin bozma gerekçesinden alıntılar vardı. Yüksek Mahkeme sık sık alt mahkeme kararlarını bozar ama bozma kararı alt mahkeme yargıcının kınandığı anlamına gelmez; genellikle görüş veya yorum farkına dayanan bozma kararları en kötü ihtimalle hatanın düzeltilmesi içindir.

Yüksek Mahkeme’nin paylaşımdaki gibi davranmayacağını bilmemize rağmen bir anlığına iddiayı doğru kabul etmiş halde bulduk kendimizi (“Vay be!”), ardından şüphelerimiz arttı (“Bu doğru mu gerçekten?”). Vardığımız sonucun (“Olacak iş değil!”) doğru olduğunu ancak ondan sonra yaptığımız kontrolle teyit ettik.

Bu olayda kontrol kısmı kolaydı. Bu kadar büyük bir iddia söz konusu olduğunda genellikle Factcheck.org, Snopes.com gibi sitelerde* olay soruşturulur (soruşturuldu) ve doğru olsaydı gerek sağdan gerek soldan büyük haber kaynaklarında (New York Times, Wall Street Journal) yer alırdı (almadı). Üstelik siyaseten ne kadar taraflı olursa olsun herhangi bir avukat, Yüksek Mahkeme’nin haberde anlatıldığı şekilde işlemediğini söyleyebilirdi.

Öne çıkan bir bakış açısına göre, doğru sayma eğiliminin sebebi evrimin zihin tasarımımızda bıraktığı bir tuhaflıktır: Gelen bütün bilgileri doğru diye etiketleriz; o “doğru” etiketini kaldırmak veya “yanlış” etiketiyle değiştirmek için çaba gösterip fazladan bir adım atmamız gerekir. Facebook paylaşımını gördüğümüzde kafamız başka yerde olsaydı veya üzerine düşünmeye vaktimiz olmasaydı belki biz de o ikinci adımı atlayıp yanlış bir kanaat edinebilir, aklımız başımıza gelinceye kadar da bunun bir başkasına ulaşmasına yol açabilirdik.

EMİN OLMAMAK

Mahkeme salonu dışında insanlara gerçeği, tüm gerçeği, yalnızca gerçeği söylediklerini pek teyit ettirmeyiz; zaten ettirsek antisosyallik olacağı muhakkak. Ama kendi kendimize önemli bir bilginin kesinlikle doğru olup olmadığını sormak veya doğrulayana kadar bir karara varmayı ertelemek bizi yalan yanlış bilgilerle hareket etmenin sonuçlarından kurtarabilir. Kasten emin olmamayı seçtiğimizde, doğru sayma eğilimimiz dizginlenir.

Doğru sayma eğilimine ilişkin bilimsel deneyler genellikle yalan tespit oyunu şeklini alır. Katılımcılara izletilen videolarda hikâyeler anlatılır, videodaki oyuncular doğru ya da yalan söylüyordur, katılımcıların hangilerine inanacaklarına karar vermeleri gerekir. Bilişsel psikologlar Chris Street ve Daniel Richardson tarafından yapılan böyle bir deneyde, katılımcıların izledikleri on sekiz videoda farklı kişiler yaptıkları yolculuklarla ilgili hikâyeler anlatıyordu; bunların yarısı doğru, yarısı yalandı. Deney sonuçları, doğru sayma eğilimini açığa çıkardı: Katılımcılar, konuşmacıların %65’inin doğru söylediğine hükmetmişti, halbuki %50’si doğru söylüyordu. Öte yandan, katılımcılara üçüncü bir seçenek (emin değilim deme seçeneği) sunulduğunda hikâyelerin %46’sını doğru diye değerlendirmişlerdi.

Emin olmamak insanın hoşuna gitmeyebilir, kolay gelmeyebilir, ama mümkün olduğunca kazanmaya çalışmamız gereken bir alışkanlıktır. Duyduğumuz her şeyden kuşkulanmamız gerekmez ama bir durup düşünmeyi, hemen emin olmamayı, kendimize “Bu gerçekten doğru mu?” diye sormayı âdet edinmeliyiz.

Bazen insanlara internette paylaştıkları veya okudukları şeylerin doğru olup olmadığını, durup düşünmelerini hatırlatmak bile yalan yanlış bilgi akışının önüne geçebilir. Psikolog Gordon Pennycook ve meslektaşları, siyaseten taraflı iki “haber” sitesinde yer alan yazıların bağlantılarını yakın zamanda paylaşmış olan beş binden fazla Twitter hesabına özel mesaj gönderdi. Mesajda sadece bir haber başlığı yer alıyor ve alıcılardan haberin doğruluğunu değerlendirmeleri isteniyordu; yani internette yazılanların yanlış olabileceğine dikkat çekiliyordu. Bu hesaplar, özel mesajı aldıklarının ertesi günü, bilgi teyidi yapanlarca güvenilmez bulunan sitelerden diğer günlere kıyasla daha az haber paylaştılar.

Emin olmamak pek çok biçim alabilir. 1980’lerde rock grubu Van Halen tur sözleşmelerine ilginç bir ek madde koyardı: Her konser mekânında büyük bir kase rengarenk M&M şekeri bulunacak ama içlerinde kahverengi olmayacaktı. Her konser öncesi, grubun solisti David Lee Roth sahne arkasına gidip kasede hiç kahverengi M&M olmadığını şahsen kontrol ediyordu. Mantığı da, düzenleyiciler bu kadar basit bir talimatı bile yerine getiremedilerse, karmaşık bir gösteri için gereken tüm teçhizat, kablo bağlantısı, sahne, ışıklandırma ve piroteknik kurulumunu tastamam yapmış olduklarına güvenilmemesi gerektiğiydi. Düzenleyiciler M&M testinden geçemediklerinde grup sahne kurulumuna daha fazla dikkat ediyordu; Roth’un ifadesiyle, “Sahne hazırlıklarını baştan sona kontrol ederdik. Kesin teknik bir hatayla karşılaşırdık.”

Van Halen’ın ek maddesi, bilimcilerin pozitif kontrol dediği, yani her şeyin olması gerektiği gibi işlediğini kontrol eden fazladan bir deneydir. M&M testi, mekândaki sahne ekibinin yeterince titiz ve özenli olup olmadığını kontrol ediyordu. Elbette dört dörtlük bir test değildi; ekip her kahverengi M&M’i ayıklamış, yine de başka bir yerde ciddi bir hata yapmış olabilirdi. Ama grup üyeleri sahne hazırlıklarının her ayrıntısını tek tek kendileri denetleyemeyeceğinden, bu test mekândaki sahne ekibinin her şeyin yolunda olduğu sözüne inanmaktan daha sağlam bir adımdı. Basit kontroller hiçbir zaman kusursuz olmaz ama körü körüne inanmak en berbat seçenektir. Bu kitap günlük hayatınızda olası bir aldatmacaya karşı uyanık olmanızı ve daha ayrıntılı inceleme ihtiyacını fark etmenizi sağlayacak benzer kontroller yapmayı öğrenmenize yardımcı olacaktır.

Birinin çalışmasını doğru varsaymadan önce rastgele kontrol etmek, karşıdan karşıya geçmeden önce her iki yöne bakmaya veya “Bu gerçekten doğru mu?” diye sormaya benzer; doğru sayma eğilimine karşı etkili bir adımdır. Doğru kabul ettiğimiz şeylerin yalan veya yanlış çıktığı durumları aklımızda tutarsak, emin olmamaktan ne zaman fayda göreceğimizi öğrenebiliriz. Hiçbir şey bizi tongaya basmaktan ilelebet koruyamaz. Ama her yeni beceride olduğu gibi, aldatmaca radarımız pratik yaptıkça, tehlikede olduğumuz zaman bizi uyarmaya yatkınlaşacaktır.

GEREĞİNDEN FAZLASINI DOĞRU KABUL ETMEMİZİN NEDENLERİ

Emin olmamaya çalışmak gereğinden fazlasını doğru kabul etme riskimizi azaltabilir ama benzinin yangını körüklemesi gibi doğru sayma eğilimimizi tırmandıran birtakım etkenler vardır. Haberi verenin nitelikleri ya da en azından bizim bu niteliklere dair algımız nedeniyle, verilen haber fazlasıyla inandırıcı gelebilir.

Kendini nesnel ve adil gibi gösteren bir kaynak (örneğin Gorsuch haberini ilk veren sözde orta yolcu BipartisanReport.com) karşısında yanılıp aldanmaya daha açık oluruz. Alıcının bildiği ve saygı duyduğu bir kaynak söz konusu olduğu sürece, yetkililer tarafından aktarılan herhangi bir şeyin doğru kabul edilme veya itaate değer görülme ihtimali baştan yüksek olur. Yaygın “çağrı merkezi dümeninde” o yüzden insanlara vergi dairesine, göçmen bürosuna veya başka bir devlet kurumuna borçlu oldukları, telefonla ödeme yapmadıkları takdirde kolluk kuvvetlerinin derhal tutuklama emriyle kapıya dayanacağı söylenir.

Doğru sayma eğilimimizin kuvvetlenmesinde kaynağın rolü, anlatıcıyı sempatik bulduğumuzda daha da büyük olur. Bizi kandırmaya çalışan insanlar kendilerini ve hikâyelerini duygularımıza, arzularımıza, kimliklerimize hitap edecek şekle sokmak için bu yüzden o kadar uğraşırlar. Anı yazarı Binjamin Wilkomirski’nin çocukken Auschwitz’de geçirdiği zamanlara dair uydurduğu hikâye, Guardian’da “Yahudi soykırımına dair yazılan en büyük eserlerden biri” olarak alkışlandı; yazarın II. Dünya Savaşı sırasında İsviçre’de yaşadığı, Yahudi bile olmadığı sonradan öğrenildi. Aynı şekilde, Belle Gibson adlı yirmi üç yaşında Avustralyalı bir kadın, kendi beyin kanserini iyileştirdiği iddiasıyla doğal iyileşme yöntemlerini piyasaya sundu. Doğru beslenmeyle iyileşmek şöyle dursun, kansere yakalanmamıştı bile; ama o kadar çok insan hikâyesine inandı ki akıllı telefon uygulaması ve kitap satışlarından bir milyon doların üstünde para kaldırdı. En sempatik kişiler bile yalancı olabilirler.

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

  • Kategori(ler) İnceleme Psikoloji
  • Kitap AdıKülyutmaz - Neden Kandırılırız ve Kandırılmamak İçin Ne Yapabiliriz?
  • Sayfa Sayısı264
  • YazarDaniel Simons, Christopher Chabris
  • ISBN9786050210842
  • Boyutlar, Kapak13,5x21 cm, Karton Kapak
  • YayıneviSay Yayınları / 2024

Yazarın Diğer Kitapları

Bebhome Kahve

Aynı Kategoriden

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur