Türkiye’nin kimliği gerek siyasal gerekse toplumsal açıdan tartışılagelmiştir. İki yüzyılı aşkın bir süredir yürürlükte olan Batılılaşma sürecinin bu tartışmada önemli rolü vardır. Artışmanın bir boyutunda konu Türkiye’ye nereden bakılacağına gelir dayanır. Dışardan bakıldığında görünenlerin hangi evrensel ölçülere vurulacağı bir türlü kararlaştırılamaz. Batılı ölçülere göre değerlendirmenin sağlıklı olmadığı görüşü öne çıkmaktadır. İçerden bakıldığında da bu kez Batılı ya da evrensel ölçülerin dışına çıkıldığı kanısı yaygındır. Böylesi gelgitler arasında Türkiye kendini tanımada önemli zorluklar yaşamaktadır. Kendini tanımada önemli zorluklar yaşamaktadır. Kendini tanımakta zorluk çeken bir topluma nasıl yönetileceği konusunda yine Batılı kuram ve yöntemleri önermek ne gibi sorunlar yaratır? Bu tartışmada Batının yerelini evrensel olarak kabullenmek ne ölçüde doğrudur? Evrensele ulaşabilmek için farklı yerel öğeleri bilimsel yöntemlerle tanımak ve karşılaştırmak daha doğru bir yol olabilir mi? Kültürel görecelik ne ölçüde yöntemsel temellere dayandırılabilir? Batının etkin sayılan yönetim kuramları ya da stilleri her ulusal kültür için sorgulanmadan geçerli kılınabilir mi? Elinizdeki kitap benzeri sorulara yanıt aramakta, bu arayış içinde Türkiye’ye ilişkin yapısal ve yönetsel değerlendirmeler yapmaktadır.
Önsöz
Elinizdeki kitap yazılırken iki temel amaçtan yola çıkıldı. Amaçlardan birincisi, toplum bilimlerinde göreliliğin tümüyle göz ardı edilmesinin yaratacağı epistemolojik sorunlara dikkati çekmekti. İkincisi ise yönelim ve örgütlenmeye ilişkin bilgilerimizin ve kuramların kültürler arası geçirgenliğini mercek altına yatırarak sorgulamaktı. Görelilik üzerine yazıyorsanız, insanoğlunun modernleşme serüveninde ve bilgi arayışında oldukça parlak başarılara imza almış pozitivist yaklaşımları bir yerinden eleştirmek zorundasınız demektir. Tüm basanları sıralandığında modernliğin tanımıyla özdeşleşmiş olan pozitivizmi eleştirmek yürek isteyen bir iştir. Ayrıca bu eleştiriye soyunduğunuzda pozitivizmin bilimsel bilgi üretimindeki gücünü ve yetkinliğini göz ardı etmemek gerekir. Bu gerçeği gözden kaçırırsanız, kendinizi post modern isi söylemin sorumluluklardan arınmış, eleştirdiğinin yerine ölçü ya da ilke koyamayan coşku dolu içeriğine kapılmış gidiyor bulursunuz. Sözün özü, görecelikle uğraşır olmak, bir bakıma tehlikeli sularda yüzmeye benzer.
Pozitivizmin eleştirisi ile ulaşılmak istenen, gerçeğe daha yakın durmak amacıyla bilgi toplama ve değerlendirme uğraşında etkiyi artırabilmektir. Böylesi bir yaklaşım pozitivizmin topyekûn yadsınması anlamına gelmez. Bu nedenle Einstein’ın yaşamının son oluz yılını harcadığı birleşik olanlar kuramının epistemolojik konumunu tartışmak bu kitabın haddini aşar. Yine de şunu söyleyebiliriz: Kitabın savları, büyük fizikçinin ardından, son birleşik kuramın temel (aşlarını oluşturduğu ileri sürülen siring sicim kuramının indirgemeci tavrıyla çelişmemektedir.1 Her ne denli indirgemeci yaklaşım yaşamın o görkemli gösterisini, soylu fiziğin yasalarına göre ahenkle dans eden mikroskobik parçacıkların yansımasına indirgiyorsa da,2 toplum bilimlerinde gündeme gelen gürecilik savlarının yadsınmasına neden olacak bir durum söz konusu değildir. Bu konuda yeni söylenenler de sistemlerin karmaşıklık düzeyi yükseldikçe yeni yasaların yürürlüğe girdiği gerçeğini yadsımamaktadır. Elektronlarla kuarkların davranışlarını anlamaya çalışmakla, bir kasırganın davranış biçimini anlamak birbirinden oldukça farklıdır.3 Kaos kuramındaki kelebek etkisi metatoru bu açıdan oldukça açıklayıcıdır. Okyanuslar üzerinde kanat çırpan bir kelebeğin güneydoğudaki bir kasırganın nedeni olabileceği varsayımı, karmaşıklık düzeyi yüksek sistemlere ilişkin yasaların farklılaşması konusunda bir ipucu verebilir. Bir yandan Heisenberg’in belirsizlik ilkesi, öte yandan da kaos kuramının doğa yasalarının kararlılık göstermeyen özelliklerine ilişkin bakış açısıyla, nedensellik ilkesinin alanı daraltılmaktadır.
Pozitivizme yönelik eleştirilerin önemli bir bolumu, karmaşık sistemleri anlamaya çalışırken ortaya koyduğu
aşırı indirgemeci tutuma karşı durmaktadır, indirgemeci yaklaşım, karmaşık toplumsal sistemlerin çözümlenmesinde büyük sorunlar yaratmaktadır. Sistemleri karmaşıklık düzeylerine göre sıraladığımızda, yukarıda yer alan sistemleri anlamaya ilişkin sorunlar artmakladır. Biyolojide karsımıza çıkan karmaşık sistemlerden birisi kuşkusuz beyindir. Oysa beyini laboratuvar ortamında incelemek olanağı bulunduğu için üzerine evrensel genellemeler yapmak da o ölçüde kolaylaşır. Karmaşıklık düzeyi yüksek toplumsal sistemlerin özellikleri incelendiğinde gürecilik kaçınılmaz bir biçimde gündeme gelmektedir. Karmaşık sistemlerin bazı özelliklerine baktığımızda bu konudaki savlar anlam kazanacaktır.
Karmaşık sistemler çok sayıda öğeden oluşur. Bu öğeler arasında dinamik bir etkileşim vardır (örneğin, bilgi alışverişi)
Öğeler arasındaki etkileşim zengindir. Sistem içindeki herhangi bir öğe diğer öğeleri etkiler ve onlardan etkilenir.
Etkileşim çizgisel değildir. Bu nedenle küçük nedenler büyük sonuçlar yaratabilir. Etkileşim ya da bilgi alışverişi süreç içinde zenginleşir, bastırılır ya da değişikliğe uğrar. Etkileşim bir sûre sonra olumlu ya da olumsuz geribildirim halkaları oluşturur. Karmaşık sistemler çevreye açık olduklarından sınırlarını belirlemek zordur. Karmaşık sistemler denge dışı durumlarda çalışırlar. Denge onlar için olum anlamına gelir
Karmaşık sistemlerin bir tarihi vardır Zamanla gelişmelerine karşın şu andaki davranışlarından geçmişleri de sorumludur.
Karmaşıklık sınırlı bilgiye tepki veren basil öğelerin 2engin etkileşimi sonucu oluşur O nedenle sistemdeki her öğe sistem bütününün davranışları konusunda bilgisizdir
Çalışma özelliklerine bakıldığında, kültürel ve toplumsal sistemler benzeri karmaşık sistemlerin görelilik kavramını yok sayarak anlaşılabilmesinin ne denli zor olduğu görülmektedir. Oysa görceilik bilimsel çevrelerde sürekli eleştirilmiştir Göreceğiliğin karşılaştığı en yıpratıcı eleştirilerden bin de öznelliğe ilişkindir. Gürecilik öznel nesnel tartışmasında hep öznellik noktasına itilmiştir. Bu tartışmaya gözlemcinin bilgi elde etmedeki rolünden başlamak doğru olacaktır. Nesnelliğe ilişkin konumumuzu belirlemek için fiziksel bir nesneyle gözlemci arasındaki ilişkiyi ele almamız gerekir. Fiziksel bir nesnenin varlığı gözlemcinin ona takındığı tavıra bağlı değildir ve o nesnenin kendi doğal yapısıyla ilgilidir. Ancak gözlenen nesnenin gözlemcinin amacına bağlı özellikleri olabilir. Bu özellikler “gözlemciye göredir” ve varlık bilimsel (onıolojik) anlamda öznel olduğu söylenebilir. Oysa varlıkbilimscl anlamda öznel olan özelliklerin, epistemolojik anlamda nesnel olabileceği bilinmektedir.” Searle, nesnenin bir tornavida olmasının “gözlemciye göre” bir saptama olduğunu, bu nedenle varlıkbilimsel anlamda öznel tanımlamasına girdiğini söylemektedir. Oysa bu görüş ve değerlendirme yalnızca gözlemciye ait olmadığı için aynı zamanda epistemolojik bir nesnelliği de ifade etmektedir. Searle benzer deneyimlerin renklerle ilişkili olarak da yaşandığını söylemekledir. Yine Searle”nin örneğinden yola çıkarsak, doğal özelliklerine göre taş olarak adlandırdığımız bir nesne, gözlemciye göre “kâğıt ağırlığı” olabilmektedir.7 Nesnellik ve öznellik arasındaki çizginin, sanıldığı denli belirgin olmadığı söylenebilir.
Başka bir kültüre dışardan bakan bir gözlemcinin konumunu değerlendirmeye çalışalım. Söz konusu kültürün gözlemcinin tavrından etkilenmediğini ileri sürersek varlıkbilimsel anlamda nesnelliğin korunduğunu söyleyebiliriz. Taş, gerek gözlemci, gerekse gözlenen kültürde yaşayanlar için evrensel nesnelliğini koruyacaktır. Oysa gözlemcinin amacına göre o kültürün taslarının da bazı özellikleri olduğunu varsayalım. Sözgelimi gözlemci kendi kültüründeki tanımlamalardan yola çıkarak gözlediği kültürdeki taşlara aynı zaman da kuğu ağırlığı olarak bakmaktadır. Bu yaklaşım varlıkbilimsel anlamda öznel olabilir, ancak epistemolojik anlamda nesnel olacaktır. Bu noktada bir sorun ortaya çıkmakladır. Gözlenen kültürde yaşayan bireylerin hiçbir zaman, hiçbir “taşı” “kâğıt ağırlığı” olarak tanımlamadıklarını varsayalım. Bu durumda epistemolojik nesnellik yalnızca gözlemci ve onun kültüründe yaşayanlar için söz konusudur. Böylece taşın özellikleri ya da epistemolojik nesnellik üzerine ortak bir tanımlama geliştirebilme olanakları zayıflamaktadır. Kuşkusuz dış gözlemci için gözlenen kültürdeki değerler, davranışlar, beklentiler ve iletişim biçimleri, taşla kıyaslanamayacak denli karmaşık ve üzerinde uzlaşılamayan özellikler taşımakladır.
Tanımlama farklılıklarının temelinde, sözcükler ve kavramsal temalar gibi insan yaratısına konu olan sistemler yatmaktadır. Kuşkusuz bu tür sistemlerin en belirgini de kültürel sistemlerdir Kültürel sistemlerde aynı gerçeği tanımlayan çok sayıda farklı tanımlayıcı sistemlere rastlanabilir. Bu olasılığı gündeme getiren yaklaşıma kavramsal görelilik denilmektedir.0 Çevremizin ve dünyamızın gerçek tanımını belirli bir sözcük dağarcığına, kavramlar sistemine göre yaparız. Dünyayı tanımlamak için seçtiğimiz kavramlar sistemine göre kavramsal görelilik oluşur* Çevremizi tanımlamadan kullandığımız kavramlar sisteminin başında içinde yaşadığımız kültür gelir Başka bir kültüre dışardan bakanlar da tanımlayıcı başvuru çerçevesi olarak kaçınılmaz bir biçimde kendi kültürlerini alacaklardır. Bu durumlarda varlıkbilimsel nesnellik oldukça zorlanmaktadır.
Tartışma uzadıkça pozitivizmin toplum bilimlerinde bilgi toplama ve değerlendirme açısından bazı sorunlara neden olduğu izlenimi onaya çıkmaktadır. Doğa bilimlerinin etkisiyle, bağlamdan bağımsız bir dil ve kültürel gerçek bulma uğraşı kuşkusuz bir ülkü olarak etkisini sürdürecektir. Önemli olan başta pozitivizm olmak üzere tüm indirgemeci yaklaşımların hangi noktalarda gerçek bilgiye ulaşmakta zorlandıklarını vurgulamaktır. Bu çerçeve içinde gerçekleştirilmek istenen sorunsuz bir karşı koyuş ya da postmodern bir duruş değildir. Yapılmak istenen gerçeğe ulaşma çabasında pozitivist yöntemin toplum bilimlerinde hangi noktalarda zorlandığını saplamaktır.
Evrensel gerçekçilik ve görelilik arasında tartışma başladığında bilim kişisinin konumu, Janus’un aynı anda konuşan iki yüzüne benzemektedir.10 Janus’un sol yüzünde bilim kişisi doğayı yargıç olarak tartışmaya çağırmakta ve gerçekti bir yaklaşımı savunmaktadır. Bilim adına yapılan …
Selami Sargut Ocak 2001
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Sosyal Tarih
- Kitap AdıKültürler Arası Farklılaşma ve Yönetim
- Sayfa Sayısı256
- YazarSelami Sargut
- ISBN9755333339
- Boyutlar, Kapak 13,5x19,5 cm, Karton Kapak
- YayıneviİMGE KİTABEVİ YAYINLARI / 2002