Size bu kitapta ne olduğunu anlatmak istemiyoruz; çünkü gerçekten çok özel bir hikâye ve biz onu bozmak istemiyoruz.
Yine de bu kitabı almanıza yetecek kadar bilmeniz gerektiğinden, sadece şu kadarını söyleyelim:
Bu, yaşamları kaçınılmaz bir şekilde çarpışan iki kadının hikâyesidir. Ve biri korkunç bir seçim yapmak zorundadır.
İki yıl sonra tekrar karşılaşırlar ve hikâye burada başlar…
Bu kitabı okuduğunuzda herkese anlatmak isteyeceksiniz. Bunu yaptığınızda, lütfen, neler olduğunu anlatmayın; çünkü bütün büyü, olayların akışında…
“Bir sonraki Uçurtma Avcısı.”
—Library Journal
“Sizi alıp götürecek’’
—Washington Post
“Okuduktan sonra unutmanız hiç de kolay olmayacak.”
—Financial Times
‘’Hiç tartışmasız 2009’un açıkara en iyi kitabı’’
–Metro
1
Çoğu zaman Afrikalı bir kız olacağıma madeni bir ingiliz Sterlini olmayı isterim. Herkes geldiğimi görmekten mutlu olurdu Belki bir hafta sonu sizi ziyarete gelirdim; sonra, çok kararsız olduğum için, köşedeki dükkânda duran adama giderdim; ama siz o sırada tarçınlı kurabiye yiyip, soğuk kutu kolanızı içmekte olduğunuz için buna üzülmez ve bir daha beni hiç düşünmezdiniz. Tatilde tanışıp, sonra birbirinin adını unutan sevgililer gibi mutlu olurduk.
Bir İngiliz bozuk parası en güvenli yerin neresi olduğunu düşünürse oraya gidebilir. Ardında silah sesi gibi bir ses ile yanan samanların keskin kokusunu bırakarak çölleri ve okyanusları aşabilir. Kendini güvende hissettiği zaman yuvarlanır ve ablam Nkiruka’nın genç kız olduktan sonra gerçek bir kadın olmadan önce ama annemin onu ciddi bir konuşma için bir kenara çektiği geceden kesinlikle önce; o kısa yazda köyümüzdeki erkeklere gülümsediği gibi size gülümser.
Bir ingiliz bozuk parası ciddi de olabilir elbette. Kendini güç ve servet olarak gösterebilir ve eğer her ikisine de sahip olmayan bir kızsanız, sizin için bundan daha önemli bir şey 0lamaz. Bozukluğu yakalayıp cebinize atmaya calışırsınız ki sizi yanına almadan güvenli bir yere gidemesin. Ama bir ingiliz bozuk parası bir büyücünün bütün güçlerine sahipti,. Takip edildiğinde bir kertenkele gibi kuyruğunu bıraktığını ve elinizde sadece bir peniyle kalakaldığınızı gördüm. Ve en sonunda tam onu yakalamak üzereyken, dünyanın en büyük sihrini gerçekleştirerek, kendini bir değil, tanı iki Amerikan Doları banknota dönüştürebilir ki bu durumda eliniz havada kalır.
Bir İngiliz Sterlini olmak ne kadar hoşuma giderdi… Bil sterlin emniyete yolculuk etmekte ve biz de onun gidişini seyretmekle özgürüzdür. Bu, insanoğlunun zaferidir. Buna globalleşme diyorlar. Benim gibi bir kız göç sırasında durdurulurken; o, turnikeleri aşıp, üniformalı büyük adamların engellerinden sıyrılarak orada bekleyen bir havaalanı taksisine atlayabilir.
“Ne tarafa, bayım?”
“Batı Medeniyeti’ne, dostum; ama çabuk.” Bir İngiliz Sterlini’nin ne kadar sevimli konuştuğunu gördünüz mü? İngiltere Kraliçesi 11. Elizabeth’in sesiyle konuşur. Paranın üzerinde onun yüzü basılıdır ve bazen yakından baktığımda dudaklarının oynadığını görebilirim. Kulağıma yaklaştırırım; Kraliçe ne söylüyor? “Beni derhal bırak, genç bayan. yoksa muhafızlarımı çağırırım.”
Kraliçe sizinle bu tonda konuşunca itaat etmemek mümkün mü? Çevresindeki insanların krallar ve başbakanlar da buna dâhil beyinleri daha “Neden olmasın?” diye düşürtmeden bedenlerinin onun emirlerine itaat ettiklerini okumuştum. Size şu kadarını söyleyeyim; bu, tacın ya da hükümdarlık asasının etkisi değil. Mesela ben, kafama bir taç iliştirip elime de bunun gibi bir asa alsam bile, polis memurları kocaman ayakkabıları ile üzerime doğru gelip, “Ne güzel bir kostüm, bayan, şimdi bir de kimlik kartınızı görelim mi?” derler. Hayır, sizin ülkenizi yöneten, kraliçenin tacıyla asası değil Ülkenizi yöneten, onun sesi ve dil bilgisi. Onun konuştuğu gibi konuşmaya Özenilmesinin nedeni bu. Böylelikle polis memurlarına Cullinan elması duruluğunda bir sesle, “Aman Tanrım, bu ne cüret?” diyebilirsiniz.
Benim hayatta kalışımın tek nedeni Kraliyet İngilizcesini öğrenmiş olmam. Belki bunun çok zor olmadığını düşünüyorsunuz. Ne de olsa İngilizce, ülkem Nijerya’nın resmi dili. Evet ama sorun, bizim İngilizceyi kendi ülkemizde sizden daha iyi konuşuyor olmamız. Kraliyet İngilizcesini konuşabilmek için kendi ana dilimin en iyi özelliklerini unutmak zorunda kaldım. Mesela Kraliçe, “Dert çok; o kız büyük oğlumla evlenmek için kıçının gücünü kullandı ve işlerin boka saracağını herkes görebilirdi,” diyemez hiçbir zaman. Bunun yerine Kraliçe şöyle demek zorundadır: “Eski gelinim, varisimle evlenebilmek için kadınlık cazibesini kullandı ve bu işin sonunun iyi olmayacağı Önceden tahmin edilebilirdi.”
Bir parça hüzün verici olduğunu düşünmüyor musunuz? Kraliyet İngilizcesini öğrenmek, dans gecesinin ertesindeki sabah ayak tırnaklarınızdaki parlak kırmızı ojeyi çıkartmak gibi bir şeydir. Çok zaman alır ve kenarlarda, yaşadığınız güzel saatleri size hatırlatacak kırmızı bir leke mutlaka kalır. Sizin anlayacağınız; yavaş yavaş öğrendim. Öte yandan zamanım boldu. Dilinizi İngiltere’nin güneydoğusundaki Essex’te Peki neden bütün bu zahmete katlandım? Çünkü daha büyük kızları bana hayatta kalmanın yolunun iyi görünmek da iyi konuşmak olduğunu söylemişlerdi. Görünüşe göre, sessiz ve gösterişsiz olanların işlemleri yolunda gitmiyordu. Siz, “Ülkesine iade edildi,” diyorsunuz. Biz, “Eve erken gönderildi,” deriz. Sanki ülkeniz sonsuza kadar sürmesi mümkün olamayacak kadar muhteşem bir çocuk karnavalıymış gibi. Ama güzel ve konuşkan olanların, yani bizlerin kalmasına izin verilir. Böylelikle ülkeniz daha renkli ve daha mükemmel hale gelir.
Size, beni mülteci gözetim merkezinden salıverdiklerinde neler olduğunu anlatacağım. Gözetim memuru elime bir belge tutuşturdu, bir nakil belgesi; sonra da taksi çağırmak için telefon edebileceğimi söyledi.
“Teşekkür ederim, bayım,” dedim, “Tanrım hayatınıza güzellik, kalbinize mutluluk ve sevdiklerinizle birlikte saadet versin.” Memur gözlerini tavana dikti, sanki orada ilginç bir şey varmış gibi bakarak, “Tanrım!” dedi. Sonra parmağıyla aşağıdaki koridoru işaret ederek “Telefon orada,” dedi.
Böylece telefon kuyruğuna girdim. Gözetim memuruna teşekkür ederken amacımı aştığımı düşündüm. Kraliçe ola sadece “Teşekkür ederim,’ der ve orada bırakırdı. Aslına bakarsak Kraliçe gözetim memuruna kendisi için lanet olan taksiyi çağırmasını söyler ya da adamı vurdurur ve kafasını gövdesinden ayırtarak Londra Kulesi’nin parmaklıklarında sergiletirdi. Gözetim hücremde kitaplardan ve gazetelerde” Maliyet İngilizcesini öğrenmekle, bir İngiliz ile İngilizce” konuşmanın birbirinden tamamen farklı şeyler olduğunu işte tam o anda anladım. Kendi kendime kızdım. Böyle yanlışlar yaparsan başaramazsın, kızım, diye düşündüm, İngilizce konuşmayı teknede öğrenmiş bir vahşi gibi konuşacak olursan adamlar seni fark ederler ve doğruca geri postalarlar. Düşündüğüm buydu.
Kuyrukta önümde üç kız vardı. Hepimizi aynı gün bırakmışlardı. Günlerden cumaydı. Aydınlık, güneşli bir mayıs sabahıydı. Koridor kirliydi ama temiz kokuyordu. İşte numara bu. işin sırrı çamaşır suyu.
Gözetim memuru masanın arkasında oturuyordu Bize bakmıyordu. Gazete okuyordu. Gazete, masasının üzerine yayılmıştı. Dilinizi konuşmayı öğrendiğim gazetelerden biri Time Times . The Telegraph ya da The Guardian değildi. Hayır, bu gazete, sizin ya da benim gibi insanlar için değildi. Gazetedeki resimde üstsüz beyaz bir kız vardı. Böyle söyleyince ne demek istediğimizi anlıyorsunuz çünkü sizin dilinizi konuşuyoruz. Ama bu hikâyeyi, kendi ülkemde ablama ve köydeki kızlara anlatacak olsaydım, tam bu noktada durmam ve onlara açıklamam gerekirdi: “Üstsüz demek, gazetedeki kadının vücudunun üst kısmı yok demek değildir. Üst kısmına bir şey giymemiş demektir.” Farkı görüyor musunuz?
“Dur bir dakika. Sutyen de mi yok?”
“Sutyen de yok.”
“Vay canına!”
Sonra yeniden hikâyeme başlardım; ama kızlar aralarında fısıldaşırlardı. Ellerini ağızlarına götürüp kıkırdarlatdı. Sonra, beni gözetim merkezinden saldıkları o sabaha ait hikâyeme geri döndüğümde sözümü yeniden keserlerdi. Nkiruka derdi ki: dinle tamam mı dinle şunu bir anlayalım.gazetede ki şu kız orospu değil mi?gece avcısı? Utancından yere bakıyordu.”
“Hayır, utanmadan yere bakmıyordu. Dosdoğru kameraya bakıp gülümsüyordu.” “Ne Gazetede mi?” “Evet.”
“O zaman İngiltere’de memelerini gazetede göstermek ayıp değil, öylemi?”
“Hayır. Ayıp değil. Erkekler bundan hoşlanıyorlar ve ayıp değil. Yoksa üstsüz kızlar öyle gülümsemezlerdi, değil mi?” “Peki bütün kızlar böyle memelerini gösteriyorlar mı? Etrafta onları hoplatarak mı dolaşıyorlar? Kilisede, mağazalarda, sokaklarda?”
“Yok, sadece gazetelerde.”
“Madem ayıp değil, erkekler de bundan hoşlanıyor, o zaman neden hepsi göğüslerini göstermiyor?” “Bilmiyorum.”
“Orada iki yıldan fazla yaşadın. Bayan Küçük Arı. Nasıl bilmezsin?”
“Orada işler böyledir. Oradaki hayatımın çoğu şaşkınlık içinde geçti. Bazen İngilizlerin bile bu tür sorulara cevap veremeyeceğini düşünüyorum.” “Vay canına!”
Ülkemdeki kızlara her küçük ayrıntıyı açıklamak için duracak olursam olacağı budur. Görüyorsunuz: mantarda” yapılma yer döşemesini, çamaşır suyunu, pornografiyi. İngiliz parasının şekil değiştiren sihrini, sanki bu gündelik şeyler olağanüstü gizemlermiş gibi açıklamak zorunda kalırdım. Ve sonra sanki sizin ülkeniz efsunlu bir mucizeler federasyonuymuş gibi göründüğü için benim hikâyem onun içinde çok küçük ve sıradan kalarak bu büyük harikalar okyanusunda çabucak kayboluverirdi. Ama sizinle işler daha kolay, bakın size anlatabiliyorum; bizi salıverdikleri sabah mülteci gözetim merkezinin nöbetçi memuru gazetedeki üstsüz kıza gözünü dikmiş bakıyordu. Ve siz meseleyi derhal anlıyorsunuz. Kraliyet İngilizcesini öğrenmek için iki yılımı harcamamın nedeni bu işte, böylelikle siz ve ben hiçbir kesinti olmaksızın konuşabiliyoruz.
Gazetedeki üstsüz kızın resmine bakan gözetim memuru ufak tefek bir adamdı; saçları salı günleri bize verdikleri konserve mantar çorbası gibi cansızdı. Bilekleri plastikle kaplanmış elektrik kabloları gibi ince ve beyazdı. Üniforması kendinden büyüktü. Kafasının iki yanında, ceketinin omuzları sanki içlerinde küçük hayvanlar saklanıyormuş gibi iki tümsek halinde yükseliyordu. Akşam olup da ceketini çıkardığında bu yaratıkların ışıkta gözlerini kırpıştırdıklarını hayal ettim. Şöyle düşündüm: Evci, bayım, eğemizin karınız olsaydın. Sutyenimi çıkarmazdım, teşekkür ederim.
Sonra da şöyle düşündüm Neden telefon kuyruğunda bekleyen bizlere değil de, gazetedeki şu kıza bakıyorsunuz., bayım? Ya kaçarsak ne alacak? Ama sonra bizi salıverdiklerini hatırladım. Bu kadar uzun zamandan sonra bunu idrak ermesi güçtü. Gözetim merkezinde iki yıl yaşadım. Ülkenize geldiğimde on dört yaşındaydım ama bunu kanıtlayacak belgem olmadığı için beni yetişkinlerle aynı gözetim merkezine koydular. Sorun erkek ve kadınların aynı yere kapatılmasındaydı. Erkekleri geceleri gözetim merkezinin ayrı bir kanadına kapatıyorlardı.
…
“Küçük Arı” için 2 yanıt
Bir yanıt yazın
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Roman (Yabancı)
- Kitap AdıKüçük Arı
- Sayfa Sayısı344
- YazarChris Cleave
- ISBN6054263370
- Boyutlar, Kapak13,5x21 cm, Karton Kapak
- YayıneviPegasus / 2010
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Trenin Tam Saatiydi ~ Heinrich Böll
Trenin Tam Saatiydi
Heinrich Böll
İkinci Dünya Savaşı’nı bir piyade eri olarak yaşayıp, “Savaştan ve militarizmden daha saçma bir şey olamaz,” kararına varan Heinrich Böll’ün bu kısa romanı, 1949’da...
- İnsancıklar ~ Fyodor Mihayloviç Dostoyevski
İnsancıklar
Fyodor Mihayloviç Dostoyevski
Klasik Rus edebiyatının ünlü isimlerinden Dostoyevski’nin 1846’da yazdığı ilk romanıdır İnsancıklar. Mekân Petersburg’dur; tema dostluk, sevgi, acıma ve fedakârlık üzerine kurulmuştur. Dostoyevski İnsancıklarda öksüz...
- Mucizeleri Saymak ~ Holly Goldberg Sloan
Mucizeleri Saymak
Holly Goldberg Sloan
“…O sonbahar beni bir eğitim danışmanına götürdüler, kadın benimle ilgili bir değerlendirme yaptı. Sonra da annemle babama bir mektup gönderdi. Mektubu okudum. Mektupta “üst...
yha bunun devamı nerde offfffffffff yha bunun devamını nerede bulabilirim
Kitap hakkındaki yorumlarıma göz atmayı dilerseniz
http://www.kitapsohbetcisi.com/2012/08/kucuk-ar.html