Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Kronos
Kronos

Kronos

Witold Gombrowicz

Özgün yazınsal ve entelektüel kimliğiyle Polonya’nın en yıkıcı ve aykırı yazarı Gombrowicz’in (1904-1969), pek çok eleştirmene göre başyapıtı kabul edilen ve devasa bir parşömene…

Özgün yazınsal ve entelektüel kimliğiyle Polonya’nın en yıkıcı ve aykırı yazarı Gombrowicz’in (1904-1969), pek çok eleştirmene göre başyapıtı kabul edilen ve devasa bir parşömene işlenmiş resmi andıran GÜNLÜK’ünü bütünleyen eksik parça KRONOS, Lehçede ilk kez, yazarın ölümünden 44 yıl sonra yayımlanmıştı.

KRONOS’ta, II. Dünya Savaşı başlamadan hemen önce Arjantin’e göç eden yazarın sağlık sorunları, cinsel yaşamı, finansal meselelere ilgisi, yazınsal ün savaşımı ana izlekleri oluştururken, cafe’ler, başka coğrafyalar, iklimler, yazarlarla ve yayıncılarla ilişkiler, anlaşmalar, dostluklar, tartışmalar, polemikler, mevsimler, kitaplar, plaklar yaşamın kâğıda dökülmüş kanıtlarını temsil ediyor. Bu belge-kitap, Gombrowicz’in, olgunlaşma çağı ile başlayıp ölümüne dek hayatının kronolojik bir dökümü.

Bedenin günlüğü “Kronos”, Polonya’nın en marjinal yazarı Gombrowicz’in gündelik hayatının mahremiyet kaydı.

Yüzyılımızın en büyük roman yazarlarından biri.
Milan Kundera

KRONOS’ta Gombrowicz’in nasıl bir dil kullandığı önemlidir. Her şeye eşit mesafede ve duygusallıktan uzak bir anlatım dilidir bu. Annesi ya da kız kardeşinin ölümüne ilişkin bilgiye, arkadaş toplantıları, erotik maceralar ya da finans piyasası bilgisiyle eşit derecede yer verilir. Bu bir duygusuzluk belirtisi değil, dikkatin gerçeklere ve davranışlarına odaklanmasına izin veren bilinçli bir adımdır.
Jerzy Jarzębski

Polonya yazını ilk defa onda, insan olmanın trajikomedisi karşısında Polonyalı olmanın acılarını daha az önemseyen bir yazar üretti.
The Times Literary Supplement

Sesi, Lehçe yazmak gibi tuhaf bir etkinliğe ciddiyet kazandırdı. Bizi sel gibi alıp götüren küçüklük ve aptallık karşısında, Witold’un sesi olmadan kendimi zayıf hissediyorum; o büyük olduğu için vazgeçilmezdir.
Czesław Miłosz

İçindekiler
Önsöz: Yangın Anında / Rita Gombrowicz • 7
Kronos
Polonya: Mayıs 1922 – Ağustos 1939 • 21
Arjantin: Ağustos 1939 – Nisan 1963 • 45
Avrupa: Nisan 1963 – Mayıs 1969 • 195
Teşekkür • 255
Fotoğraf Albümü • 257

Yangın Anında
Rita Gombrowicz

Tam olarak hangi ay, hangi gündü hatırlamıyorum ama 1966 yılında Kronos’un varlığını öğrendim. Bazen kapısı açıkken yaptığım gibi, Witold’un odasına girmiştim. Masasının başındaydı, bana aşağı yukarı şöyle bir şey dedi: “Bak, mahrem bir günlük yazıyorum, zaman zaman çok özel notlar alıyorum.” Yazdıklarını sıradan kâğıtlara yazmadığını fark etmiştim, daha çok büyük formatta sarı kartlardı bunlar; elindeki, sanki gevşek sayfalardan oluşmuş açık bir kitaba benziyordu. Witold’un notlar alması bana normal görünmüştü, çünkü o sırada Kultura dergisi için “Günlük’ten Parçalar” yazıyordu. Özel bir merak duymamıştım. Ne yazdığına karışmazdım, zaten Lehçe okuyup yazmayı da bilmiyordum.

Kronos’la ikinci karşılaşmam 1968 yılında oldu. Yorgun, hasta, yazarlığının maruz bıraktığı idari işlere batmış olan Gombrowicz, benden yardım rica etmiş ve “işlerinin” içine beni de dahil etmişti. Yayınevlerinden gelen sözleşmeleri nasıl okuyup mektuplara nasıl yanıt vermek gerektiğini öğretiyordu. Yazışmaları ve el yazmalarını içeren dosyaları gösterdi. Bunlardan birini işaret etti ve dedi ki “Yangın anında, Kronos’u ve sözleşmeleri aldığın gibi, kaçabildiğin kadar hızlı kaç!” Kronos adını verdiği mahrem günlüğüydü bu. Gombrowicz’in 1969 Temmuzu’ndaki ölümü esnasında, tek mirasçısı olarak kalakaldığım sırada, elimde bir tek vasiyet vardı: Bütün arşiv içerisinde, ateşten sadece bu el yazmalarını kurtarmak. Kronos’un onun için ne kadar değerli olduğunu anlamıştım. Gizemli bir güç beni etkilemişçesine onu yaşamımın merkezine yerleştirdim. Yıllarımı bu kişisel notları açıklamamı sağlayacak tanıklıkları biriktirmek ve belgeleri toplamakla geçirdim.

1970’in başında, Witold’un ölümünden altı ay sonra, bu zor dönemde Polonya’da halledilmesi gereken bütün meselelerde bana akıl veren, en yakın arkadaşlarımız Maria ve Bohdan Paczowski’lere komşu olarak İtalya’ya yerleştim. Arabayla, Kronos da dahil olmak üzere, bütün arşivi yanımda getirmiştim. Hepsi iki bavula sığmıştı. Maria ile birlikte işe giriştik. Dosyaların içeriklerine bakıyorduk, Maria bana en önemli olanları açıklıyordu. İşte böylece üzerinde Witold’un el yazısı ve büyük harflerle KRONOS yazılı, somon renkli kâğıt bir dosyada bulunan notları ilk kez açmış olduk. Banco Polaco’nun antetli kâğıtlarına, onun güzel el yazısıyla yazdığı sayfalar vardı burada. Büyük sarı kâğıtları tek tek açtım. Yaşamının yıldan yıla nasıl akıp gittiğine baktım. Bu çok etkileyiciydi: Bir bilmece, bir hazine misali.

Bir süre sonra arka arkaya, düzenli bir biçimde yazılmış bu sayfaları Maria ile birlikte Fransızcaya çevirmeye başladık. El yazısının aynı büyüklükte –23×24 cm– bir nüshasını çıkardım. Özgün metni evimin yakınındaki bir bankanın kasasına koydum. Çalışmamız sırasında Maria, eline sırayla sayfaları alıyor ve sıklıkla, Lehçe dilbilgisi yapısını korumak suretiyle, sözcük sözcük çevirerek bana dikte ettiriyordu. O zamanlarda Maria, Fransızcayı henüz mükemmel bir biçimde bilmiyordu, ancak Witold’un yazısını okumakta olağanüstü bir içgüdüye sahipti. Deşifre edemediğimiz sözcükleri kırmızı renkli kalemle, dikkatle işaretlerdi. Fransızca müsvedde notlar alıyordum. Sonra her şeyi daktiloda temize çekiyordum. Kronos’ta bazı soyadları kısaltılmış biçimde yazılmıştı. Soyadlarının deşifresini parantez içinde yazıyor, açıklamalar ekliyordum.

Okunan metnin ilk Fransızca versiyonunu 1972’de bitirdik. Daha sonra Gustaw Kotkowski, Alejandra Rússovich ve Wojciech Karpiński’den gelen bilgilerle bu metni tamamladım. Yıllar boyu kendi buluşlarımla da notları tamamladım. Düzeltmeleri metne başarılı bir biçimde yerleştirdim ve yeniden, küçük portatif Olivetti daktilomla temize çektim.

Bana göre, Gombrowicz, Kronos’u 1952 sonu ile 1953 başı arasında yazmaya başlamıştı. O tarihten itibaren, Gombrowicz, doğumuna, hatta ana rahmine düşüşüne kadar geçmişini biçimliyordu. Tüm koşullarıyla özel bir günlük yazma fikrinin doğduğu anı bulmak için Polonyalı yayıncısı Jerzy Giedroyć’la yaptığı mektuplaşmaları ve tabii ki Kronos’un kendisini inceledim. 1952 Nisanı’nda, Salsipuedes’teki tatil sırasında, Gombrowicz André Gide’in Günlük’ünü okur. Buenos Aires’e döndüğünde burada geçirdiği zamana ilişkin kendi günlüğünü yazar; günlüğün ilk bölümü birkaç ay sonra Kultura’da yayımlanır. 6 Ağustos 1952’de Witold, Giedroyć’a kendi günlüğüne nasıl yaklaşması gerektiğini enine boyuna düşündüğünü açıklayan bir mektup yazar: “Bir çeşit günlük yazıyorum (…) kamuya açık özel günlüğün olanaklarını keşfetmemi sağlıyor.” Giedroyć ona, 11 Ağustos’ta, yazdığı metni okumayı beklemeden bir yanıt yazar: “Günlük yazma fikri çok iyi. Hem sizin için de ideal bir biçim olur.” Yayıncısı onu yüreklendirir, coşkusunu perçinler. Witold şöyle bir çözüm bulur: Her şeyi bir göçmen dergisine yazamayacağı için, o da eşzamanlı başka bir –mahrem– günlük yazacaktı. Günlük’ün, 1957’de Paris’te Edebiyat Enstitüsü (Instytut Literacki) yayınlarından çıkan ilk baskısındaki önsözünde de bu durumu dile getirir. Kronos’un Kultura’nın aylık ritmiyle düşünülüp yazılmış olması şaşırtıcı. Bu, Günlük’ün gizli ve özel bir tamamlayıcısı. Sanırım, ikisi birlikte, eşzamanlı olarak değişik düzlemlerde yazıldılar.

1952 Ekimi’nde Gombrowicz Kronos’ta şöyle bir not yazıyor: “Nowiński bankada yazmamı yasakladı.” O sıralarda Trans-Atlantik bitmişti. Yine bu dönemde hiçbir eser ortaya çıkmadı. Bu durumda, Gombrowicz, banka kâğıtlarına, eğer Günlük’ü ya da –büyük bir olasılıkla– Kronos’u yazmadıysa, ne yazmış olabilir? Başka kanıtlar da bu tarihi destekliyor. Birincisi, Gombrowicz sol üst köşeye, 1939 tarihinin altına 1953 tarihini atmış. Bu durum da bu sayfayı 1953’te yazdığının veya tekrar okuduğunun bir kanıtı. Yaşamının kırk sekiz yılını yeniden yaratmak için zaman ve büyük bir bellek çabası gerekirdi. Hiç kuşkusuz, pek çok aya ihtiyacı vardı. İkincisi, Gombrowicz, ilk kez 1953 yılında, bir yıla ilişkin notlara pek çok sayfa adamış, sanki onları günden güne yazmış gibi. O tarihten itibaren 1962’nin sonuna kadar, on yıl boyunca her yıla iki sayfa ayırmış. Bir tek 1953 üç sayfa tutuyor ama bu olağanüstü bir yıl: Gombrowicz, aynı yılda Banco Polaco’dan ayrıldı ve Perón iktidardan düştü. Tek sayfa olarak yazılmış olan 1952 yılına bakınca, birkaç boş yer buluyoruz. Zamanda geri gittikçe, metin daha kısalıyor. Belki de Gombrowicz Kronos’u 1952 sonunda yazmaya başladı, çünkü eğer notları 1954’te veya 1953 sonunda yazmaya başlamış olsaydı gönderilen mektupların tarihlerini veya Nowiński ile o dönemde yaşadığı sorunları nasıl böylesine eksiksiz biçimde hatırlayacaktı?

Eğer 1955’te yazmaya başlasaydı, 1953 veya 1954’te olan pek çok olayı, iki sayfada, belleğinde hiçbir boşluğa yer bırakmadan yazıp bitirebilir miydi? İşte bunun için, Kronos’un 1952 sonuyla 1953 başında yazılmaya başlandığını tahmin ediyorum.

Maria’dan ve benden sonra Kronos’u ilk kez Gombrowicz’in kuzeni Gustaw Kotkowski okudu. 1971’de Milano’ya yaptığı ziyaretlerin biri sırasında oldu bu. Gustaw, çocukluğundan beri Witold’a çok bağlıydı ve öyle de kaldı. Ona yakın olan az sayıda insandan biriydi, yaşamının son günlerine kadar Vence’ta onu düzenli bir biçimde ziyaret etmişti. 1978 yılında ölene dek yaşayacağı Arjantin’e, 1941 yılında Gombrowicz’e katılmak için gelmişti. Savaş sırasında bulunduğu New York’ta, çok iyi bir aristokrat çevrede yaşayan Gustaw’ı Arjantin’e Witold getirmişti. Gustaw bir nevi onun alter egosuydu, kuzeninin sırlarını bilirdi ama tıpkı onun gibi ketumdu. Arjantin ve Polonya yıllarını içeren notları okurken sağladığı yardımlar için Gustaw’a çok saygı duyuyordum. 1973’ün Nisan ayında yaptığım ilk Arjantin ziyaretim sırasında da bana eşlik etmişti; ayrıca Gombrowicz hakkındaki kitabı hazırladığım sırada paha biçilmez bir destekti. Witold’un geçmişine yaptığımız yolculukta rehberdi; bulunması gereken insanları, özellikle Arjantin yıllarının en önemli şifre çözücüsü olan Alejander Rússovich’le beni o tanıştırdı.

Fransa’da 1984 ve 1988’de basılan, daha sonra da Polonya’da yayımlanan Gombrowicz Arjantin’de ve Gombrowicz Avrupa’da (Gombrowicz w Argentynie ve Gombrowicz w Europie) adlı iki kitabım Kronos’a dayanır. Gombrowicz hakkında yazan insanların izinden giderek, okurlarına, özellikle de komünist dönem sırasında özgürce seyahat edemeyen Polonyalılara, Witold’un, Kronos’un içeriği olan yaşamı hakkında azami bilgi vermek istiyordum. Özellikle de Günlük sayesinde okur tarafından gizli saklı okunan Arjantin’deki yılları hakkında. Aile dostu Cristian Leprette’den (bir başka gizemli kişi) Kronos’un, iki kitaba da yerleştirdiğim bölümleri fotoğraflamasını rica ettim. Bu biçimde okura Gombrowicz’in özel notları bulunduğu işaretini vermek istedim. Kendisi de iki kez Günlük’te benzeri biçimde davranmıştı. 1958 yılı başında “Takvime karşı artan duyarlılığım: Tarihler. Yıldönümleri. Dönemler” diye yazmıştı. Ama asıl 1963 yılında Paris-Berlin Günlüğü’nün başlangıcında adını anmadan düpedüz Kronos hakkında yazar: “Kamaramdaki valizlerin birinde dolu bir dosya var, bu dosya, aydan aya yaşamımdaki olayları kronolojik biçimde belgeleyen sarı sayfalarla dolu – örneğin bakalım, tam olarak 1953 yılının Nisan ayında neler yapmışım?” Cinsel yaşamındaki ayrıntıları atlayarak, kelimesi kelimesine Kronos’u alıntılar.

O sıralar Gombrowicz tarafından 1957’de Lehçe yazılmış bir başka metin bulunduğunu bilmiyordum. Bu metnin varlığını çok geç, ancak komünizmin çöküşünden sonra öğrenmiştim. Günlük 1953-1956’nın daha sonra bütün Polonya’daki Edebiyat Yayınevi (Wydawnictwo Literackie) baskılarında yer alan ilk basımındaki (Paris Edebiyat Enstitüsü; Instytut Literacki) Önsöz’den söz ediyorum. Bunun, Gombrowicz’in Vence’ta elinde olan Fransızca baskısında (ve diğer çift dilli baskılarda) neden es geçildiğini bilmiyorum. Esas metnin önünde olan aşağı yukarı on satır. Bu satırlardan şunu okumak mümkün: “Hâlâ sakladığım bir el yazması var –çok daha özel– bazı şeyleri de yayınlamamayı yeğliyorum. Sorunlarla karşılaşmak istemiyorum. Belki… Daha sonra”. Günlük’ün daha ilk basımında Kronos’tan haber vermek, aynı zamanda da onu yayımlamamak onun kararı, kim bilir, belki de yabancı okurun gözünde anlaşılmaz olmak içindir. Yayımlamak istemediği bir metinden neden söz edilir ki? Elbette ki komünizm sırasında Gombrowicz mahrem bir günlük yayımlatamazdı ama bence Kronos’un varlığından söz etmesi, her şeyden önce, bu “çok özel yazıların” Günlük’ün, tam olarak tamamlanınca belki bir gün okunacak, gizli bir bölümü olduğunu düşünmesinden ileri geliyor. “Belki… Daha sonra.” Peki, ne zaman?

Tarih bize yardım elini uzatmıştı. 9 Kasım 1989’da Berlin Duvarı yıkıldı. Bu, Gombrowicz gibi yasaklı yayınları olanlar için ender yaşanan bir andı. Polonya özgür bir ülke olmuştu, sonuç olarak, Polonya edebiyatının neredeyse kırk yıldır devam etmesini ve onsuz Günlük’ün olmayacağı Kultura dergisinin rolünü üstlenmişti. Gombrowicz’in yayın planını uygulamak gerekiyordu. Tam Günlük, yayımlanmamış metinler, mektuplaşmalar, eleştirel düzeltmeye başlamak. Bu geniş kapsamlı projeyi Edebiyat Yayınevi (Wydawnictwo Literackie) ele almıştı. Belirlenmiş bir düzene göre hareket etmek gerekiyordu, çünkü Polonya baskıları bütün dünya çevirileri için örnek teşkil ediyordu.

Gombrowicz’in eserlerinin 1989’daki durumu bir dengeden uzaktı. Söylediği gibi hâlâ “az pişmiş bir biftekti”. Tanınıyordu ama her şeyden önce bir oyun yazarı olarak. Oyunları Batı Avrupa’nın en büyük tiyatrolarında gösteriliyordu; aynı zamanda Almanya, Hollanda ve Fransa hariç, ülkelerin büyük çoğunluğunda eserlerinin yalnızca bir kısmı popülerlik kazanmıştı; en az tanınan ve basılmaktan en çok kaçınılan da Günlük’tü. Birleşik Devletler’de birkaç eseri yayımlanmıştı, çoğunlukla da Fransızcadan çeviriydi bunlar. Fazla okuru yoktu. Gombrowicz’in yasaklı olduğu Doğu Avrupa ülkeleri, güçbela komünizmden çıkmışlardı, bunun için de, başlıca potansiyel okur kitlesi oralarda saklıydı. Onun eserlerinden sorumlu kişi olarak Günlük kendisi için layık olan yere gelmeden –en azından en önemli dillerde çıkmadan– Kronos’un yayımlanmasına izin veremezdim. Günlük’ü, Kronos olmadan da okumak mümkündür ama tersi olamaz. Gombrowicz’in iyi kabul gördüğü, hatta ilk kez ün kazandığı Fransa’da bile Günlük bölümler halinde, beş ciltte, üç farklı yayıncı tarafından bölüm bölüm yayımlanmıştı. Bu durumda eserin birliği ve büyüklük ölçüsü nasıl keşfedilirdi? Günlük’ün bir Polonyalı göçmenin günlüğü olduğuna dair tipik önyargıyla nasıl savaşmalıydı? Sonunda Günlük zafer kazandı, ancak bu hayli yavaş oldu. Aceleye gerek yoktu ama Gombrowicz’in yapıtının uluslararası vaziyetini görmek gerekiyordu.

1957 Polonya basımındaki “Önsöz”de “Belki… Daha sonra” sözlerini 2000 yılından sonra, rastlantısal olarak keşfetmiştim. Witold’un ölümü sırasında çok gereksindiğim kesin bir işaret değildi ama yine de bana güç vermişti. Tarihsel şartlara bakmaksızın, bu tür belgelerin yayımlanmasında genel olarak yapılan uygulamalarında yaygın olan telif hakkının son tarihini aşmadan kendime zaman tanıdım: Yani yazarın ölümünün ellinci yılı olan 2019 Temmuzu. Ancak 1996’da Avrupa’da edebi mirasın telif hakkı yetmiş yıla uzatılınca, Kronos’un olabildiğince çabuk basılması gerektiğini düşündüm. Gombrowicz’in yüzüncü doğum yılına rastgelen 2003 yılında Kronos’un el yazmalarından ayrılmaya karar verdim. İlk niyetim, içlerinde Czesław Miłosz da olmak üzere, pek çok Polonyalı’nın arşivlerinin yanı sıra, 1989’dan beri  Gombrowicz’in arşivinin de bulunduğu ABD Yale Üniversitesi Beinecke Kütüphanesi’ne emanet etmekti. Yazmaları politik girdaptan korumak için Beinecke Kütüphanesi’ni seçmiştim. Bu işi yürütmek için dostum ve Gombrowicz’ten bana kalan akıl hocam Wojcieh Karpiński’den ricada bulundum. Kronos’u Beinecke’ye vermekten bağımsız olarak, dünyanın her yerinde yayınevlerine verebilirdim. İstediğim bir anda da Polonya’da bastırabilirdim.

2004’ün Mart ayında Gombrowicz’in yüzüncü doğum yılı münasebetiyle, Edebiyat Yayınevi ve Jagiellon Üniversitesi tarafından düzenlenen kutlamalar için Kraków’a gittim. Kendisi için arzuladığı tarzda toplantılar yapıldı: Eğlenceli, fantastik, ciddi, aynı zamanda da havai. Tam da o sırada Polonya üzerinde Avrupa’dan gelen rüzgârlar esiyordu. Ona sıcak bir saygıyla yaklaşan Polonya gençliği, yalnızca özgür değil, aynı zamanda Avrupalı da olan yeni bir Polonyalı kuşak yaratmıştı. Bu el yazmalarının yerinin, tıpkı Chopin’in yüreği gibi, Polonya olduğunu düşündüm. Burası onun ülkesi, her şeyden önce de eserlerini yarattığı kendi diliydi.

Yüzüncü doğum yıldönümü Polonya’da Gombrowicz’in eserleriyle canlandı, yeni düzeltmelerle Günlük’ün tamamı ve iki cilt halinde mektuplar basıldı. El yazısı metinler üzerinde esas inceleme çalışmaları başlatıldı. Yurtdışında, Çin, Kore gibi tanınmadığı ülkelerde de çevrilmeye başlandı. İspanyol, Amerikalı ve Norveçli yayıncılar Günlük’ü tek bir ciltte yayımladılar. Politik veya başka nedenlerle Kronos’un iç edilmesine veya biçiminin bozulmasına karşı korumak benim takıntım olmuştu. Her şeyden önce bunun, Gombrowicz’e, yaratıcılığı içinde doğal ve sakin bir yer bulmak için hizmet etmesini istiyordum.

Gereksiz skandallar olmadan hem de. Doğru zamanı bekliyordum. İnternet ve küreselleşme, algının hızlıca değişmesini sağladı. Bu beklenen zamanın artık geldiğini düşündüm. Kronos’u tanımak, Trans-Atlantik ve Günlük’ün yayımlama çalışmaları sırasında da gerekli olacaktı. Bu hazırlığa dahil olmam lazımdı, dahası kendi çalışmalarımla da sonuca hizmet etmek istiyordum. Bu sırada, yazmaların, Polonya’ya ya da Bienecke Kütüphanesi’ne gitmesinden bağımsız olarak şu sorular ortaya çıkıyordu: Acaba şimdi tüm metin benim danışmanlığımda yayınlanmalı mıydı, yoksa Vence’taki özel hayatımızı ilgilendiren son yıllarımızın ortaya dökülmesi için benim ölmüş olmam mı beklenmeliydi? Bir tarih vermeli miydim? Çok özel bölümleri, boş bırakıldığını belirterek atlamalı mıydım? Kararsız kalmıştım ama bu çıkış komünist döneme özgü karanlık sansür yıllarını hatırlatıyordu bana. Bu çözümlerden birini seçseydim (buna hakkım vardı) Gombrowicz’in yaşamı anlatılmadan kalacaktı. Kronos, benim için o kadar çıplaktı ki, bunun toplumsallaştırılmasına razı olmak istemiyordum. Çalışma nesnesi olmak da istemiyordum. Hayatımızı sadece olaylara ve ruh hallerine indirgemeyi de kötü algılıyordum. Eğlencelerimiz, maceralarımız nereye kaybolmuştu? Onun şair bakışı neredeydi? Onları doğru bir ışık altında gösterecek pek çok tanığın var olduğunu da biliyordum. Kendi doğrularımı da betimleyebilirdim. Onun çalışmalarının merkezinde bulunduğumu da anlamıştım. İster istemez yazarın yaşamının ve edebiyat tarihinin bir parçası olmuştum. Yaşamım sırasında veya daha sonra olmasından bağımsız olarak onun sözlerinin bir taşa kazınmış gibi kalacağını da anlamıştım. Öyleyse şimdi olabildiğince açıklamak en iyisiydi. Dostlara danıştım, bir mesafe almaya çalıştım. Okurları düşündüm. Kendi kendimle savaştıktan sonra, her şeyi yayımlamaya karar verdim.

Kronos varoluşunun çerçevesi için inatçı bir arayıştır. Gombrowicz, geçmişini keşfetmek için, yapabildiği kadar belleğine uzanmıştı. Günlük’ü yazma sırasında yardımcı olması için kendi hakkında bilgi arıyordu. Kendisine böyle davranması beni çok etkilemişti. Tıpkı yaşamda olduğu gibi: Mesafe ve tarafsızlıkla. Orada, kendini gerçeklerle, yalnızca gerçeklerle sınırlamak için olan arzusunu ve disiplinini bulmuştum. Hiç süslemeden sadece gerçeğe yakın olmak istemişti. Kendini disipline etti, kontrol altına aldı. Ne kendisi ne de başkası hakkında yalan söyledi. Dürüsttü. Geçmişi aynen bana anlattığı ve onun hakkında kitap hazırlarken bulduklarım gibiydi.

Ancak Kronos Gombrowicz’in hayatında bazı kişilerin oynadığı rol hakkında tam olarak fikir vermeyen ve sadece kişisel referans noktalarından oluşan bir derleme olarak kabul edilmelidir. Kronos, eserlerinde varoluş derecesinde önemli olan cinselliğinin muğlaklığını da ortadan kaldırmıştı. Çocukluğundaki çiftçilerin “yakın koruması”, gençliğinin “servis merdiveninde” aynı zamanda “çıplak ayaklı” anonim gençlikle ortak paydada buluşan biseksüelliğini daha iyi anlamaya izin verir. Erotik olmayan bir felsefeye inanmadığını yazabildiği de bu biçimde anlaşılır. Gençliğe eğilimi, Ferdydurke adamı üzerindeki düşünce biçiminin çıkış noktası olmuştur. Savaş yıllarında aşırı yoksulluk çeken Witold, bana Eyüp’ü hatırlatır. Gombrowicz’in gücü, hem tutkularında hem de zaaflarında olmak üzere, onun tüm insanlığında ortaya çıkmıştır.

Paris, 31 Ocak 2013

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Yazarın Diğer Kitapları

  1. Günlük 1953-1958 – 1. Cilt ~ Witold GombrowiczGünlük 1953-1958 – 1. Cilt

    Günlük 1953-1958 – 1. Cilt

    Witold Gombrowicz

    “Her şeye karşın kimseye benzememeyi yeğliyorum. Bu düşünce sanat öğelerinden birisi olsa, ‘aşk kutsaldır’ ya da ‘yaşam güzeldir’ gibi en sıradan düşünceden göz alıcı...

  2. Altı Saat On Beş Dakikada Felsefe Dersleri ~ Witold GombrowiczAltı Saat On Beş Dakikada Felsefe Dersleri

    Altı Saat On Beş Dakikada Felsefe Dersleri

    Witold Gombrowicz

    “Altı Saat On Beş Dakikada Felsefe Dersleri” Leh edebiyatının aykırı ismi Witold Gombrowicz’in felsefeye karşı duyduğu traji-komik aşkın bir eseri. “Ferdydurke”, “Trans-Atlantik” ve “Pornografi”...

  3. Ferdydurke ~ Witold GombrowiczFerdydurke

    Ferdydurke

    Witold Gombrowicz

    Romanın başkarakteri, otuz yaşındaki Yujo kaderin bir cilvesiyle yeniden öğrenciliğe döner. Okuldayken ve okul dışında, kendisini baskı altında tutan normlardan ve teamüllerden kurtarıp özgürleştirebilecek...

Men-e-men Birazoku

Aynı Kategoriden

  1. Gezegen 8 ~ Charlotte Perkins GilmanGezegen 8

    Gezegen 8

    Charlotte Perkins Gilman

    Gezegen 8, 2007 Nobel Edebiyat Ödülü sahibi Doris Lessing’in, fantezi ve felsefeyi harmanlayan politik bilimkurgu başyapıtı “Argos’taki Kanopus Arşivleri” dizisinin dördüncü cildi. Lessing’in, Antarktika’nın...

  2. Ölüm Can Düşmanım ~ Elias CanettiÖlüm Can Düşmanım

    Ölüm Can Düşmanım

    Elias Canetti

    Nobel Ödüllü Elias Canetti’nin yaşadığı ağır bir ruhsal sarsıntı neticesinde doğan Ölüm Can Düşmanım, dünyayı değiştirmeyi amaçlayan güçlü bir istenç, bir yaşam projesidir. Canilerde, diktatörlerde,...

  3. Timbuktu ~ Paul AusterTimbuktu

    Timbuktu

    Paul Auster

    “İşte ben bunun hayalini kurdum Kemik Bey. Dünyayı daha iyi bir yer haline getirmenin hayalini. Ruhun kasvetli, karanlık kuytularına biraz olsun güzellik katmak istedim....

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur