Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Kraliçe Loana’nın Gizemli Alevi
Kraliçe Loana’nın Gizemli Alevi

Kraliçe Loana’nın Gizemli Alevi

Umberto Eco

“‘Hayatınla ilgili bir şeyler yaz’ dedi Paola. ‘Yirmi yaşındayken neler yapıyordun?’ Şöyle yazdım: ‘Yirmi yaşındaydım. Kimsenin, bu yaşın en güzel yaş olduğunu söylemesine izin…

“‘Hayatınla ilgili bir şeyler yaz’ dedi Paola. ‘Yirmi yaşındayken neler yapıyordun?’ Şöyle yazdım: ‘Yirmi yaşındaydım. Kimsenin, bu yaşın en güzel yaş olduğunu söylemesine izin vermem.’ Doktor, komadan çıktığımda aklıma ilk gelen şeyin ne olduğunu sordu. Şöyle yazdım: ‘Gregor Samsa bir sabah uyandığında kendini yatakta kocaman bir hamamböceğine dönüşmüş olarak bulur.’”

“Kraliçe Loana’nın Gizemli Alevi, geçmişi arayışın romanı. Bir romanın sınırlarını aşan, büyüleyici bir deneme. Gölgelerin doldurduğu, Don Bosco’nun
ve Lili Marlen’in sesiyle canlanan bir sahne, bir Broadway sahnesi. Savaş
sonrası belleğine kaygı dolu, sürükleyici bir yolculuk.”
Gazetta di Parma

“Kraliçe Loana’nın Gizemli Alevi, bir yaşamöyküsü değil, bir kuşağın anılarından oluşmuş bir kitap. Masallarla, yazınsal alıntılarla ve halk şarkılarının sözleriyle harmanlanmış bir öykü. Miki Fare, Mandrake, Mussolini ve göğüsleri çıplak Josephine Baker… İkinci Dünya Savaşı yılları İtalyası’yla ilgili her şey.”
La Stampa

İçindekiler
Kaza . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 9
1 Ayların en acımasızı . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 11
2 Yaprakların hışırtısı . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 35
3 Belki birileri seni solduracak . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 51
4 Şehirde dolaşıyorum tek başıma . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 69
Kâğıttan bir hafıza . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 83
5 Klarabel’in Hazinesi . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 85
6 Nuovissimo Melzi . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 93
7 Bir tavan arasında sekiz gün . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 119
8 Radyo . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .160
9 Ama Pippo bilmiyor . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 178
10 Simyacının kulesi . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 211
11 Orada, Capocabana’da . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 225
12 Şimdi düzelecek . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 254
13 Solgun küçükhanım . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 268
14 Üç Gül Oteli . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 290
Οι νοστοι . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 295
15 Sonunda geri döndün, arkadaşım sisli hava . . . . . . . . . 297
16 Rüzgâr uğulduyor . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 319
17 Tedbirli Genç . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 370
18 Güzelsin güneş gibi . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 395
Alıntıların ve resimlerin kaynakçası . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 437

Ka­za

1
Ay­la­rın en acı­ma­sı­zı

“Adı­nız ne pe­ki?”

“Bir da­ki­ka, di­li­min ucun­da.”

Her ­şey böy­le baş­la­dı.

San­ki de­rin bir uy­ku­dan uyan­mış­tım, ama hâ­lâ sü­tüm­sü bir gri­lik­te sal­la­nı­yor­dum. Ya da he­nüz uyan­ma­mış, rü­ya gö­rü­yordum. Tu­haf bir rü­yay­dı, gö­rün­tü­yok, ama ses var­dı. San­ki gö­züm gör­mü­yor da, ne­ler gör­mem ge­re­k­ti­ği­ni söy­le­yen ses­ler du­yu­yordum. Ve bu ses­ler ba­na, ka­nal­lar bo­yun­ca man­za­ra­yı bo­zan duman­lar dı­şın­da he­nüz hiç­bir şey gör­me­di­ği­mi söy­lü­yor­lar­dı. Brug­ge, de­miş­tim ken­di­me, Brug­ge’dey­dim, hiç ölü kent Brugge’ye git­miş miy­dim? Sisin düşsel bir buhur gibi kuleler arasında dalgalandığı yer mi? Sisin kenarları aşınmış bir duvar halısı gibi binaların cephelerinden sarktığı, krizantemler açmış bir mezar gibi gri ve hüzünlü bir kent… Ruhum lambaların değişken sisine dalmak için tramvay camlarını siliyordu. Sis, el değmemiş kız kardeşim benim… Kalın, donuk, gürültüleri saran ve şekilsiz hayaletler yaratan bir sis… So­nun­da dip­siz bir uçu­ru­mun ke­na­rı­na ge­li­yor, de­va­sa bir si­lu­et gö­rü­yor­dum, ke­fe­ne sa­rı­lı, yü­zü le­ke­siz kar be­ya­zı. Adım Arthur Gordon Pym. Sisi çiğniyordum. Hayaletler yanımdan geçiyor, kayboluyorlardı. Uzaklarda gaz lambaları, bir mezarlıktaki işe yaramayan ateşler gibi ışıldıyordu… Biri sessizce yanımda yürüyor, sanki ayakları çıplak, ökçesiz, ayakkabısız, sandaletsiz yürüyor, bir sis tabakası yanağı­ mı yalıyor, bir sarhoş sürüsü ileride, feribotun içinde bağırıyor. Fe­ri­bot mu? Bu­nu söy­le­yen ben de­ği­lim, ses­ler.

Sis küçük kedi pençeleriyle geliyor… Sanki yavaş yavaş dünyayı ele geçiren bir sis vardı. Yi­ne de ara sı­ra göz­le­ri­mi açar gi­bi olu­yor ve pa­rıl­tı­lar gö­rü­yordum. Ses­ler du­yu­yor­dum: “Tam ko­ma­da de­ne­mez, Ha­nı­me­fendi… Ha­yır, an­se­fa­log­ra­fi­ye bak­ma­yın, lüt­fen… Tep­ki ve­ri­yor…” Bi­ri, gö­zü­me bir ışık tu­tu­yor­du, ama ışık­tan son­ra ye­ni­den karan­lık olu­yor­du. Bir yer­le­ri­me bir iğ­ne bat­tı­ğı­nı his­se­di­yor­dum. “Gör­dü­nüz mü ha­re­ket var…” Maigret öyle yoğun bir sise dalar ki bastığı yeri bile göremez… Sis insan şekilleriyle kaynaşır, yoğun ve gizemli bir yaşamla dolar. Ma­ig­ret mi? Ba­sit, sev­gi­li Wat­son, şu on kü­çük zenci, Bas­ker­vil­le’le­rin kö­pe­ği sis­te kay­bo­lu­yor. Gri duman perdesi grimsi tonlarını yavaş yavaş yitiriyordu. Suyun sıcaklığı çok artmış, sütümsü renk hiç olmadığı kadar yoğun bir hal almıştı… Sonra bir çavlanda, bizi yutmak için iyice açılmış kocaman bir uçuruma doğru sürüklenmiştik. Çev­rem­de ko­nu­şan in­san­la­rı du­yu­yor­dum, ba­ğır­mak, on­la­ra ora­da ol­du­ğu­mu söy­le­mek is­ti­yor­dum. Sü­rek­li bir uğul­tu var­dı, kes­kin diş­li, işe ya­ra­maz ma­ki­ne­ler ta­ra­fın­dan yu­tu­lu­yor­dum san­ki. Ce­za sö­mür­ge­sin­de­yim. Ba­şım­da bir ağır­lık his­se­di­yordum, san­ki de­mir bir mas­ke ge­çir­miş­ler­di ka­fa­ma. Ma­vi ışık­lar gö­rür gi­biy­dim. “Göz­be­be­ği çap­la­rın­da asi­met­ri var.” Bö­lük pör­çük dü­şün­ce­ler var­dı ka­fam­da, bel­li ki uya­nı­yordum, ama ha­re­ket ede­mi­yor­dum. Ah bir uyan­sam. Yi­ne mi uyudum? Sa­at­ler, gün­ler, yüz­yıl­lar? Yi­ne sis bas­mış­tı, si­sin için­de ses­ler, si­sin üze­rin­de ses­ler. Seltsam im Nebel zu wandern! Han­gi dil bu? De­niz­de yü­zer gi­biydim, kum­sa­la ya­kın­dım, ama bir tür­lü ula­şa­mı­yor­dum ora­ya. Kim­se be­ni gör­mü­yor ve gel­git be­ni uza­ğa atı­yor­du. Lüt­fen, bir şey­ler söy­le­yin ba­na, lüt­fen do­ku­nun ba­na. Al­nımda bir el his­set­tim. Çok şü­kür. Baş­ka bir ses: “Ha­nı­me­fen­di ki­mi has­ta­lar var­dır an­sı­zın uya­nıp el­le­ri­ni kol­la­rı­nı sal­la­ya sal­la­ya çıkar gi­der­ler.”

Bi­ri ya­nıp sö­nen bir ışık­la ve bir di­ya­pa­zo­nun tit­re­şi­miy­le be­ni ra­hat­sız edi­yor­du, san­ki bur­nu­mun di­bi­ne ön­ce bir har­dal ka­bı, son­ra da sar­mı­sak uzat­mış­lar­dı. Toprakta mantar kokusu var. Baş­ka ses­ler de var, ama bun­lar içim­den ge­li­yor: Buharlı bir lokomotifin uzun iniltileri, sisin içinde tek sıra halinde San Michele in Bosco’ya giden belli belirsiz papazlar. Gökyüzü kül rengi. Irmağın yukarısında sis, aşağısında sis, kibritçi kızın ellerini ısıran sis. Köpekler Adası’nın köprüsünden geçenler sisli göğe bakıyor, koyu renkli sisin altında asılı duran bir hava balonundaymış gibi sisin içine dalmışlar, ölümün bu kadar çok tahrip ettiğini bilmezdim. İstasyon ve kurum kokusu. Ya­ni­den de­rin bir uy­ku­ya dal­dım bel­ki de. Son­ra bir ay­dın­lık, bir bardak su ve anis içindeyim sanki… O kar­şım­day­dı, bir göl­ge gi­bi gör­sem de kar­şım­day­dı. İç­ki­yi fazla ka­çır­mış gi­bi ka­fam kar­ma­ka­rı­şık­tı. Güç­lük­le bir­ şey­ler mı­rıldan­dı­ğı­mı sa­nı­yo­rum, ilk kez o an­da ko­nuş­ma­ya baş­la­mış­tım sanki: “Posco reposco flagito son­suz ge­le­ce­ğe mi ege­men­ler? Cujus regio ejus religio… Aus­burg Ba­rı­şı mı, Prag’da pen­ce­re­den at­ma ola­yı mı?” son­ra: “Gü­neş oto­yo­lu­nun Apen­nin­ler mev­ki­in­de, Ronco­bi­lac­cio ve Bar­be­ri­no del Mu­gel­lo ara­sın­da da sis var…” An­la­yış­la gü­lüm­se­di ba­na: “Şim­di iyi­ce göz­le­ri­ni­zi açıp çev­reni­ze bak­ma­yı de­ne­yin. Ne­re­de ol­du­ğu­mu­zu an­la­dı­nız mı?” Ar­tık onu da­ha iyi gö­rü­yor­dum, üze­rin­de göm­lek –na­sıl de­nir– doktor gömleği var­dı. Göz­le­ri­mi çe­vir­dim, ba­şı­mı da oy­na­ta­bi­li­yor­dum: Oda sa­de ve te­miz­di, bir­kaç kü­çük me­tal eş­ya var­dı, açık renk­ler Kul­la­nıl­mış­tı, ya­tak­tay­dım, ko­lu­ma da bir ka­nül ta­kıl­mış­tı. Pence­re­den, inik stor­la­rın ara­sın­dan içe­ri gü­neş sı­zı­yor­du, bahar havada ışıl ışıl, toprakta cıvıl cıvıl. “Bir… has­ta­ne­de­yiz ve siz… siz de dok­tor­su­nuz. Has­ta mıy­dım?” “Has­tay­dı­nız, evet, son­ra an­la­tı­rım. Ama ar­tık bi­lin­ci­niz ye­ri­ne gel­di. Ha­gay­ret. Ben Dok­tor Gra­ta­ro­lo. Ba­ğış­la­yın, ama si­ze birkaç so­ru sor­mam ge­rek. Kaç par­ma­ğı­mı gös­te­ri­yo­rum si­ze?”

“Bir el o, on­lar da par­mak. Dört. Dört de­ğil mi?” “El­bet­te. Pe­ki al­tı ke­re al­tı kaç eder?” “Otu­z al­tı, el­bet­te.” Dü­şün­ce­ler ka­fam­da yan­kı­la­nı­yor­du, ama her şey ne­re­dey­se ken­di­li­ğin­den ak­lı­ma ge­li­yor­du. “Hi­po­te­nü­sün ka­re­si, ka­re­le­rin… di­ğer iki ke­na­rın top­la­mı­na eşit­tir.” “Teb­rik­ler. Pi­ta­go­ras te­ore­mi ol­ma­lı bu, ama li­se­dey­ken ma­tema­ti­ğim al­tıy­dı…” “Si­sam­lı Pi­ta­go­ra­s. Euk­le­ides öğe­le­ri. As­la bir­leş­me­yen pa­relel­le­rin ça­re­siz yal­nız­lı­ğı.” “Ha­fı­za­nız çok iyi du­rum­da gö­rü­nü­yor. Sor­ma­yı unut­tum, adınız ne pe­ki? İş­te o nok­ta­da du­rak­sa­dım. Ama di­li­min ucun­day­dı. Bir sa­ni­ye son­ra apa­çık bir bi­çim­de ce­vap ver­dim. “Adım Art­hur Gor­don Pym.” “O si­zin adı­nız de­ğil.” El­bet­te Art­hur Gor­don Pym bir baş­ka­sıy­dı. O bir da­ha as­la geri gel­me­di. Dok­tor­la uz­laş­ma­ya ça­lış­tım. “Ba­na… İs­ma­il de­se­niz?” “Ha­yır, si­zin adı­nız İs­ma­il de­ğil. Bi­raz gay­ret edin.” Bir söz­cük. Bir du­va­ra çarp­mak gi­bi. Euk­le­ides ya da İs­ma­il de­mek ko­la­yı­ma ge­li­yor­du, por­ta­ka­lı soy­dum ba­şu­cu­ma koydum, der gi­bi. Kim ol­du­ğu­mu söy­le­mek ge­ri­ye dö­nüp du­var­la kar­şı­laş­mak­la eş­de­ğer­di. Yok, bir du­var de­ğil, an­lat­ma­ya ça­lı­şıyor­dum: “So­mut bir şey his­set­mi­yo­rum, sis­te iler­ler gi­bi­yim.” “O na­sıl­dır, ya­ni sis?” di­ye sor­du. “Sis sivri tepelerde çiseleyerek yükseliyor ve deniz kuzeybatı rüzgârının altında beyazlaşıp çığlıklar atıyor… Sa­hi sis nasıl­dır?” “Zor du­rum­da bı­rak­ma­yın be­ni, sa­de­ce bir he­ki­mim ben. Üs­telik ni­san ayın­da­yız, onu si­ze gös­te­re­mem de. Bu­gün 25 Ni­san.” “Nisan ayların en acımasızıdır.” “Faz­la kül­tür­lü de­ği­lim, ama bu bir alın­tı sa­nı­rım. Bu­gün Özgür­lük Bay­ra­mı da di­ye­bi­lir­di­niz. Han­gi yıl­da ol­du­ğu­mu­zu bi­li­yor mu­su­nuz?”

“Ame­ri­ka’nın keş­fin­den son­ra ol­du­ğun­dan emi­nim…” “Bir ta­rih… uya­nı­şı­nı­zın ön­ce­si­ne ait her­han­gi bir ta­rih ha­tır­lamı­yor mu­su­nuz?” “Her­han­gi bir ta­rih mi? Bin do­kuz yüz kırk beş, İkin­ci Dün­ya Sa­va­şı­’nın so­na eri­şi.” “Bu ye­ter­li de­ğil. Ha­yır, bu­gün 25 Ni­san 1991. Ya­nıl­mı­yor­sam siz 1931 yı­lı­nın so­nun­da doğ­muş­su­nuz, onun için de alt­mış ya­şına gir­mek üze­re­si­niz.” “El­li do­kuz bu­çuk bi­le de­ğil.” “He­sap ye­te­ne­ği­niz mü­kem­mel. Ba­kın, ba­şı­nı­za, na­sıl de­sem, bir ka­za gel­di. Ama kur­tul­du­nuz, geç­miş ol­sun. Ama tam ola­rak iyi­leş­me­di­niz he­nüz. Kü­çük bir am­ne­zi söz ko­nu­su. Me­rak et­meyin, ba­zen kı­sa za­man­da ge­çi­yor. Bir­kaç so­ru­ya da­ha ce­vap verme­ni­zi ri­ca ede­ce­ğim. Ev­li mi­si­niz?” “Bu­nu ba­na siz söy­le­yin.” “Evet, ev­li­si­niz, Pa­ola adın­da çok se­vim­li bir ha­nım­la, ge­ce gün­düz ya­nı­nız­dan ay­rıl­ma­dı, ama dün ak­şam zor­la eve yol­la­dım onu, git­me­sey­di da­ya­na­maz­dı. Uyan­dı­ğı­nı­za gö­re onu ça­ğı­ra­bi­lirim, ama ön­ce onu bu­na ha­zır­la­mam ge­re­kir, bu ara­da baş­ka kont­rol­ler de yap­ma­mız ge­rek.” “Pe­ki ya onu bir şap­ka­ya ben­ze­tir­sem?” “Ne de­di­niz?” “Ka­rı­sı­nı şap­ka sa­nan bir adam var.” “Ah, Sacks’ın ki­ta­bı. Ün­lü bir olay. Ba­kı­yo­rum bil­gi­li bir okursu­nuz. Ama si­zin du­ru­mu­nuz fark­lı, yok­sa be­ni çok­tan so­ba sanmış­tı­nız. Ra­hat olun, onu ta­nı­ma­sa­nız da bir şap­ka­ya ben­zet­meye­cek­si­niz. Ge­le­lim si­ze. Adı­nız Gi­am­bat­tis­ta Bo­do­ni. Bu ad si­ze bir şey­ler ha­tır­lat­mı­yor mu?” Şim­di ha­fı­zam dağ­la­rın ve va­di­ler­in ara­sın­da, uç­suz bu­cak­sız ufuk­ta bir pla­nör gi­bi uçu­yor­du. “Gi­am­bat­tis­ta Bo­do­ni ün­lü bir mat­ba­acıy­dı. Ama ben o de­ği­lim, bun­dan emi­nim. Ben Na­po­lyon da ola­bi­li­rim, Bo­do­ni ol­mak­la ay­nı şey.” “Ne­den Na­po­lyon de­di­niz?” “Çün­kü Bo­do­ni, aşa­ğı yu­ka­rı Na­po­lyon dö­ne­min­den­di, Na­polyon Bo­na­par­te, Kor­si­ka’da doğ­du, bi­rin­ci kon­sül, Jo­sép­hi­ne’le ev­len­di, im­pa­ra­tor ol­du, Av­ru­pa’nın ya­rı­sı­nı fet­het­ti, Wa­ter­loo’da ye­nil­di, 5 Ma­yıs 1821’de Sa­int He­le­na’da öl­dü, hareketsiz olduğundan.” “Ya­nı­nı­za bir an­sik­lo­pe­diy­le gel­mem ge­re­ki­yor, an­la­dı­ğım kada­rıy­la çok şey ha­tır­lı­yor­su­nuz, ama kim ol­du­ğu­nu­zu ha­tır­la­mıyor­su­nuz.” “Teh­li­ke­li bir şey mi?” “Doğ­ru­su­nu söy­le­mek ge­re­kir­se, gü­zel bir şey de­ğil. Ama böyle bir şey ilk si­zin ba­şı­nı­za gel­mi­yor, hal­le­de­ce­ğiz.” Sağ eli­mi kal­dı­rıp bur­nu­ma do­kun­ma­mı is­te­di. Sa­ğın ve bu­runun ne ol­du­ğu­nu çok iyi bi­li­yor­dum. Do­kun­dum. Ama his­set­tiğim duy­gu çok ye­niy­di. Bu­r­na do­kun­mak işa­ret­par­ma­ğı­nın ucunda bir gö­ze sa­hip ol­mak ve ken­di yü­zü­ne bak­mak gi­bi. Bir burnum var. Gra­ta­ro­lo çe­ki­ce ben­zer kü­çük bir alet­le di­zi­me, ba­cağı­mın ba­zı yer­le­ri­ne ve ayak­la­rı­ma vur­du. Dok­tor­lar ref­leks­le­ri öl­çer. Ref­leks­ler gö­rül­dü­ğü ka­da­rıy­la ye­rin­dey­di. So­nun­da bit­kin düş­müş­tüm, uyu­ya­kal­mı­şım. Bir yer­de uyan­dım ve bir uzay ­ge­mi­si ka­bi­ni­ne ben­zet­ti­ğim bir yer­de ol­du­ğu­mu söy­le­dim, şu film­ler­de gör­dük­le­ri­miz­den (han­gi fi­lm­ler­de, di­ye sor­du Gra­ta­ro­lo, ge­nel­de hep­sin­de, di­ye ce­vap ver­dim, son­ra Uzay Yolu’nu söy­le­dim). Ha­ya­tım­da as­la gör­me­diğim ma­ki­ne­ler­le an­la­ma­dı­ğım bir­ şey­ler yap­tı­lar ba­na. Ka­fa­mın içi­ne bak­tık­la­rı­nı sa­nı­yo­rum, ken­di­mi ha­fif uğul­tu­la­rın nin­ni­si­ne bı­rak­mış, hiç se­si­mi çı­kar­ma­dan du­ru­yor­dum, ara­da bir de ye­niden uy­ku­ya da­lı­yor­dum.

Da­ha geç va­kit (yok­sa er­te­si gün müy­dü?) Gra­ta­ro­lo ye­ni­den ya­nı­ma gel­di­ğin­de ya­ta­ğı in­ce­li­yor­dum. İn­ce, yu­mu­şak, do­ku­nuşu hoş çar­şaf­la­rı yok­lu­yor­dum; ör­tü o ka­dar yu­mu­şak de­ğil­di, bi­raz ba­tı­yor­du; dö­nüp eli­mi yas­tı­ğa vu­ru­yor­dum, içi­ne gö­mülme­si ho­şu­ma gi­di­yor­du. Şak şak vu­rup çok eğ­le­ni­yor­dum. Grata­ro­lo ya­tak­tan kal­ka­bi­le­cek mi­yim yoksa kal­ka­ma­ya­ca­k mı­yım öğ­ren­mek is­te­di. Bir hem­şi­re­nin yar­dı­mıy­la kalk­tım, ba­şım dönü­yor ol­sa da ayak­ta du­ru­yor­dum. Ayak­la­rı­mın ye­re değ­di­ği­ni his­se­di­yor, ba­şım dik du­ru­yor­dum. İş­te böy­le du­ru­lur ayak­ta.

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

  • Kategori(ler) Roman (Yabancı)
  • Kitap AdıKraliçe Loana'nın Gizemli Alevi
  • Sayfa Sayısı450
  • YazarUmberto Eco
  • ISBN9786050934199
  • Boyutlar, Kapak13,7x21 cm, Karton Kapak
  • YayıneviDoğan Kitap / 2016

Yazarın Diğer Kitapları

  1. Kitaplardan Kurtulabileceğinizi Sanmayın ~ Umberto Eco. Jean-Claude CarrièreKitaplardan Kurtulabileceğinizi Sanmayın

    Kitaplardan Kurtulabileceğinizi Sanmayın

    Umberto Eco. Jean-Claude Carrière

    Evinize ilk defa gelen, heybetli kütüphanenizi görüp de size, “Hepsini okudunuz mu?” diye sormaktan daha iyi bir şey bulamayan birine verilebilecek birçok cevap biliyorum....

  2. Tez Nasıl Yazılır? ~ Umberto EcoTez Nasıl Yazılır?

    Tez Nasıl Yazılır?

    Umberto Eco

    Mühim olan, yaptığımız işi keyifle yapmaktır. Eğer sizi ilgilendiren bir konu seçtiyseniz, eğer tezinize gerçekten kısa da olsa üzerinde yoğunlaşacağınız bir zaman ayırdıysanız (…)...

  3. İnanç ya da İnançsızlık/ Yüzleşme ~ Umberto Eco/ Kardinal Martiniİnanç ya da İnançsızlık/ Yüzleşme

    İnanç ya da İnançsızlık/ Yüzleşme

    Umberto Eco/ Kardinal Martini

    “Bence kimsenin, farklı itikatların kendi yandaşlarına yüklediği zorunlulukları yargılama hakkı yoktur. İslam dininin alkol tüketimini yasaklamasına itiraz edemem; eğer bu görüşe katılmıyorsam, Müslüman olmam....

Bebhome Kahve

Aynı Kategoriden

  1. Anna Karenina ~ Lev N. TolstoyAnna Karenina

    Anna Karenina

    Lev N. Tolstoy

    Tolstoy’un en önemli romanı olarak kabul gören Anna Karenina kesinlikle insanı paramparça eden, yürek yakan bir hikâye. Sevgisiz evliliğinin içinde tutsak olmuş Anna, akıl...

  2. Pastoral Senfoni ~ Andre GidePastoral Senfoni

    Pastoral Senfoni

    Andre Gide

    Zihnimizdeki hayaletlere ve canavarlara kulak asmadan yalnızca gerçek kötülüklerle yetinsek hayat ne kadar güzel, ıstırabımızsa ne kadar katlanılabilir olurdu. İsviçre Alpler’inde yaşayan bir papaz,...

  3. Altın Damla ~ Michel TournierAltın Damla

    Altın Damla

    Michel Tournier

    Daha önce Veda Yemeği, Cuma ve Çalı Horozu adlı kitaplarını yayımladığımız, Goncourt ödüllü Michel Tournier’nin son romanı Altın Damla‘yı sunuyoruz bu kez. Bu romanında...

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur