Sevgili Nazik Okur,
Bu, Bridgerton’dan Kraliçe Charlotte’ın hikâyesi.
Bu, bir tarih dersi değil.
Bu, gerçeklerden esinlenerek oluşturulmuş bir kurgu.
Yazarların kaleme almayı cüret ettiği davranışların
hepsi tamamen kasıtlıdır.
Tadını çıkarın.
Sevgili Nazik Okur, Yılın bu soğuk günleri, Kraliyet prensesinin üzücü ölüm haberiyle daha da soğuk bir hâle geldi. Sevgili Kralımız III. George ve Kraliçe Charlotte’ın torunu, doğum sırasında bebeğiyle birlikte hayatını kaybetti. Kraliyet prensesinin kaybıyla yüreklerimiz yas için de olsa da zihinlerimiz daha çok monarşinin geleceği adına endişeleniyor. Zira şimdi Kraliyet’in elinde önlemesi gereken bir kriz var. Üstelik Kraliçe Charlotte’ın sosyete ve izdivaç faaliyetlerini âdeta demir bir yumruk gibi yönetmesinin ardından bu krizi oldukça sinir bozucu bulacağını tahmin etmek hiç de zor değil. Bu yazar ve tüm İngiltere, Kraliçe Charlotte’ın çöpçatanlığa harcadığı enerjiyi nihayet kendi ailesine yöneltmesini umuyor. Zira kraliçenin on üç çocuğu olsa da hiçbirinin kraliyet soyunu devam ettirecek bir vârisi yok. En azından meşru olarak. Hâl böyleyken insan merak etmeden duramıyor: Kraliçenin iyi bir izdivacın nasıl olduğuna dair bilgisi laftan mı ibaretti?
Leydi Whistledown’ın Cemiyet Gazetesi,
10 Kasım 1817
Elli Altı Yıl Önce…
Charlotte
ESSEX, İNGİLTERE
LONDRA CADDESİ
…
8 EYLÜL 1761
Alman aristokrasisinin tüm üyeleri gibi Mecklenburg-Strelitz ailesinden Prenses Sophia Charlotte’ın da pek çok ismi var- dı. Sophia ismini, doğuştan bir kontes ve evlilik vasıtasıyla bir düşes olan büyükannesinden, yani Erbach Erbach ailesi- ne mensup Sophia Albertine’den alıyordu. Charlotte ismi ise Mecklenburg-Strelitz ailesinin ikinci oğlu olarak doğan ve ailenin başına geçemeden vefat eden babası Charles Louis Frederick’ten geliyordu. Mirasını oluşturan çok sayıda ve çeşitte, iki taraftan gelen arazileri ve mülklerini de unutmamak gerekirdi. Bunlardan ikisi elbette ki Mecklenburg-Strelitz ve Erbach-Erbach’tı ama aralarında aynı zamanda Saxe Hildburghausen, Schwarzburg-Sondershausen ve eğer daha geriye gitmek istenirse Waldeck-Eisenberg de bulunuyordu. Charlotte isimlerinin hepsini seviyor ve her biriyle gurur duyuyordu ancak en çok sevdiği Lottie’ydi. Lottie. İsimlerinin arasında en basit olanı buydu ancak bu ismi sevmesinin nedeni bu değildi. Ne de olsa zevkleri nadiren basit olurdu. Peruklarının uzun, elbiselerinin gösterişli olmasını severdi ve tanıdığı hiç kimsenin müziğin ya da sa- natın o karmaşık yapısını kendisi kadar şevkle takdir etmediğinden oldukça emindi.
O, basit bir varlık değildi. Hiç değildi. Ancak kendisine Lottie denilmesinden hoşlanıyordu. Bunu seviyordu çünkü bu ismi neredeyse hiç kimse kullanmıyordu. Ona Lottie demeniz için onu tanımanız gerekiyordu. Örneğin, ilk baharda en sevdiği tatlının ahududulu ve ka- yısılı turta, kışın ise elmalı strudel olduğunu bilmeliydiniz, oysa asıl gerçek şuydu ki meyveleri de tatlıları da çok sevi- yordu ve meyvelerden yapılan tatlılar kesinlikle favorisiydi.
Ona Lottie diyen insanlar aynı zamanda, küçük bir kızken evinin yanındaki gölde yüzmeyi (hava yeterince sıcak olduğunda, ki nadiren öyle oluyordu) sevdiğini de bilirlerdi. Ayrıca annesi (böylesi bir havailik için yaşının fazla büyük olduğunu söyleyerek) bunu yapmasını yasakladığında Charlotte’ın onunla üç hafta boyunca konuşmadığını da bilirlerdi. Aralarındaki barış, ancak Charlotte’ın ilgili tüm tarafların haklarını ve sorumluluklarını ana hatlarıyla şaşırtıcı derecede detaylandıran yasal bir belge hazırlamasıyla sağlanmıştı. Annesi Charlotte’ın savları hakkında hemen ikna olmasa da araya ağabeyi Adolphus girmişti. Charlotte’ın savını iyi bir şekilde öne sürdüğünü söylemişti. Mantığını ve zekâsını ortaya koymuştu ve kesinlikle bunun için ödüllendirilmesi gerekiyordu. Lottie takma ismini bulan da Adolphus’tu. Ve Charlotte’ın en sevdiği isminin bu olmasının gerçek nedeni de buydu. Bu isim ona en sevdiği ağabeyi tarafından verilmişti. Pardon, eski en sevdiği ağabeyi tarafından.
“Bir heykel gibi oturuyorsun,” dedi Adolphus, sanki Charlotte son üç haftayı kendisini bir yabancıyla evlendir- memesi için ona yalvarmakla geçirmemiş gibi gülümseyerek.Charlotte onu görmezden gelmek istedi. İkisinin de ha- yatlarının geri kalanında birbirlerine tek bir kelime bile etmemekten daha çok istediği bir şey yoktu ancak kendisi bile böylesi bir inatçılığın nafile oluşunun farkındaydı. Ve yine de İngiltere’nin güneydoğusunda bir at arabasının içindeydiler ve önlerinde oldukça uzun bir yol vardı. Charlotte sıkılmıştı, öfkeliydi ve bu hiçbir zaman iyi bir kombinasyon olmazdı.
“Heykeller sanat eserleridir,” dedi buz gibi bir sesle. “Sanat güzeldir.” Bu söylediği ağabeyini gülümsetmişti; lanet olsun onun gözlerine. “Sanat eserleri göze güzel görünür,” dedi bir şekilde eğlenerek. “Diğer yandan sen, göze gülünç görünüyorsun.” “Ne demek istiyorsun?” dedi Charlotte kısa keserek. Adolphus omuz silkti. “Altı saattir bir santim bile kıpırdamadın.” Ah. Ah. Bu konuyu açmamalıydı. Charlotte koyu renk gözlerini onu korkutması gereken bir hiddetle kardeşininkilere dikti. “Üzerimde Lyon ipeği var. Hem de Hint safirleriyle süslenmiş. Ki bunlar da iki yüz yıllık dantelin üzerine işlenmiş.” “Ve güzel görünüyorsun,” dedi Charlotte’ın dizine hafif- çe vurmak için elini uzatarak, ancak onun yüzündeki ifadeyi görünce elini geri çekti. Öldürücü bir ifadeydi. “Görünüşe göre fazla hareket, safirlerin danteli yırtmasına neden olabilirmiş.” Charlotte homurdanmıştı. Gerçek anlamda homurdanmıştı.
“Danteli yırtmamı mı istersin? İster misin?” Ağabeyinin cevap vermesini beklemedi. İkisi de bunu istemediğini biliyorlardı. “Bu da yetmezmiş gibi,” diye devam etti, “elbisenin üzerine geçirildiği altlık, balina kemiğinden özel olarak ısmarlandı.” “Balina kemiği mi?” “Evet. Balina kemiği, ağabeyciğim. Balinaların kemikleri. Ben böyle görünebileyim diye balinalar öldü.” Bunun üzerine Adolphus bir kahkaha patlattı. “Lottie…” “Yapma,” diye uyardı Charlotte. “Sakın umurundaymışım gibi bana Lottie deme.” “Haydi ama, Liebchen, umurumda olduğunu biliyorsun.” “Öyle mi? Çünkü umurundaymışım gibi hissetmiyorum.
Ödüllü bir dişi domuz gibi bağlanmış da bir kurban olarak sunağın üzerine konulmuş gibi hissediyorum.” “Charlotte…” Charlotte dişlerini sıktı. “Ağzıma elma da koyacak mısın?” “Charlotte, dur. Sen bir kral tarafından seçildin. Bu büyük bir onur.” “Bu…” dedi Charlotte sertçe. “Öfkeli olmamın nedeni de bu. Yalanlar. Yalan söylemeyi bırakmıyorsun.” Sonu gelmeyen yalanlara dayanamıyordu. Bu bir onur değildi. Ne olduğundan emin değildi ama kesinlikle bir onur değildi. Büyük Britanya ve İrlanda Kralı III. George birdenbire ortaya çıkmış (ya da daha doğrusu adamları ortaya çıkmıştı, kendisi gelmeye tenezzül etmemişti) ve açıklanamayacak bir şekilde Mecklenburg-Strelitz ailesinden Sophia Charlotte’ın bir sonraki kraliçesi olmasına karar vermişti. Mecklenburg-Strelitz. Mecklenburg-Strelitz’e kadar yolculuk etmişlerdi.
Charlotte tüm durgun gölleri ve yeşil çayırlarıyla memleketini seviyordu ancak Mecklenburg-Strelitz’in tüm Kutsal Roma İmparatorluğu dahilindeki en az önem taşıyan eyaletlerden biri olarak değerlendirildiğinin de gayet farkındaydı. Mesafeden bahsetmeye bile gerek yoktu. Kralın danış- manları, Mecklenburg-Strelitz’e ulaşmadan önce düzinelerce düşes ve prensesle birlikte düzinelerce düklük ve prensliğin yanından yelkenliyle geçmek zorunda kalmışlardı. “Sana yalan söylemiyorum Charlotte,” dedi Adolphus. “Gerçek bu. Sen seçildin.” Eğer Charlotte balina kemiğinden yapılmış korsesinin içinde hareket edebilseydi, doğruca ona bakabilmek için dönerdi. Ancak bunu yapamıyordu, o nedenle buz gibi bir bakış atmakla yetindi.
“Seçilmek ne kadar zor olabilir ki?” diye sordu. “Neye ihtiyaçları vardı sanki? Özel bir şeye de- ğil. Bir sürü bebek doğurabilecek biri. Okumayı bilen biri. Sosyal meziyetlere sahip biri. Kraliyet soyundan gelen biri. İstedikleri bu kadar işte.” “Bu hiçbir şey anlamına gelmiyor, Liebchen.” “Bu, büyük bir onur değil. Onlara başka birini seçmelerini söyleyebilirdin. Bunu isteyebilecek kadar aptal birini.” “Aptal birini istemediler. Seni istediler.” Tanrı aşkına, bu kadar duyarsız olamazdı. “Adolphus düşün,” diye yakardı. “Neden ben? İstediğini seçebilirdi. Herhangi birini. Ama kıtanın diğer ucundan benim için geldiler. Başka bir nedeni olmalı.” “Çünkü sen özelsin.” “Özel?” Bu naifliğin karşısında ağzı açık kaldı.
Hayır, öyle değildi. O kadar naif değildi, sanki etrafına örülen ihanet ağını fark edemeyecek kadar kör, aptal, kıt zekâlı bir çocukmuş gibi onu sakinleştirmeye çalışıyordu. “Ben onlar için bir yabancıyım,” dedi. “Onlar da bize yabancı. Benim bu kadar cahil olduğumu düşünüyor olamazsın. Beni, bir yabancıyı istemelerinin bir nedeni olmalı. Ve bu da iyi niyetli bir sebep olamaz. Bunun iyi niyetli bir neden olamayacağını biliyorum çünkü bana söylediğinden beri gözlerimin içine bakamıyorsun.” Adolphus’un tekrar konuşmaya başlaması bir dakikasını aldı. Konuştuğunda ise söylediği kelimeler faydasızdı.
“Bu güzel bir şey, Lottie. Mutlu olacaksın.” Charlotte, gözlerini dikip herkesten daha iyi tanıdığını düşündüğü bu adama baktı. Onun ağabeyiydi; dokuz yıl önce babalarının ölmesinden bu yana ailelerinin reisiydi. Onu korumak için yemin etmişti. Ona iyi ve değerli olduğu- nu söylemişti, Charlotte da ona inanmıştı. İşin aslını bilmesi gerekiyordu. O bir erkekti ve tüm er- kekler gibi o da kadınları, onların mutluluklarını düşünmeden Avrupa’ya yayılacak piyonlar olarak görüyordu. “Hiçbir şey bilmiyorsun,” dedi Charlotte kısık sesle. Adolphus hiçbir şey söylemedi. “Sanki bunu bilebilirmişsin gibi mutlu olacağımı beyan ediyorsun. Sanki sadece kelimelerin bunun olmasını sağlayabilirmiş gibi. Bir kere bile bana ne istediğimi sordun mu? Hayır, sormadın.” Adolphus rahatsız olmuş bir şekilde oflayarak nefesini verdi. Charlotte onun sabrını zorluyordu, bunu görmek kolaydı. Ancak hiçbir şey Charlotte’ın umurunda değildi, öfkesi onu pervasız kılıyordu. “Arabayı geri döndür,” diye belirtti. “Bunu yapmayaca- ğım.” Adolphus’un yüzü sertleşti. “Nişan sözleşmesini imzaladım. Bal gibi de yapıyorsun.”
“Hayır.”
“Evet.”
“Ağabey.” Ona sevimsiz derecede tatlı bir gülümsemeyle
baktı. “Arabayı döndür, yoksa zıplayacağım. Eğer zıplarsam
ne olacağını görmek ister misin?”
“Eminim bana söylersin.” “En iyi ve en pahalı balina kemiğinden yapılan korsem, aslında oldukça hassastır. Ayrıca çok ama çok keskindir. Ve elbette ki ben modayı yakından takip ettiğim için bu korse çok sıkı.” Charlotte ne demek istediğini anlatmak istercesine parmağıyla beline vurdu ancak şakası aleyhine döndü. Göğüs kafesindeki hissiyatı o kadar kaybetmişti ki âdeta bir duvara vuruyor gibiydi. “Gevşetelim mi?” diye önerdi Adolphus. “Hayır, gevşetmeyelim,” dedi Charlotte tıslar gibi. “Ora- ya kendimi sunmak için gidiyorum ki bu da bu korkunç şeyin içinde olmam gerektiği anlamına geliyor. Ve eğer gözüne gülünç gelen bir heykel gibi görünüyorsam, bu hareket edemediğim içindir. Aslında hayır, hareket etmeye cüret edemiyorum. Elbisem o kadar şık ki eğer fazla kıpırdarsam iç çamaşırlarım tarafından bıçaklanarak ölebilirim.” Adolphus gözlerini kırptı. “Hanımefendi olmak ne kadar da keyifli, değil mi?” diye homurdandı.
“Üzgünsün.” Charlotte onu öldürmek istiyordu. “Charlotte…” “Aslında düşünmedim değil,” dedi. “Hareket etmeyi yani. İç çamaşırlarım tarafından öldürülmeyi. Göremediğimi itiraf etmem gerekse de burada bir ironi olmalı. Mizah, evet. İroni… emin değilim.” “Charlotte, ciddiyim, dur.”
Ancak Charlotte duramıyordu. Zihni tutuşmuştu. Öfkelenmekte haklıydı, korkuyordu ve gittikleri her kilometrede bilmediği bir geleceğe doğru kuvvetle savruluyordu. Ne olduğunu biliyordu ama nedenini bilmiyordu ve bu durum kendisini aptal ve küçük hissetmesine neden oluyordu. “Daha ne kadar gideceğiz, bir saat mi?” diye devam etti.
“Yeterince azimle hareket edersem, Londra’ya ulaşmadan kesinlikle kan kaybından öleceğime inanıyorum.” Adolphus inlemesini bastırıyormuş gibi görünüyordu. “Dediğim gibi üzgünsün. Duygusalsın. Anlıyorum…” “Anlıyor musun? Sahiden mi? Bunu gerçekten duymak isterim. Çünkü ne üzgünüm ne de duygusal. Kızgınım ve nefes alamıyorum. İkisi de senin yüzünden, ağabey.” Adolphus kollarını göğsünün üzerinde kavuşturdu. “Bunu yapmam lazım,” diye uyardı Charlotte. “Zıplaya- rak bu saçma korsenin bedenimi delip kan kaybından ölmeme sebep olmasına izin vermeliyim.” “Charlotte!” Bunun üzerine Charlotte nihayet ağzını kapattı. Adolphus nadiren onunla bu tonda konuşurdu. Aslında hiç bu tonda konuşup konuşmadığından emin bile değildi.
Gözlerinin önünde, güler yüzlü ağabeyi yok olup onun yerini acımasız ve güçlü Mecklenburg-Strelitz Dükü almıştı. Bu endişelendirici bir şeydi. Sinir bozucu bir şey. Ve hâlâ kalbinin derinliklerinde var olan kızın ağlamasına neden ol- muştu. “Annemiz ve babamız öldükten sonra sana daha sert davranmam gerektiğini biliyordum,” dedi Adolphus. “Senin çok fazla okumana izin verdim; her hevesini, her saçmalığını hoş gördüm. Bu yüzden fazlasıyla dik kafalı ve yanlış karar- lar verme hakkına sahip olduğunu düşünmene sebep oldum. Artık bitti. Kararları ben veriyorum. Bu iş olacak.” “Neden sadece bunun olmayacağını…” “Çünkü onlar Britanya İmparatorluğu, bizse Almanya’daki ufacık bir vilayetiz!” diye kükredi. Charlotte büzüldü. Sadece birazcık. “Başka seçeneğimiz yoktu,” dedi Adolphus tıslar gibi. “Benim başka bir seçeneğim yoktu. Bir sebep mi istiyorsun ?
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Edebiyat Roman (Yabancı)
- Kitap AdıKraliçe Charlotte
- Sayfa Sayısı432
- Yazar Julia Quinn- Shondra Rhımes
- ISBN9786254145407
- Boyutlar, Kapak13.5 x 21 cm, Karton Kapak
- YayıneviEpsilon / 2024
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Cehenneme İniş Talimatnamesi ~ Doris Lessing
Cehenneme İniş Talimatnamesi
Doris Lessing
Cambridge Üniversitesi’nde Klasik Dönem Çalışmaları profesörü olan elli yaşındaki Charles Watkins, gece yarısı Waterloo Köprüsü yakınlarında sayıklar hâlde bulunur. Geçmişine ve kimliğine dair hiçbir...
- Harlem Ritmi ~ Colson Whitehead
Harlem Ritmi
Colson Whitehead
New York Times Yılın Kitapları · Amerika Ulusal Kitap Eleştirmenleri Ödülü Adaylığı · New York Times Book Review Yılın Kitapları · Washington Post Yılın...
- Anahtar ~ Juniçiro Tanizaki
Anahtar
Juniçiro Tanizaki
Yirmi yılı aşan birliktelikte karısının vücudunun güzelliğini ilk kez görerek şaşıran bir koca için, evlilik hayatı yeni başlamış sayılır. Şu güçten düştüğüm yaşlarımda bile,...