“Ben romanlarımda dünü yazdım. Ama romancı, dünü yazarken kendi gününü yansıtır bir bakıma. Hatta gelecek için yazar…”
Roman sanatını; insan ilişkilerini, toplumu oluşturan şartları ve açmazları anlamak için verimli bir saha olarak kullanan Kemal Tahir, Anadolu’nun yoksulluk ve yoksunluk içinde kırılan fay hatlarını takibe devam ediyor. Yediçınar Yaylası’nın devamı ya da müstakil bir roman olarak okumanın mümkün olduğu Köyün Kamburu, ahlaki çözülmenin savurduğu insanın dramını sarsıcı bir şekilde ortaya koyuyor.
Kemal Tahir, kötülüğü ortaya çıkaran şartları; zayıflayan devletin gölgesi, işlemeyen kanunlar ve merkezden koptukça içine kapanan taşranın korkutucu yalnızlığında araştırıyor. Toplumsal bozulmanın, salgın bir hastalık gibi bireyleri nasıl ele geçirdiğini, bütün bunların dışında kalanların bir anomali gibi değerlendirildiği bu zor zamanlarla yüzleşmenin elzem olduğunu bir kez daha gösteriyor.
KEMAL TAHİR KÜLLİYATININ NEŞRİNE DAİR BİRKAÇ NOT
Kemal Tahir külliyatında yazarın öyküleri ve romanları, mektupları, “Notlar” başlığı altında toplanabilecek çalışmaları ve tarih notları yer almaktadır. Kurgu metinleri; Kemal Tahir’in, sağlığında bizzat neşrettiği bir öykü kitabı ve on dört romanı ile vefatından sonra yayımlanan; aile hikayesinin işlendiği, erken çocukluk döneminin tanıklıklarıyla yüklü Bir Mülkiyet Kalesi romanıyla birlikte toplam on altı kitaptan oluşmaktadır. Kemal Tahir, eserlerinde büyük oranda Türk modernleşme sürecinin gelişim dinamiklerine, kırılmalarına ve farklı sorunların süreçlerine odaklanmış; 1890-1945 Türkiyesi’ni imparatorluğun kaybı, Milli Mücadele, Cumhuriyet’in kuruluşu, aydınlar, siyasetin biçimlenme şekilleri ve devlet toplum ilişkileriyle bireysel ve toplumsal dramlar etrafında gerçekçi bir yaklaşımla ve eleştirel bir dille irdelemiştir.
Bu neşirde yazarın, eserlerinde Türk modernleşmesinin farklı evrelerine ve dinamiklerine odaklanması göz önünde bulundurularak kurgu eserlerde kronolojik bir okumaya da izin veren ikili bir dizi geliştirildi: “1890-1945 Türkiye” ve “1890-1945 Türkiye/Taşra” “1890-1945 Türkiye” dizisinde yer alan eserler; siyaset, aydınlar, uluslararası ilişkiler ve devlet-toplum ilişkileri gibi başlıkları konu edinen, daha ziyade kent ve siyaset odaklı çözümlemeleri içeren kurgu metinlerdir. Okur, “1890-1945 Türkiye” dizisinde yer alan eserlerde II. Abdülhamid döneminin ortalarından başlayarak İkinci Dünya Savaşı sonlarına uzanan tarihsel değişim süreci ile bu sürecin siyasi ve toplumsal boyutlarını bir nehir roman bütünlüğü içinde görme imkanı bulacaktır. Aynı şekilde okur, “1890-1945 Türkiye/Taşra” dizisinde modernleşme sürecinin ve güç ilişkilerinin taşradaki görünümlerini kronolojik bir süreklilik içinde izleyebilecektir. Yedi eserden oluşan “1890-1945 Türkiye” dizisinde sırasıyla Bir Mülkiyet Kalesi, Yorgun Savaşçı, Esir Şehrin İnsanları, Esir Şehrin Mahpusu, Kurt Kanunu. Yol Ayrımı ve Bozkırdaki Çekirdek kitapları yer almaktadır. “1890-1945 Türkiye/Taşra” dizisi de yedi eserden oluşmaktadır. Bu eserler sırasıyla Yediçınar Yaylası, Köyün Kamburu, Büyük Mal, Rahmet Yolları Kesti, Sağırdere, Körduman ve Kelleci Memet romanlarıdır. Türk modernleşmesi odaklı bu okuma önerisinin iki istisnası ise Göl İnsanları ve Devlet Anadır. Göl İnsanları, öykü kitabı olması; Devlet Ana ise çok farklı bir tarihsel döneme odaklanması dolayısıyla “Türkiye 1890-1945” dizisinin dışında değerlendirilmiştir. Daha çok uzun hikaye niteliğindeki öykülerin yer aldığı Göl İnsanları, külliyatın on beşinci; Devlet Ana ise okurun, Kemal Tahir’in ana izleği etrafında gerçekletireceği yolculuğun nihayetinde buluşacağı bir başyapıt olarak külliyatın on altıncı kitabı olarak düşünülmüştür.
Kemal Tahir’in dostlarıyla yazışmaları; onun yazarlık serüvenine, edebi kimliğinin oluşumuna ve üretkenliğine ilişkin en önemli tanıklıklardır. Bu bakımdan mektuplar, Kemal Tahir külliyatının önemli bir başlığını oluşturmaktadır. “Mektuplar” dizisinde yazarın daha önce yayımlanmış ve yayımlanmamış mektupları neşredilecektir.
Kemal Tahir’in; edebi kimliği kadar konuşmaları, düşünceleri ve Türkiye’nin yakın dönemde yaşadığı değişim sürecine ilişkin çözümlemeleriyle de Türk düşüncesinde önemli bir yeri vardır. “Notlar”, bu anlamda Kemal Tahir’in düşünsel serüvenine ilişkin birincil kayıtları oluşturmaktadır. “Kemal Tahir Külliyatı/Notlar” dizisinde yazarın çalışma notları ile, farklı konularda gerçekleştirdiği konuşmalara hazırlık, okuma ve tarih notları yer alacaktır.
Külliyatın neşrinde Kemal Tahir konusunda çalışmalara kaynaklık ve kılavuzluk etmek üzere “Kitaplık” başlığı altında ayrı bir dizi de tasarlanmıştır. Bu dizide Kemal Tahir ve eserlerine ilişkin eski ve yeni çalışmalar, tematik incelemeler, Kemal Tahir çalışmaları için kılavuz ve sözlük gibi temel başvuru metinleri yer alacaktır. Ayrıca Kemal Tahir’e ilişkin tanıklıklar ve hatıratlar da “Kitaplık” dizisinde neşredilecektir.
Bu külliyatın neşir sürecinde, yazarın sağlığında yayımlanmış son baskılar temel alındı, diğer baskılar karşılaştırma için kullanıldı. Göl İnsanları’nın son baskısında yapılan sadeleştirme geri alınıp eser özgün haline kavuşturuldu. On altı kitapta da açıklama gerektirdiği düşünülen kelimeler, ibareler ve isimler (olgörüp, Prens Dögal, sadakor, sevkülceyş, ten fanilesi, velime gibi) için dipnotlar eklendi. Konuşma çizgileri kaldırılıp karşılıklı konuşmalar çift tırnak işareti içine alındı, karşılıklı konuşmalar içindeki konuşmalar ise tek tırnak ile gösterildi. Önceki baskılardaki bazı kısımlarda kelimeler -Şaziye (Şadiye), şerian (serian), Derviş Vahdettin (Derviş Vahdeti), Çerkeş Reşat (Çerkes Reşit), Reşet Bey (Refet Bey), beni çalkaya ettiler (beni çalyaka ettiler), A/A (Ağa), II. Fırka (11. Firka), İnzibat Mülazımısani Selami Efendi (İhtiyat Mülazım-1 Sanisi Selami Efendi), iptidai mektup muallimi (iptidai mektep muallimi), Köroğlu (köpoğlu), fetvasınca (fehvasınca) gibi- satırlar, sayfalar hatta bir kitapta bir bölüm atlanmıştı. Bu baskılardaki dizgi ve sayfa düzeni hataları giderildi. Bozkırdaki Çekirdek romanında aynı köy için yazar tarafından kullanılan “Taşoluk” ve “Çakıl” isimlerinden “Taşoluk” tercih edildi. Yazarın yer yer kullandığı deneysel kelimeler güncel kullanımlarıyla değiştirildi: “bütün denetlerini kaybetmiş” (“bütün
denetimini kaybetmiş”) gibi. Çeşitli kitaplardaki dizgi farklılıkları giderildi: hemşeri hemşehri; sigara-cigara-cigara (yazar cümlelerinde sigara, konuşma cümlelerinde cigara tercih edildi): Çerkes-Çerkez Çerkeş gibi. Uzatma imi (şapka), genel olarak sadece sestes kelimelerde kullanıldı: hala-hálá; Türk askeri askeri nizamı gibi. Özellikle taşra anlatılarında lakap ve ünvanlar çok yerde isim yerine kullanıldığı için özel isim gibi büyük harfle dizildi: Kulaksızın Mustafa gibi. On altı kitabın tamamında sadece birkaç kısımdaki düşük cümleler, minimal değişikliklerle düzeltildi.
Külliyatın büyük bir özveriyle hazırlanan bu yeni neşrinin. Kemal Tahir okuruna etkili bir okuma önerisi sunarak edebiyatımızın bu değerli ismine layık olmasını umuyoruz. okumalar
İsmail Coşkun
PARPAR AHMET
I
Aslına bakılırsa, Narlıca köyünün başına bu Parpar belasını “Sürgün Kırımı” yılında Çorum’un namlı tütün kaçakçısı Gavur Ali sarmıştır.
Eski kitapların “taun,” köylü milletininse “sürgün kırımı” dediği bu illet buralara bir yaz ortasında hacılarla beraber geldi; çok ocaklar söndürdü, sofralarında yirmi otuz kaşık çalışan nice konakları yıktı.
Köylünün can kaygısıyla düştüğü, ölü gömmekten yetim öksüz gözetlemeye aman bulamadığı bu uğursuz sürgün kırımı yılında Parpar Ahmet’in anasıyla babası da üçer gün arayla öldüler, on iki yaşındaki oğlanı sipsivri ortada bıraktılar. Ahmet de elbet göçer giderdi, pislik temizlenirdi ya, ne fayda! O zamana kadar -başkaları şurda kalsın kendine iyiliği dokunmayan tütün kaçakçısı Gavur Ali’nin -şu namussuz kara kafirinacıyası tuttu, oğlanı atının terkisine alıp Bafra’nın Laz ağalarına hizmetkar götürdü.
Aradan yıllar geçmiş, Narlıca köyü gurbette böyle bir adamı olduğunu çoktan unutmuştu ki günlerden bir gün, muhtar odasının önünde oturanlar omzu heybeli birinin köye çıkan dönemeci kıvrıldığını gördüler.
Hiç kimse bu karayağız, garip yiğidi biliş çıkaramadı. “Buyur ağa! Hoşgeldin! Nerdensin, kimlerdensin?” diyerek zıplayıp kalktılar.
Uzun boylu, geniş omuzlu garip yiğit:
“Beni bilemediniz mi ağalar?” dedi, “Ben Ahmet’im. Gavur Ali ağamın Bafra’ya ‘azap’ götürdüğü Ahmet…” “Deme! Sen essahtan Ahmet misin?”
“Ahmet’im ya! Sen de bu köyün kahyası Kadir Ağa’sın.” Muhtar Kadir Ağa, Uzun İmam’a şaşkın şaşkın sordu: “Ne dersin Uzun İmam?”
Uzun Hoca:
“Durun ağalar,” diye davrandı, “bu Ahmet, sürgün kırımı artıklarından… Şimdi bildim, rahmetli Sinsin Halil’in Ahmet… Giyimi kuşamı iyice düzmüş, ayrıca boylanmış. Demek sen şimdi…”
“Sinsin Halil’in Ahmet’im, Uzun Hoca.”
“İyi, ne güzel! Öyleyse bir daha hoşgeldin! Buyur otur.” Köylü, Allah’ın işine bir zaman şaştı. Buradan donsuz giden oğlanın sırtında şimdi İngiliz çuhasından yeni elbise, göğsünde yarım okkalık gümüş köstek, ayaklarında kırmızı meşinden Laz çizmeleri vardı. Yanına bıraktığı heybenin iki gözü de tepeleme dolu… Fesine sardığı oyalı yazmanın bir ucu belindeki şal kuşağa değiyor, üç kath “gayret kemeri”nin arkasından sarı ağızlığın savatlı’ başı, koca taneli tespihin siyah ipekten püskülü görünüyor. Bir çalım ki Çorum’un başıbozuk Dilaver Paşa’sı bunun yanında halt etmiş…
Ahmet büyüklerin ellerini öpüp yaşıtlarıyla kucaklaştıktan sonra Muhtar Kadir Ağa’nın gösterdiği yere oturdu, merhabaları “Cemaata rahmet,” diye toptan karşıladı.
Uzun Hoca’nın sorduklarını “bilir gibi” cevaplıyor, büyük hatırı sayıp sigara yakmıyordu. Laf arasında “Sayende efendi ağa.” “Duan berekatıyle Uzun Hoca,” “Sağol dayı!” demesinden görgüsünün kendisine elverdiği, “Niyet, baba ocağını şenlendirmek…” sözünden de köye temelli geldiği anlaşıldı. Fakir Sinsin Halil’in şenlendirilecek ocağı köyün üst başında, koruya sırt vermiş, damı tabanı toprak, iki odalı kerpiç evdi. Camı çerçevesi, merteği, kapısı şunun bunun elinde kalmış, avlusunu ot bürümüştü.
Üç beş tarladan, su altındaki arpalık neyse ne ama geri kalanları çoktan ayrık kitledi. “İki çift manda koşsan söküleceği şüpheli!”
Narlıcalılar bunları düşünerek içlerini çektiler. “Üst başla adam adam olsa, köylü milleti tarlada bayırda yarı aç, yarı çıplak geberesiye uğraşır mı? Öküzleri sat, bir giyim uydur, tamam! Bu Ahmet, işte belli bir şey, ağaç dalından düşmüş bir fukara… Oturdu oturalı gözlerini yerden kaldırmaması, boynunu bükmesi neden bakalım? Kimi kimsesi olmadığından… Bununkisi gurbetten gelmek bile sayılmaz. ‘Herif mezarını yırtmış çıkmış,’ denilse yeridir. Öyle ya, hani köyün içinde kocakarı ağıtları?”
Narlica’nın birinciye gelen zenginlerinden Mahir Ağa. Ahmet’in babadan kalma arpa tarlasını yedi yıldan beri kendi malı gibi ekip biçtiğinden, ortaya düşen sıkıntıyı dağıtmak için davrandı, yedi yıllık tarla kirasına karşılık, geçen kış boyunduruğa alıştırdığı sarı tosunları Ahmet’e bağışladığını söyledi.
Ötekiler de imeceye girip tepedeki harap evi onarmaya söz verdiler.
Ahmet’in yüreği kabardı, fesindeki yazmanın ucu ile gözlerini kuruladı.
Uzun Hoca, hem lafı değiştirmek hem de kösteğin “ilerisinde” ne var ne yok anlamak için vakti sordu. Garip Ahmet…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Roman (Yerli)
- Kitap AdıKöyün Kamburu
- Sayfa Sayısı336
- YazarKemal Tahir
- ISBN9786256999237
- Boyutlar, Kapak13,5x21, Karton Kapak
- YayıneviKetebe Yayınevi / 2022
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Carmen Haremde ~ Raşel Rakella Asal
Carmen Haremde
Raşel Rakella Asal
O yaşıyor. Tarihin en büyük aşk hikayesi kaldığı yerden devam ediyor. Carmen, şimdi bizim topraklarımızda, aşkın sırlarını Doğu’nun büyülerinde arıyor. Dünyaca ünlü Carmen eseriyle...
- Selki ~ Demet Fünf
Selki
Demet Fünf
Selki bir masal ama bildiğimiz masallara benzemiyor. Biri bilincin öbürü bilinçdışının yabani diliyle konuşan iki kızkardeş anılar ve sezgilerle birbirlerine düşe kalka eşlik etmeye...
- Tufan – Kod Adı C.e.y.d.a – 3 ~ Müzeyyen Yılmaz
Tufan – Kod Adı C.e.y.d.a – 3
Müzeyyen Yılmaz
Feneri, dudaklarının arasına sıkıştırdı ve sandığın kapağını açtı. Çürük et kokusunun yoğunluğunu burnunda hissettiği anda elini istenç dışı burnuna götürdü. Feneri, açık sandığın üzerine...