Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Koyda
Koyda

Koyda

Katherine Mansfield

Yeni Zelanda’da yazlık bir muhitte konaklayan Burnell’lerin hayatında sıradan bir günü anlatan Koyda, bu geniş ailedeki her bir kişinin hayallerini, özlemlerini ve kaygılarını bir…

Yeni Zelanda’da yazlık bir muhitte konaklayan Burnell’lerin hayatında sıradan bir günü anlatan Koyda, bu geniş ailedeki her bir kişinin hayallerini, özlemlerini ve kaygılarını bir zihinden diğerine ustaca sekerek, çevrelerindeki doğal güzelliklerin tasvirleriyle birleştiriyor. Virginia Woolf’un, “Kıskandığım tek yazar,” dediği Katherine Mansfield’ın rengârenk bir empresyonist tabloyu andıran uzun öyküsü, aile hayatını kadın gözünden, görülmemiş bir dürüstlük ve sadelikle resmeden küçük bir başyapıt.

1

Sabaha karşı. Güneş daha doğmamış, Crescent Koyu beyaz deniz buğusuyla örtülü. Arkadaki çalı kaplı tepeler pusun içinde boğulmuş. Tepelerin nerede bittiği, bahçelerle bungalovların nerede başladığı belli değil. Kumlu patika görünmüyor, karşı taraftaki bahçelerle bungalovlar da öyle; kızıla çalan otların kapladığı beyaz kum tepecikleri seçilmiyor; kumsalın yerini, denizin yerini gösteren hiçbir iz yok. Yoğun bir çiy inmiş. Çimenler masmavi. İri çiy damlaları toprağa düşmeden çalıların ucunda duruyor henüz; toitoi’lerin1 kabarık tüyleri uzun saplarının üzerinde boyunlarını bükmüş, bungalov bahçelerinde kadife çiçekleriyle karanfiller, çiyin ağırlığıyla yere eğilmiş. Serinlikte üşümüş fuşyalar sırılsıklam, çiy damlaları güngüzellerinin yassı yapraklarında inci taneleri misali. Sanki gecenin karanlığında deniz usul usul köpürmüş de, kocaman bir dalga yuvarlanarak, yuvarlanarak kıyıya vurmuş – nereye kadar?

Belki de gecenin bir yarısı uyansaydınız, iri bir balığın pencerenizin camını tıklatıp gittiğini görürdünüz… Ah-Aah! diye sayıklıyordu uykulu deniz. Ormanlıktan hızla, sakince eğreltiotu öbeklerinin içine dolup yeniden dışarı akan minik derelerin sesi geliyordu; bir de büyük yaprakların üzerine düşen damlaların şapırtısı ve bir şey daha –neydi o?– hafiften bir kıpırtı, bir titreme, ince bir dalın çatırdaması, sonra da öyle bir sessizlik ki, biri kulak kabartıp etrafı dinliyor sanırsınız. Crescent Koyu’nun ucunu dönünce, yığılmış kırık kaya kütlelerinin arasından bir koyun sürüsü patır patır gidiyordu. Koyunlar iyice birbirlerine sokulmuş, ufak bir yün kütlesine dönüşmüştü; soğuktan ve sessizlikten ürkmüşçesine sopa gibi ince bacaklarını var güçleriyle hareket ettirerek koşuyorlardı. Islak patilerine kum bulaşmış yaşlı bir çoban köpeği, burnunu yerden kaldırmadan sürünün ardı sıra geliyor, ama aklı başka yerdeymiş gibi rasgele koşuyordu. Sonra kayalıkların arasındaki geçidin ağzında çobanın kendisi göründü. İnce uzun, dimdik yürüyen yaşlı bir adamdı; minik çiy damlalarıyla kaplı bir şayak kaput, dizaltından bağcıklı kadife pantolon giymişti; çevresine mavi mendil geçirilmiş geniş kenarlı bir şapkası vardı.

Bir elini kemerine sokmuştu, öteki elinde pürüzsüz, sarı bir değnek vardı. Acelesiz adımlarla yürürken, bir yandan da hafiften bir ıslık tutturmuş, uzaklardan gelen kaval sesi gibi hüzünlü ve sevecen bir ezgiyi seslendiriyordu. Kocamış köpek bir-iki kez hoplayıp zıpladıktan sonra maskaralığından utanmışçasına durdu, ağırbaşlılık takınarak efendisinin yanında birkaç adım attı. Koyunlar, minik adımlarla patır patır öne koşuyorlardı; melemeye başladılar, denizin altından hayalet sürüler onların sesine karşılık verdi: “Mee! Meee!” Bir süre hep aynı toprak parçasında yürüyor gibiydiler. İleride yer yer sığ su birikintilerinin olduğu kumlu patika uzanıyordu; yolun iki yanında diğerleri gibi ıslak çalılar, gölgeler içinde birbirinin benzeri çitler vardı. Sonra heyula gibi bir şey çıktı ortaya; kollarını iki yana açmış, dimdik saçlı bir dev. Bu, Mrs. Stubb’ın dükkânının önündeki büyük sıtma ağacıydı, yanından geçerken keskin okaliptus kokusu duyuluyordu. Şimdi pusun içinde büyük ışık benekleri belirlemeye başladı. Çoban ıslık çalmayı kesti; kızarmış burnunu ve ıslak sakalını ceketinin ıslak koluna sildi, gözlerini kısarak deniz tarafına baktı. Güneş doğuyordu. Pus şaşılası bir hızla seyreldi, eriyip sığ düzlükte kayboldu, çalıların üzerinden yuvarlandı ve bir an önce kaçmak için acelesi varmış gibi gidiverdi; gümüşi ışınlar yayıldıkça büyük dallarla büzüşmüş yapraklar açılıp birbirlerine omuz verdiler. Ta uzaklardaki gökyüzü –pırıl pırıl, masmavi– su birikintilerine yansıdı; telgraf direkleri boyunca yüzen çiy damlaları birer ışık noktası gibi parıldadı. Dalgalanan deniz artık bakanın gözlerini acıtacak kadar ışıl ışıldı. Çoban, göğüs cebinden çanağı meşe palamudu kadar ufak bir pipo çıkardı, el yordamıyla büyücek bir alaca tütün topağı arandı, topaktan birkaç yaprak sıyırıp çanağı doldurdu. Vakur tavırlı, yakışıklı bir ihtiyardı. Piposunu yakıp mavi duman başını taç gibi sarınca, gözünü ondan ayırmayan köpek sahibiyle gurur duyuyor gibiydi.

“Mee! Meee!” Sürü yelpaze gibi açılarak yayıldı. Uyuyanlardan ilki yatağında dönüp uykulu kafasını kaldırdığında, koyun sürüsü yazlıkçıları az önce geride bırakmıştı; koyunların melemesi küçük çocukların rüyalarına girdi… Çocuklar bu sevimli, minik, birer yün yumağı uyku koyunlarını kendilerine çekip kucaklamak için kollarını uzattılar. Sonra çevrenin ilk sakini göründü; Burnell’lerin kedisi Florrie’ydi bu, her zamanki gibi erkenden uyanmış, bahçe kapısının direğine oturup sütçü kızı beklemeye başlamıştı. Yaşlı çoban köpeğini görünce hemen toparlandı, sırtını kamburlaştırıp tekir kafasını iyice geriye çekti, burun kıvıran bir tavırla hafiften ürperdi sanki. “Öf! Ne bayağı, ne iğrenç bir yaratık!” dedi Florrie. Ama yaşlı çoban köpeği başını kaldırıp ona bakmadan, bacaklarını iki yana ayıra ayıra önünden geçip gitti. Ama onu fark ettiği ve aptal bir genç dişi gözüyle gördüğü, tek kulağını oynatmasından belliydi. Çalılıktan kalkan sabah esintisi, yaprakların, ıslak kara toprağın ve denizin keskin kokusuna karıştı. Onlarca kuş şakıyordu. Bir saka kuşu çobanın başının üzerinden uçtu, ince bir filizin ucuna tünedi, güneşe dönüp göğsündeki minik tüyleri kabarttı. Sürü, balıkçının kulübesini, sütçü kız Leila’nın ninesiyle birlikte yaşadığı Maori evini geride bıraktı. Koyunlar sarı bataklığa yayıldılar, çoban köpeği Wag peşlerinden yürüdü, etraflarında dönüp sürüyü bir noktada topladıktan sonra Crescent Koyu’ndan Daylight Körfezi’ne açılan dar, kayalık bir geçide yöneltti. “Mee! Mee!” Koyunlar hızla kuruyan patikada salına salına yürürken sesleri giderek uzaklaştı. Çoban piposunu söndürdü, çanağı dışarı sarkacak şekilde göğüs cebine koydu. Ve hemen o yumuşak, havalı ıslık başladı yeniden. Wag bir kaya çıkıntısında kokusunu aldığı bir şeyin yanına koştu, tiksinerek geri geldi. Sonra koyunlar itişe kakışa, hızlanarak dönemeci kıvrıldılar, çoban da peşlerinden giderek gözden kayboldu.

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

  • Kategori(ler) Öykü
  • Kitap AdıKoyda
  • Sayfa Sayısı80
  • YazarKatherine Mansfield
  • ISBN9789750740343
  • Boyutlar, Kapak14 x 20 cm, Karton Kapak
  • YayıneviCan Yayınları / 2020

Yazarın Diğer Kitapları

  1. Bahtiyarlık ~ Katherine MansfieldBahtiyarlık

    Bahtiyarlık

    Katherine Mansfield

    Öykünün bir edebiyat türü olarak gelişmesinde büyük katkısı olan Katherine Mansfield, Yeni Zelanda’da başlayıp İngiltere ve Fransa’da devam eden kısa yaşamına çok önemli eserler...

Bebhome Kahve

Aynı Kategoriden

  1. Unutulmuş Kuşlar Göğü 1 ~ K. Kübra BerkUnutulmuş Kuşlar Göğü 1

    Unutulmuş Kuşlar Göğü 1

    K. Kübra Berk

    Evera Alfen ya da yalnızca Era. Bu genç kızın yaşadığı toprakların yer aldığı Yuva’da kurallar basittir: Ormana adım atma. Sınırları sakın geçme. Öncü’ye bağlı...

  2. Dalga Boyu ~ Murat YalçınDalga Boyu

    Dalga Boyu

    Murat Yalçın

    “Bir şeye geç kalmışım da o gecikmeyi, neye geç kaldığımı anlamak için, gölgemin yanında heykelleşerek gidereceğimi sanıyorum.” Murat Yalçın’ın yedi yıl aradan sonra çıkan...

  3. Hayalet Süvari ~ Theodor W. StormHayalet Süvari

    Hayalet Süvari

    Theodor W. Storm

    Olayın geçtiği yer, Kuzey Denizi’nin kıyı şeridi. Bir yanda, her zaman son sözü söylemeye inat eden Doğa, öte yanda ise, denizin saldırılarına karşı koymak...

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur