Garwood bir kez daha usta bir yazar olduğunu kanıtlıyor. Bu kitabı sakın es geçmeyin!”
Rendezvous.
Zümrüt, kara gövdesi dalgaları yararak ve yelkenleri rüzgârda süzülerek denizlerde ilerlemektedir. Gemide, malları yağmalanan zenginlerin hor gördüğü ve bahşedilen bağışlarla sıkıntıları dinen fakirlerin sevdiği korsan Pagan vardır.
Cainewood Markisi, kardeşinin ölümünün intikamını almak için korsanı bulmaya ant içmiştir. Fakat dalgalı kızıl saçları ve zümrüt yeşili gözleri olan büyüleyici Jade karşısında belirdiğinde onu peşindeki kötü adamlardan korumaya karar verir.
Genç kadın sinir bozucu derecede huysuz ve muhteşemdir. Hiçbir kadının yapamadığını yapıp kısa sürede onu etkisi altına alır ve onun becerikli dokunuşlarına vahşi bir istekle karşılık verirken birlikte aşklarının gücünü sınayacak bir ihanet ağına doğru çekilirler.
New York Times çok satanlar yazarı Julie Garwood tutku ve entrika dolu bu unutulmaz romanda okurlarını yine heyecanın zirvesine çıkarıyor…
***
Bu senin için, Elizabeth.
*
Birinci Bölüm
Londra, 1815
Avcı sabırla kurbanını bekliyordu.
Cainewood Markisi’nin oynadığı tehlikeli bir oyundu. Shallow Wharf ’lı kötü şöhretli Pagan taklitçisinden haberdar olup saklandığı yerden çıkmak zorunda kalacaktı, çünkü söylentilere göre devasa gururu yaptığı kötülükleri başka birinin sahiplenmesine asla izin vermezdi. Korsanın kesinlikle kendi intikamını alması gerekecekti. Caine bu olasılığa bel bağlamıştı. Pagan ortaya çıkar çıkmaz Caine onu haklayacaktı.
Ve böylece efsane yok edilmiş olacaktı.
Markinin başka seçeneği kalmamıştı. Örümcek ağından ayrılmıyordu. Para işe yaramamıştı. Hayır, denizcilerin arasında tek bir Yehuda bile yoktu ve bu teklif ettiği altın miktarı için birçok adamın kendi annesini bile köleliğe terk edeceği düşünüldüğünde oldukça şaşırtıcıydı. Caine açısından yanlış bir hesaplamaydı. Her bir denizci altını reddederken efsaneye bağlılığını kişisel bir sebep olarak öne sürmüştü. Doğuştan kötümser olan Caine ise edindiği nahoş tecrübeler yüzünden asıl sebebin korku olduğuna inanıyordu. Korku ve batıl inanç.
Gizem bir günah çıkarma hücresinin duvarları gibi korsanın etrafını sarmıştı. Henüz kimse Pagan’ı görmemişti. Gemisi Zümrüt, onu görmüş olmakla böbürlenenlerin anlattığı üzere Tanrı’nın fırlattığı bir taş gibi birçok kez denizde süzülürken gözlemlenmişti. Kara güzellik, şişkin cüzdanlı soylu centilmenlerin korkmalarına, kötü kalplilerin kıs kıs gülmelerine, yoksullarınsa mütevazı bir şekilde dua etmelerine sebep oluyordu çünkü Pagan ganimetlerini bahtsızlarla paylaşmasıyla tanınıyordu.
Ama gemi ne kadar sık görülürse görülsün kimse tayfalardan birini bile tarif edemiyordu. Bu da hayalet korsan hakkında yapılan yorumları, ona duyulan hayranlığı ve saygıyı artırıyordu.
Bununla birlikte, Pagan’ın hırsızlığı okyanusun ötesine uzanıyordu, çeşitlilikten hoşlanan bir adam olduğu belliydi. Kara baskınları da şaşkınlık yaratıyordu, hatta denizdekilerden daha fazla. Pagan sadece soylulardan çalıyordu. Korsanın gece yarısı olacaklardan habersiz saflara yaptığı baskınlardan kimsenin kendine pay çıkarmasını istemediği belliydi. O nedenle ardında uzun saplı tek bir beyaz gül bırakıyordu. Kurbanları genellikle sabah uyandıklarında yanlarındaki yastığın üzerinde çiçeği buluyorlardı. Gülü görmek bile kocaman adamların düşüp bayılmalarına yetiyordu.
Fakirlerin efsaneye taptıklarını söylemeye gerek yoktu. Pagan’ın tarz sahibi ve romantik bir adam olduğuna inanıyorlardı. Girişteki bağış çanağının yanına, üzerlerinde birer adet beyaz gül bulunan sandıklar dolusu altın ve mücevher bıraktığı için kilisenin hayranlığı da yoksullardan aşağı kalmıyordu, o nedenle liderler kime dua edeceklerini biliyor olmalıydılar. Piskopos korsanı kınamakta zorlanıyordu. Yine de onu aziz ilan edecek değildi, bunu yaparsa toplumun en nüfuzlu üyelerinden bazılarının gazabına maruz kalabilirdi, haliyle Pagan’a serseri demekle yetiniyordu. Bu lakabı dile getirirken hafifçe sırıtıp yavaşça göz kırptığı biliniyordu.
Savunma Bakanlığı’nın bu tür çekinceleri yoktu. Korsanın başına ödül koymuşlardı. Caine bu miktarı iki katına çıkarmıştı. Alçak herifin peşine düşme sebebi kişiseldi ve en sonunda hangi kötü yolu benimsemiş olursa olsun kendisini haklı çıkaracağına inanıyordu.
Göze göz, dişe diş olacaktı. Korsanı öldürecekti.
İronik bir şekilde, her iki rakip de eşit şartlar altındaydı. Sıradan insanlar markiden korkuyorlardı. Hükümeti için yaptığı işler kara bir efsane edinmesini sağlamıştı. Şartlar farklı olsaydı, Pagan Caine’i kışkırtmamış olsaydı, onu rahat bırakmaya devam edebilirdi. Ancak Pagan’ın işlediği ölümcül günah, Caine’in fikrini değiştirmesine ve intikam almaya karar vermesine sebep olmuştu.
Caine gecelerdir Londra’nın yoksul semtinin göbeğinde yer alan İşe Yaramaz adlı meyhaneye gidiyordu. Meyhane genelde deneyimli liman işçilerinin uğrak yeriydi. Caine her seferinde köşedeki masaya geçiyor ve geniş sırtını sinsi saldırılara karşı duvara dayayıp sabırla Pagan’ın ona gelmesini bekliyordu.
Marki karanlık bir geçmişi olan bir adam gibi bu tür köhne yerlere rahatlıkla girip çıkardı. Şehrin bu bölgesinde, bir adamın unvanının hiçbir önemi yoktu. Hayatta kalması cüssesine, kendisini savunurken acı verme yeteneğine, etrafındaki vahşet ve kabalığa karşı duyarsızlığına bağlıydı.
Caine bir geceye kalmadan meyhanede kendini evinde gibi hissetmeye başlamıştı. Kaslı omuzları ve bacaklarıyla iriyarı bir adamdı. Sadece cüssesi bile sözde meydan okuyanların gözünü korkutmaya yetiyordu. Koyu saçlı, bronz tenliydi ve gözleri koyu gri gökyüzünü andırıyordu. O gözler bir zamanlar sosyetedeki leydileri heyecanlandıracak etkiye sahipti. Ama şimdi, aynı leydiler o gözlerdeki soğukluktan ve duygusuz ifadeden kaçıyorlardı. Kendi aralarında Cainewood Markisi’nin nefreti sayesinde taşa dönüştüğünü fısıldıyorlardı. Caine onlara katılıyordu.
Pagan rolünü oynamaya karar verdiğinde, rolünü benimsemekte pek zorlanmamıştı. Palavracıların hepsi Pagan’ın aslında müsrif hayat tarzını sürdürmek için korsanlığa soyunan soylu bir centilmen olduğu konusunda hemfikirdi. Caine’in bu bilgiyi kendi çıkarı doğrultusunda kullanması yeterli olmuştu. Meyhaneye girdiğinde, üzerinde en pahalı giysileri vardı. Ceketinin yakasına küçük beyaz bir gül takarak kıyafetine kişisel bir dokunuş katmıştı. Elbette bu şoke edici, usulca yapılmış kibirli bir katkıydı ve doğru ölçüde dikkat çekmesini sağlamıştı.
Bir anda, gruplarındaki yerini sağlama almak için birkaç adamı keskin bıçağıyla kesmek zorunda kalmıştı. Caine bir centilmen gibi giyinmiş olabilirdi ama şerefsiz ve haysiyetsiz bir savaşçı gibi dövüşüyordu. Adamlar ona hayran kalmışlar, dakikalar içinde Caine’e korkuyla karışık saygı duymaya başlamışlardı. Cesur olanlardan biri ona söylentilerin doğru olup olmadığını bile sormuştu. Pagan o muydu? Caine bu soruya cevap vermemiş, fakat sinsice gülümseyerek denizciye bu sorudan hoşlandığını göstermişti. Ve meyhaneciye denizcinin çok kurnaz olduğunu söylemesi kaçınılmaz sonuca varmasına neden olmuştu. Hafta sonuna doğru, Pagan’ın her gece İşe Yaramaz’ı ziyaret ettiği haberi bedava cin gibi yayılmıştı.
Hileli bir kâğıt oyunu sayesinde kazandığı meyhaneyi işleten kel kafalı bir İngiliz olan Keşiş genellikle her gece kapanmaya yakın Caine’in yanında oturuyordu. Keşiş, oynadığı oyundan haberdar olan tek kişiydi ve Pagan’ın Caine’in ailesine ettiği zulmü bildiği için planına yürekten katılıyordu. Oyun başladığından beri işlerinin artması da aynı derecede önemliydi tabii. Görünüşe bakılırsa herkes korsanı yakından görmek istiyordu ve kârı her şeyden önemli tutan bir adam olan Keşiş sulandırılmış birası için fahiş fiyatlar uyguluyordu.
Meyhanecinin saçları yıllar önce dökülmüştü, fakat açık kızıl kaşları saçlarının yoksunluğunu fazlasıyla telafi ediyordu. Gür ve kıvırcıklardı, çilli alnının yarısına dek kararlı bir sarmaşık gibi uzanıyorlardı. Keşiş marki yüzünden bıkkınlıkla kaşlarını ovuşturdu. Saat neredeyse sabahın üçüydü, normalde meyhaneyi bir saat önce kapamış olurdu. Sadece iki müşteri içkisiyle oyalanıyordu. Onlar da uykulu bir şekilde veda edip gittikten sonra Keşiş Caine’e döndü.
“Her gece buraya gelip duruyorsun, uyuz bir köpeğin üstünde bekleyen pireden bile daha sabırlısın. Hayal kırıklığına uğramaman için dua ediyorum…” Duraksayıp markinin kadehine konyak doldurduktan sonra şişeden büyük bir yudum aldı. “Onu saklandığı yerden çıkaracaksın Caine. Bundan eminim. Seni durdurmak için önce birkaç adamını göndereceğini düşünüyorum. Bu yüzden her gece buradan ayrılırken arkanı kollaman için seni uyarıyorum.” İçkiden bir yudum daha alıp sırıttı. “Pagan şanını korur. Oynadığın oyun, saçlarını beyazlatıyor olmalı. Yakında ortaya çıkacaktır. Bahse girerim yarın gece beklediğimiz gece olacak.”
Caine ona katılırcasına kafasını salladı. Keşiş her gece konuşmasını delici bir bakışla kurbanın bir sonraki gece ortaya çıkacağı tahminini yaparak bitiriyordu.
“O zaman üzerine atılacaksın Caine, böceği kapan bir ördek gibi.”
Caine gecenin ilk içkisinden büyük bir yudum aldıktan sonra omuzlarını duvara yaslamak için sandalyesini geriye doğru eğdi. “Onu haklayacağım.”
Caine’in ses tonundaki sertlik Keşiş’in içini ürpertti. Ona katıldığını belirtmek üzereyken aniden kapı açılınca dikkati dağıldı. Keşiş meyhanenin kapandığını söylemek için sandalyesinde yarı döndü ama kapı girişindeki manzara onu o kadar şaşırttı ki ağzı açık bir şekilde öylece kalakaldı. “Yüce Tanrım, bir melek bizi ziyarete mi geldi?”
Omuzlarını duvara yaslamış halde oturan Caine girişe doğru dönüp odaklandı. Hareket edip belirgin bir tepki göstermemiş olmasına rağmen şaşkınlığı Keşiş’inki kadar büyüktü. Kalbi çılgınca atmaya başladı, nefesini kontrol altına almakta zorlanıyordu.
Gerçekten bir meleğe benziyordu. Caine gözlerini kırpmak dahi istemiyordu çünkü bir-iki saniyeliğine bile gözlerini kaparsa görüntünün kaybolacağından emindi.
Şaşırtıcı derecede güzel bir kadındı. Gözleri onu büyülemişti. Yeşilin en muhteşem tonuydu. Ayın aydınlattığı bulutsuz bir gecede vadisinin aldığı renge benzediğini düşündü kendi kendine. Kadın gözlerini ona dikmişti. Caine de ona aynı şekilde karşılık verdi.
Birkaç dakika boyunca birbirlerini incelediler. Sonra kadın ona doğru yürümeye başladı. Hareket eder etmez siyah pelerininin başlığı omuzlarına düştü. Caine nefes almayı bıraktı. Göğüs kasları acı verircesine kasıldı. Görüş alanı koyu kestane rengi gür saçlarla kutsandı. Renk, mum ışığında alev kadar parlaktı.
Caine, masaya yaklaşırken kadının giysilerinin berbat halde olduğunu fark etti. Pelerininin kalitesi zenginliğe işaret ediyordu, ancak pahalı kumaşın bir tarafı yarısına kadar yırtılmıştı. Biri bıçağını geçirmiş gibi görünüyordu. Yeşil saten astarın bir kısmı da etek ucunda lime lime duruyordu. Caine’in merakı arttı. Tekrar kadının yüzüne bakınca, sağ elmacık kemiğinde hafif bir morluk, dolgun alt dudağında küçük bir kesik ve alnında bir leke olduğunu gördü.
Caine, gördüğü bir melekse arafı ziyaret etmeye zorlanmış olduğuna karar verdi. Kadın şeytanla savaşını kaybetmiş gibi görünse de hâlâ oldukça çekiciydi, hatta markinin akıl sağlığı için fazla çekici olduğu bile söylenebilirdi. Caine onun konuşmasını beklerken gerildi.
Kadın yuvarlak masanın öteki tarafına varınca durdu. Gözleri markinin yakasına iliştirdiği güle odaklandı.
Meleğin korktuğu belliydi. Elleri titriyordu. Göğüslerine doğru küçük bir kese tutuyordu ve Caine onun parmaklarında renkleri solmuş birkaç yara izi gördüğünden emindi.
Kadına anlam veremiyordu. Ama onu korkutmak da istemiyordu. Bunu bilmek kaşlarını iyice çatmasına neden oldu.
“Yalnız mısın?” diye sordu şiddetli bir rüzgâr kadar sert bir sesle.
“Yalnızım.”
“Gecenin bu vaktinde, şehrin bu bölgesinde?”
“Evet,” dedi kadın. “Pagan sen misin?”
Caine onun sesinin boğuk ve fısıltıdan ibaret olduğunu fark etti. “Sorularını sorarken bana bak.”
Kadın emre uymayıp inatla güle bakmaya devam etti. “Lütfen cevap ver bayım,” dedi. “Pagan sen misin? Korsanla konuşmalıyım. Bu çok önemli bir mesele.”
“Pagan benim,” dedi Caine.
Kadın kafasını salladı. “Para yeterli olduğu sürece her şeyi yapacağın söyleniyor. Bu doğru mu?”
“Doğru. Benden ne istiyorsun?”
Bu soruya cevaben kadın elindeki keseyi masanın ortasına bıraktı. Ağzını sıkan ipi açınca içinden birkaç adet para döküldü. Keşiş kısık sesli bir ıslık çaldı.
“İçinde otuz tane var,” dedi kadın ona bakmadan.
Caine tek kaşını kaldırdı. “Otuz adet gümüş para mı?”
Melek ürkek bir tavırla kafasını salladı. “Bu yeterli mi? Sadece bu kadarım var.”
“İhanet etmek istediğin kim?”
Kadın bu varsayım karşısında şaşırdı. “Ah hayır, yanlış anladın. Kimseye ihanet etmek istemiyorum. Ben Yehuda değilim bayım.”
Caine yaptığı yorum yüzünden onun alındığını hissetti. “Bu affedilir bir hataydı.” Çatık kaşları ona katılmadığını gösteriyordu. “Öyleyse benden ne istiyorsun?”
“Benim için birini öldürmeni istiyorum.”
“Ah,” dedi Caine usulca. Hayal kırıklığı neredeyse acı vericiydi. Kadın son derece masum ve kırılgan görünüyordu ama tatlılıkla onun için birini öldürmesini istemişti. “Peki kim bu kurban? Eşin olabilir mi?” Sesindeki alaycılık kara tahtada gıcırdatılan bir tırnak kadar sinir bozucuydu.
“Hayır,” dedi kadın onun alaycı sözlerine aldırmadan.
“Hayır mı? Öyleyse evli değilsin?”
“Önemi var mı?”
“Ah elbette,” dedi Caine onun gibi fısıldayarak. “Önemi var.”
“Hayır, evli değilim.” “Öyleyse kimi öldürmemi istiyorsun? Babanı mı? Erkek kardeşini mi?”
Kadın tekrar kafasını salladı.
Caine yavaşça öne doğru eğildi. Sabrı Keşiş’in sulandırdığı bira gibi hızla tükeniyordu. “Sana soru sormaktan sıkıldım. Anlat.”
Kadının gözünü korkutup her şeyi anlatmasını sağlayacağından emin olduğu agresif bir ton takınmıştı. Ama onun yüzündeki asi ifadeyi görünce çabasının boşa gittiğini anladı. Onu bu kadar dikkatle izliyor olmasaydı, ani öfkesini gözden kaçıracağını biliyordu. Bu ürkek kedi yavrusunun içinde küçük bir asi ruh vardı.
“Açıklamadan önce bu görevi kabul etmeni istiyorum,” dedi kadın.
“Görev mi? Birini öldürmem için beni tutmana görev mi diyorsun?” diye sordu Caine şaşkınlıkla.
“Evet,” dedi kadın kafasını sallayarak.
Hâlâ Caine’in gözlerine bakmayı reddediyordu. Bu gerçek markiyi sinirlendirdi. “Pekâlâ,” diyerek yalan söyledi. “Kabul ediyorum.” Omuzlarının gevşediğini görünce kadının ne kadar rahatladığını fark etti. “Bana kurbanımın kim olduğunu söyle,” dedi bir kez daha.
Bunun üzerine kadın yavaşça kafasını kaldırıp onun gözlerine baktı. O gözlerde gördüğü ıstırap karşısında göğsü sıkışan Caine uzanıp onu kollarının arasına alıp teskin etme isteği duydu. Sonra birden öfkelendi ve bu gülünç düşünceden sıyrılıp kafasını salladı.
Uzun bir süre birbirlerine baktıktan sonra Caine tekrar sordu: “Evet? Öldürülmesini istediğin kim?”
Kadın yanıt vermeden önce derin bir nefes aldı. “Benim.”
İkinci Bölüm
“Yüce Tanrım…” diye fısıldadı Keşiş. “Ciddi olamazsın, sevgili bayan.”
Kadın meyhaneciye karşılık verirken bakışlarını Caine’den ayırmadı. “Çok ciddiyim, iyi adam. Ciddi olmasaydım gecenin bir yarısı şehrin bu kısmına gelmeye cesaret edebilir miydim?”
“Bence aklını kaçırmışsın,” dedi Caine.
“Hayır,” diye karşılık verdi kadın. “Aklımı kaçırmış olsaydım daha kolay olurdu.”
“Anlıyorum,” dedi Caine. Öfkesini kontrol altında tutmaya çalışıyordu ama ona bağırma isteği boğazının ağrımasına neden oluyordu. “Bunun ne zaman… Ne zaman olmasını istiyorsun?”
“Görevin mi?”
“Evet, görevin. Bu görevin ne zaman tamamlanmasını istiyorsun?”
“Şimdi.”
“Şimdi mi?”
“Mümkünse bayım.”
“Mümkünse mi?”
“Ah çok üzgünüm,” diye fısıldadı kadın. “Seni sinirlendirmek istememiştim.”
“Neden beni sinirlendirdiğini düşünüyorsun?”
“Çünkü bana bağırıyorsun.”
Caine onun haklı olduğunu fark etti. Gerçekten bağırıyordu. Derin bir nefes aldı. Uzun zamandır ilk kez soğukkanlılığını yitirmişti. Aklı başında olan herkesin böylesine şoke edici bir istek karşısında hazırlıksız yakalanacağını düşünerek utanç verici durumunu mazur gördü. Kadın oldukça hassas görünüyordu. Tanrı aşkına, burnunun üzerinde çiller vardı. Köhne bir meyhanede sakince kendi cinayetini tartışmak yerine evinde, onu seven ailesiyle birlikte olmalıydı.
“Seni ne kadar rahatsız ettiğimi görebiliyorum,” dedi kadın. “Gerçekten özür dilerim Pagan. Daha önce bir kadın öldürdün mü?” Sesi anlayış doluydu ve şimdi de ona acıyormuş gibi bakıyordu.
“Hayır, daha önce hiç kadın öldürmedim,” dedi Caine sinirle. “Ama her şeyin bir ilki vardır, öyle değil mi?”
“İşte böyle!” dedi kadın alaycı bir şekilde dile getirilen bu sözleri ciddiye alarak ve ona gülümsedi. “Senin için çok zor olmamalı. Elbette ben de yardım edeceğim.”
Caine masaya kafa atmak istedi. “Yardım etmeye hazır mısın?” dedi güçlükle.
“Kesinlikle.”
“Sen aklını kaçırmışsın.”
“Hayır, kaçırmadım,” diye karşılık verdi kadın. “Sadece çok çaresizim. Bu görev bir an önce yerine getirilmeli. Acele edip içkini bitirebilir misin?”
“Neden bu kadar çabuk olmalı?”
“Çünkü yakında peşime düşecekler, hatta bu gece bile olabilir. Ya onların elinde ya senin elinde öleceğim Pagan ve kendi sonuma kendim karar vermeyi tercih ederim. Beni anladığını umuyorum.”
“Öyleyse neden kendini öldürmüyorsun?” diye sordu Keşiş. “Bu birini tutmaktan daha basit olmaz mı?”
“Tanrı aşkına, Keşiş, onu teşvik etme.”
“Onu teşvik etmeye çalışmıyorum,” dedi Keşiş hemen. “Ben sadece bu kadar güzel bir kadının neden ölmek istediğini anlamaya çalışıyorum.”
“Ah kendimi öldüremem,” diye açıkladı kadın. “Günah olur. Başka birinin yapması gerek. Anlamıyor musun?”
Caine buna daha fazla katlanabileceğini sanmıyordu. Sandalyesini yerinden oynatarak hızla ayağa kalktı ve koca ellerini masanın üstüne koydu. “Hayır, anlamıyorum ama bu gece bitmeden anlayacağıma söz veriyorum. En baştan başlayacağız. Öncelikle bana adını söyleyeceksin.”
“Neden?”
“Bu benim küçük bir kuralım,” diye çıkıştı Caine. “Tanımadığım insanları öldürmem. Şimdi bana adını söyle.”
“Bu çok aptalca bir kural.”
“Cevap ver.”
“Jade.”
“Lanet olsun, gerçek adını sordum!” diye kükrercesine emretti Caine.
“Lanet olsun, bu benim gerçek adım,” dedi kadın. Yüzünde gerçekten huysuz bir ifade vardı.
“Sen ciddisin, değil mi?”
“Elbette ciddiyim. Benim adım Jade,” dedi kadın omzunu silkerek.
“Jade sıra dışı bir isim,” dedi Caine. “Ama uygun. Sen de sıra dışı bir kadınsın.”
“Benimle ilgili düşüncelerin konu dışı bayım. Seni bir görevi tamamlaman için tuttum, hepsi bu. Kurbanlarının hakkından gelmeden önce onlarla mülakat yapmak gibi bir alışkanlığın mı var?”
Caine onun sert bakışlarını görmezden geldi. “Bana isminin geri kalanını söyle, yoksa seni boğabilirim.”
“Hayır, beni boğmamalısın. O şekilde ölmek istemiyorum ve hatırlarsan, seni tutan benim.”
“Ne düşünüyordun?” diye sordu Caine. “Her neyse, unut gitsin. Bilmek istemiyorum.”
“Ama bilmen gerekiyor,” diyerek ona karşı çıktı kadın. “Nasıl ölmek istediğimi bilmeden beni nasıl öldürebilirsin?”
“Daha sonra,” diyerek araya girdi Caine. “Seçtiğin yöntem hakkında beni daha sonra bilgilendirirsin. Her şey sırayla Jade. Anne baban evde seni bekliyor mu?”
“Bundan emin değilim.”
“Neden?”
“İkisi de öldü.”
Caine gözlerini kapatıp içinden ona kadar saydı. “Tek başına mısın?”
“Hayır.”
“Hayır mı?”
İçini çekme sırası kadındaydı. “Bir erkek kardeşim var. Daha fazla bir şey söylemeyeceğim Pagan. Bu çok riskli.”
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Bestseller Dizisi Edebiyat Roman (Yabancı)
- Kitap AdıKoruyucu Meleğim
- Sayfa Sayısı414
- YazarJulie Garwood
- ÇevirmenKübra Tekneci
- ISBN9789944829267
- Boyutlar, Kapak13,5x21 cm, Karton Kapak
- YayıneviEpsilon / 2014
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Üç Kadın ~ Robert Musil
Üç Kadın
Robert Musil
Bir insana güvenmediğinde sadakatin en açık işaretleri bile sadakatsizliğin işaretlerine dönüşür, güvendiğinde ise sadakatsizliğin elle tutulur kanıtları bile yanlış anlaşılan, büyüklerinin haksız yere cezalandırdığı...
- Silah Tüccarı ~ Hugh Laurie
Silah Tüccarı
Hugh Laurie
Silah Tüccarı hızlı, güncel, alaycı, heyecanlı, esprili, sürprizlerle dolu, tuhaf ve son derece harika. Üstelik satın almak için izin belgesine ihtiyacınız yok… Harika bir...
- Bozkırkurdu ~ Hermann Hesse
Bozkırkurdu
Hermann Hesse
“Uçarı bir yaşam” insanı olmaya kalkışan katıksız bir düşün insanının, bu ikilemin gelgitleriyle oradan oraya savrulan yalnız bir ruhun, Bozkırkurdu’nun hikâyesi. Hesse, kentin ışıklarına...