Burjuva ahlakının gereklerini üstünkörü yerine getiren otuz yaşındaki, evli ve iki çocuk annesi Irene Wagner, sekiz yıllık evliliğindeki tekdüzelikten bunalıp kocasını genç bir piyanistle aldatmaya başlar fakat yakalanma korkusu en az yasak arzusu kadar büyüktür. Ne zaman sevgilisinin evinden çıksa, bu korku onun içini yiyip bitirmektedir. Günün birinde, bir kadın tarafından fark edilip şantaja maruz kalınca, üstelik kocası da bu durumdan şüphelenmeye başlayınca, bireysel tutku ile toplumsal normlar arasındaki çatışma, korku ve suçluluk duygusuyla ezilen kadın azap verici bir kabusa sürüklenir ve hayatı büsbütün raydan çıkar. Başta Roberto Rossellini olmak üzere birçok yönetmen tarafından beyazperdeye uyarlanan Korku, Stefan Zweig’ın her zamanki gibi insan ruhunun derinliklerini büyük bir ustalıkla soruşturduğu, nefes kesici bir uzun öykü.
KORKU
Frau Irene, sevgilisinin evinin merdivenlerinden inerken ansızın anlamsız bir korkuya kapıldı. Gözlerinin önünde o an bir topaç vızıldadı, dizleri korkunç biçimde dondu, birden öne doğru düşmemek için korkuluğa sımsıkı tutunmak zorunda kaldı. Bu tehlikeli ziyareti ilk kez yapmıyordu; ansızın gelen bu irkilme ona yabancı değildi; her eve dönüşte tüm iç direnme gücünü gösterdiği halde anlamsız ve gülünç bir korkunun böyle nedensiz nöbetlerine her zaman yenik düşüyordu. Buluşmaya götüren yolun hiçbir engeli yoktu. Arabayı yolun köşesinde durdurdu; evin dış kapısına kadar yolu birkaç adımda aceleyle, başını kaldırmadan yürüdü; merdivenleri hızla çıktı; hızla açılan kapının ardında kendisini beklediğini biliyordu; içinde sabırsızlığın da kaynadığı bu ilk korku, selamlama niteliğindeki bir kucaklaşmanın sıcaklığında dağılıp gitti. Ama sonra, eve dönmek isteyince, başka bir gizemli korku, titremeyle birlikte boşandı; bir de buna, suçluluk korkusu, sokakta her yabancının bir bakışta onun nereden geldiğini anlayacağının saçma kuruntusu ve onun şaşırmışlığına arsızca bir gülümsemeyle karşılık vereceği kuşkusu eklendi. Onun yanında geçirdiği son dakikalar, bu önsezinin gittikçe artan rahatsızlığıyla zehirlendi; ayrılmak isterken sinirli acelecilik yüzünden elleri titredi; söyleyeceklerini güçlükle toparladı; onun sonradan uyanan isteklerine hemen karşı koydu; uzaklaşmak, onun odasından, evinden, bu serüvenden kendi sessiz burjuva dünyasına dönmekten başka hiçbir istek duymadı. Kendi bakışlarındaki güvensizliğin korkusundan aynaya bakmaya cesaret edemedi. Oysa coşkunluk anlarının şaşkınlığını giyiminde dışa vuran bir şeyin olup olmadığını incelemek gerekliydi. Onun, boşuna bir çabayla kendisini yatıştırmayı amaçlayan son sözlerini tasalanma yüzünden duymadı bile. Kurtarıcı olarak gördüğü kapının ardında, merdivenden inip çıkan biri var mı acaba kuşkusuyla bir an kulak kabarttı. Ancak dışarıda, ona dokunmak için sabırsızlıkla bekleyen korku vardı ve yüreğini öylesine sıkıyordu ki, soluk almadan birkaç basamağı indi, sonunda sinirlilikle topladığı bütün gücünün tükendiğini anladı.
Gözleri kapalı halde bir dakika bekledi ve merdiven boşluğunun bulanık serinliğini derinden soludu. O sırada üst katların birinde bir kapı kapandı. Korkuyla kendini toparladı ve elleri isteği dışında baştan aşağı örtündüğü kalın örtüyü iyice sıkarken aceleyle merdivenleri indi. Şimdi de şu son en korkunç an, bir yabancının kapısından sokağa çıkmak ve hemen oradan geçen, nereden geldiğini soracak olası bir tanıdıkla karşılaşmak, şaşırıp yalan söylemek korkusu gelip çattı: Koşuya kalkacak bir atlet gibi başını eğdi ve sert bir kararla yarı açık dış kapıya doğru koştu.
O anda içeri girmek isteyen bir kadınla çarpıştı. Sıkılarak, “Pardon,” dedi ve acele yanından uzaklaşmaya çalıştı. Ama kadın kapıyı ardına kadar açarak tuttu, öfkeli, aynı zamanda apaçık alaylı bakışlarını dikti. Kaba bir sesle, “Sizi bir elime geçirirsem!” diye pervasızca bağırdı. “Elbette, namuslu bir kadın, sözde namuslu! Bir erkek, bol para, daha bilmem neler yetmiyor da, bir de zavallı bir kızın sevgilisini elinden almaya kalkıyor…”
“Aman ne diyorsunuz… ne istiyorsunuz… Yanılıyorsunuz…” diye kekeledi Frau Irene ve sıyrılıp kaçmak için beceriksizce bir girişimde bulundu. Ama kadın koca bedeniyle kapıyı boydan boya tıkadı ve yüksek sesle çıkıştı: “Hayır, yanılmıyorum… sizi tanıyorum… Eduard’ın, dostumun yanından geliyorsunuz… En sonunda sizi yakaladım, son zamanlarda neden bana az vakit ayırdığını şimdi anlıyorum… Demek sizin yüzünüzden… Sizi gidi!..”
“Çok rica ederim,” dedi Frau Irene, zayıf bir sesle, “bağırmayın lütfen.” İstemeden hole geri döndü. Kadın ona alaylı baktı. Bu titretici korku, bu belirgin çaresizlik bir bakıma hoşuna gitmişti; bilinçli ve alaylı bir gülümsemeyle kurbanını gözleriyle süzdü. Bayağı bir hoşnutlukla sesi canlanmış, neredeyse iyice rahatlamıştı.
“Bu evli kadınlar, bu soylular, bu kibar hanımlar, başkalarının erkeğini çalmaya giderken, böyle oluyorlar demek. Baştan aşağı örtülü, sonradan her yerde namuslu kadın rolü takınabilmek için elbette örtülü olacak…”
“Ne var… benden ne istiyorsunuz?.. Ben sizi tanımıyorum… Gitmem gerek…”
“Gideceksiniz… elbette… beyinize gideceksiniz… sıcak evinize gideceksiniz, kibar hanım olacaksınız, hizmetçilerin yardımıyla soyunacaksınız… Ama bize ne oluyormuş, açlıktan ölüyormuşuz, bir kibar hanımı hiç ilgilendirmez… Böyle birinin son varlığını da çalar, bu namuslu kadınlar…”
Irene birden duraksadı ve ansızın verdiği bir kararla elini para cüzdanına attı, o anda eline gelen banknotları aldı. “İşte… alınız… şimdi beni bırakınız… Bir daha buraya gelmeyeceğim… Size yemin ediyorum.”
Kadın, öfkeli bir bakışla parayı aldı. “Rezil,” diye mırıldandı. Frau Irene bu söz karşısında irkildi ama kadının kapıyı bıraktığını görünce başka bir şey düşünmeden ve soluk almadan, kuleden atlayarak kendini öldürmek isteyen biri gibi dışarı fırladı. İleri doğru koşarken yanından geçen insanların asık yüzlerini sezinledi ve gözlerinin önü gölgelenmiş halde, köşede duran bir otomobile kadar güçlükle yürüdü. Cansız bir yığın gibi kendini koltuğa attıktan sonra, içinde bir uyuşma duydu ve hareketsiz kaldı. Şaşıran şoför, bu tuhaf yolcuya nereye gideceğini sorduğunda, bir an için ona boş gözlerle baktı ve en sonunda uyuşan beyninde birkaç sözü toparladı. “İstasyona,” dedi aceleyle; kadının peşine düşebileceği aklına geldi birden:
“Çabuk, çabuk, çabuk sürün!”
Yolda giderken, bu karşılaşmanın yüreğine ne denli işlediğini sezdi. Cansız eşya gibi bedeninden sarkan donuk ve soğuk ellerini yokladı; ansızın sallanırcasına titremeye başladı. Boğazında bir acılığın yükseldiğini duydu, midesi bulandı; aynı zamanda göğsünün içini bir kıskaç gibi oymak isteyen, anlamsız ve belirsiz bir öfkeye kapıldı. Bir olta iğnesi gibi beynine yerleşmiş bu anının yılgınlığından, alaylı bir gülüşün kapladığı bu kaba surattan, bir proleter kadının kötü soluğundan yükselen bayağılık buğusundan, kinle dolu bayağı sözleri yüzüne fırlatan bu çirkin ağızdan, kendisini tehdit ederken havaya kalkan kırmızı yumruktan kurtulmak için, bağırmalıydı ya da yumruklarıyla her yere vurmalıydı. Mide bulantısı gittikçe arttı, boğazı gittikçe daraldı, üstelik hızla yol alan araba sağa sola sallanıyordu. Şoföre yavaş gitmesini söyleyeceği sırada, ona ödemesi gerekeceği kadar paranın yanında olmadığı aklına geldi; bütün kâğıt paraları şantajcı kadına vermişti. Aceleyle dur işareti verdi ve yine şaşkınlığa uğrayan şoförün bakışları önünde ansızın arabadan indi. Geri kalan parasının yettiğine sevindi. Bu kez de yabancı bir semtte, konuşmaları ve bakışlarıyla ona fiziksel acı veren hareketli insanların kalabalığı içinde kendini buldu. Bu arada korkudan dizleri gevşemiş, isteksiz adımlarla ilerleyebiliyordu ama eve gitmek zorundaydı, bütün gücünü topladı; sanki bir bataklıkta ya da diz boyu kar içinde yürüyormuş gibi, insanüstü bir çabayla sokaktan sokağa yürüdü. Sonunda evine vardı, merdivenleri hızla çıkarken sinirli bir acelecilik içindeydi ama telaşlı haliyle göze batmamak için yine yavaşladı.
Hizmetçi kız üzerindekileri aldıktan sonra, bitişikte küçük oğlunun küçük kız kardeşiyle bağrışarak oynadığını duydu; yatışmış bakışlarıyla her yerde kendinin olan şeyleri, varını yoğunu ve güvenliğini bulduğu anda, yeniden kendini toparlamış göründü, ama üzüntü dalgası içeriden göğsünü acıyla dövüp duruyordu. Tasasız görünmenin güçlü istenciyle yüzünü düzeltti ve akşam yemeği için hazırlanmış masanın başında kocasının gazete okuduğu yemek odasına girdi.
“Geç geldin, geç, sevgili Irene,” diyen kocası onu yumuşak bir azarla karşıladı, ayağa kalktı ve yanaklarından öptü. Elinde olmadan ezici bir utanç duygusuna kapıldı. Masaya oturdular. Kocası, başını gazeteden kaldırmadan, ilgisizce sordu: “Bu kadar zaman neredeydin?”
“Şey… şeyde… Amélie’deydim… bir şey daha sağlaması gerekiyordu… ben de onunla gittim,” diye sözlerini tamamladı ve çok kötü yalan söylediği için, düşüncesizliğine kızdı. Oysa her zaman dikkatle uydurulmuş, bütün olasılıkları gözden geçirilmiş sağlam bir yalanı önceden hazırlardı ama bugün korku ona bunu unutturmuş, onu beceriksiz ve hazırlıksız bir yalana zorlamıştı. Ya geçenlerde tiyatroda gördükleri oyunda olduğu gibi kocası telefon eder de soruşturursa… diye aklından geçti.
“Neyin var?.. Çok sinirli görünüyorsun… Hem, şapkanı niye çıkarmıyorsun?” diye sordu kocası. Sıkıntıdan kendini yine ele verdiği için ürperdi, acele ayağa kalktı, şapkayı çıkarmak için odasına gitti, bakışları yeniden güvenli ve sağlam bir görünüş alana değin aynada tasalı gözlerini seyretti. Sonra yemek odasına döndü.
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Roman (Yabancı)
- Kitap AdıKorku
- Sayfa Sayısı80
- YazarStefan Zweig
- ISBN9789750762970
- Boyutlar, Kapak12,5x19,5 cm, Karton Kapak
- YayıneviCan Yayınları / 2024
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Emanet Dolabı Bebekleri ~ Ryu Murakami
Emanet Dolabı Bebekleri
Ryu Murakami
Tokyo’daki bir tren istasyonunda, bitişik emanet dolaplarına terk edilen iki çocuk: Haşi ve Kiku. Yokohama’daki bir yetimhaneden birlikte evlat edinilen çocuklar 16 yaşına bastıklarında...
- Tanrıçanın Savaşı ~ Aimee Carter
Tanrıçanın Savaşı
Aimee Carter
Kate Winters ölümsüzlüğü hak etti. Ama hayatını Ölüler Diyarı’nda, Henry ile birlikte geçirmek istiyorsa bunun uğruna savaşması gerekecek. Fakat başarısız olursa… Bütün olanlar içerisinde,...
- İnsan Olmak ~ Patricia Lynne
İnsan Olmak
Patricia Lynne
Tommy’nin yapması gereken tek şey vardır: Hayatta Kalmak. Fakat hayatta kalmak o kadar da kolay değildir. İnsanların kanlarını emmek için avlanmak her geçen gün...