Türkiye’de Polisiye Romanın 140 Yıllık Öyküsü (1881-2021)
“Uzun yıllardan beri, okuduğum iki üç kitap arasına kesinlikle bir polisiye roman sokarım. Polisiye roman okuyunca günlük koşuşturmadan kaçma olanağı bulur, kitabın sonunda da ya neşelenir ya da kahrolurum ama her seferinde büyük bir keyif alırım. Bence kitap eziyet çekmek için değil, keyif almak için okunmalıdır. Okuyucunun bir kitabı okuduğunda ondan alacağı keyif, bütün diğer öğelerden önemlidir. Bu durum, yine bana göre, bütün kitaplar, hatta “ciddi” denilen bilimsel yapıtlar için bile geçerlidir. Yazarlar okuyucunun bu tartışılmaz hakkını kabul etmek zorundadır. İyi bir polisiye roman kadar da bu okuma keyfini veren yapıt türü pek azdır.
Okumaya meraklı olduğunu söyleyip de polisiye roman okumadığını belirtenlere hep şaşarım. Örneğin hiç Simenon okumamış, değil bir edebiyat tutkununu, sıradan bir okuru anlamak sizce olası mı? Evet, onun ünlü kahramanı Komiser Maigret’nin uğraştığı sorunlar çoğu zaman kendisi kadar sıradandır. Ama bu sıradan olaylar etrafında, Paris’in eski sokakları, kahveleri, Kuzey Fransa’nın dinmek bilmeyen yağmurları, yağlı toprağı, limanları, siste uzaklaşan gemileri, yaşlı orospuları, sessiz balıkçıları, alkolik memurları, zengin burjuva aileleri, hırsızı, doktoru, okul çocuğu, kapıcısı, şoförü, özetle Fransız toplumunun her sınıfı ve bireyi kusurları, nitelikleri, günlük yaşamlarıyla, bazen şiirleşen bazen bayağılığa kadar düşen bir dille karşımızda canlanmaz mı? Bu güzellik, polisiye roman “ciddi edebiyat” sayılmaz diye yadsınabilir mi?
Çalışmamızda söz konusu ettiğimiz eserler hakkında yaptığımız yorumlar doğal olarak kişisel yorumlarımızdır ama şunu belirtelim ki yorumlarımız özellikle telif polisiye romancılarımız için olumlu bir yaklaşımla yapılmış, gedikli bir edebiyat eleştirmeninin soğuk ve bilgiç uzmanlığından uzak bir biçimde kaleme alınmıştır. Çalışmamızın telif ve çeviri bütün eserleri kapsadığı gibi bir iddianın hiçbir zaman arkasında olmayacağız ama şunu söyleyebiliriz ki yapılabileceğin en iyisi yapılmaya çalışılmıştır. Meraklı okuyucunun katkısıyla eksiklerin giderilmesi ihtimali her zaman vardır.”
POLİSİYE ROMAN OLGUSU
Polisiye roman apaçık bir toplumsal olgudur. Dünyanın dört bir yanında, her beğeni kesiminden milyonlarca insan polisiye roman okumaktadır. İngiltere’de yayınlanan her dört kitaptan birinin polisiye yapıt sınıfına girdiği saptanmıştır. Bu kendine özgü yazın türünü üreten birçok yazar ve yayınlayan birçok yayıncı vardır. Bunlar kullanma değeri olan bir ürünün karşıladığı gereksinimleri doğru belirlemiş ve ürünlerine müşteri bulmuşlardır.
Bu bağlamda yine de şu soruların cevaplarını aramak gerekebilir: “Polisiye Roman”ın tanımı nedir; polisiye roman “iyi bir edebiyat” ürünü sayılabilir mi, yoksa bütünüyle popüler kültürün bir parçası mıdır ve polisiye roman insanların ne gibi gereksinimlerini karşılamaktadır?
Bunları kısaca yanıtladıktan sonra polisiye romanın kökenine, kurucu babalarına ve geçirdiği evrelere hızlı bir göz atmak, konumuzu bütünüyle anlamak açısından yararlı olacaktır.
POLISIYE ROMAN NEDIR? TANIMI…
“Polisiye Roman”ın tanımı üzerinde bu konuya eğilenler bir türlü anlaşamazlar. Kimileri bir böcekbilimcinin usanç veren sınıflamalarını andırır tanımlamalarla “polisiye romanı” birbirinden farklı olduğuna inandığı kategorilere, örneğin “geleneksel detektif öyküleri”, “kara roman”, “casusluk öyküleri”, “gangster öyküleri”, “polis örgütü öyküleri”, “cinayet romanları”, “psikolojik-gerilim öyküleri”, “suspense romanları”, “hard boiled romanları” gibi sınıflara ayırır ve bunlara kendi fikrince iyice belirgin sınırlar koyar.
Kimiyse türü yalnızca “detektif romanları”na indirgeyerek yapıttaki muammayı çözen profesyonel veya amatör bir detektifin bulunduğu romanları “polisiye roman” diye tanımlar. Böylece de örneğin, Georges Simenon’un Türkçe’ye Mösyö Buve Öldü diye çevrilen, kendini yalnızlığa mahkûm etmiş bir ihtiyarla küçük bir çocuk arasındaki dostluğu polisiye kurgu içinde anlatan o canım romanı L’Enterrement de Monsieur Bouvet, polisiye roman kapsamına girmez yahut Agatha Christie’nin ünlü romanı On Küçük Zenci ile John Lecarré’nin Soğuktan Gelen Casus’u, içinde muamma çözen detektif olmadığı için polisiye roman sayılmaz! Kimileri ise yine anlaşılmaz bir tutumla polisiye romanda muhakkak bir cinayet olması gerektiğini ileri sürer ve türün ismini “cinai roman” diye tanımlamaya kadar işi ileri götürür. Halbuki polisiye romanın en başat figürlerinden biri olan Sherlock Holmes’ün yazarı Sir Arthur Coyle, 56 uzun öykü formatında Sherlock Holmes öyküsü yazmıştır; bu öykülerin 41 tanesinde cinayet söz konusu değildir. Bu durumda da örneğin ünlü Sherlock Holmes’in etkisi altında kaldığı tek kadın kahramanı olan Irene Adler’in öyküsü Bohemya’da Bir Skandal, olayda bir cinayet olmadığından bu kişilerce herhalde Conan Doyle’un sıradan bir uzun öyküsü sayılacaktır. Aynı şekilde Peyami Safa’nın Server Bedi adı altında 1924-1928 yılları arası kaleme aldığı 60 Cingöz Recai öyküsünün ancak dokuz tanesinde cinayet söz konusudur, geri kalanları polisiye edebiyat içinde saymayacak mıyız?
Polisiye romanın ilk örneklerinden itibaren gelişimi incelenirse, polisiye kurgu içinde anlatımın farklılıklar gösterdiği; dönem dönem farklı yaklaşımların türe egemen olduğu bir gerçektir ama bu gelişimi, türdeki yaratıcılığın doğal sonucu, ortaya çıkan “farklılaşmalar” olarak kabul etmek yerine, kategorik sınıflamalara konu yapmak ya da “polisiye romanı”ı sübjektif kriterlerin dar kalıplarına hapsetmek ne kadar doğrudur bilemiyoruz.
En az altmış beş yıldır sürekli olarak polisiye roman okuyan yazarınızın, polisiye romanın tanımı konusundaki kanaati, tanınmış Fransız tiyatro yazarı Jean Cocteau’nun (1889-1963) “aşk” için söyledikleriyle örtüşmektedir. Cockeau aşk için şöyle der: “Aşkın herkesin kabul edeceği bir tanımını vermek zordur ama aşkın varolduğunu gösteren belirli kanıtları da vardır.” Bunun gibi kanımızca, “polisiye roman”ın da eskilerin deyimiyle, “ağyarına mâni, efradına câmi”, yani kendinden olmayanı içine almayan ama kendinden olanı tam olarak içeren bir tanımını vermek zordur ama bir yapıtın “polisiye” olup olmadığını belirten kanıtlar pekâlâ vardır ve bu türün meraklısı bir okuyucu bunu çoğu zaman fark eder.
Bu kanıtlar nelerdir? Bunlar bir polisiye romanda muhakkak olması gereken iki başat öğe olan “suç” ve “muamma”dır.
“Suç”, polisiye yapıtlarda, Doyle’un Dilenci adlı öyküsünde olduğu gibi, ailesinden dilencilik yaptığını gizleyip ticaretle uğraştığını söyleyen adamın masum yalanından, cinayet işlemeye kadar giden, hatta son dönemlerin moda olan “siyasi thriller” öykülerinde görüldüğü gibi bütün dünyayı yok etmeyi amaçlayan çılgınlıklara kadar uzanan göreceli bir kavramdır. Bir polisiye yapıtta vazgeçilmez öğe olan “ suç ” a karşı çeşitli polisiye yazarlarının tutumları birbirinden çok farklıdır. Bazıları suçun failinin mutlaka bulunması ve cezalandırılmasını amaçlarken, bazıları suça ve suçluya çok farklı yaklaşacak, hatta sempatik suçlu kahramanlar yaratıp -örneğin Maurice Leblanc’ın Arsène Lupen’i, Server Bedi’nin Cingöz Recai’sibu yaklaşım ile de farklı çözümler bulacaktır. Yahut Souvestre-Allain ikilisinin yarattığı Fantoma ile suç dehaları ortaya çıkacak veyahut da Patricia Highsmith’in hiçbir zaman cezalandırılmayacağını anladığımız “Becerikli Bay Ripley”leri okuyucu karşısında boy gösterecektir. Bunun ayrıntılı anlatımını polisiye romanın gelişiminde ve polisiye roman yazarlarının incelenmesinde yapacağız.
“Muamma” dediğimiz sözcüğü ise “bilmece” ile karıştırmamak gerekir, yoksa işin içinden çıkamayız. Polisiye romandaki “ muamma ”nın ayırıcı niteliği, söz konusu bilinmezliğin hem gerçekleşmiş bir suç ile birlikte oluşması hem de öykünün kurgusundaki, okuyucuyu şaşırtan, heyecanlandıran “yönlendirici motif” özelliğini göstermesidir. “Yönlendirici motif”ten kastımız şudur: Çoğu polisiye romanda detektif olan birileri veya olayların gelişimi “muamma”yı çözecektir ama var olan muammanın şöyle yahut böyle sürüp gittiği, çözülmediği ya da okuyucuya, çözüme kavuşulup kavuşulmadığını kendi takdir etme hakkının verildiği “polisiye romanlar” da vardır. “Muamma”nın suçla birlikte var olmasının vazgeçilmezliği yanında çözüme kavuşması çok rastlanan bir olguysa da muhakkak gerekli olmaması ama yapıtta kurgunun ana ilgi noktasını oluşturması; polisiye yapıtta “muamma” olgusunun “yönlendirici” etkinliğini göstermektedir. Yani “muamma” suç ile birlikte polisiye yapıtta muhakkak bulunur ama çözümü polisiye yazarının “ suç” ve “suçlu” kavramına bakışına bağlıdır.
Yukarıda söz konusu ettiğimiz Georges Simenon’un L’Enterrement de Monsieur Bouvet adlı yapıtı bu konuda tipik bir örnek olabilir. Mösyö Bouvet hakkında pek çok söylenti ortaya konacak ama gerçeği tam olarak belirtmek mümkün olmayacaktır. “Kara Roman” denilen türün yazarlarının muammayı çözerken geleneksel “polisiye roman”ın “geleneksel suçlu” kavramıyla hiç örtüşmeyen sonuçlara varmaları; suçlu ve toplum ilişkilerini irdelemeleri ve okuyucuyu suç ve suçlu kavramları üzerinde düşünmeye sevketmeleri de “muamma”nın her zaman bütün yönleriyle mutlak anlamda çözülemeyeceğinin işaretlerini vermektedir. Demek ki polisiye bir yapıtta “muamma” muhakkak bulunması gereken bir öğedir ama ille de çözülmesi gerekmeyebilir yahut çözüm okuyucunun değerlendirmesine açık olabilir. Suç ve ceza kavramlarının kendine özgü anlamlarını sorgulayan ve öyküdeki “muamma”yı bu kriterler içinde çözümleyen pek çok halis polisiye yapıt vardır. Bir başka deyişle “muamma”, suçu kimin işlediği, nasıl işlediği sorusunda yoğunlaşacağı gibi, suçun neden işlendiği ya da suç işleyenin suçu işledikten sonra nasıl davranacağı sorusunda da yoğunlaşabilir. Bu bağlamda, Ferid Edgü’nün çok beğendiğim deyimiyle “Metafizik Polis Romanları Yazarı”2 Dostoyevski’nin Suç ve Ceza’sından daha çarpıcı bir polisiye yapıt düşünülebilir mi yahut da Suç ve Ceza’nın yüksek edebi nitelikleri nedeniyle polisiye yapıt olmadığı iddia edilebilir mi?
Sonuç olarak polisiye romanı, bu iki kanıttan hareket ederek “muamma içeren suç”un öyküsünü anlatan edebi yapıtlar gibi tanımlarsak, pek çoğu yazınsal değil, teorik kaygılardan oluşan sınıflamalardan; “şu yapıt polisiye roman kapsamına girer, bu yapıt girmez” münakaşalarından kurtuluruz. Çizdiğimiz çerçevenin çok geniş olduğunu inkâr etmiyoruz ama sağduyuyla yapılacak bir değerlendirme ile bu çerçevenin sınırları pekâlâ belirlenebilir. Örneğin, birçok serüven romanında hem muamma hem suç vardır ama bu öğeler romanın ana temasını oluşturmazlar. Alexandre Dumas Père’in Üç Silahşörler’inde suç da vardır, muamma da vardır, ancak romanın ana teması suç ve muammanın çözümü değildir; ana tema, üç silahşör ile d’Artagnan’ın kişilikleri bağlamında Fransız tarihinin belirli bir bölümünü, Kardinal Richelieu gibi tarihî kişiliklerin de karıştırılmasıyla betimlemektir. Bu ayrımın farkında olan bilinçli okuyucu Üç Silahşörler’i bir tarihî serüven romanı olarak okur. Aynı Dumas’nın Türkçe’ye çevrilmediğini bildiğim Les Mohicans de Paris (Paris’in Mohikanları) adlı kitabıysa pekâlâ bir polisiye roman olarak algılanabilir. Dumas, bu romanda Gérard Tardieu adlı kötü adamın işlediği suçları ortaya çıkarmaya çalışan şair-amatör detektif Jean Robert’in hikâyesini anlatır. Kitaptaki ana amaç Tardieu’nün suçluluğunu kanıtlamaktır.
Benzer bir durum Victor Hugo’nun Sefiller’i için de söz konusudur. Eski suçlu ve hapisten kaçmış bir mahkûm olan Jean Valjean ve onu yakalamak için peşini bırakmayan Komiser Javert romanın ana kahramanlarından ikisidir ama romanın ana teması suç ve suçun içerdiği muamma değildir. Hugo bu yapıtıyla dönemin Fransa’sının çarpıcı bir görünümünü vermekte ve toplumdaki çarpıklıkların ve ezilenlerin sergilenmesini amaçlamaktadır. Polisiye roman üzerindeki incelememizi, tamamen kişisel yargımız olan, yukarıda vurguladığımız polisiye roman kanıtlarından yol alarak sürdüreceğimizi ve bu kanıtlara uyan yapıtları ve yazarları inceleme konusu yapacağımızı belirterek bu konuyu noktalamak istiyoruz. Bu davranış pek doğal olarak kişisel yaklaşımımızdır ve eleştirilebilir, ancak olayın kavranması ve araştırılmasında kolaylaştırıcı bir etken olduğunu düşünüyoruz.
İYI POLISIYE ROMAN İYI EDEBIYATTIR
Yukarıki başlığı gören okuyucunun, hele polisiye roman meraklısı okuyucunun “iyi polisiye romanın iyi edebiyat olduğunu anlatmaya gerek var mı” dediğini duyar gibi oluyoruz. Ama yine de konuyu biraz açmanın yararlı olacağını düşünüyoruz. Bunu, geçerliliğini hâlâ sürdüren şu garip paradoks yüzünden yapmak istiyoruz. Edebiyat tapınağının geleneksel gardiyanları olan eleştirmenler doğru dürüst yazılmış, okuyucuyu kitabın ilk satırından son satırına kadar sürükleyen bir yapıttan söz ederken “söz konusu yapıtın bir polisiye roman gibi okunduğunu” belirtirler. Nitelikli bir polisiye romandan söz ettiklerinde de “onun başka bir tür yapıt, bir gerçek roman gibi olduğunu” söylerler.
Bu paradoksal değerlendirmenin, herkesin kafasında yer etmesinin sorumlusu hiç şüphe yok ki başından beri polisiye romanı küçümseyen, onu “ciddi edebiyat ürünü”
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Deneme Edebiyat İnceleme/Araştırma
- Kitap AdıKorkmayınız Mister Sherlock Holmes!
- Sayfa Sayısı1096
- YazarErol Üyepazarcı
- ISBN9786254130434
- Boyutlar, Kapak15,5 x 23 cm, Kutulu Ciltli
- YayıneviOğlak Yayınları / 2023
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Yazmak Üzerine ~ Raymond Carver
Yazmak Üzerine
Raymond Carver
Tıpkı yaşarken olduğu gibi, yazarken de özensiz olmaktan vazgeçin.Yazmayı konuştuğumuzda ne konuşuruz? Yazmak Üzerine, adı modern öyküyle eşanlamlı hale gelen Raymond Carver’ın yazın hayatını...
- Mitologya ~ Behçet Necatigil
Mitologya
Behçet Necatigil
Mitolojiyle ilgili genel kitaplardan farklı olarak soru-cevap şeklinde hazırlanmış olan “Mitologya”kitabı, sadece Yunan ve Latin mitologyasının temel niteliklerini ve iç bağlantılarını ortaya koymakla kalmıyor,...
- Öykü Yazmanın Sırları ~ Orhan Duru
Öykü Yazmanın Sırları
Orhan Duru
Orhan Duru’dan “Öykü Yazmanın Sırları” “Öykü Yazmanın Sırları”nda öyküyü öykü yapan öğeleri; modern öykünün özelliklerini ve inceliklerini; anlatı geleneğimizin ana hatlarını ve gelişimini; günümüz...