“Bilin ki korkunç olan, artık onda köpek değil, insan kalbi olmasıdır. Hem de doğada bulunan en berbatından!” Şarik, bir sokak köpeğidir. Bir gün yaralanınca onu bulan cerrah evine götürür ve iyileştirir. Ancak ameliyat ederken ona bir insanın hipofiz bezini ve bir erkeğin testislerini de nakleder. Bu deneyin sonucunda Şarik yavaş yavaş insanlaşmaya başlar. Hatta zaman içerisinde Sovyet devletinde iş bile bulur, ideal sosyalist bir vatandaşa dönüşür. Bu komik ve grotesk Frankenstein öyküsü Bolşevizmi ve Sovyet toplumunu eleştirdiği gibi, insanın temeldeki bencilliğini de gözler önüne seriyor. Bulgakov’un 1925’te yazdığı ancak 1987’ye kadar Rusçada yayımlanamayan romanı Köpek Kalbi, yazarın hiciv ve kara mizah yeteneğini en iyi şekilde gösterdiği eserlerinden biri.
1
“U-uu-uuuu-vuu-vuuuuu! Hey, bakın, geberiyorum. Tipi avlu kemerinin altında son duamı uğulduyor, ben de onunla uluyorum. Mahvoldum, mahvoldum ben. – Halk Ekonomisi Merkez Konseyi çalışanları düzenli beslenme yemekhanesi aşçısı– pis şapkalı alçak, sıcak suyu üstüme boca edip sol yanımı haşladı. Pislik herif, bir de proleter. Tanrım, Tanrım, nasıl da acıyor! Kemiklerime işledi kaynar su. Artık ne faydası olacaksa uluyup duruyorum.
Ne yaptıysam ona? Ne? Ne yani, çöplükte eşelenirsem Halk Ekonomisi Konseyi’ni mi yalayıp yutacağım? Açgözlü alçak! Suratına şöyle bir bakmanız yeter; eni boyundan geniş şişko. Kırmızı suratlı hırsız.
Ah, şu insanlar, ah! Pis şapkalı, kaynar su ikram ettiğinde öğle vaktiydi, şimdi hava karardı, Preçistenka itfaiye binasından soğan kokusu geldiğine göre öğleden sonra dört falan olmalı. Bildiğiniz gibi itfaiyeciler akşamları lapa yer. Ancak bu, aynı mantar gibi, yenecek son şeydir. Bu arada, Preçistenka’lı tanıdık köpekler anlatmıştı; güya Neglinka Bulvarı’ndaki ‘Bar’ adlı lokantada günün yemeği olarak, porsiyonu 3 ruble 75 kapik’e piquante1 soslu mantar yiyorlarmış. Kuşkusuz bu bir zevk işi ama galoş yalamaktan farkı yok… U-uuu-vuuu…
Acım dayanılacak gibi değil, bana neler olacağı da açık seçik gözlerimin önünde; yarın yara olacak, peki sorarım size, neyle iyileştireceğim? Yazın olsa Sokolniki’ye giderdim, orada özel, müthiş bir ot vardır, bundan başka bedavaya salam başları tıkınırsın, yurttaşların yere attığı yağlıkâğıtları keyifle yalarsın. Bir de mehtapta, otların üstünde duran karga sesli bir cadı ‘Sevgili Aida’yı3 bizi mahvedecek gibi söylemese her şey müthiş olurdu. Şimdi nereye gidersin ki? Çizmeleriyle tekmelemediler mi? Hem de nasıl. Kaburgalarıma tuğla yemedim mi? Hem de doya doya. Başıma gelmeyen kalmadı, yazgıma boyun eğdim; şimdi ağlıyorsam yalnızca açlıktan ve fiziksel acıdan, ne de olsa ruhum henüz pes etmedi… Bir köpeğin canı kolay kolay çıkmaz.
Alın işte ezilmiş, hırpalanmış ve insanların fazlasıyla hor gördüğü bedenime bakın. Şimdi asıl önemli olan, kaynar suyun değer değmez tüylerimi alıp götürmesi ve sol yanımın neredeyse korumasız kalması. Kolayca zatürre olabilirim; kaptım mıydı da, yurttaşlar, açlıktan geberir giderim. Zatürre olunca ana giriş kapısındaki merdiven altında yatman gerekir ama benim gibi yatıp duran bekâr bir köpek için kim yiyecek bulmaya çöp tenekelerine koşturur ki? Şifayı kaptım mı karın üstü sürünmeye ve zayıflamaya başlarım, o zaman da denk gelen ilk uzman kafama sopayı öldüresiye indirir. Şu kokartlı avlucular da bacaklarımdan tuttukları gibi arabaya atıverirler…
Proleterlerin en berbatları, en aşağılıkları avluculardır. En aşağı sınıf insan müsveddeleri. Aşçılar ise çeşit çeşittir. Örneğin, toprağı bol olsun, Preçistenka’dan Vlas. Kim bilir kaçımızın hayatını kurtarmıştır. Hastalık zamanı en önemli şey yiyecek bulmaktır. Eskilerin anlattığına göre, bazen Vlas’ın attığı kemikte en azından sekizlik et olurmuş. Mekânı cennet olsun, öyle düzenli beslenme yemekhanesinde değil Graf Tolstoy’larda aşçılık yapan gerçek bir insandı. Bu düzenli beslenme yerlerinde neler çevirdiklerine köpek aklı ermez. Alçaklar kokmuş salamura etten lahana çorbası yaparlar, yiyen zavallıların haberi bile olmaz. Koşa koşa gelir, şapırdata şapırdata tıkınırlar.
Örneğin şu daktilo kızcağız dokuzuncu dereceden dört buçuk çervonets4 kazanır ha, bir de, fildeper5 çorapları da sevgilisi hediye eder. Tabii bu fildeper çoraplar için katlandıkları da cabası. İşte daktilo kız, koşturuyor; dört buçuk çervonets’le Bar’a gidecek hali yok ya. Sinemaya bile yetmez parası oysa sinema, kadınların yaşamdaki tek tesellisidir.
Titrer, yüzünü buruşturur ama yine de tabağındakini siler süpürür… Düşünsenize, iki kap yemek kırk kapik ama işin aslında bu iki yemeğin beş altınlık1 değeri yoktur, çünkü kalan yirmi beş kapik’ini müdür çalmıştır. Peki, bizim daktilo bunları mı yemeli? Sağ ciğerinin üst kısmında sorun var, üstelik şu Fransız işlerinden dolayı bir de kadın hastalığı çekmekte. İşyerinde yemekhanedeki kokuşmuş yemek için kesinti yapıldı. İşte o, işte… Koşuyor avlu kemerinin altına doğru, bacaklarında sevgilisinin hediye çorapları. Ayakları buz gibi, karnı rüzgâr yiyor çünkü üzerindeki benim tüyümden beter, paçalı donu da ısıtmaz çünkü önemli olan dantelasıdır. Sevgilisi için yırtınır durur. Flanel bir şey giymeye kalksın, adam kıyameti koparır, açar ağzını, ‘Düzgün giyinsene! Ben evdeki Matryona’dan ve onun flanel donundan bıkmışım zaten, artık benim zamanım. Şimdi başkan oldum ve çaldığım her şey kadın tenine, ıstakoz etine ve Abrau Durso’ya2 gidiyor. Çünkü gençliğimde yeterince açlık çektim, ne olursa olsun, diğer dünya diye bir şey yok ki.
Yazık, çok acıyorum ona! Ancak tabii ki kendime daha çok acıyorum. Egoist olduğumdan değil, gerçekten de aynı koşullarda olmamamızdan. Kızın hiç değilse evi sıcak, oysa benim, benim… nereye gideyim? Dövülmüş, haşlanmış, incinmiş, nerelere gideyim? U-uu-vuuu!..”
“Kuçu, kuçu, kuçu! Şarik , hey Şarik… Zavallı şey, ne diye inliyorsun? Kim incitti seni?
Offf…” Kupkuru bir soğuk kapıları gümbürdetip kızın kulaklarını yaladı. Eteğini dizlerine kadar kaldırdı, krem rengi çoraplarını ve pek düzgün yıkanmamış dantelli iç çamaşırının dar çizgisini ortaya çıkardı, kızın sözlerini kesti ve köpeğin üstünü karla kapladı.
“Tanrım… Bu ne hava… Off… Karnım da ağrıyor. Salamuradandır! Ne zaman bitecek bunlar?”
Kız başını eğip ileri atıldı, dış kapıdan sokağa fırladı ve tipi onu soğukta serseme çevirmeye başladı, sonrasında bir kar girdabına soktu ve kız kayboldu.
Köpek ise avlu kemerinin altında kaldı ve sakat sol yanının acısıyla buz gibi duvara yaslandı, soluğu kesildi, başka bir yere gitmemeye karar verdi; ölecekse bu kemerin altında ölecekti. Çaresizliği onu ezmişti. İçi öyle kederli, öyle acıyordu ki; öyle yalnız öyle korku içindeydi ki kabarcıklara benzeyen minik köpek gözyaşları daha gözlerinden çıkar çıkmaz kuruyorlardı. Yaralı yanındaki tüyleri donmuş topak topak olmuştu, topakların arasından kötü kırmızı lekeler görünüyordu.
“Bu aşçılar nasıl da anlayışsız, aptal ve gaddarlar. Kadın ona ‘Şarik’ demişti… Nasıl ‘Şarik’ oluyorsa? Şarik dediğin besili, şişko, aptal olur, yulaf ezmesi yer, soyu sopu bellidir oysa ben uzun tüylü, zayıf, bakımsız, kadit bir serseri, evsiz barksız bir it. Yine de bu güzel söz için sağ olsun.
Sokağın karşısındaki pırıl pırıl aydınlatılmış dükkânın kapısı çarptı, dışarıya bir bey çıktı. Evet, bey; yoldaş değil hatta daha doğrusu beyefendi. Yaklaşınca beyefendi olduğu belli oldu. Paltosundan dolayı mı öyle dediğimi sanıyorsunuz? Saçmalık. Artık proleterlerin çoğu da palto giyiyor. Gerçi yakaları farklı ama bunu konuşmaya bile değmez, yine de uzaktan karıştırılabilir. Ancak gözler yanıltmaz; ister yakından ister uzaktan bakın gözler yanıltmaz. Göz önemli bir konu. Barometre gibidir. Kimin ruhu çöle dönmüş, kim ortada hiçbir şey yokken tekmeyi basar, kim her şeyden korkar, bunların hepsini gözlerden anlarsın. Bu uşak ruhluların bileklerinden ısırmanın tadına doyum olmaz. Korkuyor musun, al o zaman! Madem korkuyorsun, demek hak ediyorsun… Hırrr… Hav-hav…
Kendinden emin beyefendi tipinin içinden yürüyüp sokağı geçti ve avlu kemerinin altına yöneldi. Bunun salamura yiyecek hali yok, yedirmeye kalkarlarsa da öyle bir gürültü çıkarır ki bütün gazeteler ‘Bana, Filipp Filippoviç’e yedirdiklerine bakın!’ dediğini yazar.
İşte gittikçe yaklaşıyor. Güzel yemek yediği ve hırsızlık yapmadığı belli, sana vurmaya kalkışmaz, kimseden de korkmaz; korkmaz çünkü karnı hep tok. Beyefendi kafa emekçisi. Kültürlü insanlara özgü sivri sakalı ve kırlaşmış gür, kalın bıyığıyla Fransız şövalyelerini andırıyor ama tipide bile duyulan kötü bir kokusu var; hastane ve bir puro kokusu. Hangi kör şeytan onun yolunu, bu Halk Ekonomi kooperatif dükkânına düşürdü ki, diye sorulmaz mı? İşte yanıma geldi… Ne arıyor? U-uuu… Bu berbat dükkândan alacağı ne olabilir ki, Ohotnı Ryad neyine yetmiyor? O da ne? Salam. Beyefendi bu salamın neyden yapıldığını bir görseniz bu mağazanın yanına bile yaklaşmazdınız. Siz onu bana verin.”
Köpek son gücünü topladı, kemer altından kaldırıma doğru çılgın gibi süründü. Tipi tam başının üzerinde tüfek gibi patladı, üzerinde “Gençleştirme mümkün mü?” yazan keten bezin kocaman harflerini havaya savurdu.
“Kesinlikle mümkün. Şu koku beni gençleştiriverdi, ayağa kaldırdı; hastane kokusunu bastıran sarmısak ve biberle yoğrulmuş at kıymasının o cennetimsi kokusu yakıcı dalgalarıyla iki gündür boş duran midemi sıkıştırıyor. Hissediyorum, hatta biliyorum; salam kürkünün sağ cebinde duruyor. İşte tam başımın üstünde. Ah, yüce efendim! Bir bakın bana. Ölüyorum. Ruhumuz uşak ruhu, yazgımız alçak.”
Gözyaşları döken köpek bir yılan gibi karnının üzerinde sürünüyordu.
“Aşçının yaptıklarına bir bakın. Tahmin etmezsiniz değil mi? Ah, iyi bilirim sizin gibi zenginleri! İşin aslında ne yapacaksınız onu? Neyinize gerek o kokmuş at eti? Mosselprom’dan başka hiçbir yerde bulamazsınız böylesi zehiri.2 Bu sabah kahvaltınızı yaptınız, siz ki erbezleri sayesinde dünya çapında birisiniz. U-uu-uuu…”
“Neler oluyor şu dünyada? Belli ki ölmek için daha erken, umutsuzluk ise kesinlikle günah. Ellerini yalayayım bari, yapacak başka bir şey yok.”
Gizemli beyefendi köpeğe eğildi, altın çerçeveli gözleri parıldadı ve sağ cebinden beyaz, uzun bir paket çıkardı. Kahverengi eldivenlerini çıkarmadan, tipinin ânında alıp uçurduğu ambalaj kâğıdını açtı ve bir parça “Hususi Krakov” denilen salam kopardı. Köpeğe verdi.
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Öykü
- Kitap AdıKöpek Kalbi
- Sayfa Sayısı136
- YazarMihail Bulgakov
- ISBN9789750752018
- Boyutlar, Kapak12,5x19,5 cm, Karton Kapak
- YayıneviCan Yayınları / 2022
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Billur Köşk Hikâyeleri ~ Kollektif
Billur Köşk Hikâyeleri
Kollektif
Bir varmış, bir yokmuş, Allahın kulu çokmuş tekerlemesiyle başlayıp, arada çekilen onca ızdıraba, ayrılığa, haksızlığa rağmen sonu hep Onlar ermiş muradlarına, darısı bizlerin başına....
- Taş Devri ~ Ali Teoman
Taş Devri
Ali Teoman
Ali Teoman’dan “yeni” bir öykü kitabı: Taş Devri Taş Devri, Ali Teoman’ın beşinci öykü kitabı. Gizli Kalmış Bir İstanbul Masalı (1991), İnsansız Konağın İkonu...
- Işıklı Ayakkabılar ~ Ferda İzbudak Akıncı
Işıklı Ayakkabılar
Ferda İzbudak Akıncı
“Nice zamandır içi gidiyor ışıklı ayakkabılara Semih’in. Annesini köşedeki ayakkabıcıya sürüklediyse de değişen bir şey olmadı. Annesi kesin konuşuyordu. Ayakkabıları, yani şimdi giydikleri eskiyinceye...