Damaris minik dişi yavruya çok farklı davranacağı konusunda kendi kendine söz verdi. Çünkü bu kendi köpeğiydi ve Rogelio’nun ona diğer köpeklere davrandığı gibi davranmasına, hatta sert bakmasına bile izin vermeyecekti.Küçük bir köyün kıyısında, okyanusla orman arasındaki bir tepede Damaris ile balıkçı kocası Rogelio yaşar. Çocuğu olmayan Damaris dişi bir yavru köpeği sahiplenir ve aralarında kuvvetli bir bağ oluşur, ta ki bir gün köpek ortadan kaybolup hamile bir şekilde geri gelene dek…Kolombiyalı yazar Pilar Quintana’nın birçok dile çevrilen romanı Köpek annelik arzusu, sorumluluk ve yalnızlığa dair sarsıcı bir anlatı.
Donya Elodia, denizin getirip kumsala yığdığı çöplerin, ağaç kütüklerinin, plastik torbaların, şişelerin olduğu yeri eliyle işaret ederek, “Bu sabah şurada buldum,” dedi, “ayaklarını göğe dikmiş, öylece yatıyordu.”
“Zehirlenmiş mi?”
“Sanırım öyle.”
“Ne yaptılar peki? Gömdüler mi?”
Evet anlamında başını salladı Donya Elodia:
“Torunlarım gömdü.”
“Yukarıdaki mezarlığa mı gömdüler?”
“Yoo… Hemen şuraya… Kumların içine…”
Köydeki köpeklerin çoğu zehirlenerek ölüyordu. Kimileri, bu köpekleri öldürenlerin bunu bilerek yaptıklarını söylese de Damaris bir insanın böyle bir şeyi bilerek, isteyerek yapabileceğine inanmıyor, köpeklerin fareler için bırakılmış zehirli yiyecekleri ya da zehirlendikleri için kolayca avlanan fareleri yanlışlıkla yiyerek öldüklerini düşünüyordu. “Çok üzüldüm.” Cevap olarak başını sallamakla yetindi Donya Elodia. O da üzgün olmalıydı ama belli etmiyordu. Ölen köpek uzun zamandır onun yanındaydı. Çarşıya, kiliseye, gelininin evine, rıhtıma… nereye gitse, o siyah dişiköpek hep ardında olurdu. İşlettiği restoranda çalışırken de oralarda bir yerde uzanır yatar, onu beklerdi. Donya Elodia, şırıngaya süt doldurarak beslemeye çalıştığı yavruyu yerdeki kutunun içine bıraktı, kutudaki diğer yavrulardan birini aldı.
Henüz gözleri açılmamış on yavru vardı. “Altı günlükler,” diye açıkladı Donya Elodia, “yaşayabileceklerini sanmam.” Damaris, kendini bildi bileli hep şimdiki haliyle hatırlardı Donya Elodia’yı: Belden aşağısı aşırı şişman, az konuşan, yaşlı bir kadın… Gözlerini kocaman gösteren kalın camlı gözlükler takardı hep, restoranının tıklım tıklım olduğu günlerde bile, sarhoşlara ve masaların arasında koşuşan çocuklara aldırış etmez, sükunetini hiç bozmadan ağır hareketlerle işini yapardı.
Şimdiyse çok bunaldığı belliydi. “Neden birilerine vermiyorsunuz bu yavruları?” diye sordu Damaris. “Birini aldılar, ama bu kadar küçük bir yavruyu almak istemiyor insanlar.” Sezon dışı olduğu için turist yoktu ortalarda, bu yüzden müzik açılmamış, restoranın önüne masalar çıkarılmamıştı; Donya Elodia ve karton kutunun içindeki on köpek yavrusundan başka kimsenin bulunmadığı alan çok geniş göründü Damaris’in gözüne. Yavrulara uzun uzun baktıktan sonra birini almaya karar verdi: “Bunu alabilir miyim?” diye sordu. Donya Elodia beslediği yavruyu kutuya bıraktı, Damaris’in işaret ettiğini çıkardı: Düşük kulaklı, gri renkli bir yavruydu. Çevirip arkasına baktı. “Dişi bir yavru,” dedi.
Gelgit sırasında deniz çekildiği zaman inanılmaz genişlikte bir kumsal çıkardı ortaya: Kumdan çok çamura benzeyen, siyah renkli kumların kapladığı, çorak bir arazi. Yükseldiği zaman ise tüm kumsal suların altında kalırdı. Deniz, rüzgârın ormanlardan sürükleyip bıraktığı ölü yapraklarla, kuru dallarla, tohumlarla birlikte insanların attıkları çöpleri de getirip sahile bırakırdı. Damaris, yengesini ziyaret etmiş, evine dönüyordu. Yengesinin yaşadığı yer yukarılarda, sağlam topraklar üzerine kurulmuş, betondan inşa edilmiş otellerin, şık restoranların bulunduğu daha gelişmiş bir köydü.
Askerî havalimanından geçilerek gidilirdi oraya. Dönüşte Donya Elodia’nın restoranının önünden geçerken minicik yavruları görünce meraktan durmuştu, şimdi de köyün öteki ucunda bulunan kendi evine gidiyordu. Koyacak yer olmadığı için köpek yavrusunu göğsüne yasladı. Avucunun içine sığacak kadar minicikti yavru; süt kokuyordu, sımsıkı sarılmak ve ağlamak isteği veriyordu Damaris’e. Damaris’in doğduğu ve yaşadığı bu köyün anacaddesi, kumlar üzerinde uzanan bir sokaktan ibaretti. Ahşap kazıklar üzerine oturtularak yapılmış, birbirine bitişik evlerin hepsi harap durumdaydı. Tahtadan duvarları ve tavanları rutubetten kararmıştı. Damaris sokak boyunca yürürken Rogelio’nun yavru köpeği gördüğü zaman göstereceği tepkiyi düşünüyor, biraz da tedirgin oluyordu.
Köpekleri sevmezdi Rogelio; sadece bekçilik etsinler ve havlasınlar diye beslerdi onları. Üç köpeği vardı: Danger, Mosco ve Olivo. En büyükleri olan Danger, askerlerin tekneleri ve turistlerin bagajlarını kontrol ederken kullandıkları labradorlara benziyordu ama kocaman ve köşeli kafası komşu köydeki Pacífico Real Oteli’nin pitbull cinsi köpeğinin kafasını hatırlatıyordu. Danger’in annesi, merhum Josué’nin köpeklerinden biriydi. Josué de köpekleri bekçilik etsinler, yabancılara havlasınlar diye beslerdi ama onlara sevgi gösterir ve avda kendisine yardım etmeleri için eğitirdi. Rogelio’nun anlattığına göre merhum Josué’yi görmeye gittiğinde, iki aylık yavru köpeklerden biri diğerlerinden ayrılıp ona doğru gelerek havlamaya başlamış. O zaman Rogelio ihtiyaç duyduğu köpeğin o olabileceğini düşünmüş.
Merhum Josué de o yavru köpeği ona hediye etmiş. Rogelio bu yavruya “tehlike” anlamına gelen Danger adını koydu Adına layık olsun diye, kıskanç ve cesur bir köpek olarak eğitti onu. Adeta saygı ve hayranlıkla söz ederdi o köpekten. Ama iş davranmaya gelince, sürekli korkuturdu hayvanı. Daha önce yediği dayakları hatırlasın diye, yine dövecekmiş gibi elini kaldırarak, “Pislik!” diye bağırırdı. Mosco’nun küçükken çok kötü bir hayatı olduğu belliydi. Sıska, çelimsiz, sarsak bir köpekti. Bir gün kendiliğinden çıkagelmiş, Danger onu kabullendiği için de kalmasına izin verilmişti. Geldiği zaman kuyruğunda bir yara vardı. Birkaç gün içinde bu yara iltihaplandı. Rogelio ile Damaris iltihaplandığını fark ettiklerinde yara kurtlanmıştı artık. Hatta Damaris o kurtçuklardan çıkan bir sineğin uçup gittiğini bile gördü.
“Gördün mü?!” diye sordu heyecanla. Ama Rogelio hiçbir şey görmemişti. Damaris yaradaki kurtlardan çıkan sinekten söz edince de kahkahalarla gülerek, bu hayvana sonunda bir isim bulduğunu söyledi. “Kımıldamadan dur orospu çocuğu Mosco1 !” diye emretti köpeğe. Palasını çıkarırken aynı anda köpeğin kuyruğunu yakaladı; Damaris onun ne yapmak istediğini anlamaya çalışırken bir hamlede kuyruğu kökünden kesti. Mosco havlayarak kaçarken Damaris dehşet içinde Rogelio’ya bakakaldı. Rogelio, kurtlu kuyruk elinde, omuzlarını çekerek bunu sadece iltihabın hayvanın vücuduna yayılmasını önlemek için yaptığını söyledi ama Damaris ona inanmadı.
Bu olayı ne zaman hatırlasa, Rogelio’nun eğlence olsun diye yaptığını düşündü. Köpeklerin en genci olan Olivo, komşularının çikolata renkli dişi köpeğiyle Danger’in yavrusuydu. Sahipleri o çikolata renkli köpeğin safkan labrador olduğunu söylüyordu. Olivo uzun gri tüylü bir köpek olmasına rağmen babası Danger’e benziyordu. Üç köpeğin içinde en suratsız olan oydu; hep öfkeyle bakardı. Köpeklerin üçü de Rogelio’nın yanına yaklaşmaz, insanlara güvenmezlerdi. Ama içlerinde en güvensizi Olivo idi. Yanına kimseyi yaklaştırmaz, hatta görünürde insan varsa önüne konan yiyeceği bile yemezdi. Bunun nedenini biliyordu Damaris: Rogelio köpeklerin bir şey yerken etrafa dikkat etmemelerini fırsat bilip, özellikle bu iş için kullandığı ince bir guadua bambusu kamışıyla kırbaçlardı onları. Bunu bazen köpekler bir kabahat işlediklerinde cezalandırmak için, bazen de keyfi öyle istediği için yapardı. Olivo üç köpeğin içinde en hain olanıydı:
Havlamadan arkadan yaklaşır, ısırıverirdi insanı. Damaris minik dişi yavruya çok farklı davranacağı konusunda kendi kendine söz verdi. Çünkü bu kendi köpeğiydi ve Rogelio’nun ona diğer köpeklere davrandığı gibi davranmasına, hatta sert bakmasına bile izin vermeyecekti. Böyle düşünürken Don Jaime’nin dükkânına gelmişti. “Ne minicik şey bu böyle,” dedi Don Jaime. Sadece bir tezgâh ve bir duvardan ibaret olan dükkânında yiyecek içecekten çivi ve vidaya kadar ne ararsan bulunurdu. Don Jaime buralı değildi, deniz üssü inşa edildiği sıralarda, ülkenin iç bölgelerinden beş parasız gelip buraya yerleşmiş, kendisinden daha yoksul bir zenci kadınla birlikte yaşamaya başlamıştı.
Bazıları Don Jaime’nin, o zenci kadının yaptığı büyüler sayesinde mal mülk sahibi olduğunu söylese de Damaris onun bütün servetini sadece çalışkan ve iyi bir insan olması sayesinde elde ettiğine inanıyordu. O gün Don Jaime, parası sonra ödenmek üzere Damaris’e biraz taze sebze, sabah kahvaltısı için bir ekmek, yavru köpek için bir paket süt tozu ve bir şırınga verdi. Üstelik bir de karton kutu hediye etti.
Rogelio iriyarı bir zenciydi. Kuvvetini belli eden kaslarla kaplı bir vücudu, her zaman öfkeli görünen bir yüzü vardı. Damaris kucağında yavru köpekle eve geldiğinde o dışarıda tırpanın motorunu tamir ediyordu. Damaris’e selam bile vermeden, “Bir köpek daha mı?” dedi. “Onun sorumluluğunu da bana yüklemeyi aklından geçirme sakın!” Damaris, “Senden böyle bir şey isteyen oldu mu?” diye cevap verdi ve kulübeye doğru yürüyüp gitti. Şırınga işe yaramadı. Damaris çok güçlü kolları olmasına rağmen pek becerikli biri değildi, kendisi gibi elleri de kaba sabaydı.
Tekrar tekrar denemesine rağmen olmadı, şırınganın pistonunu sonuna kadar ittiğinde süt köpeğin burnundan fışkırıyor, her tarafa yayılıyordu. Hayvan henüz yalamayı beceremeyecek kadar küçük olduğu için de sütü tasa koyup veremiyordu. Köyde bulabildiği biberon emzikleri çok büyüktü. Don Jaime sütü damlalıkla vermesini tavsiye etti. Damaris onu da denedi ama damla damla sütle yavrunun karnını doyurmak mümkün değildi. O zaman aklına bir parça ekmeği sütle ıslatıp yavru köpeğin önüne koymak geldi.
Bu işe yaradı: Yavru köpek ekmeği emerek karnını doyurmayı başardı. Ev olarak kullandıkları kulübe deniz kenarında değil,kayalıkların üstünde, büyük ve gösterişli evlerin bulunduğu arazideydi. Geniş bahçelerinde havuzları ve parke taşı döşenmiş yolları olan bu evleri şehirde yaşayan beyazlar, arada gelip kafalarını dinlemek amacıyla yaptırmışlardı. Buradan köye, uzun ve dik merdivenlerden inilerek gidilirdi. Çok yağmur yağan bir yer olduğu için de, insanlar kayıp düşmesin diye merdivenlerdeki çamuru sık sık fırçalayıp temizlemek lazımdı. Merdivenlerden indikten sonra, karanın içlerine kadar upuzun sokulan körfezi geçmek gerekirdi. Gelgit sırasında deniz yükseldiğinde burası suyla dolar, geniş bir ırmağa benzerdi. O günlerde sabahları deniz yükselmiş oluyordu.
Damaris köpeğe ekmek almak için sabah erkenden kalkıyor, kayık için kullandıkları koca küreği omuzlayıp evden çıkıyor, omzunda kürekle merdivenleri iniyor, kayığı çıkarıp suya indiriyor, kürek çekiyor, karşı tarafa varınca kayığı bir ağaca bağlıyor, oradaki balıkçıdan ya da karısından ve çocuklarından kayığa göz kulak olmalarını rica ediyor, onların şikâyetlerini dinliyor, Don Jaime’nin dükkânına varıncaya kadar köyün yarısını yürüyerek geçiyordu. Dönüşte de buna benzer şeyler… Aynı şeyleri her gün, hatta bazen yağmurun altında, yapmak zorunda kalıyordu.
Gün boyu üşümesin diye yavru köpeği, sutyeninin içinde, iri ve sıcak memelerinin arasında taşıyordu. Geceleri de bir şişe sıcak suyla ve onun kokusunu alsın, yerini yadırgamasın diye o gün giydiği bluzla birlikte Don Jaime’nin hediye ettiği karton kutunun içine bırakıyordu. Ev olarak kullandıkları ahşap kulübe çok kötü durumdaydı. Fırtınalı havalarda rüzgârla sallanıyor, gök gürlediğinde zangır zangır titriyor, çatıdan ve tahta duvarlardan içeri su sızıyor, içerisi buz gibi ve çok nemli oluyordu. Öyle zamanlarda minik yavru çığlık atar gibi ulumaya başlıyordu.
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Edebiyat Roman (Yabancı)
- Kitap AdıKöpek
- Sayfa Sayısı112
- YazarPilar Quintana
- ISBN9789750756207
- Boyutlar, Kapak12,5x19,5 cm, Karton Kapak
- YayıneviCan Yayınları / 2021
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Sisli Dağların Ötesinde ~ Karen Marie Moning
Sisli Dağların Ötesinde
Karen Marie Moning
Ona sahip olmak için her şeyini, hatta ruhunu vermeye hazırdı Baştan çıkarıcı bir İskoç lordu O, savaş meydanındaki ve yatak odasındaki meziyetlerinden dolayı bütün...
- Afrikalı Leo ~ Amin Maalouf
Afrikalı Leo
Amin Maalouf
Afrikalı Leo, gerçek bir yaşam öyküsünden çıkarılmış düşsel bri yaşamöyküsü: “Bir berberin sünnet ettiği, bir Papanın vaftiz ettiği” Hasan ibn Muhammed el-Vezzan ez-Zeyyati alias/namıdiğer...
- İstanbul Son Perde ~ Joseph Kanon
İstanbul Son Perde
Joseph Kanon
Tüm seçenekler kötüyken, insan doğru şeyi nasıl yapabilir? Asya ile Avrupa arasında doğal bir köprü ve tarafsız bir şehir olan İstanbul, İkinci Dünya Savaşı...