Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Konuşulmayan
Konuşulmayan

Konuşulmayan

Demokan Atasoy

“…mavimtırak dudakları normal bir insanda gülümseme gibi duracağından emin olduğum bir şekle girdi. Aslında, o dudaklar Hande’nin yüzünde, aslı olmayan bir surete, kör bir…

“…mavimtırak dudakları normal bir insanda gülümseme gibi duracağından emin olduğum bir şekle girdi. Aslında, o dudaklar Hande’nin yüzünde, aslı olmayan bir surete, kör bir bıçakla kesilerek özensizce açılmış bir yara gibi duruyordu. Ama ben gözleriyle ne demek istediğini anlamıştım, belki sadece hissetmiştim. … öpüşmeye nasıl başladık ya da ben bu şefkat dolu vücutla bir olmak zorunda olduğumu ne zaman anladım onu da bilemiyorum.

Ama biliyorum ki sevdiğim kadınla o ilk sevişmem, içimde bir şeyleri değiştirdi…” Oğlak Yayınları, korku öyküleriyle ruhumuza dehşet saçan Demokan Atasoy’un kanınızı donduracak ilk romanı Konuşulmayan’ı yayımlamaktan gurur duyar…

HANDE

1

“Hmmp… phh… mmppff… phhh…” “N’oluyo, be?” aklıma gelen ilk düşünceydi. “Ohh… oh… eveth… ohh…” Yüzüm yastığa gömüldüğü için nefes alamıyordum. Arkamda birisi beni itekleyip dururken, gülle gibi olmuş başımı, elimden geldiğince yana çevirdim. En ufak kıpırdama bile beynimde zonklayıp bütün vücuduma yayılan bir sancıya yol açıyordu. Arkamdakiyse hiç umursamadan, vücudumu zorbaca sarsıp duruyordu. “Bi dursana pezevenk!” demek istedim ama dudaklarım kurumuş, birbirine yapışmıştı. Bir şey söylemeyi düşünmek bile acı veriyordu. Sustum. Gözlerimi açmaya çalışmadan önce nevresimdeki kendi kokularımı tanıdım.

Evde olmalıydım. Güçlükle tek gözümü yarım açtım. Evet, yatağımdaydım. “Ihh… ohh… mnnde… ıhh…” Arkamdaki beni itiştirmeyi sürdürürken günün parlaklığında yanan tek gözümü odaklamaya çalıştım. Zorlukla ve kafamın çatlarcasına ağrımasına aldırmaksızın yatağın yanındaki dev aynaya baktım. “Evet ya! Ohh… ohh…” Aynadaki manzara sanki başka bir yerde, başka birilerinin başına gelen bir olay gibi göründü gözüme. Sanki kendi yatak odamdaki aynaya değil de yeni renkli televizyonumda, videoya koyduğum filmden bir sahneye bakıyordum.

Bir gece önce neler yaptığımı, eve nasıl döndüğümü ya da arkamda durmadan beni itekleyen herifin kim olduğunu bile bilmiyordum. O sırada algıladım ki herif beni yalnızca iteklemiyordu. Gerçekten iri yapılı, vücudu boğazına dek kıllarla kaplı herif iki eliyle kavradığı kalçamı kaldırmış, bütün bedeniyle yüklenerek, hoyratça içime giriyordu. Vücutlarımızın her çarpışmasında kalçamın üzerinde bıngıl bıngıl titreyen, yeni yeni oluşmaya başlamış bira göbeğiyle üzerime çöreklenmiş garip bir hayvanı andırıyordu.

Bense her biri bir diğerinden daha çok sancıyan uzuvlarım ve patlayıp kulaklarımdan taşacakmışçasına zonklayan beynimden başka bir şey hissetmiyordum. “Hrrhh… hrrrhhh… ıhhhhh!” Tek gözümle izlediğim sevişme sahnesi gittikçe zayıflayan sarsıntı ve minik titremelerin ardından sona erdi. Ancak iri kıyım herifçioğlu arkamdan kalkarken ellerinin kalçalarımda bıraktığı koca koca izleri gördüğümde ve dengemi sağlayamayıp yatağa yan devrildiğimde bütün bunların aslında benim başıma geldiğini anladım. Uyanmanın bu kadar acı verebileceğini hiç düşünmemiştim.

Sırtüstü dönmeye çalıştığımda sanki yatağın altında bir insan mıknatısı varmışçasına beni çarşafın kıvrımları arasına doğru çekmeye başladı. Nevresimle boğuşup minik hareketlerle kendimi döndürmeye çalışırken yarma da banyodan çıkmış, uzağımda bir yerlerde titreşen boğuk sesiyle bir şeyler söylüyordu. Umrumda değildi. Ben sırtüstü yatacaktım. Herif biraz daha homurdanıp çıktı. Aynı anda ben de yatakta dönmeyi becermiştim. İşitilmeyecek bir çıtırtıyla dudaklarımı araladım ve derin bir soluk aldım. Sıcak ve kuruydu soluk, rahatlatmak yerine sanki gırtlak çeperimi daraltıyordu. Ağzıma gece kum doldurulmuş gibi hissediyordum. Ayık olmak her gün daha çok acı verir olmuştu.

Dünü hatırladığımdan değil ya, neyse! Göğüslerim sızım sızım sızlıyordu, elimi attığımda göğüs altından tel destekli, yeni tasarlanmış büstiyerimin hâlâ üzerimde olduğunu fark ettim. Harbiden, bu sikik hâle nasıl düşmüştüm? “Zrrr… zrrr… zrrr…” “İşte şimdi beynim patlayacak” diye düşündüm. “Tam şimdi.” “Zrrr… zrrr… zrrr…” Kuru ve sancılı sabahta gözlerimden yaşlar gelirken başucumdaki kargaşanın arasından telefonu buldum. “Zrrr… zr… trak…” “Mmloo! Köh… köh, köh!” “Aloo, ay sen hâlâ uyuyo musun? Yaa, kızım sen…” “Öhhööö… öhhö…” Öksürmekten nefes alamıyordum ki. Telefondaki ablamdı. Ahizeyi kulağımdan uzaklaştırdım, komodinin üzerine özensizce fırlatılmış mini eteğimin yanına bıraktım. Ağır hareketlerle ayaklarımı yatağın yanından sarkıtırken, bir elim de çekmeceleri karıştırıp bir sigarayla kibrit buldu.

“Cırcırcırcır… cırcırcır…” Ses ahizeden anlaşılmaz cızırtılar çıkartıyordu. Sigarayı yakıp derin bir soluk aldım. “Ohh!” Duman sanki ciğerlerime değil de kafama dolmuştu. Öksürük kesildi. Ahizeyi tekrar kulağıma yaklaştırdım ama dayamadım, ablamın cırıltısı sabahın bu saati için çok fazlaydı. “…babama da dedim zaten, ‘Kâmil’in işler iyi gidiyor alalım yanımıza bi iş öğrensin. Mankenlik bir yere kadar. Hem podyuma da çıkmıyor artık’ dedim… Aloo, şş aloo bak kime diyorum, Hande… beni dinliyo musun sen?” Bir derin nefes daha…

“Ohhh! Hı hı, evet abla.” “Ee?” “Eee?” “Ya var ya sen insanı çileden çıkarırsın. Hâlâ ‘ee…’ diyo! Ooof of… Diyorum ben senden adam olmaz diye…” “Hıı hı. Sedaa, aloo, Seda…” “Alo, ne?” “Sen beni niye aradın sabah sabah?” “Bak hâlâ sabah diyo! Hande sen var ya sen… Off! Neyse, evet ben alışverişe çıkıyorum Eda’ya forma, çanta manta alıcaz. Ay sonunda başlıyor okula. ‘Teyzen de gelir dedim, o seçer sana. Senin forman herkesinkinden güzel olur’ dedim. ‘Arkadaşlarım da gelsin’ deyip heyecanlandı, arıycak şimdi. Nevin felan çatlar.

Geçen dedim ki…” “Ablaa! Alo!” “Ay! Efendim! Ne?” “Gelemem ben. Bu gece podyumum var… Biliyosun ilk olucak, yıllardır. Hazırlancam. Saat kaç?” “Çıt! Dııııııt…” “Aloo! Alo abla? Siktir ya!” Yüzüme kapattı. Bu da kocası olacak herifin elinden üç kuruş para gördü, bir bok oldum sanıyor. Üniversiteyi benim paramla değil de pederin maaşıyla bitirdi sanki! Ezik karı, ne olacak. Ablamla her konuşmanın ardından sinirlerim altüst oluyordu. Hep eleştiri, hep eleştiri. Bir kere de “Güzel kardeşim benim, felanca reklamda bak ne güzel çıkmışsın” yok! Yok, hayat tarzımı tasvip etmiyormuş da, yok para için de bir yere kadarmış da… Neyse, böyle bir günde bunlarla sinirlerimi bozamazdım. Bir de gece iyice hırpalandığını yavaştan hissetmeye başladığım kıçımı yataktan kaldıracak gücü bulsaydım. En azından bir şeyler hissediyor olmak harikaydı. Son zamanlarda hava kararana ve birileri bana ilacımı getirene dek pek bir şey hissetmez olmuştum. O sıra gözüme yerdeki çakmak ilişti. Titreyen ellerimi sabit tutmaya çalışarak bir sigara daha yaktım. “Çıt… çıt…” salladım ve üçüncü seferde yandı çakmak.

Derin derin soluklandım. Burun deliklerimden biri tıkandığından duman yalnızca tekinden çıkıyordu. Bunun komik göründüğünü düşündüm ama gülmedim. Gülmek o kadar zordu ki! Oysa çocukken ne çok gülerdik. Kahkahalarım bizim sokakta çınlamaya başladı mı herkes kaynağının kim olduğunu bilirdi. Ablam olacak orospu da bilirdi başladım mı kendimi durduramadığımı, inadına güldürürdü. Gözümden yaşlar boşanır ama duramazdım.

Çok komik olduğundan filan değil ha! Herhangi bir şeye gülmeye başladım mı bunu fırsat bilir, bilumum soytarılığa başlardı. Yalandan yere düşmeler, ağzına su doldurup püskürtmeler. Ota boka gülerdim bir yerden sonra. Hele arkadaşları da yanındaysa, ayvayı yediğimin resmiydi. Çünkü kaçıp uzaklaşınca kendimi kontrol edebiliyordum, ama beni araya aldılar mı kaçabilene aşkolsun. Yerlerde sürüne sürüne, nefesim tükenene dek güldürür, o hâlimle eğlenirlerdi. Benim de ne kadar şikâyetçi olduğum tartışılırdı tabii. O sıralarda kimsenin dikkatini çekmeyecek tombik bir kızdım. Ve en azından mahallede hakkımda konuşulmasını sağlayacak bir özelliğim vardı.

Dalga geçiyor da olsalar arada benden bahsettiklerini bilmek iyi bir histi. Orta ikiye geçtiğimde, bir yıl içinde çirkin ördek yavrusundan kuğuya döneceğimi ben dâhil hiç kimse tahmin edemezdi. Zaten ilk başlarda hiçbir şeyin farkına varamadım. Ben kendimi her zamanki küçük kız gibi hissediyor, öyle davranmaya devam ediyordum. Ama çevremdekilerin bana karşı tavırları yüz seksen derecelik bir dönüşle hızla değişti. Bir kere tatil dönüşü, artık okulda erkekler dâhil herkesten daha uzun olduğum için sataşmalar bıçakla kesilir gibi son bulmuştu. İki yıldır beni görmezden gelenler, selam vermeye başlamış, öğlen benim masamda yemek için birbirleriyle itişir olmuştu. O günlerde neler olduğunu bir türlü kavrayamasam da hoşuma gitmediğini de söyleyemem. En önemli değişimse erkeklerin bana karşı tavırlarındaydı. Birlikte top oynadığım oğlanlar, beni oyuna aldıklarında artık topla pek ilgilenmiyorlardı. Ne olduğunu bir türlü anlayamıyordum. Oyun futboldan çok güreşe dönmeye başlamıştı. Sevgi’yle tanışmasam hâlim ne olurdu bilmiyorum.

Bir gün top yine ayağıma gelmiş ve bütün oğlanlar üzerime çöreklenmişti. Aralarından çıkmak istiyordum ama üzerimdekiler beni bir türlü bırakmıyordu. Hâlâ hırs yapmış bir çocuk gibi topu da kurtarmaya çalıştığımı düşünüyorum da! Neyse birden o güne dek işitmediğim küfürleri savurarak üzerimize gelen onu gördüm; Sevgi’yi. “Ulan orospu çocukları, mıncıklaya mıncıklaya bitiremediniz lan kızı.” Topladığı taşları yerden sektirip oğlanların bacaklarına atmaya başladığında ciddiyetini kavramışlardı. Ben ne olduğunu anlayamasam da çevremdekiler açılınca rahatladığımı da inkâr edemezdim. “Siktirin gidin, lan!” Okulun en dayı, delikanlı hatunu Sevgi dellendi mi yapabileceğin en iyi şeyin kaçmak olduğunu oğlanlar da biliyordu ve topuklayıp iki saniyede gözden kaybolmuşlardı.

Ben soluk soluğa ve şaşkın bir hâlde ayağımda topla kalakalmıştım. Sevgi o sert bakışlarını bana çevirdiğinde birden ne yapacağımı şaşırdım. Ancak, yanıma gelip oğlanların gittiğinden emin olduğunda yüzüne yerleşen hüzünlü ama anlayışlı gülümsemeyi gördüğümde gerçekte bir ablanın nasıl olması gerektiğini anlamaya başlamıştım. Benden bir sınıf büyük ve iri yapılı olmasına rağmen Sevgi’ye bile tepeden bakıyordum. Ama onun yanında her zaman kendimi o şişko küçük kız gibi hissettim. Bana her şeyi bütün açıklığıyla ve sabırla anlattı. Gerektiğinde beni kendi saflıklarımdan korudu. Ortalıkta paytak ördek gibi dolaşan beni yavaş yavaş olduğum güzel kız gibi davranmaya yönlendirdi. Sonunda krizlere girmeden, benimle dalga geçmeyen, hatta birlikte gülebileceğim bir arkadaşım olmuştu. Şimdilerde nerelerdeydi ki Sevgi? Nostalji yapmaya neden başladığımı bile hatırlamazken yerdeki kırık aynadan yansıyan ışık gözümü alıp beni bugüne getirdi. “İşte!” diye düşündüm, “İşte.” Aynanın üstünde dün geceden kalanlar beni ayağa kaldırırdı. Beyazı görünce, titreyip küçük kramplarla kasılan bacaklarıma aldırmaksızın aynaya doğru bir iki adım atmayı becerdim.

Ve önünde dizlerimin üzerine çöktüm. Bir elimle aynayı özenle kaldırırken diğer elimin orta parmağını yalayıp bir güzel ıslattım. Bir miligramı bile ziyan edemezdim. Islak parmak ucumu aynanın üzerinde gezdirip tozu topladım. Parmağım dişlerimin üzerinde bildik bir rahatlıkla gezinirken kendimi çok daha iyi hissetmeye başlamıştım bile. Parlak gün ışığı gözlerimi alırken aynadaki yansımamla tekrar karşılaştığımda bir an için o şaşkın küçük kızla göz göze geldiğimi düşündüm.

Ama yalnızca anlamsız bir an içindi ve geçti. Oysa aynada birbirine bakan dizlerinin üzerine çökmüş, kırk numaralık koca ayaklarını iki yana açmış, dün geceden kalan makyajı yüzüne yayılıp göz yanılmasına neden olan gölgeler bırakan, üstünde buruşuk bir büstiyerden başka bir şey olmayan ve yatak odamın zemininde yerdeki kırık ayna parçalarının üzerindeki kokaini yalamaya çalışan kadını tanıyıp tanımadığımdan ya da artık onu tanımak istediğimden, o kadar da emin değildim.

2

“Hadi amaa!” Bir süredir yalnız başımayken kendi kendimle konuşmayı huy edinmiştim. Kokainin tadı bile içimi kıpırdatmaya yetmişti. Aslında o kadar da kötü değildim. Bir banyo ve bomba gibi olurdum. Kendimi biraz zorlanarak da olsa ayağa kaldırmayı becerdim. “Aynanın önünde sırık gibi sallanmayı kes!” Bu sinirli çığlık benden mi çıkmıştı? Harbiden kontrolümü kaybediyordum. Derin bir nefes… “Ohhh! Negatif düşünceler dışarıı…” Mırıldanarak, sallana sallana banyonun yolunu tuttum. “… pozitif düşünceler içerii.” Bugün iyi geçecekti. Geçmek zorundaydı. En azından Rezzan Abla öyle diyordu. “Ablacım, bak… kaç sene olmuş? İki. Ee, iki senede biz ne yapmışız? Yirmi üç foto, altı reklam ve kimsenin izlemediği iki video filmi.” “Rezzan Abla yaa, öyle deme ama yaa!” “Güzel Ablam, öyle deme böyle deme bak bu hâle düştük. Eğri oturalım doğru konuşalım. İkimiz de gençleşmiyoruz.” “Yaa!” “Yaası maası buraya kadar. Bu teklifi alacan. O podyuma çıkacan. Tüysüz amda dil kaydıracan!” “Phh! N’apcam n’apcaam? İhhhiii… hıı, hıı, ihihihiii” “Anırma ablacım, anırma! Bak sana kaç kere dedim. Bi duyan olcak, aa.“İhhii… hih… Ayol Rezzan Abla, âlemsin haa! Senin şu lafların yok mu?

Sen de güldürme o zaman alla allaa!” “Gülüyosun ağlanacak hâline. Ne diyorum sana, bak hâlâ anırıyo! Bu podyumda herifleri kendine hayran bırakcan, bildiğin bütün numaraları çekicen, çaktırmadan salcan memeyi ortaya, annıyo musun? Ya yeniden doğcaz senne, ya batcaz tümden o gece.” Soğuk suyu basınca kafamdan aşağı, bütün düşünceler kaçışıverdi sağa sola. Soğuk duş gibisi yoktur insanı ayaklandırmak için.

Tabii iki nefes beyaz hariç! Az önceki herifin kalçalarımdan kavradığı yerler hafiften sararmaya başlamıştı bile. “Umarım derin yırtmaçlı bir şeyler yoktur bu geceki koleksiyonda” diye düşündüm. En kötüsü basarız fondöteni kıçımıza o ayrı. Arada Rezzan Abla’ya hak vermiyor da değildim. Bir süredir kimseler çalmaz olmuştu kapımı. O parti bu kokteyl derken aradan iki yıl geçtiğini o demese harbiden fark etmezdim. Sabunu akıtırken şöyle bir elledim kendimi. “İkimiz de gençleşmiyoruz!” diye tekrar edip duruyordu Rezzan Abla zihnimde. Bacaklar, kalça filan on numaraydı halen ama cidden, soğuk suyu yemelerine rağmen, memeler eskisi gibi dikilmiyordu artık. “Off!” Musluğu çevirdim ve kötü düşünceleri de kesiverdim suyla beraber. Ancak o zaman işittim çalan telefonu.

“Rr… zırrr…”
Üstüme bir şey almadan kaya salına fırladım banyodan.
“Zrrr…”
“Ay! Aloo”
“Kalktı mı ablasının güzeli bakiim.”
“Kalktım Rezzan Ablam kalktım.”
“Oh oh! Güzelim benim. Ee, Hande kız, nası kalktın bari?

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

  • Kategori(ler) Edebiyat
  • Kitap AdıKonuşulmayan
  • Sayfa Sayısı256
  • YazarDemokan Atasoy
  • ISBN9789753299398
  • Boyutlar, Kapak11x21 cm, Karton Kapak
  • YayıneviOğlak Yayınları / 2018

Yazarın Diğer Kitapları

  1. Ölümlüler, Deliler, Yalnızlar ~ Demokan AtasoyÖlümlüler, Deliler, Yalnızlar

    Ölümlüler, Deliler, Yalnızlar

    Demokan Atasoy

    Talih ve talihsizlik hayatlarımızın parçası. Bilirsiniz, başımıza iyi ya da kötü şeyler geldiğinde tekrarladığımız pek çok söz vardır; “Şans”, “Kader”, “Kısmet”, “Baht” deriz, “Hayırlısı!”...

  2. İçine Çekenler ~ Demokan Atasoyİçine Çekenler

    İçine Çekenler

    Demokan Atasoy

    Çok kısa bir an için yaşlı adamı uyandırıp sigarasının parmağını yakacağı konusunda uyarmayı düşünse de karşı taraftan onu gözleyen gençlerin anlattıkları acımasız adamı hatırlayınca...

  3. Tanrıların Krallığı / Kötülüğün Tasarımı ~ M. Olgay Söyler, Işın Beril Tetik, Demokan AtasoyTanrıların Krallığı / Kötülüğün Tasarımı

    Tanrıların Krallığı / Kötülüğün Tasarımı

    M. Olgay Söyler, Işın Beril Tetik, Demokan Atasoy

    Tanrıların Krallığı, “Kötülüğün Tasarımı” serisinin ikinci kitabı olarak, tarih ve edebiyatın kesişiminde benzersiz bir deneyim sunuyor. Tarihe ve korku edebiyatına ilgi duyan herkes için...

Men-e-men Birazoku

Aynı Kategoriden

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur