Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Konuş, Hafıza
Konuş, Hafıza

Konuş, Hafıza

Vladimir Nabokov

“Beşik bir uçurumun üzerinde sallanır ve sağduyumuz bize, varoluşumuzun iki ebedi karanlık arasındaki kısa bir ışık çakmasından başka bir şey olmadığını söyler.” KONUŞ, HAFIZA…

“Beşik bir uçurumun üzerinde sallanır ve sağduyumuz bize, varoluşumuzun iki ebedi karanlık arasındaki kısa bir ışık çakmasından başka bir şey olmadığını söyler.”
KONUŞ, HAFIZA

“Nabokov, tarihî olayların detaylarına girerek, onları neşeli anekdotlarla ve etkileyici bir anlatımla birleştirerek, Konuş, Hafıza’yı bitmeyen bir okuma zevkine dönüştürüyor. Yazarın bilindik üslubu, diğer Nabokov romanlarına dair verdiği ipuçlarına ve imalara lezzet katıyor.”
HARPER’S

“Çağımızın en harikulade otobiyografisi. Nabokov etkileyici bir hassasiyet ve coşkunlukla kayıp dünyayı baştan yaratıyor.”
THE NEW REPUBLIC

“Göz kamaştırıcı… bu kitapta, sonsuza dek kaybolmakta olan bir dünyadan, insanı hayrete düşüren işaretler bulacaksınız.”
NEW YORK TIMES

– 1 –

Beşik bir uçurumun üzerinde sallanır ve sağduyumuz bize, varoluşumuzun iki ebedi karanlık arasındaki kısa bir ışık çakmasından başka bir şey olmadığını söyler. Bu iki karanlık birbirinin tıpatıp aynısı olsa da, insan kural olarak, doğum öncesindeki uçuruma, (saatte dört bin beş yüz kalp atışı hızla) yetişmeye çalıştığı diğer uçuruma nazaran, daha serinkanlı şekilde bakar. Lakin, kronofobik1 bir genç bilirim, doğumundan birkaç hafta önce evdeki kamerayla çekilmiş filmleri ilk kez gördüğünde, adeta paniğe kapılmıştı. Fiiliyatta şimdikiyle aynı olan bir dünya görmüştü –aynı ev, aynı insanlar– ve sonra kendisinin bu dünyada var olmadığını, kimsenin de o yok diye kederlenmediğini fark etmişti. Annesinin üst kat penceresinden el salladığını görmüş, bu tanıdık hareket onu, gizemli bir vedaymışçasına rahatsız etmişti. Ama en çok korktuğu şey, verandada tabut misali, kendini beğenmiş, mütecaviz bir havayla duran, gıcır gıcır bebek arabasıydı. Onun bile içi boştu; sanki olayların akışı tersine dönmüş de, kendisinin vücudundaki tüm kemikler parçalarına ayrılıp dağılmış gibi.

Gençler, bu tür vehimlere yabancı değildir. Yahut başka türlü söylersek, başlangıcın ve bitişin çoğu zaman yeniyetme bir tarafı vardır; saygıdeğer ve katı bir din tarafından yönetilmedikleri sürece. Tabiat, yaşı kemale ermiş bir insandan, yolculuğun başını ve sonunu, tıpkı bu ikisi arasında görülen olağanüstü hayaller gibi, umursamazca kabullenmesini bekler. Hayal gücünün, ölümsüzlerin ve olgunlaşmamışların tattığı o yüce hazzın, bir hududu olmalıdır. Yaşamdan tat almanın koşulu, onun tadını haddinden fazla çıkarmamaktır. Bu gidişata isyan ediyorum. İsyanımı dışarılara taşıyıp, dünyevi tabiatımı kazıklar arasında zapt edesim var. Zihnim şimdiye kadar, hayatımın iki yanını tutmuş kişilik dışı karanlığın içinde, en solgun kişisel parıltıları ayırt etmek için muazzam çabalar gösterip durdu. Bu karanlığın tek sebebinin, beni ve derisi soyulmuş yumruklarımı zamansızlığın özgür dünyasından ayıran zaman duvarları olduğu inancı konusunda, vücutları en çiğ renklerle boyanmış vahşilerle hemfikir olmaktan hoşnutum.

Düşünce içinde geriye doğru seyahat ettim –ben gittikçe, düşünce umutsuzca incelip azalıyordu– ve uzak bölgelerde el yordamıyla bir çıkış yolu aradım, ama sonunda anladım ki, zaman hapishanesi küreseldir ve buradan kaçış yoktur. İntihar etmek dışında her şeyi denedim. Beni alelade bir hortlak sansınlar da, ben anamın rahmine düşmeden önce var olan ülkelere gizlice sızayım diye, kimliğimi başımdaki şapka gibi kendimden ayırıverdim. Daha önceki yaşamlarında, Roma’nın yollarında ulaklık eden bir köle ya da Lhasa’nın1 söğütleri altında gezinen bir bilge olduklarını hatırlayan pek ciddi romancı hanımların ve emekli albayların alçaltıcı arkadaşlığına, zihnî tahammül gösterdim.

Bir anahtar, bir ipucu bulmak için en eski rüyalarımın altını üstüne getirdim; bu arada peşinen söyleyeyim, Freud’un bütünüyle kaba, pespaye, ortaçağ işi dünyasını; o tuhaf cinsel simge arayışlarını (Shakespeare’in eserlerinde Bacon’a ait akrostişler aramak gibi bir şey bu ), küçük embriyoncukların doğal kuytuluklarından anne-babalarının aşk hayatını takip ettiklerini falan hiçbir şekilde kabul etmiyorum. İlk bakışta sınırsız gibi görünen zamanın, bir hapishane olduğunun önceleri farkında değildim. Çocukluğumu soruştururken (ki bu, kişinin ölümsüzlüğünü soruşturmaya yakın bir şeydir) bilincin aralıklı parlamalarla uyanmaya başladığını görüyorum; bu parlamalar giderek sıklaşıyor, sonunda ışıltılı algı blokları biçimleniyor ve hafıza için, pek de güvenli olmayan bir barınak oluşturuyor. Sayıları ve konuşmayı hemen hemen eş zamanlı olarak, çok erken öğrenmiştim, ama benim ben olduğum, anne-babamın da anne-babam oldukları içsel bilgisine ulaşmam, onların yaşının benim yaşımla olan ilişkisini keşfetmemle doğrudan bağlantılı şekilde, sonradan gerçekleşti.

O vahiy ânı hakkında düşündüğüm zaman, hafızamı hemen, kuvvetli günışığının kat kat yeşil yapraklar üzerinde bıraktığı yuvarlak ışık benekleri dolduruyor ve bu görüntüye dayanarak vardığım hükme göre, söz konusu hadise, yaz sonu kır evimizde kutladığımız annemin doğum günü olabilir; bazı sorular sormuştum ve aldığım yanıtların önemini kavramıştım. Bütün bunlar evrimsel tekrar1 kuramına uygundu; en eski atamızın beyninde refleksif bilincin ortaya çıkmasıyla birlikte, mutlaka zaman duygusu da doğmuş olmalı.

Böylece, kendi yaşımın yeni açığa çıkmış taze ve biçimli formülü, yani dört; babamın ve annemin formülleri olan otuz üç ve yirmi yedi ile karşı karşıya geldiğinde, bana bir şey oldu. Muazzam bir canlandırıcı şoka maruz kaldım. İkinci kez vaftiz ediliyormuşçasına, elli ay önce Yunan Katolik Kilisesi’nde feryat ederek suya batıp çıkışımdan daha ilahi bir tarzda, yarı suya batmış, yarı Viktor olarak, (eski bir âdet gereğince aralık bir kapının ardında durmak zorunda kalan annem, beceriksiz başpapaz Peder Konstantin Vetvehitski’nin hatasını düzeltmeyi başarmıştı ) kendimi birden ışıltılı ve hareketli bir aracın içinde bulmuştum ki, bu araç saf zaman elementinden başka bir şey değildi.

İnsan bu elementi –denize girenlerin parıldayan suyu paylaşması gibi kendisi olmayan, ama ona zamanın ortak akışı içinde eşlik eden yaratıklarla; sadece insanın değil, maymunların ve kelebeklerin de algılayabileceği, uzamsal dünyadan hayli farklı bir çevreyle paylaşıyordu. O lahzada, sol elimi tutan, yirmi yedi yaşında, beyaz ve pembe, yumuşak bir elbise içindeki varlığın annem; sağ elimi tutan, otuz üç yaşında, beyaz ve altın sarısı, sert bir elbise içindeki varlığın da babam olduğunu, keskin biçimde idrak ettim. İkisi aynı anda ilerlerken, ben aralarında kasıntılı kasıntılı duruyor, sonra tırıs adımlar atıyor, ardından yine kasıntılı edama dönüyordum; böylece bir ışık beneğinden diğerine, bir patikanın ortasında yürüyorduk ve şimdi bu patikanın, Rusya’nın eski St. Petersburg vilayetindeki Vayra kır malikânemizin parkında bulunan, kıyısına dekoratif meşe ağaçları dikilmiş yol olduğunu biliyorum. Doğrusu, şimdiki ücra, yalıtılmış, neredeyse ıssız zamanımın çatısından bakınca, kendimi o küçük halimle, 1903’ün Ağustos ayında, duyarlı bir yaşamın doğuşunu kutlarken görüyorum.

Sağlı sollu elimi tutanlar daha önce çocukluğumun bulanık dünyasında, başka şefkatli karakterler olarak yer almış olmalılardı; fakat şimdi babamın kıyafeti, yani Atlı Muhafızlar’ın şaşaalı üniforması, göğsünün ve sırtının üzerinde yanan pürüzsüz altın zırhın şişkinliğiyle güneş gibi belirmişti ve ben, takip eden birkaç yıl boyunca anne-babamın yaşlarıyla çok yakından ilgilenmiş, yeni kol saatinin doğru çalıştığından emin olamayıp saatin kaç olduğunu soran tedirgin bir yolcu gibi, hep bu konuda bilgi edinmeye çalışmıştım. Belirtmeden geçmeyeyim, babam askerî eğitimini ben doğmadan çok önce tamamlamış olduğuna göre, eski alayının süslü giysilerini, şenlikli bir şaka yapmak amacıyla giymişti. Demek tam bilince erişimin ilk kıvılcımını bir şakaya borçluyum; bunda da evrimsel tekrara dair anlamlar saklı, zira dünya yüzünde zamanın varlığını fark eden ilk yaratıklar, aynı zamanda, tebessüm edebilen ilk yaratıklardı.

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Yazarın Diğer Kitapları

  1. Rua, Dam, Vale ~ Vladimir NabokovRua, Dam, Vale

    Rua, Dam, Vale

    Vladimir Nabokov

    “Bütün romanlarımın en şenliklisi, şu hergelenin cingözüdür. Karmaşık ve esritici oluşunu ne sürgün, ne yokluk, ne özlem etkiledi. 1927 yazında Pomeranya Körfezi’nin kumsallarında yaratıldı,...

  2. Göz ~ Vladimir NabokovGöz

    Göz

    Vladimir Nabokov

    “O kadınla, o Matilda’yla Berlin’deki émigré varoluşumun ilk yıllarında tanıştım, iki zaman diliminin yirmili yıllarının başlarında: bu yüzyılın ve kendi berbat hayatımın…” Göz, s.11...

  3. Sebastian Knight’ın Gerçek Yaşamı ~ Vladimir NabokovSebastian Knight’ın Gerçek Yaşamı

    Sebastian Knight’ın Gerçek Yaşamı

    Vladimir Nabokov

    “Ben Sebastian’ım ya da Sebastian ben ya da belki ikimiz ikimizin de tanımadığı bir başkasıyız.” “‘Sebastian Knight’ın Gerçek Yaşamı’, kayboluşların, kaybedilenlerin, bir yere konulup...

Men-e-men Birazoku

Aynı Kategoriden

  1. Eyub – Basit Bir Adamın Romanı ~ Joseph RothEyub – Basit Bir Adamın Romanı

    Eyub – Basit Bir Adamın Romanı

    Joseph Roth

    Çarlık Rusya’sında ailesiyle zor koşullar altında yaşayan Mendel Singer, hayatını Eyub misali Tanrı’ya adamıştır. Kaderine Tanrı’nın yön verdiğine inanan Mendel, günün birinde Amerika’ya göç...

  2. Nehrin Dönemeci ~ V.S. NaipaulNehrin Dönemeci

    Nehrin Dönemeci

    V.S. Naipaul

    Bana dükkânı ucuza satan Nasreddin, işi devraldığımda kolayca üstesinden gelebileceğime ihtimal vermemişti. Afrika’daki diğer ülkeler gibi, bizimki de bağımsızlığın ardından birtakım sorunlar yaşamıştı. İçerilerdeki, büyük nehrin dönemecindeki kasaba hayatiyetini kaybetmiş gibiydi; Nasreddin de her şeye sıfırdan başlamam gerekeceğini söylemişti.

  3. 1984 ~ George Orwell1984

    1984

    George Orwell

    Parti’nin dünya görüşü, onu hiç anlayamayan insanlara çok daha kolay dayatılıyordu. (…) Her şeyi yutuyorlar ve hiçbir zarar görmüyorlardı çünkü tıpkı bir mısır tanesinin...

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur