Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Konsey Cinayetleri
Konsey Cinayetleri

Konsey Cinayetleri

Armağan Tunaboylu

Hercule Poirot kadar zeki, Sherlock Holmes kadar dikkatli, Mike Hammer kadar çapkın, James Bond kadar yakışıklı, Philip Marlowe kadar pervasız… Yok canım, nerdee! O,…

Hercule Poirot kadar zeki, Sherlock Holmes kadar dikkatli, Mike Hammer kadar çapkın, James Bond kadar yakışıklı, Philip Marlowe kadar pervasız…

Yok canım, nerdee! O, tarihin en ahlaksız, sahtekâr, korkak, yalancı, maço vb karaktersiz karakteri. Ama insan gene de onu sevmeden edemiyor.

Konsey Cinayetleri’nin olağanüstü detektifi Metin Çakır’ın, diğer tuhaf ötesi maceralarına, Yıldız Cinayetleri, Resim Cinayetleri ve Karakol Cinayetleri’nde devam ediyor…

Metin Çakır serisinin daha önce yayımlanmamış en yeni kitabı, tabii ki Maceraperest Kitaplar’da…

BİR

Konseyin toplantı yeri olarak kullandığımız kahvenin sahibi kahveci Sadullah Amca’ya, “İçerideki duman bana dokunuyor” deyip dışarı çıktım.

O da bana, “Haydi hayıra karşı…” dedi.

Devamını sanki binlerce kez duymamış gibi yapıp bekledim.

“Aç götünü bayıra karşı.” Bu manasız espriye her zaman yaptığım gibi güldüm. Hafiften bunamaya başlamış Sadullah Amca bizim konseyin toplantısı olmadığı günlerde kumarbazları, “Zarları götünüze sürün” diyerek karşılardı. Bunun dışında kahvesine gelen normal müşterileri için de hazır ve manasız lafları vardı. Ama şu an için hiç aklıma gelmiyordu. Aklımdaki tek düşünce şu sıralar son dakikaları oynanan Fenerbahçe maçının skoruydu. Konseyde benden başka futbol meraklısı yoktu.

Tüm itirazlarıma rağmen toplantıyı bu akşama koymuşlardı ve bunun canlarına mâl olacağını ben dâhil bilen yoktu. Sadullah’ın kahveden henüz birkaç ev uzaklaşmıştım ki, taramalı tüfeklerin cama atılan bir avuç taş gibi çıkardığı sesleri duydum. Gayriihtiyari arkama döndüğümde bir arabanın sıkı bir patiyle fırladığını, kahveden çıkan eli tüfekli iki baronun da ikinci arabaya atlayıp hızla uzaklaştıklarını gördüm. Sonra Sadullah Amca’nın kandan kırmızıya kesmiş gömleğiyle kapıya çıktığını ve yere yığıldığını…

Ne yapacağımı bilemiyordum, koşup hemen yardım mı istesem yoksa hayatımın tamamı olan otuz dört yılımı geçirdiğim mahalleye asla ayak basmadığımı mı iddia etsem?

Günlerdir aniden bastırmış cehennemî mayıs güneşi altında uyuz kediler gibi gerinen mahalleliye otuz iki kısım tekmili birden heyecan doğmaya başlamıştı. Önce pencereler ihtiyatlı bir şekilde açıldı, sonra camlardan üçer beşer kafalar gözüktü. Daha da sonra kafalara birer vücut eklenmiş olarak, kalabalıklar olay yerine akmaya başladı.

Ben hâlâ olduğum yerde heykel taklidi yaparak duruyordum, olay yerine akan kalabalıklar beni bu sıkıntıdan kurtardı. Onların koltuklamasıyla kendimi Sadullah Amca’nın başında buluverdim. Uzaktan bir zarbo arabası sinyallerini çala çala geliyordu. Henüz ambulans çağırmayı akıl edebilen yoktu. Ve o zeki genç de ben olmayacaktım.

Mahallenin yüzde doksan dokuz nokta dokuzu polis tarafından aranmaktaydı ama arabasından kurumlu bir şekilde inen ve attığı her adımda kafasını başka bir tarafa çevirip etrafı kesen Sarı Ekrem’i ipleyen yoktu. Ekrem kalabalığı yararak Sadullah’ın başına geldi. Hâlâ boynunu çevirip Sadullah’a bakmamıştı. “Olayların her anını bilen bir tek ben varım, siz işe yaramaz bok çuvalları mutlaka suçlu aranızdan biridir” diyen delici bakışlarını kalabalığa fırlatıyordu. Oysaki ben esas suçluları görmüştüm ama bunu söylemeye zamanım olmayacaktı.

Sarı Ekrem nihayet bakışlarını ormanın kralı bir filin gurur ve zarafetiyle Sadullah Amca’ya döndürdü. Sadullah Amca söylenecek milyonlarca kelimenin arasından bula bula “Metin”i buldu ve ölüverdi. O zamana kadar bütün hareketleri yarım saati bulan Sarı Ekrem şıpınişi bana dönüverdi. Gözlerinin parladığına yemin ederim ve kafayı anında sağ kaşının üzerine yiyiverdi. Komiser muavini ağır çekimde yere yığılırken ben kaçmak için ilk birkaç adımı atmıştım bile.

Mahalle halkının alayı tanıdığımdır, çoğunluğu da arkadaşımdır. Ama bozuk süt emmiş biri çelmeyi takınca Sarı’dan önce yeri öpüverdim. Hemen fırladım ama çok geç kalmıştım. Arkamda hâlâ yer çekimine karşı koyarak düşmemekte ısrarcı Sarı Ekrem vardı. Sağ taraftan da diğer zarbo geliyordu. Önümde ve arkamdaysa mahalleli duvarı. Sadece benim elimde nükleer silah dehşetine dönüşen falçatam da yanımda yoktu. Konsey toplantılarına giderken asla yanımıza silah almazdık, genel bir prensiptir.

Tereddüdümü gören ahali, safları daha da sıklaştırdı. Yapacak tek şey kalmıştı, onu yaptım; sağdan gelen zarbiğin çenesine tüm gücümle yumruğu geçiriverdim. Bu Sarı’dan bile sepetti; yumruğu yemesiyle kendi etrafında bir tur attı ve yere yığıldı. Ekrem ayağa kalkıp bir sürü polis ve Asım Ağbi de geldikten sonra bile hâlâ yerde yatıyor olacaktı.

Polis memuru ve komiser yardımcısı nakavt olduktan sonra yine kendi halkımla burun buruna kalakaldım. Beni bırakmaya niyetleri yok gibi görünüyordu. Onlara bir konuşma yapabilirdim,

“Dostlarım” diye başlardım mesela. “Hepiniz arkadaşımsınız. Bunca yıldır içtiğimiz su ayrı gitmedi, hepiniz benim kızlarımla milli oldunuz. Şimdi bu geleneği oğullarınız sürdürüyor” diyebilirdim. “Hepiniz benim kızlarımı beş dakikalığına olsun kiralamadınız mı?” diye sorabilirdim. Ama yapmadım, yapamadım.

Çünkü hiçbir manası yoktu. Kalabalık beni linç edecekti, benim ölmemle kendilerine para getirecek bir işyeri kapısı daha açılacak, alt sıralardan bir pezevenk üst sıraya benim yerime terfi edecekti. Kısacası bok yoluna gitmek üzereydim.

Kalabalık birbirine baktı ve üzerime yürümeye başladı. Binlerce kollu, daire şeklinde bir ahtapotun içindeydim. Binlerce açılıp kapanan ağız yaklaşıyordu.

Defalarca arka koltuğuna tıkıştırıldığım polis arabasının bu sefer şoför koltuğuna binip kapıları kilitlemem ne zaman gerçekleşti ben bile anlayamadım. Kalabalık afallamış, camın ardından mal mal bakıyordu. Devletin arabasına zarar verirsek cezamız ne olacak diye hesap yapmaktaydılar. Hesabı hızla bitirip arabaya saldırmaya karar verdiler. Ahtapotun kolları arabayı sardı…

Bu zamana kadar araba kullanmayı öğrenememiştim. Fırsatım olmamıştı, ne kadar zor olabilirdi ki? Gaza basarsam giderdi, frene basarsam dururdu. Ama bu sıçtımının meredinde üç tane pedal vardı. Hangisi hangisiydi? Gençliğimizde parka kurulan lunaparktaki çarpışan arabalar iki pedallıydı.

Kendimi lunaparkta ve on dört yaşında bulmam bir saniyeden de kısa sürüyor. Balerinde çılgınca dönüyoruz. Yanımda Ayı Tayfun var. Midem ayaklanıyor, balerinden aşağı bekleyenlerin üzerine kusmaya başlıyorum. Ben kustukça Tayfun kahkahalar atıyor. Buram buram Güzel Marmara kokan kusmuklarımdan balerinci amca da nasibini alıyor, balerini durduruyor. Yaygın bir rivayete göre balerinin kıçında donu yok. İnip eteğinin altından bakmaya çalışıyoruz. Adam gelip bizi dövmeye kalkıyor. İlk tokat Ayı Tayfun’un suratında patlıyor, hâlâ gülüyor o zamanlar henüz “Ayı” olmayan Tayfun. İkinci tokat da hemen ardından geliyor, Tayfun cebinden ucu delmesin diye şarap mantarına sapladığı şişi çıkarıp balerincinin bacağına sokuyor. Şişi çekerken de gülüyor, ben de ona bakıp aptalca gülüyorum.

Balerinden indik ama sallanmaya hâlâ devam ediyoruz, herhalde alkoldendir diyorum. Gözlerimi açmamla ahtapotun kollarının arabayı salladığını, ters çevirmek üzere olduğunu görüyorum. Sağ taraf havalanmış, devrilmek için son bir gayrete ihtiyaç var. Can havliyle bütün pedallara basıyorum ama yürümüyor mendebur araba. Dirseğim bir düğmeye değiyor, birden bütün mahalleyi canavar sirenleri dolduruyor. Millet boş bulunup arabayı düşürüyor, koltukta zıplayıp kafamı tavana çarpıyorum. Ağzıma kan tadı geliyor, buna rağmen acımı hissetmiyorum.

Ekrem kaşına bir mendil bastırmış geliyor, salak sanki açabilecekmiş gibi kapı koluna atılıyor. Araba kullanmasını bilmiyorum belki ama kapıları kilitlemesini pekâlâ becerebiliyorum.

Dediğine kendisi de inanmadan, “Aç ulan kapıları” diye uluyor. Öleceksem, bu arabanın bana tabut olacağını anlamıyor.

Kalabalık, Ekrem’den bir cacık olmayacağını biliyor ve tanıdığı avanstan vazgeçiyor. Onu bir kenara ittirip yeniden arabaya saldırıyor. Artık tecrübeliler, arabanın sağ tarafı anında havalanıyor. Birden bir silah sesi duyuluyor. Ahtapot hücrelerine bölünüp anında toz oluyor, arabanın sirenleri bile kendiliğinden susuyor. Hayatta görmek isteyeceğim son kişi, Asım Ağbi karşımda.

….

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

  • Kategori(ler) Polisiye Roman (Yerli)
  • Kitap AdıKonsey Cinayetleri - Bir Metin Çakır Polisiyesi
  • Sayfa Sayısı314
  • YazarArmağan Tunaboylu
  • ISBN9789753299022
  • Boyutlar, Kapak11x18 cm, Karton Kapak
  • YayıneviOğlak Yayınları / 2016

Yazarın Diğer Kitapları

  1. Resim Cinayetleri ~ Armağan TunaboyluResim Cinayetleri

    Resim Cinayetleri

    Armağan Tunaboylu

    Hercule Poirot kadar zeki, Sherlock Holmes kadar dikkatli, Mike Hammer kadar çapkın, James Bond kadar yakışıklı, Philip Marlowe kadar pervasız… Yok canım, nerdee! O,...

  2. Karakol Cinayetleri ~ Armağan TunaboyluKarakol Cinayetleri

    Karakol Cinayetleri

    Armağan Tunaboylu

    Hercule Poirot kadar zeki, Sherlock Holmes kadar dikkatli, Mike Hammer kadar çapkın, James Bond kadar yakışıklı, Philip Marlowe kadar pervasız… Yok canım, nerdee! O,...

  3. Park Cinayetleri ~ Armağan TunaboyluPark Cinayetleri

    Park Cinayetleri

    Armağan Tunaboylu

    Hercule Poirot kadar zeki, Sherlock Holmes kadar dikkatli, Mike Hammer kadar çapkın, James Bond kadar yakışıklı, Philip Marlowe kadar pervasız… Yok canım, nerdee! O,...

Bebhome Kahve

Aynı Kategoriden

  1. Arafta Düet ~ Selahattin DemirtaşArafta Düet

    Arafta Düet

    Selahattin Demirtaş

    Denize bakan kayalıklarda bir bungalov… Yoldan fırlayıp yanına düşen bir araba… Bir patlama… Huzur arayışındaki emekli tümgeneral Ayvaz Dere’nin planları ilk günden altüst olmuştur....

  2. Alex Cross ~ James PattersonAlex Cross

    Alex Cross

    James Patterson

    ALEX CAROSS’UN KARŞILAŞTIĞI CANİLER ARASINDA ONDAN DAHA PSİKOPATI YOK. O, ALEX’İN KARISININ KATİLİ! Kimliği belirsiz bir katil, karısı Maria’yı gözlerinin önünde vurduğunda Alex Cross,...

  3. Fen Bilimleri: Anne Beni Geri Getir ~ Toprak IşıkFen Bilimleri: Anne Beni Geri Getir

    Fen Bilimleri: Anne Beni Geri Getir

    Toprak Işık

    Zamanla ve mekânla oynamak… Bilim sonunda zamanın sırrını da çözüyor. Bir odaya girip saatlerce kalıyorsunuz. Dışarıya çıktığınızda ise sadece beş on saniye geçtiğini görüyorsunuz....

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur