Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Komplocular
Komplocular

Komplocular

Kim Un-Su

“Endişelenme. İnsan kolay kolay ölmez. Kafasından vurulup beyninde kurşunla otuz yıl hayatta kalan da var. Cenazeci, tabutun kapağına çivi çakarken dirilen de… Yaşamak, böyle şaşırtıcı,…

“Endişelenme. İnsan kolay kolay ölmez. Kafasından vurulup beyninde kurşunla otuz yıl hayatta kalan da var. Cenazeci, tabutun kapağına çivi çakarken dirilen de… Yaşamak, böyle şaşırtıcı, zalim ve iğrenç bir şey!”

Reseng bir çöp kutusunda bulundu, belki de orada doğdu. Seul’de, gizli bir teşkilatın yönettiği bir kütüphanede, kimsenin okumadığı kitapların arasında büyüdü. Bir suikastçı olarak yetiştirildi. Hayatı, komplolar, cinayetler ve kedileri arasında geçiyor. Ama her şey evinin banyosunda bulduğu bombayla değişmek üzere. Hangi komplocu onu öldürmek istiyor?

Kim Un-su’nun kaleme aldığı Komplocular, yükselen Kore edebiyatından gerilim türüne nadide bir dokunuş.

Hoş karşılama 

İhtiyar avluya çıkmıştı. Reseng tüfeğin dürbününden odağını ayarlayıp mermiyi namluya sürdü. Merminin ağza gidişinde çıkan ses çok büyüktü. Etrafını kolaçan etti. Sadece uzun kökçınarlar gökyüzüne doğru kımıldamadan duruyordu ve hiçbir yerde bir hareket yoktu. Sessiz bir orman. Ne kuşlar uçuyor ne de böcek sesleri duyuluyordu. Böyle bir ormanda silah sesi uzaklara kadar yankılanır. Ya sesi duyup insanlar akın ederse? Bunun yersiz bir endişe olduğunu düşündü. Silah sesleri duymak olağandı. Kim silah sesi gibi bir şeyin ne olduğuna bakmaya bu ormanın derinliklerine kadar üşenmeyip gelir ki. Kaçak avcıların yabandomuzu avladığını sanırlar. Batıdaki dağa baktı.

Güneş dağın üzerinden bir karış kadar yükselmişti. Henüz vakti vardı. İhtiyar, saksıdaki çiçekleri suluyordu. Bazısını biraz fazla, bazısını biraz az suladı. Çiçeğe su verişi onlara çay ikram edermiş gibi içtendi. İhtiyar arada bir de dans edermiş gibi omuzlarıyla başını hafifçe sallıyor, çiçeğin yapraklarına parmaklarıyla nazikçe dokunduğu hatta onları okşadığı oluyordu. Kimi çiçeklere el sallıyor kimi çiçeklerle gülüşüyordu. İhtiyar, onlarla sanki hasbıhal ediyordu. Reseng dürbün odağını tekrar ayarlayıp ihtiyarın konuştuğu çiçeğe baktı. Bir yerlerde sıkça gördüğü bir çiçekti ama ismi aklına gelmiyordu. Ekimde açan çiçeklerin birkaçını gözünün önüne getirme ye çalıştı. Kosmos, kirli hanım çiçeği, ağaçhatmi… Şimdi ise baktığı çiçeğe yakışan ismi hatırlayamıyordu. Acaba nedendi? Kaşlarını çatıp çiçeğin adını hatırlamak için çaba sarfederek kafasını salladı. Gerçi şimdi çiçeğin ismi gibi şeylere ne gerek vardı? Bahçenin bir tarafından cüsseli bir karabaş yavaş yavaş yürüyerek ihtiyarın baldırına kafasını sürttü. Kesinlikle safkan bir mastifti.

Sezar’ın İngiltere’ye sefere giderken yanında götürdüğü türden. Romalıların yılkı atlarını yakalar ya da aslan avlarken kullandıkları köpeklerden. İhtiyar, karabaşın başını okşayınca köpek kuyruğunu sallayarak onun etrafında fırıl fırıl döndü. Karabaş, çiçeği sulayan ihtiyarı ikide bir rahatsız edince ihtiyar havası sönmüş bir futbol topunu bahçenin öbür ucuna fırlattı. Topun ardından karabaş kuyruğunu sallayarak koşup gitti, ihtiyar da çiçeğe su vermeye devam etti. Çiçekle konuştu, ona el sallayıp selam verdi.

Sonra karabaş ağzında futbol topuyla geri geldi. İhtiyar, bu sefer de aksi yöne doğru, topu tekrar daha uzağa attı. Karabaş yine topun peşinden hızla koştu. Aslan avcılığıyla ünlenmiş bir köpekken şimdi bir aptala dönüvermişti. Fakat ihtiyarla karabaş anlaşıyor gibiydiler. Sürekli aynı hareketi tekrarladığı halde karabaş bıkıp usanmak bilmiyordu. Eğleniyorlardı sanki. Saksıların hepsini sulayınca ihtiyar memnun olmuş gibi doğrularak gülümsedi. Sanki Reseng’in orada olduğunu biliyormuş gibi dağın ortalarına baktı. Reseng dürbünün nişangâhından baktığında gülen ihtiyarın yüzü kadraja girdi. Güneşin batmadan önce sadece bir karış kaldığını biliyor musun acaba? Şu güneş dağın ardından batmadan önce öleceğini biliyor musun? Bilip de mi gülüyorsun şimdi? Ya da belki de gülmüyorsun. İhtiyarın yüzü tıpkı bir Hahö maskesine1 benzediğinden her zaman gülüyor gibi görünüyordu.

Bu tarz ifadeye sahip insanlar vardır. Bir türlü iç dünyalarını dışarı yansıtmayan insanlar. Üzüldüğünde ya da öfkelendiğinde bile her zaman tebessüm eden insanlar yani. Şimdi tetiği çekeyim mi? Şimdi tetiği çekersem gece yarısı olmadan şehre dönebilirim. O zaman küveti ılık suyla doldurup içine girerek sarhoş olana kadar sürekli kutu bira içer, Beatles plağını yerleştirip bankaya yatacak parayla ne yapacağını keyifle düşünebilirdi. Belki de bu işi son kez yapıp başka bir hayat yaşayabilirdi. Kız Lisesi’nin önünde bir pizza dükkânı açmak ya da bir parkta pamuk şeker satmak güzel olurdu. Reseng, çocuklara bir kucak dolusu balon ile pamuk şekeri verip güneşin altında pineklediğini kendi kendine hayal etti. Gerçekten böyle bir yaşam mümkün olur muydu acaba? Birden böyle bir yaşamın mükemmel olacağını düşündü. Her neyse, bu hayaller, o tetiği çektikten sonra düşünülmesi gereken şeylerdi. İhtiyar hâlâ sapasağlamdı ve para hesabına yatırılmamıştı.

Dağın gölgesi hızlıca büyüyordu. Tetiği çekeceksem şimdi çekmeliyim. Bütün saksıları suladığı için ihtiyar eve giriverecek. Öyle olursa işim zorlaşır. Kafa karıştırmaya gerek yok. Şimdi tetiği çekip dağdan ineyim! İhtiyar gülüyor, ağzında patlak topla karabaş koşarak yaklaşıyordu. Dürbünün nişangâhında ihtiyarın yüzü net bir şekilde duruyordu.

Alnında üç derin kırışıklık vardı, sağ kaşının üstünde bir etbeni, sol yanağında bir leke vardı. Reseng merminin birazdan delip geçeceği ihtiyarın kalbine baktı. Adamın üzerindeki beyaz kazak hazır alınmış değil de elde örülmüş gibiydi. O kazak birazdan kana bulanacak. Tetiği hafifçe çekince hemen ateş alıp 7,62 kalibre mermiye çarpacak, merminin içindeki barut patlayacak. Namludan döne döne çıkıp ihtiyarın kalbine saplanacak. Hem hızlı hem de tahrip gücü iyi olan 7,62 kalibre mermiyle bütünleşen adamın iç organları karnının arkasından çıkacak. Böyle düşünceler aklına gelince Reseng’in tüyleri diken diken oldu. Bir insanın hayatını ve ölümünü kendi ellerinde tutarken Reseng her zaman tuhaf hissederdi.

Derhal tetiği çekeyim. Şu an çekmeliyim. Fakat her nedense tetiği çekmeyip silahı yere bırakıverdi. Reseng “Şu an uygun değil” diye mırıldandı. Neden bu anın uygun olup olmadığını bilemiyordu. Her şeyin uygun olduğu bir zaman vardır. Hani öpüşmenin uygun bir zamanı yahut dondurma yemenin uygun bir zamanı vardır ya. Belki komik gelebilir ama tetiği çekmek için makûl bir zaman ile kalbe merminin saplanması için de makûl bir zaman vardır.

Neden olmasın? Şansı yaver gider de Reseng’in tam zamanında davranıp tetiklediği mermi ihtiyarın kalbine dosdoğru giderse en iyi şey bu olurdu. Elbetteki Reseng en doğru anı beklemiyordu. Belki de öylesine elverişli bir an gelmeyebilirdi. Diyelim ki öyle bir an geldi, belki de Reseng bunun farkına varamayabilirdi. Reseng sadece tetiği henüz çekmek istemediğini düşündü. Sebebi bilinmezdi ama nedense öyleydi. Reseng silahını bıraktıktan sonra bir sigara yaktı. Dağın gölgesi ihtiyarın evini kaplamıştı.

Etraf kararınca ihtiyar, köpeğini alıp içeri girdi. Evinde elektrik yoktu herhalde, içerisi çok karanlıktı. Salonda bir mum yanıyordu ama Reseng’in dürbününden görünmüyordu. Ara sıra ihtiyar ile köpeğin gölgeleri kırmızı duvara kocaman yansıyıp kayboluyordu. İhtiyar, mumu eline alıp cam kenarında durmadığı sürece Reseng’in bulunduğu yerden silahla onu vurması artık imkânsızdı. Güneş dağın ötesine geçince karanlık, bir anda ormanı kapladı. Ay henüz doğmadığı için yakındaki nesneler ayırt edilemiyordu. İhtiyarın evinden sadece zayıf bir ışık süzülüyordu. Ormana çok yoğun bir karanlık çöktüğü için hava nemli ve ağırdı. Reseng dört bir yana çöken karanlığın için de kendisinin neden sürekli tereddüt ettiğini düşündü. Öylece günün ağarmasını bekleyeyim. Gün aydınlanınca her zaman yaptığım gibi hedef tahtasına ok atarmışçasına uzakta bir yönü hedef alıp ateş eder ve dönerim. Reseng sigara izmaritini cebine sıkıştırdıktan sonra çadıra girdi.

Zaman geçirmekten başka yapacak bir şey olmadığı için, bir bisküvi çıkarıp yedi ve uyku tulumuna girip uyudu. Reseng yattıktan yaklaşık iki saat sonra çimenlerden gelen ayak sesiyle uyandı. Ses hiç kesilmiyor, doğrudan çadıra geliyordu. Yavaştı. Üç-dört tok ayak sesi. Yüksek otların arasında ilerleyen bir beden. Neyin geldiğini tahmin etmek mümkün değildi. Belki bir yabandomuzu belki de bir vaşak. Reseng tüfeği hemen eline alıp doğrularak sesin yaklaşmakta olduğu karanlığa yöneldi ve nişan aldı. Şimdi çekersem olmaz. Kamufle olmuş paralı bir asker korkusundan daha ne olduğunu kontrol bile etmeden karanlığa doğru ateş eder. Sonuçta karşısına çıkan ya bir geyik, ya bir av köpeği ya da devriyeye çıkıp yolunu kaybetmiş kendi silah arkadaşı olacaktı. Kazayla öldürdüğü silah arkadaşının cesedinin yanında paralı askerler dövmeli devasa cüsseleriyle küçük bir çocuk gibi ağlayarak “Yapacak bir şey yoktu” diye komutana mazeretleri sıralarlardı.

Belki de gerçekten yapacak bir şey olmazdı. Karanlığın içinde hareket eden korkunç kimlikle yüzleşmeyen kaslı, iri yapılı askerlerin yapabileceği tek şey silahlarını doğrultmaktı. Reseng, karanlığın içinde bir şey kendini gösterene kadar soğukkanlılıkla bekledi. Fakat ortaya çıkan, beklenmedik şekilde, ihtiyar ile siyah köpeğiydi. İhtiyar, “Burada ne yapıyorsun?” diye sordu. Sanki hedef tahtası aksaya aksaya yürüyerek, “Hâlâ ateş etmeyip de ne yapıyorsun?” diye sormaya gelmiş gibi komik bir durumdu. Reseng, heyecanlı bir şekilde “Asıl sizin burada ne işiniz var? Az kalsın sizi vuracaktım” dedi.

İhtiyar gülümseyerek, “Az kalsın vuracak mıydın? Ha ha ha, yavuz hırsız ev sahibini bastırıyor ya! Bu arazi bana ait. Yani sen başkasının evine girip uluorta uyuyorsun” dedi. Gevrek bir kahkaha atmıştı. Sıradan bir durum olmamasına rağmen ihtiyarın yüzünden o kadar da şaşırmadığı okunuyordu. Tam aksine afallayan taraf Reseng’di. “Seni yabani hayvan sandım. Şaşırmamam mümkün müydü?” İhtiyar, Reseng’in tüfeğine bakarak “Avcı mısın?” diye sordu. O da “Evet” dedi. “Bu tür silahların savaş müzelerinde olduğunu sanıyordum. Kaçak avcılar bugünlerde Vietnam Savaşı’ndan kalma silahlarla mı avlanıyorlar?” Reseng, biraz umarsız bir ses tonuyla “Hayvanı avlamaya yarasın yeter.

Modelinin ne önemi var?” dedi. İhtiyar gülerek “Gerçi dediğin doğru. Hayvanı avlamaya yarasa yeter. Silah fark etmez. İster kürdanla yakalansın ister yemek çubuklarıyla” diye espriyle karşılık verdi. Köpek, ihtiyarın yanında uslu uslu duruyordu. Dürbünde göründüğünden daha iri cüsseliydi. Gündüz, patlak futbol topunun peşinden koştuğu halinden farklı, heybetli bir görünüşü vardı. Reseng “Güzel köpekmiş” diyerek konuyu değiştirdi. İhtiyar, köpeğe bakıp başını okşadı. “Güzeldir tabii, hem de akıllı. Burada olduğunu o fark etti. Fakat artık yaşlandı.” Köpek, sürekli Reseng’e bakıyordu. Hırlayarak düşmanlık sergilememişti ama pek de yakınlık hissetmiyor gibiydi. İhtiyar, karabaşın başına hafifçe vurdu. “Bu gece burada uyuyacaksan boşuna soğukta kalıp rezillik çekme, bana gelip dinlen.” Reseng “Teklifiniz için teşekkür ederim fakat rahatsızlık vermek istemem” dedi. “Benim için sorun yok.”

Sözünü bitiren ihtiyar aksayarak dağdan inmeye başladı. Karabaş hemen ihtiyarın peşine takıldı. El feneri olmadığı halde ihtiyar karanlık yolda pek de zorlanmıyor gibiydi. Bu durum Reseng’in kafasını biraz karıştırmıştı. Mermiyi namluya sürmüştü ve hedef yalnızca beş metre önündeydi. Reseng, karanlıkta aksayarak yürüyen ihtiyarın arkasından baktı. Bir süre sonra tüfeğini omzuna alıp ihtiyarın peşine takıldı. İhtiyarın evi sıcaktı. Duvarları kırmızı tuğla döşeliydi ve salonun bir tarafında şömine yanıyordu. Mobilya ya da süs eşyası neredeyse yoktu.

Salondaki eşya, şöminenin önünde ipleri sökülmüş eski bir halı ile küçük bir sehpadan ibaretti. Şöminenin üzerinde birkaç fotoğraf vardı. Fotoğrafların hepsinde ihtiyar, insanların ortasında ya oturuyor ya ayakta duruyordu, etrafındakilerin yüzlerinde ise fotoğraf çektirmekten onur duyuyormuş gibi ciddi bir tebessüm vardı. Aralarında aile fotoğrafı yok gibiydi. Reseng “Şömine yakmak için henüz erken değil mi?” diye sordu. “İnsan yaşlanınca daha çok üşüyor. Nedense bu yıl daha çok üşüyor gibiyim.” İhtiyar, birkaç kuru odunu şömineye attı. Attığı odunlar yüzünden alevler biraz azaldı. Reseng hafifçe eğilerek omzundaki tüfeği kapının yanına bıraktı. İhtiyar, göz ucuyla silaha baktı. “Bu arada ekim ayındayız ya, av yasağı yok mu?” “Yok mu?” diye sorarken ihtiyarın sesinde bir ima vardı. Başından beri Reseng’i yakından tanıyormuş gibi senli benli konuşmuştu. Fakat Reseng, onun samimi konuşmasından rahatsız olmamıştı.

Reseng, “Bu tür kanunlara uyarsak aç kalırız” dedi. İhtiyar kendi kendine konuşurmuş gibi, “Gerçi bütün kanunlara uymaya gerek yok. Tüm kanunlara uymak aptalların işidir” dedi. İhtiyar, ölçerle odunları alttan havalandırınca alevler hemen yükseldi. Az önce koyduğu odunlar da tutuşmuştu. İhtiyar, “İçki de var çay da, ne istersin?” diye sordu. Reseng, “Çay iyi olur” diye cevap verdi. “Vücudun buz kesmiştir, içki iyi olmaz mı ki?” “Avlanmaya çıkarken pek içki içmem. Üstelik ormanda içki içip uyumak tehlikelidir.” İhtiyar Reseng’e doğru gülerek “O zaman bugün içebilirsin. Evimde donarak ölmeyeceğine göre” dedi. İhtiyar, mutfağa gidip iki metal bardak ile bir şişe viski getirdi.

Ardından şöminenin içinde duran demliği maşayla dikkatlice çıkarttıktan sonra bardaklara çayı yavaşça doldurdu. Hareketlerinden ne kadar tertipli ve düzenli olduğu anlaşılıyordu. İhtiyar, Reseng’e çay uzattıktan sonra kendi bardağına da çay koyup ardından şaşırtıcı şekilde biraz viski ekledi. “Üşümen geçmediyse, çaya biraz viski eklemek iyi olur sanırım.

Zaten avlanmaya başlamak için havanın da aydınlanması gerekiyor.” Reseng, “Çaya da viski katılır mı?” diye sordu. “İstersem katarım. Neden olmasın ki?” İhtiyar muzipçe gözlerini hafiften kıstı. Yüzünün hâlâ yakışıklı olduğuna bakılırsa muhtemelen gençken epey bir iltifat almıştı. Yüz hatları keskin ve sert olsa da sıcak bir izlenim bırakıyordu. Yüzündeki sertliğin zamanla yontularak biraz yumuşadığı bir izlenim desek daha doğru olur. Reseng metal bardağı uzattı. İhtiyar, onun bardağına da birazcık viski doldurdu. Sıcak çaydan viski kokusu yükseldi. Güzel kokuyordu. Yaşlı köpek salonun öbür ucunda dolanıyordu, gelip Reseng’in yanına uzandı. “Demek sen iyi birisin.” “Efendim?

İhtiyar, Reseng’in yanında uslu uslu uzanan köpeği göz ucuyla işaret ederek, “Santa seni sevdi ya. Yaşlı köpekler iyi insanı tek seferde anlarlar” dedi. Köpek, yakından bakılınca iri cüssesine göre aşırı uysal gözlere sahipti. Reseng, “Köpekler aptal oldukları için, öyle değil mi?” dedi. “İşte o mümkün değil.” İhtiyar, bakışlarını hafifçe Reseng’e doğru çevirdi. Viski koyduğu çayı içince Reseng de kendininkinden bir yudum aldı. “Tadı güzelmiş.” “Hiç beklemezdin, değil mi? Kahveye katınca da güzel oluyor ama çay daha iyi. İnsanın içini ve yüreğini ısıtıyor.

Tıpkı güzel bir kadına sarılmak gibi” diyen ihtiyar, küçük bir çocuk gibi kıkırdadı. Reseng, “Hadi canım. Güzel bir kadına sadece sarılır mısın? Güzel bir kadın, viski eklenmiş çaydan çok daha iyidir” dedi. “Gerçi orası öyle. Çayın güzel bir kadın gibi olması imkânsız.” İhtiyar, Reseng’in sözlerini doğrular gibi başını salladı. “Ama uzun zaman aklımda kalacak kadar özel bir tat.” “Çay emperyalizmin izlerini barındırır. Bu yüzden tadı bu kadar muhteşem. Bir şeyin muhteşem olması için içinde çok fazla katliam gizliyor olması lazım.” “Enteresan bir mantık.” “Patates ve domuz eti de var.

Onlardan da biraz ister misin?” Reseng, “Olur” dedi. İhtiyar evden çıkarak kararmış bir et parçası ile birkaç patates getirdi. Et parçasındaki tüyler bile yolunmamıştı ve her yerine tozlar yapıştığı için çok pis görünüyordu. Üstelik etten bozulmuş gibi bir koku da geliyordu. İhtiyar domuz etini küle buladıktan sonra şişlere geçirip ateşin üzerine koydu. Ve ölçerle odunları alt üst ettikten sonra külün içine patatesleri gömdü.

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

  • Kategori(ler) Kore Edebiyatı
  • Kitap AdıKomplocular
  • Sayfa Sayısı336
  • YazarKim Un-Su
  • ISBN9786050966565
  • Boyutlar, Kapak13.5 x 19.5 cm, Karton Kapak
  • YayıneviDoğan Kitap / 2019

Yazarın Diğer Kitapları

Men-e-men Birazoku

Aynı Kategoriden

  1. Cennetten Kaçan Çocuk ~ Jung Myung LeeCennetten Kaçan Çocuk

    Cennetten Kaçan Çocuk

    Jung Myung Lee

    Pyongyang’da yaşayan genç matematik dehası Gilmo’nun sakin hayatı, doktor babasının gizli bir Hıristiyan olduğunun öğrenilmesiyle altüst olur. Babasıyla birlikte acımasızlığın hüküm sürdüğü bir çalışma...

  2. Yedi Yıllık Karanlık ~ Jeong You JeongYedi Yıllık Karanlık

    Yedi Yıllık Karanlık

    Jeong You Jeong

    Gerçekler daima su yüzüne çıkar… Güney Kore’nin taşrasındaki bir baraj gölünde genç bir kızın ölü bedeni bulununca polis hemen bir soruşturma başlatır. Kızın babası...

  3. Çukur ~ Pyun Hye-youngÇukur

    Çukur

    Pyun Hye-young

    Gözlerini yummuş olmasına rağmen kendini dumanlı bir ışık içinde hisseden Ogi, her şeye rağmen yaşamayı isteyip istemediğini düşündü.        Karısını kaybettiği trafik...

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur