Çocuklara büyükannelerinin anlattıkları öykülerden başlayıp büyükbabaların babalarına, onların da atalarına kadar uzanan ve ‘Afrika’ denen siyah adamda son bulan uzun bir tarihsel araştırma, Amerikan kitap piyasasında satış rekorları kıradursun, yazarı Alex Haley’e de ‘Pulitzer Roman Ödülü’nü kazandırdı ve günün adamı yaptı. Haley’in Roots (Kökler) adlı bu yapıtı, bir süre önce, ABD televizyonlarında 12 dizilik programlar hâlinde yayımlanmış ve rekor düzeyde seyirci toplamıştı.
İlk, 1976 Ekim’inde yayımlanan Roots bugüne kadar 14 baskı yaptı. Son kez piyasaya çıkarılan bir milyon baskı da mart ayı içinde kapışıldı.
Haley, kendisine Pulitzer Ödülü’nü kazandıran yapıtı hakkında şunları söylüyor:
‘Roots’un doğumu kolay olmadı. Tam 12 yılımı aldı. Bu arada 1 milyon kilometre yol katettim. Bu yapıtla, ‘Afrikalı’ ve ‘Siyah Amerikalı’nın adı da dünya tarihine gerçek yönüyle yazılmış oldu. Kunta Kinte; Batı Afrika’nın Juffure yöresinden 1767 yılında, 16 yaşında kaçırılıp Amerika kıtasına, Virginia tarlalarına sürülen bu Afrikalı, bugüne kadar peşinden altı nesil koşturdu. Bunlar sırasıyla kölelik, çiftçilik, nalbantlık, değirmencilik, tren yolu işçiliği, kapıcılık, avukatlık, mimarlık yaptılar ve sonunda yazar oldular. İşte o yazar benim.’ ”
‒Milliyet Gazetesi
“Kökler, bir ırkın ezilişinin serüvenidir. İki yüzyıldan beri direnen, horlanan, aşağılanan ama gene de dimdik yaşayan kara derililerin öyküsü. Yalnızca köle gözüyle bakılan ve sömürülen bu ırk kimi zaman aşağılanmaya teslim olmuş, aşağılayanlara baş eğmiş kimi zaman da dinin rahatlatıcı atmosferine sığınmıştır.”
‒Doğan Hızlan
Artık her gece milyonlarca Amerikalı televizyonlarının karşısındaki koltuğa âdeta mıhlanıyorlar. Atalarının kara derili vatandaşlarına yaptıkları zulmü utançla seyrediyorlar. Kimi eleştirmenlere göre ‘Rüzgâr Gibi Geçti’nin 21 milyonluk rekorunu ‘Kökler’ kıracak.”
‒Time
“New York Times’ın Bestseller listesinde 50 hafta en çok satanlar arasında kalan Kökler’de Alex Haley, zenci kölelerin öyküsünü anlatıyor. İnsan, ırkçılığa karşı duyulan nefretin ve insan avının bu denli edebî bir pırıltı içinde verildiğini görünce, ‘Bu kitap Mallarmé’nin bir şiirinden ya da Proust’un bir yazısından daha mı az şiirsel?’ diye sormaktan kendini alamıyor.”
‒Der Spiegel
“Umut ülkesindeki, umutsuz insanları anlatan Kökler, Fransa’da hâlâ en çok satan kitaplar listesinde 1 numara. Alex Haley yıllarca süren bir araştırmanın ürünü bu yapıtı ile birçok ödüller kazanmaya adaydır.”
‒L’Express
*
“VE BİR YAZARIN KÖKÜ”
17 yaşında Güneydoğu Pasifik’teyken, kendimi yazar olarak yetiştirmeye karar verdim. Her gece, haftanın yedi günü yazıyordum. İlk hikâyem 1954’te yayımlandı: “Kimsenin Bilmediği Harlem.”
37 yaşıma gelince zamanımı bütünüyle yazarlığa adadım. Verdiğim kararı izleyen ilk yapıt, “Malcolm X’in Otobiyografisi” idi. Kafamdan atamadığım bir düşünce ‘Kökler’in ilk taslağını oluşturuyordu. Kendi ailemin öyküsünü yazmak. Belge toplamaya başladığımda rastladığım bir gazete kupürü irkiltti beni. 1 Ekim 1767 tarihli Maryland Gazette’de şöyle bir haber yayımlanmıştı:
“LordLigonier,birambardolusuköleileGambiyaNehri’nden geldi.” Sağlıklı olduklarından söz edilen kölelerin satış ilanı altına eklenmişti.
Kitaplıklarda, sayısız belgeleri toparlamak, sıralamakla günlerimi gecelerimi harcadım. Bu kitap benim 10 yılı aşan zamanımı aldı.
Niçin ona “Kökler” adını koydum? “Kökler” yalnız benim ve atalarımın öyküsünü dile getirmiyor. Milyonlarca kara derilinin yaşamını simgeliyor. Ve bütün okuyan ve seyredenlere belleklerine kazınırcasına sesleniyor: “Şu evrensel gerçeği unutmayın hepimiz aynı Yaratıcının çocuklarıyız.”
–Alex Haley
BÖLÜM 1
1750 ilkbaharı başlarında, Batı Afrika’nın Gambiya kıyılarından içeri doğru nehir boyunca dört günlük yol çeken Juffure köyünde, Omoro ile Binta Kinte’nin bir oğulları oldu. Binta’nın genç, diri vücudunu zorlaya zorlaya dünyaya gelen oğlan tıpkı anası gibi kapkaraydı. Ana kanıyla benek benek olmuş, kayganlaşmıştı. Avazı çıktığı kadar da bağırıyordu. Kırış kırış olmuş iki ebe, yaşlı Nyo Boto ve çocuğun büyükannesi Yaisa, doğan bebeğin oğlan olduğunu görünce keyifli keyifli güldüler. Atalarının inancına göre, ilk doğan çocuğun oğlan olması, Allah’ın yalnızca çocuğun ana ve babasına değil, onların ailelerine de bir lütfunun işaretiydi. Artık Kinte adının seçkin bir yeri olacağını, soyun sürüp gideceğini biliyor ve bununla övünüyorlardı.
Horozların ötmesine daha bir saat vardı. Çocuğun, Nyo Boto ile Yaisa ninenin mırıldanmaları dışında işittiği ilk şey, tahta havanellerinin taka-tika-taka-tika diye çıkardığı boğuk ve ritmik sesleri oldu. Köyün kadınları üç kaya arasında yakılan ateşlerin üzerine konmuş çömleklerde geleneksel kahvaltı olan bulamacı hazırlamak üzere ‘kuskus’ dedikleri buğday kırığı dövüyorlardı.
Yuvarlak kerpiç kulübelerden oluşan küçük ve tozlu köyün üzerinde, burun gıcıklayıcı, hoş kokulu, mavi cılız bir duman kıvrım kıvrım yükselirken, ezan okunmaya başladı. Alimamo dedikleri köyün imamı Kajali Demba, burundan gelen sesiyle cemaati, hayatta kalan en yaşlının bile hatırlayabildiği kadar eski tarihlerden bu yana her gün farz olan beş vakit namazdan ilkini kılmaya çağırıyordu. Bambu kamışıyla tabaklanmış deriden yapılma yataklarından fırlayan köy halkı, kaba pamuklu giysilerini sırtlarına geçirip aceleyle namazın kılınacağı yere gidiyorlardı. İmam, “Allahü Ekber! Eşhedü en lâilâhe illâllah!” (Tanrı uludur! Allah’tan başka Tanrı yoktur) diyerek cemaate sabah namazını kıldırdı. İşte tam o zaman, köy halkı namazdan çıkıp kahvaltı için evlerine dönerken, Omoro koşarak yanlarına gelip sevinçten ağzı kulaklarında ilk doğan çocuğunun erkek olduğunu müjdeledi. Herkes onu kutluyor, bunun hayra alamet olduğunu söylüyordu.
Kulübesine dönen erkeklere, karıları, kalabaş denilen su kabağından yapılmış bir kabın içinde bulamaç verdiler. Sonra kulübelerin arka bölümündeki mutfaklarına dönüp önce çocuklarını, en sonunda da kendi karınlarını doyurdular. Yemekten sonra erkekler, ağaçtan yapılmış ve ucuna köyün demircisi tarafından metal bir başlık geçirilmiş olan eğri saplı çapalarını alıp günlük işlerini yapmaya, yer fıstığı, buğday ve pamuk ekmek için tarlalarını çapalamaya yollandılar. Gambiya denilen bu sıcak ve nemli savana ülkesinde, bunlar erkeğin, pirinç ekmekse kadının işiydi.
Eski bir töreye göre, doğumu izleyen yedi gün içinde Omoro’nun ciddi olarak uğraşacağı tek bir iş vardı: Erkek doğan ilk çocuğuna bir ad bulmak. Bu, geçmişi zengin ve gelecek için de çok şeyler vaat eden bir ad olmalıydı. Çünkü Omoro’nun kabilesi olan, Mandinka’lar, çocuğun, kimin ya da neyin adını alırsa onun yedi niteliğine sahip olacağına inanırlardı.
Düşünmeye ayrılan bu hafta içinde Omoro, karısının da adına olmak üzere, Juffure’daki bütün evleri gezerek her aileyi, çocuğun hayatının sekizinci gününde yapılan geleneksel ad verme törenine çağırdı. O gün çocuk, tıpkı babası ve babasının babası gibi kabilenin bir üyesi olacaktı.
Sekizinci gün sabahın erken saatlerinde köylüler Omoro ile Binta’nın kulübesinin önünde toplandılar. Daha önce her iki ailenin kadınları başlarında kalabaş dedikleri su kabağından yapılmış kaplar taşıyarak gelmişlerdi.
Kalabaşların içinde törenlerde verilen ayran ve balla pirinç ezmesinden yapılan munko çörekleri vardı. Tamtam davuluyla birlikte jaliba denilen köyün davulcusu Karama Silla, alimamo yani imam, ileride bir gün çocuğun hocası olacak Brima Cesay, Omoro’nun iki kardeşi, Janneh ve Saloum da buradaydılar. Janneh ve Saloum bir yeğenleri olduğu haberini davullar aracılığıyla öğrenmişler ve bu törene katılmak için çok uzaklardan gelmişlerdi. Binta çocuğu gururla tuttu; böyle günlerde her zaman yapıldığı gibi, çocuğun çıkmaya başlayan saçının parçası tıraş edildi. Kadınlar çocuğu övüyorlardı. Sonra gürültüler kesildi ve jaliba davulunu çalmaya başladı. İmam ayran ve munko çöreklerini okudu. O okurken, kadın erkek herkes, yiyeceğe saygının belirtisi olarak sağ elini, içinde ayran ve munko çöreği bulunan kalabaşların kenarına dokundurdu. Sonra imam çocuk için dua etti. Allah’tan çocuğa uzun bir ömür vermesini, çocuğun kabilesine ve köyüne saygınlık kazandırmasını, çok çocuk getirmesini diledi. Ve son olarak, birazdan kendisine verilecek ada layık olması ve bu ada daha da onur kazandırmak üzere ona güç vermesini istedi.
Daha sonra Omoro, toplanmış olan köy halkının karşısına çıktı. Karısının yanına gidip yeni doğan çocuğu havaya kaldırdı. Herkes ona bakıyordu. Omoro çocuğun kulağına, onun için seçtiği adı üç kez fısıldadı. Ad, bu çocuğun adı olarak ilk kez kullanılıyordu. Omoro halkının inançlarına göre, çocuk kim olduğunu herkesten önce öğrenmeliydi.
Davul yeniden çaldı. Bu kez Omoro çocuğun adını Binta’nın kulağına fısıldadı. Binta sevindi ve gururla güldü. Daha sonra Omoro koyduğu adı, köylülerin önünde duran hocanın kulağına fısıldadı. Kabile dilinde öğretmen anlamına gelen arafang deniyordu hocaya.
Arafang da, “Omoro ile Binta Kinte’nin ilk çocuğunun adı Kunta!” diye bağırdı.
Herkesin bildiği gibi bu, Fas’tan Gambiya’ya göç eden, Juffure halkını açlıktan kurtaran, Yaisa nine ile evlenen ve ölünceye dek köyün din adamı olarak Juffure’a hizmet eden büyükbabası Kairaba Kunta Kinte’nin göbek adıydı.
Arafang çocuğun büyükbabası Kairaba Kinte’nin Faslı atalarının adlarını saydı. Büyükbabanın sık sık andığı bu adlar iki yüz yağmur mevsimi öncesine kadar uzanırdı. Mandinka’lılara göre, bir yağmur mevsimi bir yıl demekti. Adların sayılması tamamlandıktan sonra jaliba yeniden davul çaldı. Herkes çocuğun soyluluğunu övüyordu.
Böylece Omoro sekizinci gece, ayın ve yıldızların altında, ad verme törenini tamamladı. Küçük Kunta’yı güçlü kolları arasına alarak köyün dışına kadar yürüdü. Çocuğu, yüzü gökyüzüne gelecek biçimde tutarak havaya kaldırdı ve alçak sesle, “Feng kiling dorong lehwarrata ka iteh tee,” (Bak! Senden yüce olan tek Varlık,) dedi.
BÖLÜM 2
Ekim mevsimiydi. İlk yağmur birazdan düşecekti, Juffure’lular ekilecek toprakların üzerine kuru otlar yığıp yakıyorlardı. Böylece rüzgâr, külleri savurarak toprağı besleyecekti. Kadınlar pirinç tarlalarında yeşil fideleri çamura dikmeye başlamışlardı.
Lohusalık süresince Binta’nın pirinç tarlasına Yaisa nine bakmıştı. Ama artık Binta kendi işini görecek kadar iyileşmişti. Arkadaşı Jankay Touray’ın da katıldığı köy kadınlarıyla hep birlikte, yeni doğan çocuklarını sırtlarına bağlamış, torbalarını başlarının üzerinde dengelendirmiş, kayıklarına doğru yürüyorlardı. Kayıkları, bolong denilen köy kanalının kıyısındaki ağaçların içi oyularak yapılırdı. AdıKamby Bolongo olan bu kanal, Gambiya Nehri’nden, içerilere doğru açılmış kanallardan birtanesiydi.Kanaldan aşağıya doğru giden kayıkların her birinde altı yedi kadın oturmuş, geniş ve kısa küreklere asılıyorlardı. Binta küreğe asılmak için öne doğru her eğilişinde sırtındaki sıcak ve yumuşak ağırlığı hissediyordu.
Bolong’unikikıyısındaüstüstebüyüyenbitkiveağaçlarınkokusuyla dolu ağır bir hava vardı. Geçen kayıklardan ürkerek uykudan uyanan büyük bir şebek sürüsü, bağırıyor ve palmiye yapraklarını sallaya sallaya sıçrıyordu. Yaban domuzları homurdanarak koşuşuyor ve otların, çalıların arasında saklanmaya çalışıyorlardı. Çamur yığınlarınınüzerini örtenbinlercepelikan,turna kuşu,balıkçıl kuşu, leylek,martı, sukırlangıcı, kaşıkçı kuşu, yemeklerine ara veripgeçen kayıkları tedirginlikle seyrediyorlardı. Daha ufakları çığlık atar gibi öterek, yabancılar çekilinceye dek havada daireler çiziyorlardı. Kayıklar hayat dolu bu su yolları üzerinde ilerledikçe, küçük balıklar sudan sıçrar, havada pırıl pırıl parlar, sonra yeniden sulara düşerlerdi. Bazen bunları açlıktan gözü dönmüşçesine kovalayan büyük balıklar, kayıkların içine atlarlardı. Kadınlar da onları kürekleriyle vurarak öldürür, bir güzel pişirmek üzere eve götürürlerdi. Ama bu sabah küçük balıklar, onları rahatsız eden olmadığı için sandalların çevresinde rahat rahat yüzüyorlardı.
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Roman (Yabancı)
- Kitap AdıKökler
- Sayfa Sayısı528
- YazarAlex Haley
- ISBN9786257201049
- Boyutlar, Kapak16,5x24 cm, Karton Kapak
- YayıneviBilge Kültür Sanat / 2024
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Kadersizlik ~ Imre Kertész
Kadersizlik
Imre Kertész
2002 Nobel Edebiyat Ödülü’nün sahibi Imre Kertész’in başyapıtı sayılan Kadersizlik, bir anlamda yazarının yaşamöyküsüne yaslanan bir roman. İkinci Dünya Savaşı sırasında gönderildiği toplama kampından...
- Gümüş Aygır – Kore’nin Hikayesi ~ Ahn Junghyo
Gümüş Aygır – Kore’nin Hikayesi
Ahn Junghyo
1950 yazında Kore Savaşı patlak verdiğinde, bir Kore köyü olan Geumsan’ın çocukları arasında bir efsane dolaşmaktadır: Bebek Kumandan efsanesi. Mitolojik kahraman Bebek Kumandan, tıpkı...
- Büyük Yarış ~ Cary Fagan
Büyük Yarış
Cary Fagan
Yolculukların en zoru ve en özeli, kendi içine olandır. Cary Fagan’ın, yaşama bakışları farklı olsa da özünde aynı duyguları paylaşan iki delikanlıyı bilinmeyenlerin kıyısında...