Bu roman, gerçek olaylardan ve salgın olasılığına karşı kaynağı araştırılmamış kan ürünleri ticareti kurbanı, gerçek insanların dramından esinlendi….
Gerçeğe dayalı bilgiler, kurguyla harmanlandı… Kitapta kullanılan tüm isimler ise yazarın hayalgücünün ürünü…
Dünyanın her yerinde 2 milyon masum insanın ölümüne neden olan yasadışı kan ticareti… Farkında olarak ya da olmayarak bu ticaretin içinde bulunan işadamları, ülke yöneticileri ve diplomatlar… Bu ticaretin sonucunda yayılan HIV virüsü ve diğer hastalıklar… Altüst olan hayatlar… Hepsi ilgi çekici bir roman kurgusuyla okuyuculara aktarılıyor…
HIV virüsü taşıdığını bilmeyen ve tek amacı oğlunun bakımını sağlamak olan hayat kadını Korina… Hemşire kız kardeşler Sofia ve Darya… Uluslararası bir skandal nedeniyle inceleme altında olan bir şirketin eski çalışanı Vincent Vineger… İlk büyük haberini patlatmak için çabalayan gazeteci Kiril… Hepsinin hayat hikayeleri bu romanda kesişiyor…
***
Kitap, gerçek olaylardan ve salgın olasılığına karşı kaynağı araştırılmamış kan ürünleri ticareti kurbanı, gerçek insanların dramından esinlenmiştir. İlk bakışta hiçbirinin kaderi birbiriyle bağlantılı değildir.
Gerçeğe dayalı bilgiler, kurguyla harmanlanmıştır.
Kitapta kullanılan tüm isimler ise yazarın hayal gücü ürünüdür.
Bu kitap, yazar tarafından yapılan röportajlar ve sağlık çalışanları, avukatlar, uzmanlar, gazeteciler ve mağdurlardan toplanan hakiki öykülere dayanarak yazılmıştır.
Çoğu anonim kalmayı tercih etmiştir.
Kitapta yazarın “Kızıl Altın” kanallarını araştırmak için ziyaret ettiği Libya, Avusturya, Londra ve Afrika’dan şahsi izlenimleri ve dokümanlar kullanılmıştır.
GERÇEKLER
Bütün dünyada bulaşıcı hastalık taşıyan kan plazması ticaretinin masum kurbanlarının sayısı 2 milyondan fazladır. Çoğu hâlâ çocuk yaşta olan hastaların, önemli bir kısmı da bebeklerden oluşuyor.
Kurbanların bulunduğu ülkelerden bazıları Kanada, ABD, Fransa, İngiltere, Almanya, Romanya, Avusturya, İtalya, Japonya, Rusya, Çin, Hindistan, Afrika ülkeleri, İran, Irak…
30 yılı aşkın bir süre…
Son 30 yıldır “Kızın Altın” tüccarlarının kazancı 20 milyon doları aşmıştır. Farklı kuruluş ve hükümetlerin kurbanlara ödediği tazminat rakamları 10 trilyon dolar civarıdır. Hepsi, bütün dünyada vergi mükelleflerinin cebinden çıkan paralar.
500 masum insan tutuklanıp, yaygın AIDS ve Hepatit B salgınına sebebiyetten adaletsizce yargılanmıştır.
Kaçının karanlık zindanlara atıldığı bilinmiyor. Ya da hayvan hücrelerine. Yeryüzünden silinen, elektrik verilen, dövülen, tecavüz edilen… Uzuvları kırılarak, yakılarak, psikolojik baskı uygulanarak, aç bırakılarak, boğularak kendilerinden geçene kadar işkence gören insanlar… Hepsinin kaderini birleştiren ise ucuz kan kanalları.
30 yılı aşkın süredir hiç kimse onları durduramıyor.
30 yıldır tüccarlar milyonlarca insanın hayatına kastediyor.
Her gün.
Her birimize.
Yetişkin ya da çocuk.
Her gün tüm dünyada yaklaşık 16 000 kişiye AIDS bulaşıyor.
Hastalıkla savaşma gücü ve isteği olanların sayısı çok az.
Ama hâlâ varlar.
Bu kitap, ucuz ve kontrol edilmemiş kan ürünlerinin uluslararası ticareti sonucu mağdur olan bazı kişilerin hikâyelerinden esinlenmiştir. İlk bakışta aralarında bir bağın olduğunu düşünmek imkânsızdır.
Yazarı etkileyen ilk olay, 2000 yılında Libya’da birkaç Bulgar sağlık çalışanına açılan ve 2007 yılına kadar devam eden dava sürecidir.
İkinci olay ise, Avusturyalı şirket “Albovina AG”nin bulaşıcı hastalık taşıyan kan ürünlerinin uluslararası ticaretini yapmasının ortaya çıkmasıdır. Şirketin kan ürünlerindeki sorunlara dair sinyaller ilk olarak 1996’da ortaya çıkmaya başlamıştır. 1998 yılında “Sunday Times” gazetesi ve “Stern” dergisi, içinde AIDS ve Hepatit B virüsü taşıyan 4 bin litre kan plazmasının meydana çıkarıldığını yazmıştır. O dönemde yapılan araştırmalar sonucu, kanın kaynağı Güney Afrika olarak tespit edilmiştir.
Korina gözlerini açtı ve hafifçe kımıldandı.
Alkol ve yorgunluk yüzünden uyuyakalmıştı. Dün gece onun için çok ağır geçmişti. Kalkmaya çalıştı. Burnuna ter kokusu geldi. Ağır bir elin vücudunu bastırdığını hissetti. Yavaşça eli üzerinden çekti. Şişman Amerikalıyı uyandırmak istemiyordu.
Böyle bir müşterisi hiç olmamıştı. Yağları arasında neredeyse kaybolacaktı. Organını bulabilmesi tam bir mucizeydi.
Başarmıştı. Yoksa parasını alamayabilirdi.
Alacakaranlıkta etrafına bakınmaya başladı. Şişko acaba parayı nereye bırakmıştı?
Ürperdi. Şişman adamı uyandırıp, ondan para istemeyi düşünmek dahi istemiyordu.
Ardından paraları fark etti.
Yatağın yanındaki masadan yere düşmüşlerdi. Saymadı
bile. Olması gerekenden az olsa bile, yine de adamı uyandırmak gibi bir isteği yoktu. Parayı sutyeninin içine soktu. Eteğini giyip, külodunu aramaya koyuldu.
Ardından külodunun olmadığını hatırladı. Sapık Batılı onu yırtmıştı. Yağlı ve sarhoş haliyle nefes alırken. Aklına geceden başka sahneler de geldi.
Adamın kulağına fısıldadığı bazı kelimeler mutlaka hoş şeyler olmalıydı. Dilini anlamıyordu. Geriye kalan Bour-bon tadında nahoş salyaların hissiydi.
İç çamaşırı olmadan çıkacaktı. Eteğini mümkün olduğunca aşağıya çekti ve kendini dışarı attı.
Normalde gün içerisinde beline dolamak için, yanında eski yeşil bir şal taşırdı. Şal bacaklarını dizlerine kadar kapatırdı. Ancak dün gece müşterinin odasında sabahlamayı düşünmemişti. Tesadüfen orada bulunmuş ve adamın olanaklarından yararlanmaya karar vermişti.
Kalçalarında, şişkonun karşılığında para ödediği kurumuş izleri görülüyordu. Yıkanmamıştı. Acelesi vardı. Kaçması gerekiyordu. Yoksa “horlayan canavar” uyanıp onu tekrar yatağa atabilirdi.
Korina, birçok zaman yattığı erkeklerden çıkan bu yapışkan sıvıyı yutmak zorundaydı. Neden bu kadar hoşlarına gittiğini anlamıyordu. Onu ilgilendiren tek şey, daha fazla para ödüyor olmalarıydı.
Bundan sonra asla böyle biriyle yatmak istemiyordu. Her şeye rağmen…. Sadece belki… oğlu aç kalırsa.
Ancak bugün oğlunun karnı doyacaktı. Korina gülümsedi. Yerde duran bir peçeteyi aldı ve dışarı çıkarak kapıyı kapattı. “Palma” motelinin tahta merdivenlerinden inerken kalçalarını mümkün olduğunca silmeye çalıştı. İğrenç, yapışkan sıvı parmaklarını da kirletmişti.
Arkasına döndü. Moteldeki tek bir pencerenin bile ışığı yanmıyordu.
Herkes uyuyordu. Küçük moteli tutan kirişlerden birine kırık, kirli bir ayna asılmıştı. Aynadan kendine ve yüzünde dağılmış olan makyaja baktı. Ellerini tükürükleye-rek olabildiğince silmeye çalıştı.
Hızlı adımlarla Harare’nin tozlu sokaklarında ilerleyerek, kenar mahallelerinden birinde oturduğu eve doğru yöneldi. Motel “Palma” yakın mesafedeydi, o yüzden yürüyerek geri dönmeye karar vermişti. Otobüs biletinden tasarruf etmiş olurdu. Şehrin minik sokaklarını kendi vücudundan çok daha iyi tanıyordu. Burada büyümüştü. Şimdi her akşam müşteri peşinde o yolları arşınlıyordu.
Korina, sutyeninden paraları çıkardı. Yirmi dolar! Daha önce kimse bu kadarını vermemişti. Bu Victoria şelalesinin üzerinde balonla uçmaya yeterdi. Korina bir gün şelaleyi görmeyi hayal ediyordu. Şişkonun kafası karışmış olmalıydı. Ya da belki Amerika’da o kadar ödeniyordu. Salak, diye düşündü ve adımlarını hızlandırdı. Sanki her an horultulu şişman adam uyanıp paralar için peşine düşecek gibi hissediyordu.
Sabah güneşi ağır ağır palmiyelerin arasından kendini göstermeye başlamıştı. Korina, gün doğarken sabah güneşini çok seviyordu. Hem çok güzeldi, hem de gözlerinizi kısmadan seyredebilirdiniz. Ne rahatsız ediyor, ne de yoruyordu. Kendini huzurlu hissetti. Huzurun ne olduğunu çoktan unutmuştu. Yürekteki sıcacık bir his gibi. Son zamanlarda çok yoruluyordu, sık sık kendini yorgun hissediyordu. Ağır öksürük nöbetlerine tutuluyordu. Sıklıkla balgam çıkarıyor, bazen de kusuyordu. Doktor bazı ilaçlar yazmış ve onları düzenli içmesini istemişti. Korina oğluna bir şey söylememişti. Küçük Bakari’yi üzmek istemiyordu. Onun ismini kendi seçmişti. Bakari “umut” demekti. Oğlan, ona mahvolmuş hayatının bir değeri olduğunu hissettiren, tek umut ışığıydı…
Yolu Kan Bağışı Merkezi’nden geçiyordu. Korina aylardır kan vermeye gelmediğini hatırladı. Düzenli gitmezsem, donör kartımı alabilirler, diye düşündü. Son aylarda kendini hep kötü hissediyor ve ziyaretini sürekli bir sonraki haftaya erteliyordu. Fazlasıyla kötüydü. Yorgunluktan olmalıydı. Hep koşuyordu, koşuyordu.
Bu kart olmazsa mahvolurdu. İşsiz kalırdı!
Küçük, plastik karta her baktığında aklına Abiona geliyordu. Bu fikri o vermişti. Korina yabancılarla yatmaya başladığında, cüzdanı yüklü olanlar kendisinden AIDS testi istemeye başlamıştı. Olmadığını söylerse, pis bir yaratık gibi sokağa atılıyordu. Para da vermiyorlardı. O dönemde, yıllardır sokaklarda çalışan Abiona ona acımıştı. Kan merkezine gidip nasıl donör olduğunu anlatmıştı. Kendisine birkaç test yapıp donör kartı vermişlerdi. Yabancılar için bu kartın anlamı temiz olduğunun ispatı, Abiona içinse gelir kaynağıydı. Bir daha kimse ona test uygulamamıştı, üzerinden ise altı sene geçmişti. Ancak kartının geçerli olması için düzenli olarak yarım litre kan bağışlaması gerekiyordu. O kadar da korkunç bir durum değildi, ayrıca geliri olan bir iş de sağlamış oluyordu.
Abiona artık hayatta değildi. İki sene önce ölmüştü. Hiç kimse Korina’ya onun neden ve nasıl öldüğünü anlatmamıştı. Korina, doktorlarla konuşmak için morga gitmişti, ancak herkes omuz silkiyordu. Kan merkezine her gittiğinde arkadaşını hatırlıyordu.
Bugün Korina biraz daha iyiydi, o yüzden kan vermeye karar verdi. Yeter ki hemşireler bu saatte çalışıyor olsundu. Bakari’nin evde olduğunu biliyordu. Orada güvenli yerdeydi. Yaşlı Kesi Teyze, Korina geç kalırsa oğlana bir dilim reçelli ekmek vereceğine söz vermişti. Bakari iyi bir çocuktu. Yalnızken ağlamıyordu ve karanlıktan korkmuyordu. Üstelik, neredeyse her akşam yalnız kalıyordu.
Korina merdivenleri çıktı ve beyaza boyanmış koridorda ilerledi. Orada, odalardan birinde hemşireler damarını bulup, aldıkları kanı bankaya yerleştiriyorlardı.
Evet, neyse ki o saatte çalışıyorlardı.
Hemşire, neden bu kadar uzun süredir gelmediğini sormadı bile. Sadece kapının dışında biraz beklemesini rica etti. Korina, uzun süredir bekleme odasında duran postere gözlerini dikti. Poster, kan vermeye geldiği ilk günden beri buradaydı. İlk gün çok korkmuştu, titriyordu.. O zamanlar on altı yaşındaydı. Posterde Afrikalı bir çocuk vardı. Kocaman, kara gözleriyle bakıyordu. Sanki yetenekli bir ressam gözlerindeki o korkunç acıyı resmetmişti. Büyük bir acı. Çocuğun etrafında başka Afrikalı insanlar da yatıyordu. Hepsi yerlerdeydi, ölmüş olmalıydılar. Çocuğun annesi de resimdeydi ve ona sarılmaya çalışıyordu. Bir de yazı vardı:
Kan bağışla, çünkü sen yardım edebilirsin!
Ancak bu eski posterin neden tam da burada, bu odanın kapısında durduğunu anlamıyordu. Korina benzerini başka hiçbir yerde görmemişti. Buraya gelen insanlar zaten kan vermek için geliyorlardı. Onları ayrıca teşvik etmenin manası yoktu.
Hemşire dışarı çıktı ve seslendi.
“Korina Ambuke!”
“Evet, evet!” diye cevap verdi Korina gururla ve odaya girdi. Kısa eteğini kalçalarından mümkün olduğunca aşağıya çekmeye çalışıyordu.
Oda epey aydınlıktı, kendini çıplakmış gibi hissetti. Bu kadar dağınık ve kirli geldiği için utandı. Sonuçta burası bir sağlık merkeziydi. İnsanlar beyaz önlüklerle çalışıyordu… Onlara saygısı sonsuzdu.
Hemşire ne onun kıyafetlerini ne de üstü başını önemsedi. Ya da en azından bunu belli edecek kadar etkilenmemişti. Buraya her türlü insan geliyordu. Kalkıp azizlerin kan verebileceklerine zaten inanmıyordu.
“Mümkünse şuraya oturabilir misiniz?” diye sordu sert ve ciddi bir tonda.
“Evet… Evet… ”
Korina özenle bacaklarını toplayarak kanepeye oturdu. Yere bakıyor ve kirli tırnaklarını kurcalıyordu. İşte şimdi bana neden bu kadar süredir gelmediğimi soracak, diye düşündü. Ne diyecekti ki.
Hemşire kalem kâğıt çıkardı. Korina’ya türlü sorular sorarken, bir yandan kâğıda bir şeyler karalıyordu.
“Kaç seks partneriniz var?”
“Bir.” diye mırıldandı Korina. Daha fazlasını söylemenin yanlış olduğunu biliyordu.
Abiona, beyaz önlüklülerin bu tür şeylerden hoşlanmadığına dair onu uyarmıştı.
“Son zamanlarda herhangi bir hastalık geçirdiniz mi?”
“Hayır!…” dedi Korina. Bir yandan tırnağının arasına giren minik taşı çıkarmaya çalışıyordu.
Hemşire kanepeye uzanmasını rica etti. Kolunun üst kısmına turnike uyguladı. Korina gözlerini sıktı. Bu en sevimsiz kısımdı, ancak çabuk geçiyordu. Hemşire iğneyi soktu, turnikeyi çıkardı ve kanın plastik torbaya akması için bekledi. Korina kendini giderek daha zayıf hissetmeye başladı, başı dönüyordu. Uykusunun geldiğini hissetti. Sadece gözlerini kapatması yeterliydi.
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Belgesel Roman Edebiyat Hikaye Korku - Gerilim Roman (Yabancı)
- Kitap AdıKızıl Altın
- Sayfa Sayısı390
- YazarLudmila Filipova
- ÇevirmenAyser Ali
- ISBN9789944827430
- Boyutlar, Kapak14 x 21 cm, Karton Kapak
- YayıneviEpsilon / 2013-11
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Yağmurdan Sonra Avrupa ~ Alan Burns
Yağmurdan Sonra Avrupa
Alan Burns
İsimsiz bir anlatıcının dolaştığı Avrupa toprakları harap haldedir; hem coğrafi hem de ahlaki açıdan çarpıklaşmış, biçimsizleşmiştir. Anlatıcı mesafeli bir ilgiyle, asla umutsuzluğa ya da...
- St. Petersburg’da Yasak Aşk ~ Mishka Ben-David
St. Petersburg’da Yasak Aşk
Mishka Ben-David
St. Petersburg’da Yasak Aşk, geçmişine sırtını dönerek umutsuzca son mutluluk şansının peşinden giden bir Mossad ajanının hikâyesi. Karlı bir St. Petersburg sabahında gözünü Rus...
- Bilge Adamın Korkusu (Kral Katili Güncesi 2. Gün) ~ Patrick Rothfuss
Bilge Adamın Korkusu (Kral Katili Güncesi 2. Gün)
Patrick Rothfuss
“Bilge Adamın Korkusu yayımlandığı ilk hafta Amerika’da çoksatanlar listesine bir numaradan girdi.” “Her bilge adamın korktuğu üç şey vardır: fırtınalı bir deniz, aysız bir...