Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Kıssadan Hisse
Kıssadan Hisse

Kıssadan Hisse

Barry Unsworth

14. yüzyıl. İngiltere’de karlarla kaplı bir kasaba. Nicholas Barber adında firari bir papaz, yolda karşılaştığı gezici tiyatro kumpanyasına katılır. Oyunlarını sahnelemek üzere vardıkları kasabada…

14. yüzyıl. İngiltere’de karlarla kaplı bir kasaba. Nicholas Barber adında firari bir papaz, yolda karşılaştığı gezici tiyatro kumpanyasına katılır. Oyunlarını sahnelemek üzere vardıkları kasabada küçük bir çocuğun öldürüldüğünü, cinayetle suçlanan genç kızın ise hapse atıldığını öğrenirler. Zamanın tiyatrosunun olmazsa olmazı olan dini piyes geleneğine ilk kez karşı gelerek, kasabalıların dilinden düşmeyen bu cinayeti çözmeye ve ortaya çıkaracakları gerçekleri sahnelemeye karar verirler. Booker Ödülü sahibi Barry Unsworth, İngiltere’nin kıtlık ve vebanın kol gezdiği en karanlık yıllarını konu alan bu romanında tarihi gerçekleri, tiyatro geleneğinin dönüşümü ve polisiye gibi motiflerle harmanlayarak ahlak ve adalet kavramları üzerine zamansız bir kıssadan hisse sunuyor okurlara.

“Kıssadan Hisse göz alıcı bir yetenek gösterisi…”
-Janet Burroway, The New York Times Book Review

“İncelikli, şefkatli ve yetkin bir roman olan Kıssadan Hisse, Barry Unsworth’un usta bir sanatkâr olarak çağdaş İngiliz edebiyatındaki yerini sağlamlaştırıyor.”
-Charles Nicholl, Los Angeles Times Book Review

“Romanın bütünü dâhice tasarlanmış… Hayat ve oyun arasındaki ilişkiyi etraflıca ele alan bir eser.”
-Brian Finney, San Francisco Chronicle

Barry Unsworth : Barry Unsworth 1930 yılında İngiltere’nin kzueydoğusundaki bir madenci kasabası olan Durham’da doğdu. Nesiller boyu kömür madenciliği ile uğraşan ailenin madenlere veda eden ilk üyesiydi. Manchester Üniversitesi’nde tamamladığı eğitiminin ardından bir yıl Fransa’da yaşadı, sonrasında Yunanistan ve Türkiye’de bulundu. 1966’da ilk romanı The Partnership yayınlandı. Aralarında, her ikisi de Booker Ödülü finalisti olan Pascali’s Island ( 1980; Pascali’nin Adası, İletişim 1993 ) ile Morality Play ( 1995; Kıssadan Hisse ) ve 1992 yılında Booker Ödülü’nü Michael Ondaatje’nin İngiliz Hasta romanıyla paylaşan Sacred Hunger olan on yedi kitabın yazarıdır. Unworth, 2012 senesinde, seksen bir yaşında hayata gözlerini yumdu.

Bir

Her şey bir ölümle başladı ve bizi yoldan çıkaran da başka bir ölüm oldu. İlki Brendan adında bir adamın ölümüydü ve ben o âna şahit oldum. İnsanın iliklerine işleyen soğukta adamın etrafına toplanıp üzerine eğildiklerini, sonra da ruha geçit vermek için geri çekildiklerini gördüm. Ölümü, sırf ben izleyeyim diye sahneler gibiydiler ve bu tuhaf kaçıyordu; zira ne onlar benim seyrettiğimi biliyordu ne de ben o vakitler onların kim olduğunu biliyordum.

Ahmaklığımın beni böylesine muhtaç kıldığı bir vakitte, ister melekler ister şeytanlar tarafından olsun, onlara sürüklenişim de tuhaftı. Günahlarımı gizlemeyeceğim, yoksa bağışlanmanın ne kıymeti olur ki? İşte tam da o gün açlık beni zinaya sürükledi ve zina yüzünden pelerinimi kaybettim.

Bendeniz, elinde Latinceden başka akıl verecek bir şeyi olmayan bir garip âlim, insanların dediği gibi cennetin rüzgârları karşısında biçare biriyim ama gencim ve pek boylu poslu olmasam da yakışıklıyım, hatta kadınların da ara sıra dönüp bana baktığı olur. Brendan’ın ölümünü seyretmemden kısa zaman önce de böyle bir şey geldi başıma; gerçi bu vakada beni teşvik eden daha önce de söylediğim gibi şehvet değil açlıktı, nispeten küçük bir günah; aslında kadının bana yiyecek bir şeyler vereceğini umuyordum ama epeyce tez canlı ve ateşliydi. Kör talih bu ya, kadının kocası beklenenden erken döndü; ben de ahırdan geçerek kaçmak zorunda kaldım ve aralık ayının ayazında en sağlam pelerinimi orada bıraktım. Papazlık yapan birine saldırmak yasaklanmış olsa da peşime düşülmesinden ve kemiklerimin kırılmasından ödüm kopuyordu; bu yüzden ağaçlık arazinin kıyısından yürüyüp yoldan uzak durdum. Oysa yolu takip etseydim onları görmeden geçip gidecektim.

Yoldan ayrılıp ormanın içlerine doğru uzanan patika bir açıklıktan geçiyordu. At arabalarını buraya getirmişlerdi ve ben de tam adamı indirirlerken onlara denk geldim. Hiç sezdirmeden ağaçların arasından izledim. Ortaya çıkmaya korktum. Soyguncu olduklarını sandım. Tuhaf, uyumsuz ve kendilerine ait değilmiş gibi duran kıyafetler giyiyorlardı. Tehlikeli zamanlar bunlar ve papazların silah taşıması yasak; bu yüzden sahip olduğum tek şey kısa bir değnekti. (Sivri ya da keskin ucu olmayan değnekler, tokmaklar ve sopalar haliyle bu yasağın kapsamında değil.)

Saklandığım yerden adamı arabadan indirdiklerini gördüm; yanlarında getirdikleri bir deri bir kemik kalmış, yavru sayılabilecek bir köpek oyun oynar gibi hevesle hoplayıp zıplıyor, solgun dilini dışarı sarkıtıyordu. Adamın ölümün ışıltısını taşıyan yüzü ilişti gözüme. Onu öylece ortalık yere bıraktılar; buraya ölümüne yakın olmak için getirmişlerdi, bunu hemen o anda anladım. Hem zaten kim bir yoldaşının son nefesini sallanıp duran bir arabada vermesini arzu eder ki? Ölmekte olan ve yeni ölmüş kimseler gözümüzün önünde olsun isteriz, böylece merhamet mükâfatını onlara eksiksizce sunabiliriz. İsa Mesih ona acınabilsin diye aşağı indirildi; çarmıha gerilmişken bizden çok uzaktaydı.

Dört erkek, bir oğlan çocuğu ve bir de kadından oluşan altı kişilik topluluk, bu kış gününde onları ısıtacak bir ateşmişçesine adama iyice sokulmuş, etrafında bir halka oluşturmuştu. Genel geçer giyim kuşam kurallarının hepsine zit düşecek şekilde sağdan soldan toplanmış paçavra ve ıvır

zıvır kuşanmışlardı; içlerinden biri zenginlerin kullandığına benzer, kuş tüyü iliştirilmiş yeşil bir şapka takıyordu ama bunun haricinde epey kötü giyimliydi; ötekinin üzerinde dizlerine kadar uzanan beyaz bir iş önlüğü vardı ve altından yırtık pırtık çorabı gözüküyordu, bir diğeri -oğlan, at kılından yapılma gibi duran, topak topak olmuş bir şal takıyordu. Arkalarındaki meşe ağaçlarında hâlâ biraz kızıl kahverengilik vardı, geçen yılın yaprakları dalında kurumuştu; ışık bu yapraklara ve oğlanın şalındaki işlenmemiş deriye vuruyordu. Adam günah çıkarmadan ölüp gidiyordu işte karşımda, ona haç uzatacak kadar vakit vardı belki fakat yaklaşmaya korkuyordum. Mea maxima culpa. Benim büyük hatam.

Artık adamı göremesem de bizi ayıran boşluğa rağmen zorlukla nefes alıp verişini duyabiliyor ve tepesinde dikilenlerin ağızlarından yükselen buharı görebiliyordum. Tütsü gibi bir şeydi, içten gelen bağlılığın buğusuydu. Akabinde ses kesildi ve herkesin Ölüm’e yer açmak için geriye çekildiğini gördüm; bu çok akıllıca bir hamleydi, zira Ölüm etrafı kuşatılmadan özgürce salınabildiğinde nispeten daha az öfkeli olur. Ablukaya alınmış ruhun nihayet özgürce uçup gidişi Kıssadan Hisse’deki sahneyi andırıyordu. İşte tam o esnada adamlardan birinin kıyafetindeki nişanı gördüm, bir haminin amblemi kepine işlenmişti.

Köpeğin beni bulması da tam o esnada oldu. Kemikleri sayılan, neredeyse açlıktan ölmek üzere bir yaratıktı bu ama ne kuyruk sallıyor ne yaltaklanıyor, sadece durumdan bihaber iyi niyetini sergiliyordu. Ölü adamın çevresindeki halkaya defalarca dahil olmaya çabalamış ve her seferinde geri püskürtülünce açıklığın kenarında etrafı koklamaya koyulmuş köpek, nihayetinde ağacın arkasında çömelmiş duran bendenizi görünce gözdağı vermekten ziyade selamlar gibi kesik kesik havlamaya başladı; bu havlama adamlardan yeşil şapkalı olanın dikkatini çekti, siyah saçlarını arkasında toplayan ve gözleri mürdümeriği gibi kara olan bu iri kıyım pejmürde adam beni görür görmez bıçağını çekti ve ben de hemen ayağa fırlayıp havaya kaldırdığım ellerimi açarak papazlara özgü kutsayıcı şükran hareketini yaptım ki kim olduğumu hemen fark edebilsin. “Gizlendiğin yerden çık ve yüzünü göster,” dedi bana.

Bunun üzerine olabildiğince hızla öne çıktım. “Ağaçların arasından geçip gidiyordum,” dedim. “Tesadüfen denk geldim size. Böyle bir ânı bölmeyi hiç istemezdim.”

Fal taşı gibi açılmış gözleri bir ardıç kuşu yumurtası kadar mavi olan ölü adamdan uzaklaşmaya başlamışlardı. Adam kel ve yuvarlak kafalıydı, domuz yağından bir maske gibi duran şişmiş yüzündeki ağzı çarpılmış ve alt çenesi biraz aşağı düşmüştü. Köpek, adamın yüzünü yalamak için bu karışıklıktan faydalandı ve bu yalamayla ağzı daha da açıldı. Oğlan köpeği tekmeleyince köpek de havlaya havlaya gidip bir ağacın altına işeyiverdi. “Bir papaz,” dedi oğlan. Omuzlarına attığı şey bir şal değil, birbirine bitiştirilmiş pantolon paçalarından yapılma bir tür giysiydi. Ağladığını görebiliyordum şimdi, yüzü yaşlarla ıslanmıştı.

“Geldiğin yoldan dönebilir ya da başka bir yola sapabilirdin,” dedi kepinde amblem olan adam. “Oysa sen casusluk etmeyi yeğledin.” Taşıdığı amblemde, çaprazlanmış iki baltalı kargının üzerinde duran beyaz bir leylek vardı. Hem bu amblem yüzünden hem de hepsinin adına konuşmasından bu adamın liderleri olduğu anlaşılıyordu. Benden birkaç yaş daha büyük, orta boylarda minyon tipli biriydi ama dayanıklı ve süratliydi. Bir tek onun kıyafetleri üzerinde eğreti durmuyordu. Koyun postundan yapılma bir yelek giyiyordu, altındaki kısa gömleğin boyun kısmı epey yipranmıştı. Uylukları ve baldırlarındaki kaslar, çorabın o ince dokusundan rahatça görülebiliyordu. “Vazifeni yapmak için bile çok geç kaldın,” dedi küçümseyerek. “Sen orada

sinsi sinsi gizlenirken Brendan günahlarıyla ölüp gitti.” Dar

bir oval şeklindeki yüzü, soğuktan ya da kederden bembeyaz kesilmişti şimdi. Kavisli kaşlarının altındaki gri-yeşil gözleri çok güzeldi. Daha sonraları bu bağnaz yüzde neden bir tehdit göremediğimi merak edecektim, ama benim her şeyi sezen ruhum o anın korkusuyla kaybolup gitmişti. Cesur biri değilim ve onlara bir ölüm anında denk gelmiştim. Bir yabancıydım, bir açıdan suçlu olan ben de olabilirdim. Böylesi korkunç zamanlarda, bir adamı yaralanma tehlikesiyle ya da daha beteriyle yüzleştirmek yeter de artar. İnsanlarda şiddet tutkusu diye bir şey var ve birkaç kişi bir araya geldiğinde ölümün ruhu asla çok uzakta değildir.

“Kötü bir niyetim yoktu,” dedim. “Bir garip papazım ben sadece.” Bu sonuncuyu söylemeye gerek yoktu aslında, kılık kıyafetimden ve tepesi tıraş edilmiş başımdan ne olduğumu görebiliyorlardı. “Başka kimse yok yanımda,” dedim.

“Taşrada yayan gezen bir papaz, ağaçların arasında gizlenen bir papaz,” dedi beyaz cüppeli olan bir diğeri, sonra da hıçkırır gibi güldü. “İyi saatte olsunlara vaaz veriyormuş.” Genç bir adamdı bu, görünüşüne bakılırsa taş çatlasa yirmi yaşındaydı; saçları buğday rengi ve karman çormandı. Ayrık duran gözlerinin feri gitmişti, bakışları bir yere sabitlenemiyordu ve dudakları kan kırmızıydı. Onun da yanaklarında yaşlar vardı.

“Kötü bir niyetim yoktu,” dedim yine.

Liderleri olan adam, “Kaldır bıçağı Stephen,” dedi esmer olana. “Bir böceğe karşı çekiç mi kullanacaksın?” Papaz olarak bulunduğum konuma ve erkeklik gururuma yönelen bu alaycı ima o çaresiz halimde oldukça yaralayıcıydı ama cevap veremeyecek kadar korkmuştum. Stephen bıçağını savurarak kemerine geri koydu ve bunu yaparken bana dişlerini gösterdi; sanırım bunu daha az itaatkâr görünmek için yapmıştı. O esnada sağ elinin başparmağının olmadığını gördüm.

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Yazarın Diğer Kitapları

Bebhome Kahve

Aynı Kategoriden

  1. Aşkta İntikam Olmaz (İskoç Şövalyeleri) ~ Amanda ScottAşkta İntikam Olmaz (İskoç Şövalyeleri)

    Aşkta İntikam Olmaz (İskoç Şövalyeleri)

    Amanda Scott

    İskoç Tutkusu Mackintosh “Vahşi Kedisi” diye anılan Leydi Catriona, klanını savunmak için her şeyi yapacak bir kızdır. Ancak ailesinin arazisinde yaralı bir savaşçı bulduğunda,...

  2. Kurtlar İmparatorluğu ~ Jean Christophe GrangeKurtlar İmparatorluğu

    Kurtlar İmparatorluğu

    Jean Christophe Grange

    Her şey korkuyla başladı. Ve yine korkuyla sona erecek. “Gerçekten etkileyici bir yazar.” – The Guardian “Grange güçlü bir kalem. Onu seviyorum.” – Anita...

  3. Ölümsüz ve Önemsiz ~ Mary Janice DavidsonÖlümsüz ve Önemsiz

    Ölümsüz ve Önemsiz

    Mary Janice Davidson

    New York Times çoksatan yazar Mary Janice Davidson’ın “Ölümsüz” serisi hiç olmadığı kadar ‘önemsiz’ artık. YOK BÖYLE Bİ’ EĞLENCEEE! Doğumgünü yaklaşırken, Betsy pek de...

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur