Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Kısa Türkiye Tarihi
Kısa Türkiye Tarihi

Kısa Türkiye Tarihi

Klaus Kreiser

Türkiye 1923 yılında cumhuriyetin kurulmasının ardından yalnızca birkaç kuşak içinde bölgenin en kalabalık ve ekonomik açıdan en güçlü devleti haline geldi. Klaus Kreiser bir…

Türkiye 1923 yılında cumhuriyetin kurulmasının ardından yalnızca birkaç kuşak içinde bölgenin en kalabalık ve ekonomik açıdan en güçlü devleti haline geldi. Klaus Kreiser bir yandan Türkiye’nin siyasi, sosyal, ekonomik ve kültürel gelişimini anlatırken bir yandan da Kıbrıs sorunu, azınlıklar ve dinin kamusal rolü gibi ülkenin Avrupalı komşularını endişelendirmeye devam eden iç ve dış politika gerilimlerini ayrıntılı bir şekilde gözler önüne seriyor.

Bu kitapta, Türkiye’nin ve insanlarının 1920’den günümüze dek izlediği yolu anlatmaya çalıştım. Batı ittifak sistemlerine entegrasyon, İslamiyet’in rolü ya da Kürt sorunu gibi temel konuları göz ardı etmeksizin, kırsal kesimin kalkınması, Doğu-Batı arasındaki seviye farkı ve eğitim sistemi gibi birçok araştırmada yeteri kadar değinilmeyen, eksik kalan konulara yöneldim. Geleceğe dair “tahminlerin”, tarihsel bir anlatıda yeri olmayacağı gibi övgü ve serzenişin de yeri yoktur.

İÇİNDEKİLER

Ön Açıklama ………………………………………………………………………7
Önsöz …………………………………………………………………………………9
1. Özetle Osmanlı İmparatorluğu …………………………………….13
2. Cumhuriyetten Önce Cumhuriyet (1920-1923) …………….25
3. Devrimler ve Reformlar (1923-1928) …………………………….47
4. İknadan Zorlamaya (1928-1938) …………………………………. 59
5. Kurtlar Arasında, Başarılı Tarafsızlık (1938-1945) ………..75
6. Bir Demokrasi Denemesi (1945-1960) …………………………..91
7. Kayıp Yıllar (1960-1980) ……………………………………………..107
8. General Evren Darbesinden Erdoğan’ın Seçim
Zaferlerine (1980-2020) ……………………………………………….119
Zaman Çizelgesi ……………………………………………………………..139
Kaynakça ………………………………………………………………………..143
Dizin ……………………………………………………………………………….149

Ön Açıklama

Türkçe soyadları, daha iyi anlaşılması için, resmen kullanılmaya başlamasından (1934/35) önceki olaylar anlatılırken de kullanılmıştır. Bu nedenle Mustafa Ke- mal, 1935’ten önce de Atatürk olarak anılmıştır.

ÖNSÖZ 

Türkiye Cumhuriyeti’nin 1923 yılında kuruluşu, 600 yıldan uzun hüküm süren Osmanlı Devleti’nden tarihsel ayırım açısından kesinlikle en önemli tarihtir. Ama aynı şekilde pek çok reformu başlatan 1908 Jön Türk devrimi, Yunan işgaline karşı Anadolu direnişinin başlaması (1919) ve 1925’te kabul edilen düzenin yeniden tesis edilmesine dair “Takrir-i Sükûn Kanunu” da önemli dönüm noktalarını oluşturmaktadır. Cumhuriyet öncesine ve erken dönemine ait tarih, uzun süre hem Türk hem de yabancı tarih yazımında direniş, isyan ve devrim başlıkları altında aktarılmıştır. Mustafa Kemal Atatürk (1881-1938) ve silah arkadaşlarının başlattığı köklü değişiklikler düşünce yapısına göre, uygar ve demokratik devrimler olarak görülebileceği gibi iyi niyetli, cömert bir talim-terbiye diktatörlüğü ya da jakoben aşırılıklar olarak da değerlendirilebilirler ki bu köklü değişiklikler hiç kuşkusuz en önemli dönüm noktalarını ifade ediyorlardı. Osmanlı İmparatorluğu’nun iflas masasından kalkıp yeniden Güneydoğu Avrupa ile Ortadoğu arasında en önemli devlet haline gelmesini sağlayan devrimler, her halükârda ne burjuva ne köylü kaynaklıydı, hele ki asla işçi sınıfına özgü devrimler değillerdi tam tersine asker ve bürokratlardan oluşan elit bir grubun projesiydiler. Türkiye, Birleşmiş Milletler himayesinde Kore’ye asker göndermesi (1950-1953) ve Kıbrıs’ın kısmen ele geçirilmesi (1974) bir tarafa bırakılacak olursa, 1922’den sonra hiçbir silahlı çatışmaya katılmamıştır. Atatürk ve halefi İsmet İnönü’nün (1884-1973) izlediği ve silahlanmadan ziyade güvenlik paktlarına dayanan denge politikası İkinci Dünya Savaşı’nda dayanıklılık testini geçmişti. Ülke, 1950’lerden itibaren, Batılı ve küresel ittifak sistemlerine dâhil olmayı kararlılıkla sürdürdü. Kemalist tek partili hükûmet yönetimi, neredeyse sorunsuz bir şekilde parlamenter demokrasiye dönüştürüldü. 

Türk parti sistemi, köklerinin izi Osmanlı’nın son dönemlerine kadar sürülebilen ve karşıtlıkları yalnızca tek parti döneminde (1926-1946) gizlenmiş olan, çok da katı ve değişmez denilemeyecek iki büyük bloktan oluşmaktadır. Bir tarafta laik “Halk Partisi” ve ülkenin batısındaki şehirliler, askerler, bürokratlar, akademi personeli ve işçi topluluğunun bir kısmıyla özdeşleşen ve sonuçta Jön Türklerin “İttihat ve Terakki Cemiyeti”ndeki selefleri olan, taraftarları bulunur. Diğer tarafta ise merkeziyetçilik karşıtı, dini meselelerde uzlaşmacı denilen “ikinci grup” bulunur ya da daha doğrusu, Kemalizm’de kısa süreliğine müsamaha gösterilen, muhalefet partilerinden gelen muhafazakâr güçler yer alır. “Demokrat Parti”, “Adalet Partisi”, “Doğru Yol Partisi” ve “Adalet ve Kalkınma Partisi” eksenini temsil ederler. Her iki doğrultunun da liderleri, 1960 ile 2002 yılları arasında, küçük partilerle koalisyonlar kurmak zorunda kalmışlardır. Bununla birlikte Kürtler hariç, ilgili grupların hepsinin kesişimi olarak Türk milliyetçiliği, 1920’den beri, 60’tan fazla hükûmet değişikliğinden sonra, sistemin devam edebilmesi için en önemli ön koşul olmuştur. 

Yeni Türkiye başlangıcından itibaren hiçbir katı ekonomik doktrine bağlanmamıştır. Başarı reçetesinde, yabancı desteği ve danışmanlığı olmaksızın, sonuçta kendi başına kalkınmak zorunda olması yazılıdır. Kayda değer petrol kaynakları olmadığından, yozlaşarak rantçı bir devlete dönüşme kade-rinden kurtulmuştur. Sınırlı ölçüde sanayileşmesi olan ülkenin ekonomisi, artık çoktandır tarım ve hayvancılıktan elde edilen gelirlere bağlı değildir. Turizm önemli olmakla birlikte taşıyıcı bir sütun değildir. Türk diasporasının aktardığı paralar artık önceki yıllardaki kadar önemli değildir.

Sivil yönetimlerin yanı sıra, silahlı kuvvetler de son otoriter ara dönemin ardından (1980-1983) doğrudan günümüze kadar yüklendikleri özel rollerini muhafaza etmişlerdir. Askeri müdahaleler ve sıkıyönetimler, Cumhuriyet döneminin neredeyse üçte birini şekillendirmiştir. 2002’den bu yana İslami değerlere dayanan bir yönetim iktidardadır. Bu iktidarla, devletin Müslüman vatandaşlarına karşı, dinsiz rolünü üstlendiği, hiçbir dinden yana olmadığı bir dönem sona ermiştir. Sünni yüzünü, nüfusa oranları %10’u, en fazla %20’yi bulan Müslüman olmayanlara ve heterodoks Alevilere göstermeye devam etmektedir. Süregelen elverişli ekonomik gelişmeler göz önüne alındığında, Ankara’da 2023 yılında, Cumhuriyet’in yüzüncü yıldönümünde, Türkiye’nin küresel anlamda aktif bir rol üstlenebileceği inancı hasıl olmuştur.

Bu kitapta, Türkiye’nin ve insanlarının 1920’den günümüze dek izlediği yolu anlatmaya çalıştım. Batı ittifak sistemlerine entegrasyon, İslamiyet’in rolü ya da Kürt sorunu gibi temel konuları göz ardı etmeksizin, kırsal kesimin kalkınması, Doğu-Batı arasındaki seviye farkı ve eğitim sistemi gibi birçok araştırmada yeteri kadar değinilmeyen, eksik kalan konulara yöneldim. Geleceğe dair “tahminlerin”, tarihsel bir anlatıda yeri olmayacağı gibi övgü ve serzenişin de yeri yoktur. 

Katkı sağlayan yorumlarından dolayı, Wolf-Dietrich Hutter, Heike Jung, Christoph K. Neumann ve Maurus Reinkowski’ye teşekkürü bir borç bilirim.

1.

ÖZETLE OSMANLI İMPARATORLUĞU

Resmi söylenişiyle Türkiye adlandırması yeni olmasına yenidir, ancak Turchia adı ve bundan türetilen biçimleri, Haçlı Seferleri’nden beri ülke dışında yaygın olarak kullanılmaktaydı. Cumhuriyet öncesi Türkiye için, devlet belgelerinde, madeni paralarda, sikkelerde ve posta pullarında Devlet-i Aliyye-i Osmâniyye adı kullanılıyordu. Kısa ömürlü Türkiya şeklinde adlandırılmasının ardından 1928’de gerçekleştirilen harf devrimiyle, Arapça kelime yapımı ve çok eskiden beridir Osmanlı İmparatorluğu ile eş anlamlı olarak kullanılan Fransızca Turquie arasında gidip gelen Türkiye adında karar kılınmıştır. Türkiye, cumhuriyet (Arapça cumhuriyet kelimesinden geliyor, 1938’e kadar Cümhuriyet şeklinde kullanılmıştır) yönetim şeklini kabul eden ilk Müslüman ülkeydi; bu nedenle tam resmi adı olan Türkiye Cumhuriyeti, T.C. olarak kısaltılmıştır. Bu cumhuriyetin çatısı altında yaşayan bütün yurttaşlar, 1924 Anayasası’na göre, “Türk”tü, böyle olmakla birlikte, “yasalar önünde eşitlikleri” de günümüze değin dar biçimde yorumlanmıştır. Örneğin, Anayasa Mahkemesi, azınlık mensuplarının kendi dillerindeki (Kürtçe veya Aramice gibi) ad ve soyadlarını kullanmalarına izin vermemektedir.

29 Ekim 1923 tarihinde Ankara’da ilan edilen Türkiye Cumhuriyeti, konumuna haritada bakanlara doğal sınırlarının büyük bir kısmı Karadeniz, Ege Denizi ve Akdeniz’le çevrili bir devlet olarak görünür. Bazı tarihçiler Cumhuriyet Türkiye’sinde, Osmanlı İmparatorluğu’nun bir minyatürünü, sadece insanlarının değil aynı zamanda onların gelenek ve göreneklerinin de bir nevi yoğunlaşmasını görürken, diğerleri onda, önceki çok uluslu ve çok etnik yapılı devletin ulusal gövdesini görürler. Anadolu topraklarında, dinlerin ve dillerin kaynaştığı bir pota mı oluşmuştur yoksa tersine, önümüzde (deyim yerindeyse) 72,5 milletten oluşan bir mozaik mi bulunmaktadır sorusunun cevapları da aynı şekilde karışıktır.

Bugünkü Türkiye, 783.562 km2 yüzölçümüyle hem Fransa (674.843 km2) hem de İspanya (504.645 km2) topraklarından daha büyüktür. Türkiye’nin Asya tarafında kalan toprak büyüklüğü göz önüne alındığında, Balkan Savaşları’ndan (1912-1913) sonra Avrupa kıtasında elde kalan parçası (%3,04), sadece coğrafi alan dikkate alındığında oldukça önemsiz kalır. Türkiye, 1939 yılında topraklarına katılan, Avrupa’da “İskenderun Sancağı” olarak bilinen bölge dışında, 1923’ten bu yana herhangi bir toprak değişikliği yaşamamıştır. Buna karşın, kuruluşunu takip eden yıllarda nüfus hem nicelik hem de nitelik olarak kökten değişmiştir. Genç Cumhuriyet’in nüfusu aşağı yukarı 14 milyondu ve kilometrekare başına düşen yaklaşık 18 kişiyle, Avrupa ülkelerinin hepsinden daha düşük bir nüfus yoğunluğuna sahipti. Elli yıl sonra (1970’te) 34,8 milyon nüfusuyla İspanya’yı, bir 25 yıl sonra da (1995) 61,9 milyon nüfusuyla İtalya’yı geride bıraktı. 2010 yılında nüfusu, resmi nüfus sayımına göre 73.722.938’i buldu. 

Karışık dilsel ve etnik yapısına rağmen Anadolu, sonuçta Kafkasya ve Kırım’dan, Girit’ten ve Balkan ülkelerinden gelen yaklaşık 4 milyon göçmenin birkaç nesil sonra Türkleştiği bir kültür alanı olduğunu kanıtlamıştır. Ama öte yandan halkın tarihsel hafızasına, Yunanistan’la yaşanan sınır dışı edilmeler ve nüfus mübadelesinin sonucu olarak, “göçmenler”, “nüfus mübadelesine tabi olanlar yani mübadiller” ve “yerli halk” şeklindeki üçe bölünmüşlük yapışıp kalmıştır. Göçmenler ve mübadiller, kendi soylarından gelenlerle, bugünkü nüfusun yaklaşık üçte ya da dörtte birini oluşturmaktadırlar.

1911-1918 yılları arasında Osmanlı Devleti’nin ve sonrasında 1919-1922 yılları arasında da Ankara’daki Büyük Millet Meclisi yönetiminin neredeyse kesintisiz sürdürdüğü savaşların ardından Anadolu’nun nüfusu tahminen 13,7 milyondan 11,2 milyona düşmüştü. Anadolu’da meydana gelen 2,5 milyon insan kaybının dağılımı şöyleydi: Yaklaşık üçte ikisi savaşlardan, salgın hastalıklardan olduğu kadar aynı zamanda korkunç zulümler sonucu yaşamını yitirmişti; üçte biri de ya göçmen olarak ya da Yunanistan’la yapılan nüfus mübadelesi kapsamında ülkeyi terk etmişti. 1923 yılında, bir zamanlar nüfusu 2,8 milyonu bulan gayrimüslimlerden (%20) yalnızca 300.000’i ülkede kalmıştı. Savaştan önce İstanbul’da 350.000’i gayrimüslim olmak üzere 910.000 kişi yaşıyordu. 1920 yılı için sözü edilen miktar, bir milyon ila 1,2 milyon arasında değişmekteydi. 1920 yılı Kasım’ında, Kızıl Ordu’dan kaçan sadece 167.000 “Beyaz Rus” yerli halka ve Osmanlı topraklarından gelen göçmenlere katılmıştı. 

Müslüman göçmenler nüfus açığının ancak bir kısmını kapatabilmişlerdir. Zaten Birinci Dünya Savaşı arifesinde, Ege Bölgesi’ndeki Rumlara yönelik korkutma ve saldırılar, 150.000 Rum’un Osmanlı topraklarını terk etmesine yol açmıştır. Ev ve arsaları, Makedonya ve Kosova’dan gelen mültecilere verilmiştir. Bu türden bir “nüfus mühendisliği”, Doğu Anadolu’da yaşayan Ermenilere ve Süryanilere yönelik katliamların işareti olarak görülebilir. 1915-1916 Ermeni felaketi, Ermeni nüfusunun üçte birinin yok edilmesini ve….

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Yazarın Diğer Kitapları

Men-e-men Birazoku

Aynı Kategoriden

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur