Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Kırmızı Perde
Kırmızı Perde

Kırmızı Perde

Jules Barbey d'Aurevilly

Kırmızı Perde, D’Aurevilly’nin ilk yayımlandığında büyük edebî ve ahlaki tartışmalara yol açmış Şeytani Öyküler’inde topladığı altı öyküden biri. Bu kısa yolculuk öyküsü, Parisli bir…

Kırmızı Perde, D’Aurevilly’nin ilk yayımlandığında büyük edebî ve ahlaki tartışmalara yol açmış Şeytani Öyküler’inde topladığı altı öyküden biri. Bu kısa yolculuk öyküsü, Parisli bir beyefendi ile adı dönemin dedikodularına sıkça karışan, etkileyici ve kendini modaya ve sosyal yaşama kaptırmış Brassard vikontunun sohbetiyle şekillenir. D’Aurevilly Kırmızı Perde’de bir yandan bu yolculukta anlatılan bir yaşam hikâyesiyle okuru öykü içinde yeni bir öyküyle tanıştırırken, bir yandan da gündelik yaşamın basit objelerinin kimi zaman en derinlerde gömülü geçmiş anıları ne denli acımasızca gün yüzüne çıkarabildiğini gösterir.

*

KIRMIZI PERDE

Really.

Çok, çok uzun yıllar önceydi, avlanmak üzere Batı’daki bataklıklara gidiyordum –o tarihlerde, gideceğim yerlerle tren bağlantısı olmadığından– Rueil Şatosu kavşağından geçen ve o sırada içinde tek bir yolcu bulunan *** 1 posta arabasına binmiştim. Her bakımdan dikkati çeken ve kibar çevrelerde sık sık karşılaştığım için tanıdığım bu kişiyi, izninizle Brassard vikontu diye adlandıracağım.

Yersiz bir önlem büyük ihtimalle! Paris’in kibar çevresi denilen yüzlerce kişi onun gerçek adını şuraya konduruverir… Saat akşam beş sularıydı. Güneşin solgun ışıkları, arabacının her kırbaç şaklatışında –yaşamın aynası gibi, ilk çıkışta kırbacını daima şiddetle şaklatan arabacı!– ağır ağır yükselen kaslı sağrıları görülen dört güçlü atın üzerinde dörtnala uçarcasına ilerlediğimiz, iki yanı kavaklar ve çayırlarla çevrili tozlu yolu aydınlatıyordu. Brassard vikontu yaşamının, insanın kendi kırbacını artık pek şaklatamadığı bir demindeydi… Ama o, hani şu İngilizlere yaraşır (İngiltere’de yetiştirilmişti), ağır yaralı bile olsa bunu asla kabul etmeyen ve yaşıyorum diye diye ölen mizaçtaki insanlardan biriydi. Kibar çevrelerde, hatta kitaplarda, tasasız toyluk ve ahmaklık çağını geride bırakanların gençlik budalası tavırlarını alaya almak âdet olmuştur ve bu tavırlarda gülünç bir yan varsa, bu alay haksız da değildir; ama öyle değilse –tersine, bu tavırlara esin kaynağı olan ve kırılmak istemeyen gurur kadar saygı duyulacak bir şeyse– bu hiç de anlamsız değil demiyorum ben çünkü nafile bir şey ama nice anlamsız şey gibi güzel!.. Teslim olmaktansa ölen Muhafız Kıtası askerinin duyguları Waterloo’da kahramancadır da, bizi vurmak için süngülerin şiirselliğine sahip olmayan yaşlılık karşısındaki duygularının ondan aşağı kalır yanı mı vardır? Oysa belli bir askerî eğitimden geçmiş kafalar için, her ne konuda olursa olsun asla teslim olmamak Waterloo’daki gibi en önemli sorundur! Teslim olmaya yanaşmayan Brassard vikontu (kendisi hâlâ hayatta ve nasıl yaşadığını az sonra anlatacağım, öğrenmeye değer çünkü) evet, Brassard vikontu, ben *** arabasına bindiğim sırada, insanlar ona, zalim bir genç kadın gibi, utanmazca “ihtiyar çapkın” diyorlardı. Şurası gerçek ki, insanın asla göründüğünden başka bir şey olmadığı şu yaş konusunda sözcükler ve sayılarla uğraşmayan biri için Brassard vikontu kısaca “bir çapkın” olarak kabul edilebilirdi.

En azından, o tarihte delikanlılar konusunda epey tecrübeli olan ve bir düzinesine, Dalila’nın Samson’un saçlarına ettiğini ettiği rivayet olunan V… markizi, altın yaldızlı ve siyah damalı bir hayli kalın bir bileziğin içinde, mavi zemin üstünde, vikontun, şeytanın zamandan çok daha çabuk kızıllaştırdığı bıyığından bir tutamı büyük bir kurumla taşımaktaydı. Yalnız, yaşlı olsun olmasın, insanların kondurduğu bu “çapkın” sözüne, havailik, incelik ve çıtkırıldımlık gibi anlamlar katmayın, yoksa Brummell’in1 delirdiğini ve d’Orsay’in2 öldüğünü gören bendenizin, zekâsı, tavırları, görünüşüyle, enginliğiyle, zenginliğiyle, soylu ağırbaşlılığıyla tanıdığı en muhteşem dandy3 olan Brassard vikontunu tam anlamıyla tanımış olamazsınız! Brassard vikontu gerçekten de tam bir dandy’ydi! Biraz daha az dandy olsaydı, Fransa mareşali olurdu kuşkusuz. Genç yaşından beri, Birinci İmparatorluk’un son döneminin en parlak subaylarından biri olmuştu. Alaydaki silah arkadaşlarından, onun Murat’vari4 zorlu bir Marmont5 yiğitliği gösterdiğini pek çok kez işitmişimdir. Bu sayede –ve savaş davulları çalmadığında pek kararlı ve serinkanlı olan kafasıyla– askerî hiyerarşinin en yüksek basamaklarına çok kısa zamanda yükselebilirdi ama ah şu dandy’lik merakı!.. Dandy’liği disiplin duygusu, hizmette kusursuzluk, vs. vs. gibi bir subayı subay yapan niteliklerle harmanlarsanız, bu karışımda subaydan neler artakalacağını ve onun bir barut fıçısı gibi havaya uçup uçmayacağını görürsünüz! Subay Brassard yaşamı boyunca yirmi kez havaya uçmadıysa bunun nedeni bütün dandy’ler gibi mutlu olmasıydı. Mazarin6 olsa, ondan yararlanırdı – kız yeğenleri de ama bambaşka bir nedenle tabii: Vikont müthiş yakışıklı biriydi. Herkesten çok askerlere gerekli olan bir güzelliğe sahipti çünkü güzellik olmadan gençlik olmaz, ordu ise Fransa’nın gençliğidir! Aslında yalnız kadınları değil, bizzat koşulları da –ah şu koşullar– baştan çıkaran bu güzellik, Yüzbaşı Brassard’ın başının üstündeki tek koruyucu değildi. Norman ırkındandı galiba, Fatih William’ın1 soyundandı ve söylenenlere bakılırsa epeyce gönül çaldığı da olmuştu… İmparatorun tahttan feragatinden sonra, doğal olarak Bourbon’ların2 safına geçmiş, Yüz Gün’de3 ise doğaüstü biçimde onlara bağlı kalmıştı. Bu yüzden vikont, Bourbon’ların ikinci dönüşlerinde, bizzat X. Charles’ın4 (o günlerde henüz MONSIEUR5 idi) elinden Saint-Louis Nişanı’yla onurlandırılmıştı. Bütün bir Restorasyon6 dönemi boyunca yakışıklı Brassard’ın Tuileries’de hiçbir nöbeti yoktu ki, Angoulême düşesi7 geçerken ona bir-iki çift tatlı söz söylemesin. Çektiği çilelerle katılaşan bu kadın, yüzbaşıya gelince yumuşamasını biliyordu. Bu yakın ilgiyi gören bakan, MADAM’ın8 böylesine özel yakınlık gösterdiği bir adamın ilerlemesi için her şeyi yapardı; ama dünyanın en iyi niyetli insanı olsanız da –bir teftiş gününde–görevle ilgili bir görüş bildiren üstüne karşı, alayının önünde kılıcına davranan bu azgın dandy için yapılabilecek hiçbir şey yoktu… Onu divanıharpten kurtarmak yetmiş de artmıştı bile. Brassard vikontu, disiplini hiçe sayma huyunu her yere taşımıştı. Tamamen subay kimliğine büründüğü savaş alanlarının dışında askerî yükümlülüklerle asla sınırlamamıştı kendini. Sözgelimi onun bitmek tükenmek bilmeyen, uzun süreli görevden uzaklaştırma tehlikesini hiçe sayarak garnizondan gizlice ayrılıp komşu kasabaya eğlenmeye gittiği ve garnizona kendisini seven birkaç askerin haber vermesi üzerine, ancak resmi geçit ve teftiş günleri döndüğü çok görülmüştü; çünkü üstleri, emirleri altında hiçbir disipline ve kurala gelemeyen bir adamın bulunmasına pek aldırış etmiyorlarsa da, tersine askerleri ona tapıyordu. Onların gözünde mükemmel biriydi Yüzbaşı Brassard. Onlardan bütün istediği çok yiğit, çok titiz ve çok şık olmaları ve böylece on saatlik izinden ve hepsi de birer başyapıt olan üç-dört eski Fransız şarkısından, o mükemmel, o sevimli görüntüleriyle aklımızda kalan eski Fransız askeri tipine uygun davranmalarıydı. Belki onları düelloya fazlaca özendiriyordu ama bunun askerlik ruhunu geliştirmek için bildiği en iyi yol olduğunu iddia ediyordu. “Ben hükümet değilim,” diyordu, “kendi aralarında yiğitçe dövüştüklerinde onlara verebilecek madalyam da yok ama sahip olduğum başka aksesuvarlar (çok büyük bir servete sahipti) var: eldivenler, yedek palaskalar ve talimatlara ters düşmedikçe takıp takıştırabilecekleri her tür ıvır zıvır…” Öyle ki, emrindeki bölük, kılık kıyafetinin güzelliğiyle, zaten çok parlak olan Muhafız Alayı’nın bütün öteki humbaracı bölüklerini silip geçiyordu. Böylece, Fransa’da askerlerin hep teşne oldukları, kendini beğenmişlik ve gösteriş merakını, biri büründüğü biçim, diğeri uyandırdığı kıskançlıkla sürekli kışkırtan bu iki öğeyle askerlerin benliğini aşırı derecede kışkırtıyordu. Alaya bağlı diğer bölüklerin onunkini nasıl kıskandıklarını siz anlayın artık. Onun bölüğüne girmek için de, bölükten atılmamak için de çok çaba harcanırdı. Brassard vikontu, yüzbaşının, Restorasyon dönemindeki son derece özel durumu işte böyleydi. O tarihte imparatorluk dönemindeki gibi her sabah her şeyi bağışlatan yiğitlik örneği eylemler de yapılamadığından, arkadaşlarını şaşkına çeviren ve ateş hattında olsa, yaşamını da aynı yüreklikle ortaya koyarmışçasına üstlerinin de gözünü boyayan bu gemlenemez dikbaşlılığın daha ne kadar süreceğini kimseler bilemez, kestiremezken, 1830 Devrimi, üstlerini, onu her gün biraz daha fazla tehdit eden görevden alma derdinden, dert ediyorlarsa tabii, gözükara yüzbaşıyı da bu onursuzluktan kurtarmış oldu. Üç Gün’de1 ağır yaralanınca hiç sevmediği yeni d’Orléans Hanedanı’na hizmet etmeyi küçüklük saydı. Temmuz Devrimi, bunları, korumayı beceremedikleri bir ülkenin efendileri yaparken, yüzbaşıyı da Berry düşesinin son balosunda dans ederken –fazla yüklendiğinden– incittiği ayağındaki yaradan ötürü hasta yatağında yakaladı. Ama daha ilk trampet sesinde bölüğüne katılmak için kalkmamazlık etmemiş, yarası yüzünden çizmelerini çekemediğinden gıcır gıcır rugan ayakkabıları ve ipek çoraplarıyla, baloya gider gibi gidip ayaklanmaya katılmış ve bulvarı boydan boya temizleme göreviyle Bastille Meydanı’ndaki humbaracı birliğinin başına geçmişti. Barikatların henüz kurulmadığı Paris’in ürkütücü, tekin olmayan bir havası vardı. Bomboştu. Güneş ışıkları peş peşe boşanacak ateş sağanağının öncüsü gibi dimdik inmekteydi; panjurları sıkı sıkıya kapalı bütün bu pencerelerden az sonra ölüm yağacaktı çünkü… Yüzbaşı Brassard, askerlerini evler boyunca ve evlere olabildiğince yakın iki hat üzerine yerleştirdi; öyle ki her iki sıradaki askerler ancak karşıdan açılacak ateşe maruz kalacaklardı, kendisi ise her zamankinden de çok dandy’lik ederek, yolun tam ortasında durdu. Bastille’den Richelieu Caddesi’ne kadar iki yanlı binlerce tüfek, tabanca ve filintanın hedefi olarak, belki biraz fazlaca övündüğü göğsünün genişliğine rağmen –Yüzbaşı Brassard, baloda gerdanını gözler önüne sermek isteyen güzel bir kadın gibi, göğsünü ateşe siper etmişti çünkü– hiç isabet almamıştı ki, Richelieu Caddesi’nin köşesinde Frascati önüne geldiğinde ve yoluna dikilen ilk barikatı kaldırmaları için birliğine arkasında toplanma emrini verdiği anda, hem genişliği hem de bir omuzdan diğerine ışıl ışıl parlayan uzun gümüş şeritleriyle iki kat daha kışkırtıcı hale gelmiş muhteşem göğsüne bir kurşun yedi ve kolu bir taşla kırıldı ise de, bütün bunlar, onun barikatı kaldırarak coşku içindeki askerlerinin başında Madeleine’e kadar yürümesine engel olamadı. Orada, ayaklanan Paris’ten üstü açık bir arabayla kaçmakta olan iki kadın, o tarihte Madeleine Kilisesi henüz yapım halinde olduğundan, etraftaki taş blokları arasında uzanmış, kan revan içindeki yaralı muhafız subayını görünce, arabaya onu da alarak kendisini Ragusa mareşalinin bulunduğu GrosCaillou’ya bıraktılar. Yüzbaşı, mareşale askerce şöyle dedi: “Mareşalim, belki de iki saatlik ömrüm kaldı ama bu iki saat için beni nereye isterseniz oraya gönderin!” Ne var ki, yanılıyordu… İki saatten uzun olmuştu ömrü. Göğsünü delip geçen kurşun onu öldürmemişti. Bu olaydan neredeyse on beş yıl sonra kendisini tanıdığımda, yarası kapanmadıkça içki içmesini şiddetle yasaklayan doktorunu ve tıbbı alaya alarak, mutlak bir ölümden ancak Bordeaux şarabı içmesi sayesinde kurtulduğunu iddia etmekteydi.

….

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

  • Kategori(ler) Öykü
  • Kitap AdıKırmızı Perde
  • Sayfa Sayısı64
  • YazarJules Barbey d'Aurevilly
  • ISBN9789750754630
  • Boyutlar, Kapak 12,5x19,5 cm, Karton Kapak
  • YayıneviCan Yayınları / 2021

Yazarın Diğer Kitapları

  1. Şeytani Öyküler ~ Jules Barbey d'AurevillyŞeytani Öyküler

    Şeytani Öyküler

    Jules Barbey d'Aurevilly

    Şeytani Öyküler, 19. yüzyılın ikinci yarısında Fransız edebiyatında büyük tartışmalara yol açan sıra dışı yazar Barbey d’Aurevilly’nin skandal yaratan altı öyküsünden oluşur. Daha basılmadan...

Men-e-men Birazoku

Aynı Kategoriden

  1. Son Emel ~ Mehmet RaufSon Emel

    Son Emel

    Mehmet Rauf

    Aman Yarabbi, Köprü, Köprü… Bunu şimdi birdenbire ne kadar, ne kadar sevdi. O üzerinden binlerce defa geçmiş olduğu yer; bu serilmiş, ölmüş hayatıyla, elini...

  2. Konuşan Kedi ~ Claude RoyKonuşan Kedi

    Konuşan Kedi

    Claude Roy

    Kediler konuşabilir mi dersiniz?Thomas’ın kedisi Gaspard, kendi kendine söylenirken bir ses duyduğunu sandı. Oysa yalnızdı. Sonra aklına bir kedi olduğu ve kedilerin de konuşamadığı...

  3. Çocuklara ve Büyüklere Masallar ~ Üstün DökmenÇocuklara ve Büyüklere Masallar

    Çocuklara ve Büyüklere Masallar

    Üstün Dökmen

    “İnsan davranışları, toplumsal gerçekler ve değerler…” Masallarda gerçekler, gerçeklerde ise inanılmaz şeyler vardır. Bir çocuk ile bir yetişkinin hayal dünyası arasında önemli bir fark...

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur