Yıldızlardan daha güzel bir şey var mı?”Çok gezmiş görmüş olan Léo aynı fikirde değildi, kızıla çalan bıyıklarıyla oynarken biraz küçümseyen bir tavırla, “Sen hiç deniz gördün mü Camura?” diye sordu.“Hayır, hiç görmedim.”“Öyleyse nasıl böyle konuşabiliyorsun? Deniz… Eşi benzeri yoktur onun. Tanrı dünyayı elleriyle yaratmış. Deniziyse sevgisiyle.” Şeker Portakalı’nın ülkemizde çok sevilen yazarı José Mauro de Vasconcelos, bizi bu kez Latin Amerika’nın yağmur ormanlarında kendisi gibi Kızılderili kanı taşıyan Kanau’nun maceralarını takip etmeye çağırıyor.Vasconcelos, Kanau’nun kendi kimliğiyle mücadelesini anlatırken, günümüze dek devam eden Kızılderili sorunlarını, onların renkli yaşamlarını, maden arayıcılarının hayatlarını, yağmur ormanlarında gezinen avcıları, kısacası değişen bir dünyada tutunmaya çalışan kadim bir kültürden enstantaneleri bize her zamanki gibi empati uyandıran bir gözle sunuyor.
Birinci bölüm
Tioro-akşamüstü
1
Kanau
Saman sigarasını kalın ve sararmış parmaklarıyla sardı, sonra dudaklarına götürüp koyu tükürüğüyle yapıştırdı. Camura bundan sonra, tezgâhın üzerinde duran bıçağı aldı ve şefkatle kınına yerleştirdi. Dudaklarının kenarına sıkıştırdığı sigarasını düşürmeden bir şarkı mırıldanmaya başladı:
Parıldayarak çıkar
Kalbimize ışık saçar
Tra la la la
Aman benim gitarım
Bizim ovadan çalalım
“Sen şarkının başını niye hiç söylemezsin?” diye sordu barın sahibi Temisto.
“Niye mi? Ha… Şimdi söylerim.”
Sigarasını yaktı. Yavaş yavaş dumanı içine çekerken raflarda karmakarışık dizilmiş cachaça1 şişelerinde bakışlarını gezdirdi. Bakışları adeta dans etmekte olan gaz lambasının ışığıyla aniden karşılaşınca gözleri kısıldı.
Bir gülümseme dudaklarını araladı, dirseklerini tezgâhın kaba tahtasına dayayarak, “Başı hoşuma gitmiyor da ondan,” dedi.
“Ne diyorsun sen? Nerede görülmüş, Araguaia Caboclo’sunun aydan hoşlanmadığı?”
“Öyle işte… Yıldızlar daha hoşuma gidiyor benim. Hele o karanlık gecelerde yıldızların ırmağın suyuna yansımaları yok mu, hiç korkmadan yüzmeleri, ırmağa dalıp piranhaları korkutmaları…” Güldü yine ve herkesin
alışık olduğu tiz bir çığlık attı.
“Inh Camura!”
Sigarasından derin bir nefes çekip çevresindeki insanların yüzlerine baktı, çoktandır görmemişti onları.
“Yıldızlardan daha güzel bir şey var mı?”
Çok gezmiş görmüş olan Léo aynı fikirde değildi, kızıla çalan bıyıklarıyla oynarken biraz küçümseyen bir tavırla, “Sen hiç deniz gördün mü Camura?” diye sordu.
“Hayır, hiç görmedim.”
“Öyleyse nasıl böyle konuşabiliyorsun? Deniz… Eşi benzeri yoktur onun. Tanrı dünyayı elleriyle yaratmış. Deniziyse sevgisiyle.”
“Saçmalama Léo. Denizle Araguaia arasında ne fark var ki?”
“Var, ırmakta olan her şey denizde de var, üstelik fazlasıyla. Güzel mi güzel, altın gibi kumsallar, kocaman dalgalar, ılık bir su. Hele o hiç durmayan ılık rüzgârı, asla bitmeyen bir şarkı gibi.”
“Araguaia’da da var bunlar.”
“Hiç de değil… Uzun, sırça bir yılan gibi bir şey o. Ormandaki ağaçlar şöyle güzel bir türkü tutturmasalar, herkes hüzünden ölürdü burada.”
“Peki ya Kızılderililer, balıkçılar, garimpeiro’lar ya mariscador’lar?
Bunlara ne demeli?
Bunun üzerine sözcükler Léo’nun boğazında düğümlendi, heyecanına yenilip bir süre hiç konuşmadan durdu. Kaygıyla, “Evet, mariscador’lar, uğursuzlar…” dedi.
Fakat sözünü bitirmeden içlerinden biri kapıyı göstererek bağırdı:
“Bakın kim geliyor! Kanau!”
Kanau sevinçle gülümsedi:
“Herkese iyi geceler.”
Barın sahibi Temisto dayanamadı:
“Bak sen şu haine, edebiyat parçalıyor. Bir yıl kentte kaldı diye Inan bile konuşmuyor artık.
Kanau yanına gelerek sırtına vurdu.
“O kadar istiyorsan Kızılderili gibi konuşurum: Dateriambu!”
Temisto da Kızılderili gibi yanıt verdi:
“Arerine.”
Kanau Camura’yı görünce, yanına gitti, elini uzatırken onun gibi tiz bir çığlık attı:
“Inh Camura!”
“Köye döndün ha… Yine Aruana oynayıp çırılçıplak dolaşacak mısın ortalıkta?”
“Borreto.”
“Ne borreto’su yahu, borreto, borreto, borreto. Inan yalnızca bu lafı mı bilir?”
Kanau güldü, tezgâha dayandı sonra. Temisto bir bardağa cachaça koyup Kanau’ya uzattı: “İç Kanau.” Bunu gören Léo yerinden fırlayıp bardağı kaptı: “Delirdin mi sen! Kızılderilileri Koruma Örgütü’nden bir duyan olursa görürsün gününü.” “Saçmalama, Kanau kentten geliyor. São Paulo, Rio, Goiania.” “Üstelik ben hiçbir şey değilim, ne Kızılderiliyim ne de beyaz. Baksanıza suratıma.” Bunu söylerken elindeki bardağı bıraktı ve hırsla gaz lambasını yakaladı. Lambanın ışığı onun kararsız yüzünü aydınlattı ve söylediklerini kanıtlayıverdi bir anda. Ne beyazdı ne de Kızılderili.
Genç adamın yüzündeki ifade donmuş, soluğu kesilmişti. Yine de Kanau’nun tuhaf bir güzelliği vardı. İçinde yaşattığı çelişkiyle şöyle demek istiyordu: “Ben bir hiçim, ne beyazım ne de Kızılderili, ben bir hiçim, ama bu benim suçum değil. Bir melezim ben, Kızılderili de değilim, beyaz da. Bir hiçim.”
Gaz lambasını yavaşça yerine koydu. Yüz hatları birden odanın karanlığında görülmez oldu. Eli bıraktığı bardağına gitti, fakat bardağı ağzına götürecek gücü yoktu. Camura ve Temisto bütün gece Kanau’nun ağzını bıçak açmayacağını biliyorlardı. Onun için gece bir hüzün kaynağına dönüşmüştü.
Tatsız havayı bozmak isteyen Léo, “Hangi rüzgâr attı seni buraya?” diye sordu. “Çoktandır senin kayığın limanımızın kumsallarını ziyaret etmiyordu doğrusu.”
Camura’nın kırmızı diş etleri göründü ve kurnaz bakışlı küçük gözleri yüzünün kırışıklıkları içinde kayboldu.
“Kim bilir? Belki de özlem.”
Léo tezgâhın üstünü başparmağının tırnağıyla çizdi:
“Özlemek kim, sen kim, hadi doğruyu söyle.” “Yemin ederim Léopoldina’nın özlemiyle doluyum. Irmak iyice yükseldiği için Registro’dan yola çıktım. Kayığım Rosinha’ya sordum, ‘Hadi şöyle bir dolaşalım mı?’ diye. O da tamam deyince biz de yola çıktık. Irmaktan aşağı kürek çekmek işten bile değil. Geliverdim işte. Sıska, sarı tenli, buruşuk derili bir Caboclo olan, çenesindeki birkaç tüyden oluşan seyrek sakalı kendisinden çok ona bakanların göz zevkini bozan Fio lafa karıştı:
“Irmağın öbür tarafına bir mirindiba ağacı kesmeye gitmiştim, ırmak tarafından gelen o tiz çığlığı duyunca, hah işte Camura denen meret geliyor, bu gece Temisto’ nun barında dinleyecek çok havadis olsa gerek, diye düşündüm, hemen kayığıma atlayıp sakalımla balıkları korkutarak buraya geldim.” Léo korkunç bir kahkaha attı, Temisto ise tezgâha dayanmış gülmekten kırılıyordu. “Sakalınla olta mı yapacaksın Fio?” Çenesini kaşıyan Fio: “Acele etmeyin, benim sakalım daha çok işe yarayacak,” dedi. Camura gururlanarak, “İşte böyle kardeşim, Camura’nın geçtiği yerde garça’lar1 bile birbirlerine ‘Bak işte Camura geçiyor!’ diye haber verirler. Aldırış eden yok ama neyse. Şimdi söyle bakalım, o mirindiba ağacını kesip de ne yapacaksın sen?” “Bak hele! Tarla yeri açmak için ağaç kesiyordum. Fasulye, mısır, manyok ekmek istiyorum.” Camura sevinçle ellerini ovuşturdu: “Vay be, inanılacak şey değil, bir mucize bu, desenize açlığa paydos artık.
“Senin bilmediğin daha neler var neler! Duyduğuma göre buraya uçak inecekmiş. Hatta yakında araziyi temizlemeye başlayacaklar.” “Doğru mu bu, Temisto?” Temisto gururlu gururlu onayladı başıyla: “Artık Léopaldina’da tembel kimse kalmayacak.” “Kim demiş buranın halkı tembel diye, sen bu kadar umursamaz olmasaydın, köyün merkezine bir göz atıp kilisenin onarıldığını, meydandaki haçın temizlendiğini, yabani otların kesildiğini fark ederdin.”
“Böyle devam ederse yaban muzu bile meyve verir burada. Kanau, yakında alışveriş için kente gitmene bile gerek kalmayacak bu gidişle.” Camura başını Kızılderili’den tarafa çevirdi… Fakat yerinde yeller esiyordu. “Köye gitti, dediler.” “Tuhaf bir adam! Niye dönmüş?” “Ne bilelim. Yine geri yollamışlar. Rio’daydı. Irmakta biraz avlanıp para biriktirince geri dönecekmiş.” “Ne zaman geldi?” “İki gün oluyor. Herhalde Raumalo-Dessè’ye gider, tam Bananal Adası’nın ortasında. Doğduğu köydür orası. Eminim birlikte ırmakta ava çıkacak birilerini arıyor.”
“Marisco1 işi zor bir hal aldı. Karışık dava. Ze Butelo’ nun başına gelenleri duydunuz mu?” “Yoo, hiç haberimiz yok.” “Javae2 taraflarına gitmişti, orada Javaeli bir Kızılderili kızı baştan çıkarmış. Korumacılar da onu dava etmişler. Dediklerine bakılırsa bütün av malzemelerini Ze, İspanyol’a satmış.”
“Hay inatçı keçi!..”
“İşin kötüsü Javaeliler ırmak avcılarını ellerinde tüfekle bekliyorlar. Bu gidişle çok kan dökülecek.”
Uzaktan bir silah sesi duyuldu. Herkesin sesi soluğu kesildi bir anda. Merakla beklediler.
“Bu yirmi ikiliğin sesi,” dedi Léo.
“Ulan daha lafımız bitmedi, silah sesleri başladı.”
Gecenin karanlığında bir silah sesi daha duyuldu, ondan sonra bir daha. Temisto bir kahkaha attı.
“Kanau bir yıldır yoktu, gelir gelmez soyu tükenmiş canavarların yerini buldu.”
“Doğru.”
Camura olayı çözdüğü için gururluydu:
“Araguaia’da hâlâ timsah var mı? Irmak avcıları köküne kibrit suyu döktü diye biliyordum.”
“Biz beyazlar için yok, Inan Kızılderilisi bak nasıl da buluyor.”
“Inan Kızılderilileri… Irmağın efendileri, usta kürekçiler,” diye düşünüyordu Camura. “Kanau bir yıldır yoktu, gelir gelmez soyu tükenmiş canavarların yerini buldu. Şu anda kanındaki Kızılderili kanı ağır basıyor olmalı. Yakında çıplak dolaşmaya başlar, güneşten yanar, saman maskeleri takıp kutsal Aruana dansının tekdüze ritmine kendini kaptırır yine.”
“Tanesi yüz yirmi papellik iki timsah derisiyle ortaya çıkar yarın.”
“Bahse var mısınız?”
“Ne diyorsun Fio? Seninle bahse girecek kadar aptal kimse var mı burada?”
“Demek ki Ze Butelo’nun başı belada.”
“Hem de bayağı belada.”
“Çevrede duyulunca kimse marisco avına çıkmaz artık.”
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Roman (Yabancı)
- Kitap AdıKırmızı Papağan
- Sayfa Sayısı280
- YazarJosé Mauro de Vasconcelos
- ISBN9789750740541
- Boyutlar, Kapak, Karton Kapak
- YayıneviCan Yayınları / 2023
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Aşk Evindeki Casus ~ Anais Nin
Aşk Evindeki Casus
Anais Nin
Aşk Evindeki Casus’ta üzerindeki gözlerin farkında olan bir kadın yürüyor kalabalıkta ve Anaïs Nin sevginin peşindeki parçalanmış özü ne kadar iyi anladığını kanıtlıyor bir kez daha.
- Alaska Tatili ~ Debbie Macomber
Alaska Tatili
Debbie Macomber
New York Times çok satanlar listesinin vazgeçilmez ismi Debbie Macomber bizi Alaska’nın büyülü doğasına davet ediyor ve aşkı en beklenmedik yerde bulduğumuzda onu korumanın...
- Salyangoz/Bir Casusun Günlüğü ~ Mustafa Halife
Salyangoz/Bir Casusun Günlüğü
Mustafa Halife
Suriyeli yazar Mustafa Halife’nin bu romanı, Hristiyan bir Arap vatandaşının hikayesini anlatıyor. Eğitim için gittiği Fransa’dan altı yıl sonra ülkesine döndüğünde; havaalanında, Müslüman Kardeşler...