SETH, HAYATININ GERİ KALANINI TEK BİR İNSANLA GEÇİRMEK İSTEYECEĞİNİ HİÇ DÜŞÜNMEMİŞTİ. Tabii bu Aislinn’le tanışmadan önceydi. Aislinn hayallerinin kadınıydı ve Seth sonsuza dek onunla olmak istiyordu. Ancak kız arkadaşınız ölümsüz bir Peri Kraliçesiyse ‘sonsuza dek’ yeni bir anlam kazanırdı.
Aislinn bir gün gelip de aslında çok korktuğu perileri yöneteceğini hiç düşünmemişti. Keenan onu kraliçe yapmak için ölümlülüğünü çaldığında artık Aislinn, hayal bile edemeyeceği zorluklar ve entrikalarla mücadele etmek zorundaydı.
Melissa Marr’ın üçüncü büyüleyici peri masalında Seth ve Aislinn, etrafları karanlık kanunlar ve saf değiştiren müttefiklerle kuşatılmışken kendilerini korumaya çalışıyor. Artık eski arkadaşlar yeni düşmanlara dönüştü ve tek bir yanlış hamle Dünyayı kaosa sürükleyebilir.
“Fantastik raman ve perilere ilgi duymayanların bile içine dalmak isteyeceği, hayalgücünün sınırlarını zorlayan bir peri dünyası.”
-Publishers Weekly
***
GİRİŞ
AISLINN EVE GİRER GİRMEZ SETH, ONUN GELDİĞİNİ ANLAdı. Odadaki ısının hafifçe yükselmesinden, kızın geldiğini bilirdi. Hoş, Aislinn’in beraberinde getirdiği ve gecenin bir yarısı olmasına karşın içeriyi aydınlatan günışığı da dikkatten kaçacak gibi değildi. Lambadan daha etkili. Seth, kız arkadaşının, lambaya benzetildiğini duysa ne tepki vereceğini düşününce gülümsedi ama Aislinn, kapının eşiğinde belirdiği anda gülümseyişi kayboldu.
Aislinn’in ayakları çıplaktı. Önceki gece katıldığı yaz şöleninde yaptırdığı saçları darmadağınıktı. Geceyi Yaz Kralı Keenan’ın yanında geçirmişti. Onun Keenan’ın kollarında olduğunu düşünmek bile Seth’i rahatsız etti. Aislinn her ay, Yaz Kralı’yla birlikte bütün gece süren bu danslara katılmak zorundaydı ve Seth ne kadar uğraşsa da onu kıskanmadan edemiyordu.
Ama Aislinn fimdi Keenan’ın yanında değiL Burada.
Aislinn, eski moda elbisesinin korsesindeki ipleri gevşetirken Seth’e baktı. “Selam.”
Seth cevap vermiş miydi, emin değildi. Bir önemi yoktu. Böyle anlarda başka hiçbir şeyin önemi kalmıyordu, sadece Aislinn, sadece ikisi, sadece birbirleri için ne ifade ettikleri önemliydi.
Elbisenin geri kalanı yere düştü, kız nihayet kollarındaydı. O zaman Seth, o ana kadar konuşmadığını anladı. Günışığı, ılık bal gibi tenini okşarken sesini çıkarmamıştı. Yaz Sarayı’nın şöleni sona ermişti ve Aislinn yanındaydı.
Onunla değil, benimle.
Ayda bir yapılan şölenlerde ölümlüler hoş karşılanmıyordu ama şölenlerden sonra kız her zaman ona dönerdi. İçi günışığıyla dolu olduğundan yatıp uyuyamazdı, bütün gece sarayda kalırsa kendini kaybedip diğerlerine katılmaktan korkardı. Bu yüzden, günışığından sarhoş olmuş halde Seth’in kollarına dönerdi ve böyle gecelerde, diğer zamanların aksine, ona karşı dikkatli davranması gerektiğini unuturdu.
Aislinn onu öptüğünde Seth, tropiklerin ısısına aldırmamaya çalıştı. Orkideler, ufak bir ylang ylang ağacı ve altın rengi dallar odayı doldurdu. Çiçeklerin kokusu nemli havayı daha da ağırlaştırdı. Tüm bunlar birkaç ay önce ortaya çıkan şelaleyle kıyaslandığında önemsizdi.
Aislinn orada, kollarında olduğunda, bedelinin hiçbir önemi yoktu. Önemli olan tek şey bir arada olmalarıydı.
Ölümlüler, perilere aşık olmak için yaratılmamıştır. Aislinn’in, onun ne kadar kırılgan olduğunu unuttuğu her gece, Seth bu sözün ne kadar doğru olduğunu anlıyordu. Eğer yeterince güçlü olsaydı kendisi de şölenlere katılabilirdi. Bunu yapmak yerine, perilerin kontrolden çıktığı bu şölenlere katılmanın ölümlüler için tehlikeli olduğunu kabullenmişti. Aislinn’le bu konuyu konuşmak yerine, şölenlerden sonra eve döndüğünde kendisini çok kötü yaralamayacağını ummakla yetiniyordu. Karanlıkta bekliyor ve bu ayın, kızın, Keenan’la kalmayı seçeceği ay olmamasını diliyordu.
Daha sonra, yeniden konuşma yetisine kavuştuğunda kızın saçından orkide yapraklarını topladı. “Seni seviyorum.”
“Ben de seni seviyorum.” Yüzü kızaran Aislinn başını çevirdi. “İyi misin?”
“Buradasın ya, iyiyim.” Seth, kızın saçlarından topladığı yaprakları yere bıraktı. “Eğer her şey benim istediğim gibi olsaydı her gece burada olurdun.”
“Öylesi benim de hoşuma giderdi.” Aislinn ona sokulup gözlerini kapadı. Artık teni ışıldamıyordu -sakinleşip rahatladığında teni ışıldamazdı- ve Seth bu duruma minnettardı. Birkaç saat içinde güneş doğacak ve kız, oğlanın yan tarafındaki ve arkasındaki yanıkları görecekti. Seth’e dokunduğunda ellerinin kontrolünü kaybedip farkında olmadan onu yakmıştı. Yanıkları fark ettiğinde Aislinn’in bakışlarını kaçıracağını ve kendisine duymaktan nefret ettiği şeyler önereceğini biliyordu Seth.
Kış Kraliçesi Donia, güneş yanıklarına iyi gelecek bir losyonun tarifini vermişti. Ne yazık ki losyon, ölümlülerin üzerinde perilerde olduğu kadar işe yaramıyordu. Yanıklar oluştuktan hemen sonra sürülürse gün dolmadan yaraları iyileştiren losyon, daha geç sürüldüğünde çok az etkili oluyordu. Seth saati kontrol etti. “Neredeyse kahvaltı zamanı.”
“Hayır,” diye mırıldandı Aislinn, “uyku zamanı.”
“Tamam.” Seth, kızı öptü ve tutabileceği kadar uzun süre kollarında tuttu. Saati izledi, derin bir uykuya dalan kızın nefes alıp verişini dinledi. Ardından daha fazla beklemeyecek hale geldiğinde, losyonu sürmek için yataktan kalkmaya hazırlandı.
Aislinn gözlerini açtı. “Yanımda kal.”
“Banyoya gidiyorum. Hemen döneceğim.” Seth, kızın daha fazla soru sormayacağını umarak gülümsedi. Kız yalan söyleyemediğinden, kendisi de ona yalan söylemekten kaçınmak için elinden geleni yapıyordu ama birkaç kez o yola sapması gerekmişti.
Aislinn, oğlanın kollarına baktı. Seth, ikisinin de bu bakışın arkasından gelecek konuşmayı yapmaya hevesli olmadıklarını biliyordu. Aislinn, bu haldeyken bir daha onun yanına gelmemesi gerektiğini söyleyecek ve Seth, kızın Yaz Kralıyla kalması fikri karşısında paniğe kapılacaktı.
Kız kaşlarını çattı, “Özür dilerim, canının yanmadığını sandım…”
Seth, onunla tartışabilir veya dikkatini dağıtmayı deneyebilirdi.
Zor bir seçim değildi.
Aislinn uyandığında, bir kolunun üzerinde doğrulup, hala uyuyan Seth’i izledi. Onu kaybederse ne yapardı, bilmiyordu. Bazen kendisini ayakta tutan tek şeyin genç adam olduğunu düşünüyordu; Yaz Kızları’nın etraflarındaki sarmaşıklar neyse, Seth de Aislinn için oydu. Kızın paramparça olmasını engelliyordu. Ve kendisi onun canını yakmıştı. Yine.
Aislinn, ellerinin genç adamın tenine dokunduğu yerlerde oluşan morlukları ve yanık izlerini görebiliyordu. Seth bunlardan asla yakınmazdı ama Aislinn endişeleniyordu. Seth, en zayıf perilerle bile kıyaslandığında çok kırılgandı. Aislinn, parmakuçlarını Seth’in omuzlarında dolaştırdı ve dokunuşu hisseden genç adam, kıza yaklaştı.
Aislinn, Yaz Kraliçesi’ne dönüştüğünden beri Seth onun yanındaydı. Ondan tamamen ölümlü veya tamamen peri olmasını istememiş, onun, kendisi olmasına izin vermişti. Aislinn için asla bedelini ödeyemeyeceği bir hediyeydi bu. Seth’in kendisi bir hediyeydi. Ölümlü olduğu dönemde kız için vazgeçilmez olmuştu ve Peri Kraliçesi olarak yeni hayatına uyum sağlamaya çalıştığı dönemde, önemi daha da artmıştı.
Seth gözlerini açıp dikatle kıza baktı. “Aklın çok uzaklarda gibi.”
“Sadece düşünüyordum.”
“Hangi konuda?” Seth, piercingli kaşını kaldırdı.
Aislinn’in kalbi, Seth’le sadece arkadaş olmayı denediği zamanlarda olduğu gibi hızla çarpmaya başladı. “Her zamanki şeyler…”
“Her şey yoluna girecek,” dedi Seth, sonra kızın üstüne doğru yuvarlandı. “Bir yolunu bulacağız.” Aislinn, ona sarıldı ve parmaklarını saçlarına doladı. Kendine dikkatli olup gücünü ayarlaması gerektiğini hatırlattı. Ancak Seth’e, ölümlülerden çok daha güçlü olduğunu ve onun gibi olmadığını hatırlatmamalıydı.
“Her şeyin yoluna girmesini istiyorum,” diye fısıldadı kız ve Seth’in ölümlülüğüyle ilgili düşünceleri zihninden uzaklaştırmayı denedi. Artık neredeyse ölümsüz olduğu için, sevgilisinin hayatı çok kısa görünüyordu. Çok sınırlıydı. Oysa kendisinin önündeki seçenekler sonsuzdu. “Tekrar söyle.”
Genç adam, dudaklarını kızın dudaklarına değdirdi ve kelimelere gerek duymaksızın ona her şeyin yoluna gireceğini söyledi. Ardından geri çekilip “Ancak böylesine güzel bir şey sonsuza kadar sürebilir,” diye fısıldadı.
Aislinn, ellerini Seth’in omurgasında dolaştırdı. Parmaklarından günışığının yayılmasını istediğini söylese, Seth onun garip biri olduğunu düşünür müydü? Belki de bu, kendisinin artık ölümlü olmadığını hatırlatmaktan başka bir işe yaramazdı. “Keşke hep böyle olabilse. Sadece ikimiz olabilsek.”
Seth’in ifâdesinde, Aislinn’in çözemediği bir şeyler vardı. Ama hemen ardından genç adam, kızı kollarına aldı ve bütün düşünceler Aislinn’in zihninden uçup gitti.
BİRİNCİ BÖLÜM
ANA KRALİÇE HUZURSUZ ADIMLARLA LOBİYE İLERLEDİ. Normalde ziyaretçilerin kendisine getirilmesini talep ederdi ama Sorcha bu sefer bir istisna yapacaktı. Bananach, otelde dolaşmasına izin verilemeyecek kadar tehlikeliydi.
Geçen aylar içerisinde Sorcha, Ana Saray’ı ölümlü dünyanın sınırına taşınmış, şehirdeki bloklardan birini ele geçirip geçit olarak kullanmaya karar vermişti. O bloğun sınırlarından içeri adım atmak, ölümlüler diyarından çıkıp periler dünyasına girmek demekti. Kadının bölgesi her şeyden ayrı duruyordu, geri kalan bütün dünyalardan kopuktu, ölümlü dünyanın kuralları, zaman ve mekan kavramları, doğa kanunları periler için geçerli değildi ve sarayın taşındığı o diyarlar arası bölge için de durum farksızdı.
Sorcha, yüzyıllardır ilk kez sarayını ölümlülerin diyarının bu kadar yakınına taşıyordu ama diğer saraylar büyük bir değişimin içine girmişken, Sorcha’nın da uzakta kalması düşünülemezdi. Kadının ölümlüler dünyasında uzun süre vakit geçirmesi beklenemese de ölümlerin sınırında yaşamak onun dünyasını etkilemezdi. Sonuç olarak mantıklı bir seçim yapmıştı.
Genç kral, yüzyıllardır aradığı kraliçesini bulup Yaz Sarayı’nın tahtına oturmuştu. Kralın aşık olduğu kadın, kış tahtını elinde tutuyordu. Sorcha’nın en çekici bulduğu perilerden Niall da, Kara Saray’ın başına geçmişti. Bu gelişmelerin hiçbiri beklenmedik değildi ama her şey göz açıp kapayıncaya kadar olmuştu.
Sorcha, elini tırabzanın üzerinde dolaştırıp pürüzsüz ahşabı okşadı, basit zamanları hatırlatan bu nesnenin tadını çıkardı ve hemen ardından nostaljinin sunduğu yalanları elinin tersiyle itti. Hafızanın kendisinden bile uzun süredir sarayın başındaydı. Ana Kraliçeydi o. Onunki değişmeyen bir konumdu, perilerin kalbiydi. Dünyanın, onun üzerinde bir etkisi yoktu. Sorcha, Değişmeyen Kraliçe’ydi.
Kadının karşıtı, ikizi Bananach odada onu bekliyordu. Bananach gözlerinde yarı deli bir bakışla Sorcha’ya doğru ilerledi. Kaos ve uyumsuzlukla ilgili bütün düşünceler, Sorcha’dan kopup Bananach’ın ruhunda toplanmıştı. Bananach var olduğu ve bu duygulara ev sahipliği yaptığı sürece Sorcha’nın bu tür tatsız duyguların ağırlığına katlanması gerekmiyordu. Bu durum, aralarındaki bağı ilginç kılan özelliklerden biriydi.
“Uzun zaman oldu,” dedi Bananach. Hareketleri baştan çıkarıcıydı, elleri, bu dünyayı yeniden hatırlamak istiyormuş gibi nesnelerin üzerinde dolaşıyordu. Sanki onlara dokunmak, gerçek dünyaya demir atmasını sağlayacaktı. “Son konuşmamızın üzerinden uzun zaman geçti.”
Sorcha bunun soru mu yoksa açıklama mı olduğundan emin değildi. En iyi zamanında bile, Bananach’ın gerçek dünyayı kavrayışı şüpheliydi.
“Asla tercih edeceğim kadar uzun süre geçmiyor.” Sorcha, ikizine bir koltuk seçmesini işaret etti.
Bananach çiçekli divana oturdu. Başını iki yana salladığında tüyleri, ölümlü saçları gibi omuzlarıma döküldü. “İnan bana ben de seninle görüşmemeyi tercih ederim. Senden hoşlanmıyorum.”
Kardeşinin açıksözlülüğü Sorcha’yı hazırlıksız yakaladı. Bananach’ın nezaket gibi endişeleri yoktu, onun özü savaş ve şiddetti. Karmaşa, kan ve vahşet. Sorcha’nın zıt kutbunda yer alan saray, Kara Saray olabilirdi ama kadının asıl karşıtı Bananach’tı. Kuzgun kafalı peri, ne herhangi bir saraya boyun eğer ne de herhangi bir sarayın emirlerine uyardı. Kara Saray için fazlasıyla ilkeldi ama onsuz yapamayacak kadar komplo düşkünüydü.
Bananach’ın bütün dikkatini üzerinde hissetmek, Sorcha için rahatsız ediciydi. Kadının kara kuyuları andıran gözlerinde tatsız bir ışıltı vardı. “Yakınlarımda olduğunda, kendimi daha az haklı hissediyorum.”
“Öyleyse neden buradasın?”
Bananach tırnaklarını masaya vurdu. Herhangi bir ritim veya düzen yoktu. “Sen. Senin için buradayım. Her seferinde, nerede olursan ol, geleceğim.”
“Neden?” Sorcha yüzyıllardır yaptıkları aynı konuşmanın içine daldığını hisseni.
Bananach kuşlara özgü bir şekilde başını yana yatırdı ve en ufak bir hareketi dahi kaçırmayacak şekilde etrafi izledi. “Anlatacağım şeyler var. Bilmek isteyeceğin şeyler.”
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Roman (Yabancı)
- Kitap AdıKırılgan Sonsuzluk
- Sayfa Sayısı376
- YazarMelissa Marr
- ÇevirmenZeynep H. Ateş
- ISBN9786054482726
- Boyutlar, Kapak13,5x21,5, Karton Kapak
- YayıneviArtemis Yayınları / 2011
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Solaris ~ Stanislaw Lem
Solaris
Stanislaw Lem
İnsanoğlu kendi içinde olan biteni anlamadan evrenin sırlarını gerçekten anlayabilir mi? Psikolog Kris Kelvin araştırma yapmak için Solaris gezegenindeki istasyona gelir. Biliminsanları yıllar boyunca...
- Barbarları Beklerken ~ J.M. Coetzee
Barbarları Beklerken
J.M. Coetzee
Avustralya’da yaşayan Güney Afrikalı yazar J.M. Coetzee’den, hayalî bir imparatorlukta geçen ve 1970’lerin Güney Afrika’sına göndermeler yapan bir roman. Geniş topraklara yayılmış bir imparatorluğun en ucundaki bölgede yaşayan Barbarlar, sözümona, ayaklanmak üzeredir.
- Kuş ve Kılıç ~ Amy Harmon
Kuş ve Kılıç
Amy Harmon
“Konuşmayacaksın, söylemeyeceksin. Cenneti ve cehennemi çağırmayacaksın. Öğrenecek ve gelişeceksin. Sessiz ol, kızım. Hayatta kal.” Annemin öldürüldüğü ve kehanetiyle herkesi etkilediği gün sonun başlangıcıydı. Ben...