Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Kırgınlığın Kuytusunda
Kırgınlığın Kuytusunda

Kırgınlığın Kuytusunda

Sedef Betil

“Esra saçlarını düzeltti, şarabı elinde arkasına yaslandı. Berk ve ben gelen geçenle laflayıp şakalaştık. Sonra birden biz fark etmeden o da sohbete dahil oldu,…

“Esra saçlarını düzeltti, şarabı elinde arkasına yaslandı. Berk ve ben gelen geçenle laflayıp şakalaştık. Sonra birden biz fark etmeden o da sohbete dahil oldu, sanki hep bizlerle takılırmış gibi rahat. Aslında ben pek tanımam, Berk daha iyi tanır, ama baktım kız oldukça ilgili ve ilginç, göz göze, yakın yakın anlatıyor. Epeyce kaldık, sanırım hiçbirimiz eve dönmek istemiyorduk.”

Gidenler, kalanlar, usulca söylenen itiraflar, hiçbir mevsimin ısıtmadığı yalnızlıklar. Durup dururken suskunlaşan kadınlar, çocuklar, dedeler ve diğerleri. İçli bir yağmur yağıyordu şehre.

Kırgınlığın Kuytusunda, başka başka hayatların ürpertisinin, aşktan ve hoyratlıktan yükselen kalp seslerinin hikâyeleri.

Sedef Betil, kımıltıları, serinliği, küçük ve büyük kara bulutları anlatıyor. Hepimiz bir kozanın içinde yaşayabiliriz.

İÇİNDEKİLER
Yaz Tatili………………………………………………………………………………………………..7
Güzel Şeyler Olacak………………………………………………………………….13
Benden Bir Parça…………………………………………………………………………19
Sisli Günler……………………………………………………………………………………….23
Dam………………………………………………………………………………………………………..29
Gitmek Zamanı……………………………………………………………………………..33
Anneciğim…………………………………………………………………………………………39
Genç Bir Kadının Bırakamadıkları ……………………………….45
Büyükbaba’nın Bildikleri……………………………………………………….49
Mektup…………………………………………………………………………………………………55
Sesleniş…………………………………………………………………………………………………61
Zamanı Değerlendirmek Lazım………………………………………..67
Bir Fincan Kahve………………………………………………………………………..71
Ağlamak………………………………………………………………………………………………77
Uzun ve Kısa Hayaller……………………………………………………………..83
İlkbahar………………………………………………………………………………………………..89
Kafedeki Herhangi Bir Adam……………………………………………95

Yaz Tatili

Sıcak, öyle sıcak ki, kıpırdayamıyorum, tuhaf bir sıcak, kaya gibi sert. Hele öğleden sonraları, duvarlara çarpa çarpa büyüyor sanki. Sıkılıyorum. İkinci kattaki odada yatakta pikenin üstünde X harfi gibi yatıyorum. Her gün böyle… Sıkıntı. İçimden dışarı doğru çıkmak isteyen, çıkamayan bir sıkıntı… İğneyle yer yer delsem, sivilce gibi aksa dışarı. Canım hiçbir şey istemiyor, YouTube’a bile bakmıyorum. Klima olsa. Babam sevmez, sahteymiş. En azından, bu yıl evdeki her tavana, terasa bile, pervane taktırmış. Ağır ağır tüm gün dönüyorlar. Babam da oralarda bir yerde elinde kitabı, ayağında labradoru Çiko, oturuyor. Kaç yıllık sevgilisi yok, eşyalarını da göremedim. Çok merak ediyorum ama babama her şeyi soramayız. Geçen yaz gelememiştik. Tam biletler alındı abimle yola çıkacağız, bir telefon. Bize, “Gelmeyin, bu işi erteleyelim,” dedi. Yılda bir ona gitmemize, o da topu topu on gün, iş diyor. Her kış İstanbul’a gelir, bir ay kalır, bizimle iki üç kere yemek yer. Altı yıl önce, yedi yaşındaydım, abim de on bir, annemle ayrıldılar. O zaman başka bir babaydı, severdim.

Sıcak, üstünde yattığım pikeyi yere attım, duvarla yatağın arasına. Bacaklarıma pikenin motifleri kopyalanmış, ince çizgiler, yer yer kırık kırık. Çarşaf serin serin. Diğer yana döndüm, don ve tişörtleyim, şort ve sutyenimi odaya girince yere atmıştım. Bol kesimli kısa tişörtüm beyaz, donum beyaz. Duvarlar beyaz, bir komodin, bir şifonyer beyaz, yer beyaz. Karşı duvarda bir ayna, beyaz. Kendimi aynada göremiyorum. Bacaklarımı havaya kaldırdım, aynada kahve, kahve oynuyorlar, ayak parmaklarımı açıp açıp kapatıyorum, ikisi iri, ikisi ince uzun, geri kalanlar güdük güdük. Yedi cüceler gibi yürütüyorum onları. Bacaklarım ağır, hızla yatağa düşüyorlar. Ensem, saçlarım yapışkan yapışkan. Pervane inleyerek devamlı dönüyor, bir sinek de ona binmiş ha bire dönüyor.

Bu öğlen, yine hiç konuşmadan menemen, salata yedik. Elif Hanım çok güzel yemek yapar, bu yaz her gün geliyor, iyi de oldu, ben artık çok yemek yiyorum, hepsi şaşırıyor. Yorgunum, odama gidiyorum dedim, masadan kalktım. Sabah abimle sörf yapmıştık, rüzgâr muhteşemdi, babam nedense yapmadı. Ben babama sordum, “Canım istemiyor,” dedi. Oysa bize o öğretti. Gazete aldı, gölgede oturdu. Sörfü hazırlarken baktım, uzun uzun telefonda konuşuyordu, kaşları çatık, kızgın değil de endişeli gibi. Abime gösterdim, “Ne bileyim, sen işine bak,” dedi. O ikisi bu yıl neredeyse hiç konuşmuyorlar. Eskiden abim hep etrafında dolaşıp, soru sorardı. Şimdi tam tersi, babam ona bakıp bakıp duruyor, tam bir şey söylemeye karar veriyor, abim kapanıyor. Erkekler böyle mi sever? Anlamıyorum. Oysa havaalanında ilk karşılaştıklarında babam gülümseyerek ona uzandı, şefkatle sarıldılar. Ben de öyle gider sanmıştım. Galiba abim büyüdükçe babama benziyor.

Babam, beni gördüğünde ise şaşırdı, hatırladığı gibi değilim ki, bir adım geriledi. Kavuşmak için uzandı, başım başına yaklaşmış, o kısalmış sanki, beceriksizce beni sarmalamaya çalıştı. O zayıflamış, benim memelerim oluşmuş. Onun saçı dökülmüş, sakalını kesmiş, benim kaşlarım alınmış, saçım mavilenmiş. Bilemedi ben kimim, bana bakarken, konuşurken de sanki yeni tanışmışız gibi ne diyeceğini düşünüyor. Benim canım sıkılmasa, onu konuştururum da, ama şu sıra olmuyor, sebebini bilmediğim bir şeyler hissediyorum, sanki bedenim içimden dışarı çıkmak istiyor. Şu sıralar kendi sorunlarım var. Hele uyumak, çok zor. Hep yorgunum ama yatınca da uyuyamıyorum. Geçen gece İstanbul’da sonunda ağladım, annemi çağırdım. Geldi, saçımı okşadı, küçüklüğümü anlattı. Bu durumumu sorunca, “Babana gideceksin, heyecandandır,” dedi. Ama buraya geleli yedi gün oldu, hep aynı sıkıntı, uykusuzluk. Ergen olmak, bu mudur? Her sabah donuma bakıyorum, kanama yok, yüzüme iyice bakıyorum, hiç sivilce yok. Ama memelerim hep yanıyor. Yana yana büyüyorlar. Kambur durursam gözükmüyorlar, bazen de omuzlarımı öne alıyorum. Abimin tişörtlerini giydiğim de oluyor. Ter kokuyorum, her yanımdan kıllar uzuyor. İstemediğim şeyler oluyor, hoş değil, hatta çirkin.

Sıcak, yattığım yer hemen ısınıyor. Demin biraz da yerde yattım. İyi geldi. Sabah iki arkadaşımın Instagram’da özçekimi vardı, onları aradım, ulaşamadım. Belki WiFi’sız bir yerdeler, belki de beni görünce açmadılar. Beni kimse aramıyor. Abime sordum, onu arkadaşları çok arar, “Sizinki kız işi, ben anlamam,” dedi. Abime babamın sevgilisini de sordum. “Koskoca adam, küçücük kız, sıkılıp gitmiştir,” dedi. Aslında sevgilisi, küçük değildi, bana kendi söyledi, otuz altı yaşındaydı, iki yaz önce, şimdi otuz sekiz oldu, babamdan ancak on yaş küçük. Neşeliydi, hep gülerdi. Benimle tavla oynardı, krep yapardık, akşamları dizi seyrederdik. Gece, hiç üşenmez, dondurma almaya giderdik. Anneme bunları hiç anlatmadım. Bu yaz da olsaydı iyi olurdu. Abimle babam olimpiyat seyrediyorlar, hep ayrı tarafı tutuyorlar, Japon’a karşı Çin örneğin veya Portekiz’e karşı İspanya, yakın yerler yani. Sporun ne olduğu önemli değil, bisiklette de, okçulukta da, yelkende de hep aynı. Belki de birbirlerine rakip olunca daha çok kızıp, seviniyorlar. Neden böyleler, ben anlamıyorum. Ben sörfü, bisikleti, okuldaki voleybolu hep birileriyle olmak, eğlenmek için yapıyorum. Pervanedeki sinek yatağıma düştü, yamyassı olmuş, kurumuş. Sağ ayağımın başparmağıyla yataktan yere attım.

Tam yatağın ortasına geldim, yüzükoyun döndüm, T harfi gibi yatıyorum. Başım sola dönük, tek gözüm, tek burun deliğim saç tellerimin arasından etrafı izliyor. Her nefeste teller uçuşuyor, yavaşça yerine konuyor. Burnum kaşınıyor, sol elim zorla yerinden kalkıp, burnumu buluyor, kaşıyor, telleri tek tek geri itiyor, ağır ağır eski yerine gidiyor. Gözüm kapanıyor. Yapışkan sıcak üstümü örtüyor. Uyusam, ah, bir uyusam. Memelerim acıyor, yanmaya başlıyor, hemen sırtüstü dönüyorum. Gözlerim pervanede, pervane inceden inleyerek ağır ağır dönüyor, gözkapaklarım usulca kapanıyor…

Kapı birden açılıyor. Yatağımda fırlıyorum, kalbim çarpıyor.

“Uyandırdım mı güzel kızım? Haydi kalk, neredeyse akşam olacak. Bak, sana ne getirdim.”

Elif Hanım koca bir tabak karpuzla yatağımın kenarına oturdu, ağzıma da bir parça koyarak. Üçgen sulu bir parça, buz gibi. Tüm oda serinledi, karpuz oldu, bizi içine aldı. Isırıyorum. Karpuz, dudaklarımın arasından kırmızı kırmızı, ıslak ıslak, serin serin çenemden, boynuma, memelerimin arasından göbeğime akmaya başladı. Elif Hanım gülüyor, daha ben yutkunmadan, ağzıma bir parça daha koyuyor.

Ağzım bir ara boşken soruyorum, “Elif Hanım, babamın sevgilisi neden gitti?”

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Yazarın Diğer Kitapları

  1. Parçalar ve Zerreler ~ Sedef BetilParçalar ve Zerreler

    Parçalar ve Zerreler

    Sedef Betil

    “Merak edersin, söyleyeyim. Beni görmeye geldikten iki ay sonra İstanbul’da, havaalanı yakınında arabada ölü bulundun, kalp krizi. Kalbin çok kötü durumdaymış, biliyor muydun? Arabayı...

  2. Kısa Karanlıklar ~ Sedef BetilKısa Karanlıklar

    Kısa Karanlıklar

    Sedef Betil

    Daha sahilden uzaklaşmadan “Abla, abla, beklesenize,” sesine döndüm, baktım plaj tarafından koşarak gelen Ayşe, kardeşim. Osman kürekleri bıraktı, Ayşe de sandala atladı. Üstünde yine...

Bebhome Kahve

Aynı Kategoriden

  1. Kafes – Bir Konstantinopolisiye ~ Özlem KumrularKafes – Bir Konstantinopolisiye

    Kafes – Bir Konstantinopolisiye

    Özlem Kumrular

    İstanbul’da vahşi cinayetler işlenir. Erkek kurbanlar vahşi olduğu kadar tuhaf yöntemlerle öldürülürler. Başkomiser Nosta ve ekip arkadaşları soruşturmalarını yürütürken bir başka erkek Cihangir’de okla...

  2. Atam Oğuz ~ Ramazan AteşAtam Oğuz

    Atam Oğuz

    Ramazan Ateş

    Türklerin Atası olarak kabul edilen Oğuz Kağan kimdir? Bu soruya onlarca yanıt verebiliriz. Geçmiş zamanlardan beri Oğuz Kağan hakkında birçok araştırma yapılmış, birçok tez ortaya konulmuştur. Bu araştırmalardan yola çıkarak, Oğuz Kağan’ın Zülkarneyn, Makedonların efsanevi kralı Büyük İskender, Saka Hükümdarı Alp Er Tunga, Hun İmparatoru Mete Han, 2.Göktürk Devleti’nin kurucusu Bilge Kağan, olduğu iddia edilegelmiştir. Bu kişilerin her biri içinde güçlü kanıtlar sıralanmıştır.

  3. Denizin Külleri ~ Gizem KayahanDenizin Külleri

    Denizin Külleri

    Gizem Kayahan

    19. yy başlarında Londra’nın gözde bekârlarından olan bir dükle, anılarının altında ezilmiş bir kontesin hikâyesi… Yaşlı kadın eteklerini bir o yana bir bu yana...

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur