Osmanlı yönetiminde halkın temsilcileri oy çoğunluğuna sahipti. İngiliz yönetiminde halkın temsilcileri yönetimden tamamıyla dışlandı. Türkler burada üç yüz yıl kaldı, İngilizler yetmiş yedi. … Venedik için bir kalyon olan ada şimdi bizim için bir uçak gemisi, savaş gemisi. Elimizde tutabilir miyiz? … Kurnazca yönetmelisiniz. … Her Yunan köylüsü kendini öyle hissetmeliydi ki Enosis ateşi devam edebilsin. Gerçeklerin desteklemediği şeyi, uydurmalara dayanan duygular başarabilirdi… Kıbrıs’ın Acı Limonları, yüzlerce yıl barış içinde bir arada yaşamış iki halkın nasıl karşı karşıya getirildiğini, 1950’lerin sonlarına doğru körüklenen yangının bugün hâlâ çözülemeyen Kıbrıs sorununu nasıl yarattığını anlatan gözlemlerle dolu. İskenderiye Dörtlüsü ile Avignon Beşlisi’nin usta romancısı Lawrence Durrell, 1952’den 1956’ya kadar yaşadığı cennet güzeli Kıbrıs’ın nasıl bir cehennem adasına döndüğünü anlatıyor.
Doğuya Yol Göründü
Sanatçı olmak nasıl insanın alnına yazılıysa yolculuklar da öyledir. Bin tane farklı koşulun bu sonuçlarda payı vardır ama pek azı insan iradesine ya da kararına bağlıdır –ne dersek diyelim. Yolculuklar doğamızın taleplerine uyarak kendiliğinden boy verirleren iyi yolculuklar da bizi alıp yalnızca uzak diyarlara götüren yolculuklar değil, aynı zamanda kendi içimizde yolculuğa çıkaranlardır. Yolculuk, kendi içimize dönüşün en ödüllendirici biçimi olabilir…
Bu düşünceler sabah gün ağarırken, beni adaların arasından geçerek Kıbrıs’a götürecek olan geminin güvertesinden gördüğüm Venedik’e ait; jöle gibi serin binbir tatlı su yansıması arasında sallanan bir Venedik’e. Sanki büyük bir ressam, çıldırıp boya kutusundaki bütün renkleri gökyüzüne fışkırtmış, dünyanın iç gözünü sağır etmişti. Bulutlar ile su birbirine karışmış, boyaları akıyor, birbirinin içinde eriyor, üst üste biniyor, eriyordu, bir düzine pirinçkağıdından peçenin arasından görülen vitraylı bir pencerenin parçaları gibi, uzayda yüzen kilise kuleleri, balkonlar ve çatılar vardı. Şarap, katran, toprak kırmızısı, kan, opal, olgunlaşan tahıl renkleri bulaşmış tarih parçaları. Bunların hepsinin kıyıları aynı zamanda geride hafif hafif suyla çalkalanıyor, bir güvercin yumurtası kadar yumuşak ve çekinik şekilde mavi bir gündoğumu göğüne dönüşüyordu.
Zihinsel olarak bunların hepsini usulca, soyut bir resim gibi belleğime kazıdım, kafamda beşikte salladım -bütün o katedraller ve saraylar ordusunu, onların gerisinde, Florian’daki ya da ışıkla büyülenmiş o dar sokaklardan kocaman bir yarasa gibi seğirten bir Corvo’daki dik arkalıklı iskemlede ebediyen oturan ve şarabını yudumlayan Stendhal’in netleşen yüzünü…
Güvercinler kiliselerin çan kulelerine arı oğulu gibi üşüşüyorlar. Suyun üzerinden geçerlerken, yazın büyük bir balo salonunda yelpazelenen kadınların yelpazeleri gibi çırpılan kanatlarının sesini duyuyorum. Büyük Kanal’daki vaporetto da, duraklayan ve karaya çıkışın tek tek bütün evrelerine işaret eden her duraklayıştan sonra yeniden hız kazanan insan nabzı gibi, hafif nabız sesleri çıkarıyor. Başkanların cam sarayları, bir prizmanın süzgecinden geçmiş olarak, kristal bir havanda dövülüyor. Ben Kıbrıs’ta iken Venedik asla uzakta olmayacak -çünkü Saint Marcos aslanı hâlâ Mağusa’nın, Girne’nin nemli havasının sırtında at koşturuyor.
Doğu Akdeniz’e gidecek bir yolcu için uygun bir hareket noktası…
Aman, o ne soğuk Tanrım! Gri bayraklı iskelenin alt başında bardakla sıcak süt ve croissant satan bir tezgâh gözüme ilişti. İskele tahtasının hemen karşısındaydı, böylece gemimi kaçırma tehlikesi yoktu. Ufak tefek, esmer, gözleri kuş gözünü andıran bir adam hiç konuşmadan bana istediklerimi verdi, yüzüme karşı esnedi, ben de ona karşılık vererek esnemek zorunda kaldım. Elimdeki son liraları ona verdim.
Oturacak yer yoktu ama ben de ters çevrilmiş bir varilin üzerine kuruldum, sıcak sütün içine ekmeğimi batırırken dış limanın bu tanımadığım görüş açısından Venedik’e uykulu uykulu bakmaya koyuldum.
Bir romörkör içini çekti ve en yakın buluta sütsü bir buhar fışkırttı. Geminin kamarotu bir bardak sıcak süt içmek için bana katıldı; hoş bir adamdı, tostoparlak, besili, gülümsediği zaman yüzünde -yıkanıp ütülenmiş tiril tiril bir gömleğin pahalı kol düğmeleri gibi– olağanüstü güzel gamzeler beliriyordu. Venedik’e baktı, “Güzel,” diyerek kentin hakkını teslim etti, “güzel”; ama zoraki bir kabullenişti bu çünkü kendisi Bolonyalıydı, yabancı bir kente hayran olarak kendi kentine ihanet etmek zordu. Kokulu tütün dolu bir pipo yaktı. “Kıbrıs’a gidiyorsunuz, ha?” dedi sonunda, kibarca ama çok hafif bir acıma duygusuyla.
“Evet. Kıbrıs’a” “Çalışmaya mı? “Çalışmaya.”
Niyetimin Kıbrıs’ta yaşamak, olanak bulursam orada bir ev almak olduğunu eklemek hayasızlık olacaktı… Sırbistan’da beş yıl yaşadıktan sonra Akdeniz’de yaşamak istemekle acaba delilik mi ediyordum, bundan kuşkulanmaya başlamıştım; gerçekten de bütün bu serüven bana hiç olmayacak bir şey gibi görünüyordu. Şu anda elimin altında nazar değmesin diye tıklatacağım bir tahta olduğu için seviniyordum. “Pek iyi bir yer değil,” dedi.
“Öyle galiba.”
“Kurak, susuz. İnsanlar çok içki içiyor.”
Bu iyi, diye düşündüm. Suyun kıt olduğu yerlerde ben her zaman gerekirse şarapla yıkanmaya hazır olmuşumdur. “Şaraplar nasıl?” diye sordum.
“Ağır ve tatlı.” İşte bu kötü. Şarap konusunda bir Bolonyalıyı dinlemekte her zaman yarar vardır. Zarar yok. (Küçük bir köy evi satın alıp dört ya da beş yıl için adaya yerleşsem iyi olur.) Sırbistan’ın tozlu ve acımasız ovalarından sonra adaların en kurak ve susuz olanı bile insana merhem gibi gelir. “Ama neden Atina’yı seçmediniz?” dedi yavaşça, benim düşüncelerimi yansıtarak.
“Para sorunu.”
“Ha! O zaman bir süre Kıbrıs’ta mı yaşayacaksınız?” Sırrım ortaya çıkmıştı. Tavrı değişti, bu arada Kıbrıs’la ilgili düşüncesi de değişti, çünkü bir başka insanın planlarının aleyhinde konuşmaya ya da o insanın ülkesini kötülemeye İtalyanların kibarlığı izin vermez. Kıbrıs benim sonra bu bakımdan orayı benim
….
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Roman (Yabancı)
- Kitap AdıKıbrıs'ın Acı Limonları
- Sayfa Sayısı288
- YazarLawrence Durrell
- ISBN9789750708220
- Boyutlar, Kapak12,5x19,5 cm, Karton Kapak
- YayıneviCan Yayınları / 2007
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- İki Şehrin Hikâyesi ~ Charles Dickens
İki Şehrin Hikâyesi
Charles Dickens
İki Şehrin Hikâyesi Fransız Devrimi’nin şiddet ve coşku atmosferini Paris ve Londra ekseninde ele alır. Aristokrasinin halka zulmünü de; devrim yanlılarının, intikam dürtüsüyle kirlenmiş...
- Kehanet ~ John Kilgallon
Kehanet
John Kilgallon
YAYIMLATILMAYAN BİR KİTAP …KADİM BİR KEHANET…ZAMANA KARŞI BİR YARIŞ Kehanet gerçekleşiyor mu? Saldırıları durdurmak ve bu saldırıların ardındaki gizli güçleri ortaya çıkarmak için zaman...
- Travnik Günlüğü ~ İvo Andriç
Travnik Günlüğü
İvo Andriç
Travnik Günlüğü, Drina Köprüsü’nün de yazarı, Nobel Edebiyat ödüllü İvo Andriç’in Balkanlar’daki çarpıcı toplumsal değişimi Bosna’nın aynasından yansıtan başyapıtlarından biri. Travnik Günlüğü’nde Andriç, 1807-1814...