Klasik Fransız edebiyatının büyük yazarı Honoré de Balzac’ın dev yapıtı “İnsanlık Komedyası”nın “Paris Hayatından Sahneler” bölümünde yer alan Kibar Fahişelerin İhtişamı ve Sefaleti, yazarın içinde yaşadığı dönemin Paris’inde yüksek sosyeteye mensup insanları, bu ayrıcalıklı kesime katılmak için umutsuzca çırpınan yoksul gençleri anlatır. “Paris Hayatından Sahneler”den tanıdığımız karakterlerin de boy gösterdiği roman, Balzac’ın kendi deyimiyle “dünyayı düşüncelerine sardığı, yoğurduğu, işlediği, içine sızarak anladığı” eserlerinden biridir. Bu özelliği göz önünde bulundurulduğunda, “İnsanlık Komedyası”nın eşsiz evrenine girmek için en elverişli metinlerden biri Kibar Fahişelerin İhtişamı ve Sefaleti’dir.
*
1
Fahişeler nasıl sever
Opera Balosu’ndan bir manzara
1824 yılının son Opera Balosu’nda, hiç hesapta olmayan aksilikler yüzünden evinden çıkamayan bir kadını arayan bir erkeğin tavrıyla koridorları ve fuayeyi arşınlayıp duran genç bir adamın yakışıklılığı pek çok maskelinin dikkatini çekti. Bu zaman zaman umursamıyormuş gibi, zaman zaman telaşlı gidip gelmelerin sırrını ancak yaşını başını almış kadınlarla görmüş geçirmiş aylaklar bilir. Bu büyük buluşmada kalabalık kalabalıkla pek az ilgilenir; herkes kendi çıkarının derdindedir, aylaklığın dahi zihni başka şeylerle meşguldür. Modayı yakından takip eden züppe kılıklı bir genç, kendini bu endişeli arayışa öylesine kaptırmıştı ki uyandırdığı ilginin farkında bile değildi. Bazı maskelilerin alayla karışık hayranlık tezahüratını, ciddi hayret nidalarını, atılan lafları, tatlı sözleri duymuyor, hiçbir şey görmüyordu. Yakışıklılığına bakıldığında bu baloya macera yaşamaya gelen ve bir zamanlar Frascati1 kumarhanesinde vurgun fırsatı bekleyen şanslı erkeklerden sayılabilecek bu genç, aslında akşamının istediği gibi geçeceğinden son derece emin görünüyordu. Opera’daki maskeli baloyu balo yapan ve ancak oyunda rolü olanların bildiği o üç kişilik gizemlerden birinin kahramanı olmalıydı; yoksa Opera, sırf “gördüm” demek için gelen genç kadınlar, taşralılar, tecrübesiz gençler ve yabancılar için bir yorgunluk ve can sıkıntısı sarayından başka bir şey olamazdı. Defter-i kebirin varlığından bile bihaber Bretagne sahil köylüleri için borsa ne kadar anlaşılmazsa onlar için de bu gelip giden, girip çıkan, kavisler çizen, olduğu yerde dönen, inip çıkan ve ancak bir kütük yığınının üstündeki karıncalarla kıyaslanabilir hem ağır hem telaşlı kuru kalabalık o kadar anlaşılmazdır. Birkaç istisna dışında Paris’te erkekler maske takmaz; maskeli balolara özgü domino denen o kapüşonlu geniş pelerini giyen erkek, gülünç görünür. Burada toplumun dehası devreye girer. Aşk ilişkilerini saklamak isteyen insanlar Opera’ya gider ama içeri girmez, mutlaka içeri girmek zorunda olan maskeliler de hemen dışarı çıkar. En eğlenceli manzaralardan biri de balo başlar başlamaz yakalanmaktan akın akın kaçmaya bakanlarla yukarı çıkanların kapıda yarattığı sıkışıklıktır. Yani maskeli erkekler ya eşlerini gözetlemeye gelen kıskanç kocalar ya da çapkınlık yaparken eşlerine yakalanmak istemeyen kocalar olup her iki durum da aynı derecede eğlencelidir. Bu arada genç adam, fıçı gibi yuvarlana yuvarlana yürüyen, kısa boylu, şişman, katil maskeli biri tarafından takip edildiğinin farkında değildi. Opera’nın müdavimi olan herkes bu maskelinin bir kamu yöneticisi, borsa simsarı, banker, noter; aldatıldığından şüphelenen bir burjuva olduğunu ânında anlardı. Zira yüksek sosyetede kimse böyle iz sürüp de kendini küçük düşürmezdi. Nitekim birçok maskeli bu ürkütücü şahsı birbirine göstererek gülmüş, laf atanlar olmuş, birkaç genç de alay etmişti. Bir yere varamayan bu sataşmaları o kendine güveni ve tavırlarıyla dikkate bile almadığını ilan eder gibiydi; kovalanan bir yabandomuzu nasıl kulaklarında vınlayan kurşunlara, arkasından havlayan köpeklere aldırmadan koşarsa bu adam da genç adamın arkasına takılmış, onun gittiği yere gidiyordu. Opera Balosu’nda zevk de keder de ilk bakışta aynı kılığa, yani o meşhur siyah Venedik kaftanına bürünse ve her şey birbirine karışsa da, Paris sosyetesini oluşturan farklı kesimler orada buluşur, birbirini tanır ve birbirlerini karşılıklı süzerler. Erbabı için o kadar belli işaretler vardır ki, bu karmaşık ve anlaşılmaz çıkarlar kitabı eğlenceli bir roman gibi okunabilir. Müdavimlerin gözünde bu adamın çapkınlıkta hiç şansı olamazdı, öyle olsaydı, mutlaka üzerinde ne hazırlıklardan sonra artık muradına erdiğini belli eden kırmızı, beyaz ya da yeşil gibi anlaşmalı bir işaret taşırdı. Mesele intikam mıydı acaba? Maskelinin, çapkın genci çok yakından takip ettiğini gören birkaç aylak, bakışlarını hazzın o ilahî halesini kondurduğu güzel yüze çevirmişti. Genç adam ilgi çekiyor, etrafta dolaştıkça uyandırdığı merak da artıyordu. Zaten seçkin bir hayatın alışkanlıkları her halinden belli oluyordu. Zamanımızın kaçınılmaz yasalarına göre, gerek fiziksel olarak, gerek manevi bakımdan bir dük ve emsalinin en seçkin, en iyi yetiştirilmiş oğlu ile daha dün Paris’in göbeğinde sefaletin demir pençesi altında kıvranan bu çekici genç arasında pek de fark yoktu. Hırslarına yetecek paraları olmadan Paris’te yükselmek isteyen ve kendilerini bu muhteşem şehrin en çok tapınılan tanrısı tesadüfe feda ederek her şeylerini riske atan gençlerin çoğunda olduğu gibi yakışıklılığıyla, gençliğiyle aradaki derin uçurumları kapatabiliyordu. Yine de kılık kıyafeti, hali tavrı kusursuzdu, fuayenin klasik parkelerini de Opera’ya alışkın biri havasında arşınlamaktaydı. Paris’in bütün bölgelerinde olduğu gibi burada da kim olduğunuzu, ne yaptığınızı, nereden geldiğinizi ve ne istediğinizi açık eden bir duruşunuz olduğunu fark etmeyen var mıdır?
Balo müdavimlerinin seçkin bir kadın olduğunu bildiği bir maskeli, “Yakışıklı delikanlıymış!” dedi. “Buralarda dönüp dönüp bakılacak türden.”
Koluna girdiği adam, “Tanımadınız mı?” dedi. “Oysa Madam du Châtelet size takdim etmişti…”
“Nasıl?! Şu eczacının oğlu mu? Hani Madam du Châtelet’nin ölüp bittiği, gazetecilik yapmaya kalkan, Matmazel Coralie’nin sevgilisi olan?”
Sixte du Châtelet Kontu, “Ben onun bir daha toparlanamayacak kadar dibe vurduğunu sanıyordum… Nasıl olur da Paris sosyetesinde yeniden boy gösterir, anlayamıyorum…” dedi.
Maskeli kadın, “Sanki bir prens,” dedi, “onu böyle havalara sokan, birlikte yaşadığı o artist kız olamaz. Oğlanı ilk keşfeden kuzenim olmuştu ama onu içine düştüğü sıkıntılardan kurtaramadı… Doğrusu, bu Sargine’in metresi olan kadını tanımayı çok isterdim.
Bana hayatıyla ilgili bir şeyler söyleyin de takılıp meraklandırayım şunu.”
Fısır fısır konuşarak genç adamı takip eden bu ikili o sırada geniş omuzlu maskeli tarafından dikkatle süzüldü.
Charente Valisi genç züppenin koluna girerek, “Sevgili Mösyö Chardon,” dedi, “sizinle tanışmak isteyen birini takdim edeyim…”
“Sevgili Châtelet Kontu,” diye cevap verdi genç adam, “bana hitap ederken kullandığınız ismin ne kadar gülünç olduğunu bu hanımdan öğrendim. Bir krallık kararnamesiyle anne tarafımdan atalarımın soyadı olan Rubempré bana geri verildi. Bu olay gazetelerde ilan edilmiş olsa da o kadar yoksul bir insanla ilgili ki, bunu dostlarıma, düşmanlarıma ve hiç ilgisi olmayanlara hatırlatırken yüzüm hiç de kızarmıyor. Siz kendinizi bu üç gruptan hangisine dahil ederseniz edin, ben kendileri henüz Madam de Bargeton iken bizzat karınız tarafından alınması tavsiye edilen bir tedbiri onaylamamak gibi bir şey yapmayacağınızdan eminim.” (Markiz’i gülümseten bu şirin dokundurma, Charente Valisi’nde sinirli bir ürpertiye neden oldu.) Lucien ekledi: “Kendisine söyleyin, artık armam da var; yeşil mine zemin üstüne gümüşi azgın boğa.”
“Gümüşi azgın…” diye tekrarladı Châtelet.
Lucien coşkuyla devam etti:
“Eğer bilmiyorsanız eşiniz Madam Markiz size bu eski armanın neden mabeyinci anahtarından da, sizin armanızda bulunan imparatorluk arılarından da üstün olduğunu anlatır. Genç kızlık soyadı “Nègrepelisse d’Espard” olan Madam Châtelet için ne büyük talihsizlik…”
Markiz d’Espard, bir zamanlar burun kıvırdığı adamın küstahlığı ve kendine güveni karşısında şaşırmıştı.
“Madem beni tanıdınız, artık sizi meraklandırmama gerek kalmadı,” dedi. Alçak sesle de ekledi: “Ama sizin beni ne kadar meraklandırdığınızı anlatamam.”
Lucien kesin olan mutluluğunu tehlikeye atmak istemeyen bir erkeğin tebessümüyle, “O halde izin verin de,” dedi, “bu gizemli alacakaranlıkta kalmaya devam ederek düşüncelerinizi meşgul etme konusunda sahip olduğum tek şansı elimden kaçırmayayım Madam.”
Markiz, Lucien’in hazırcevaplığı karşısında, lafının ağzına tıkandığını hissederek elinde olmadan küçük ve sert bir hareket yaptı.
Châtelet Kontu, Lucien’e, “Konumunuzdaki değişiklikten dolayı sizi kutluyorum,” dedi.
Lucien, “Ben de iltifatınızı aynen kabul ediyorum,” diye karşılık verdi. Markiz’i de sonsuz bir incelikle selamladı.
Kont, Madam d’Espard’a dönüp alçak sesle, “Kendini beğenmişe bak!” dedi. “Sonunda atalarını da fethetmiş.”
“Gençlerdeki bu kendini beğenmişlik, biz kadınları hedef aldığında hemen hemen her zaman çok yükseklerdeki bir aşk mutluluğuna işaret eder; çünkü erkeklerin kendi aralarında birbirine çalım satmaları aşkta yaya kaldıklarının habercisidir. Bu yüzden, hanım dostlarımız arasında bu güzel kuşu kanatlarının altına almış olanı doğrusu tanımak isterdim; belki o zaman bu akşam eğlenebilirdim. Bana gelen imzasız pusulanın bir rakibemin başının altından çıkan bir hınzırlık olduğu kesin, çünkü pusulada bu genç adamdan söz ediliyor. Böyle küstah davranmasını akıl veren biri olmalı. Takip edin şunu. Ben Navarrein Dükü’nün koluna gireceğim, beni bulursunuz.”
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Roman (Yabancı)
- Kitap AdıKibar Fahişelerin İhtişam ve Sefaleti
- Sayfa Sayısı688
- YazarHonore de Balzac
- ISBN9789750742897
- Boyutlar, Kapak12,5x19,5 cm, Karton Kapak
- YayıneviCan Yayınları / 2023
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Son Av ~ Jean Christophe Grange
Son Av
Jean Christophe Grange
KARA ORMAN’DA SON AV BAŞLADI… ARDINDA HİÇBİR İZ BIRAKMAYAN AVCI KİM? Komiser Niémans, yardımcısı Ivana Bogdović’le Alsace bölgesinde işlenen vahşi bir cinayeti çözmeye gider....
- Can Kırığı ~ Akira Mizubayashi
Can Kırığı
Akira Mizubayashi
Akira Mizubayashi “Can Kırığı”nda anımsama, köksüzleşme ve sonsuz yas gibi izlekleri klasik müziğin tınılarıyla buluşturuyor. Tokyo, 1938 yılı. Klasik müzik tutkunu dört amatör müzisyen...
- Vaiz ~ Camilla Lackberg
Vaiz
Camilla Lackberg
“Buz Prensesi”nin kahramanları Patrik ve Erika, Fjällbacka cinayetlerini araştırmaya devam ediyorlar Kadın cinayetlerinin ardında yatan sırlar… İsveç’te 2005 yılında Yılın Yazarı Ödülü kazanan Camilla...