Dünya, Peru’nun en büyük romancısı, 2010 Nobel Edebiyat Ödülü’nün sahibi Mario Vargas Llosa’yı bu romanıyla tanıdı. Yayımlandığında büyük bir skandal yaratıp bir askerî akademide törenle yüzlercesi yakılan Kent ve Köpekler, yazarına İspanyolca edebiyatın en saygın ödüllerden biri olan 1964 La Crítica Ödülü’nü getirdi.Llosa’nın yirmi üç yaşındayken yazdığı Kent ve Köpekler’de iki ayrı dünya iç içe girer, birbiriyle çarpışır ve birbirini tamamlar. Olay, Peru nüfusunun üçte birini barındıran dört milyonluk başkent Lima’da, bir askerî akademide geçer. Bu okulda iki zorlu yıl geçiren yazarın kişisel deneyimleri, anlatının nesnelliğini sağlamakta, inandırıcılığını artırmaktadır. Bu akademinin başlıca özelliği, zengin-yoksul, beyaz-Kızılderili, siyah-melez, burjuva-halk çocuklarının ve suçlu çocukların bir arada bulunmasıdır. Merkezinde “gerçek erkek” olma eğitiminin yer aldığı bu olaylar dizisinde bütün Latin Amerika toplum yapısına göndermeler vardır.
1
“Dört,” dedi Jaguar. Lambanın camının temiz kalabilmiş birkaç yerinden içeriye yayılan ölgün ışıkta yüzler gevşedi; Porfirio Cava dışında kimse için tehlike kalmamıştı. Yerin pisliğinde bembeyaz görünen zarlar hareketsizdi: Üç-bir. “Dört,” diye yineledi Jaguar. “Kimin?” “Benim,” diye mırıldandı Cava. “Ben dört demiştim.” “Çabuk ol. Biliyorsun, soldan ikincisi.” Cava ürperdi. Tuvaletler yatakhanelerin bittiği yerdeydi; koğuşla aralarında ince, tahta bir kapı vardı ve pencereleri yoktu. Daha önceki yıllarda kış, Askeri Kolej öğrencilerinin yatakhanelerine ancak kırık camlardan ve pencerelerden sızardı; ama bu yıl kış zorlu geçiyordu, okulda rüzgârın girmediği köşe yoktu, geceleri tuvaletlere ulaşmayı başarıyor ve gün boyu biriken pis kokuyu dağıtıp havayı soğutuyordu.
Ama Cava doğma büyüme dağlıydı, kışa alışkındı, onun tüylerini diken diken eden soğuk değil, korkuydu. “Bitti mi? Yatmaya gidebilir miyim?” diye sordu Boa; orantısız bir vücutla orantısız bir ses, sivri bir kafanın tepesinde bir tutam yağlı saç, gözleri uykudan yarıya inmiş kaşık kadar bir yüz. Ağzı açıktı ve öne fırlamış alt dudağından bir tütün yaprağı sarkıyordu. Jaguar dönmüş, onu seyretmekteydi. “Nöbetim saat birde başlıyor,” dedi Boa. “Biraz uyumak istiyorum.” “Gidin,” dedi Jaguar. “Beş kala sizi uyandırırım.” Boa’yla Kıvırcık çıktılar. Biri kapıda tökezledi ve küfretti. “Döner dönmez beni uyandır,” diye emretti Jaguar. “Çok gecikme. Neredeyse gece yarısı oldu.” “Peki,” dedi Cava. Genellikle duygularını açığa vurmayan yüzü, yorgun görünüyordu. “Gidip giyineyim.” Tuvaletlerden çıktılar. Koğuş karanlığa gömülmüştü, ama Cava ışık olmadan da iki sıra halinde dizilmiş yatakların arasından yolunu bulabiliyordu; bu upuzun koğuşu avucunun içi gibi bilirdi. Şimdi koğuş, ara sıra horultu ve mırıltıların bozduğu sessiz bir dinginlikle kaplıydı.
Girişten bir metre uzakta, sağdaki ikinci ranzanın alt katı olan yatağına ulaştı. Dolaptan el yordamıyla pantolonunu, hakî gömleğini ve postallarını alırken, üst yatakta uyuyan Vallano’nun tütün kokan soluğunu yüzünde hissediyordu. Zenci’nin iki sıra beyaz dişlerini karanlıkta seçti, ona kemirgen bir hayvanı hatırlatan bembeyaz, iri dişler. Gürültü etmeden, yavaşça, mavi pamuklu pijamasını çıkarıp giyindi. Yünlü, kalın ceketini omzuna aldı. Sonra, postalları gıcırdadığından ağır ağır yürüyerek koğuşun öbür ucuna, tuvaletlerin oraya kadar ilerleyip Jaguar’ın yatağının başında durdu. “Jaguar.” “Evet. Al.” Cava elini uzattı ve avucunda biri pütürlü iki soğuk metal hissetti. Feneri elinde tutarak eğeyi ceketinin cebine attı.
“Nöbette kim var?” diye sordu Cava.
“Şair ve ben.”
“Sen mi?”
“Yerime Köle geçiyor.”
“Ya öteki takımlardan?”
“Korkuyor musun?”
Cava karşılık vermedi. Kapıya doğru parmak ucunda ilerledi. Kapının bir kanadını dikkatlice açarken gıcırdamasına engel olamadı.
“Hırsız var!” diye bağırdı biri, karanlığın içinden.
“Öldür onu, imaginaria1!”
Cava sesi tanıyamadı. Dışarıya baktı: Yatakhaneleri çimle kaplı bir alandan ayıran yolun lambalarıyla hafifçe aydınlanmış olan avlu bomboştu. Sis, beşinci sınıf2 öğrencilerini barındıran üç büyük beton yığının kenar çizgilerini bulandırıyor, onlara gerçekdışı bir görünüm veriyordu. Dışarıya çıktı. Sırtı duvara dayalı, hareketsiz durdu bir süre, hiçbir şey düşünmeden. Artık kimseye güvenemezdi, öbürleri gibi Jaguar da korunaklı bir yerdeydi. Uyumakta olan öğrencileri, stadın öteki yanında yükselen binada gevşemiş astsubay ve erleri, kıskanıyordu. Hemen harekete geçmezse korkudan kasılıp kalacağını düşündü. Aradaki uzaklığı hesapladı: Önce avluyu ve yolu geçmesi, sonra da, boş arsanın gölgelerine sığınıp yemekhanenin, büroların ve subay odalarının çevresini dolanıp bir başka avluyu geçmesi gerekiyordu. İlkinden daha küçük ve çimentoyla kaplı olan bu avlu, dersliklerin başladığı yerde bitiyordu.
Bu avluyu da geçtikten sonra tehlike kalmayacaktı, çünkü devriye buradan ileriye geçmezdi. Geriye, dönüş kalıyordu. Bir an aklını, iradesini yitirip planı körü körüne, bir robot gibi uygulayabilmeyi istedi. Günleri hep birbirinin aynıydı, onun yerine başkaları karar verir, farkına bile varmadan, yapması gerekenleri yapardı, ama şimdi durum değişikti, bu geceki işi yapmaya zorlanmıştı ve garip bir açıklık gelmişti düşüncelerine, her yaptığı hareketin bilincindeydi. Duvarın dibinden ilerlemeye başladı. Avluyu geçmek yerine yolunu uzatarak beşinci sınıf yatakhanelerinin eğri duvarı boyunca yürümeye devam etti.
Duvarın sonuna geldiğinde kaygıyla ileriye baktı: Yol sonsuza dek uzanıyordu sanki, iki yanma karşılıklı dizilmiş lambaların çevresinde yoğunlaşan sis, yola gizemli bir hava vermişti. Işığın uzanamadığı yerde, koyu karanlıkta çimle kaplı alanın olduğunu geçirdi aklından. Havanın soğuk olmadığı gecelerde, nöbet tutan öğrenciler çimlere uzanıp uyurlar ya da alçak sesle sohbet ederlerdi. Nöbetçilerin bu gece tuvaletlerde kâğıt oynayarak vakit geçirdiklerini umuyordu. Solundaki büyük yapıların gölgesine daldı, ışıklı yerlerden geçmemeye çalışarak hızlı adımlarla ilerlemeye başladı.
Kolejin önünde, kayalıkların altında uzanan denizde çatlayan, kayalara çarpan dalgaların gürültüsü postallarının sesini bastırıyordu. Subayların binasına vardığında ürpererek adımlarını sıklaştırdı. Sonra yolun karşısına geçip boş arsanın karanlığına daldı. Hiç beklemediği bir anda, hemen yanı başında duyduğu hareket, henüz yenmiş olduğu korkuyu bıçak gibi yine gövdesine sapladı. Bir an durakladı: Bir metre ötesinde, lamanın ateşböceği gibi parlayan gözleri baygın, çekingen bakışlarla kendisini izliyordu. Öfkeyle hayvanı kışkışladı. Hayvan aldırmamıştı. “Hiç uyumaz mı bu pis hayvan?” diye düşündü Cava. “Yemek de yemez zaten. Niçin geberip gitmiyor o zaman?” Uzaklaştı. İki buçuk yıl önce, Lima’ya öğrenimini tamamlamak üzere geldiğinde, yalnızca dağlarda yaşayan bu hayvanın Leoncio Prado Askeri Koleji’nin nemden aşınmış gri duvarları arasında korkusuzca gezindiğini görmek onu şaşkına döndürmüştü. Lamayı kim tutup da And Dağları’ndan Kolej’e getirmiş olabilirdi? Öğrenciler lamayı hedef alıp nişancılık yarışması yaptıklarında hayvan taşlardan korkmaz gibi görünürdü. Abartısız ağır ağır atıcılardan uzaklaşırdı. “Kızılderililere benziyor,” diye düşündü Cava. Dersliklerin bulunduğu binanın merdivenlerini çıkıyordu. Artık postallarının çıkardığı sese aldırmıyordu; sıralar, banklar, rüzgâr ve gölgeler dışında kimse yoktu burada. İri adımlarla üst koridoru boydan boya geçti. Durdu.
El fenerinin cılız ışığında pencereyi buldu. Jaguar “soldan ikincisi” demişti. Gerçekten de dokunduğunda cam yerinden oynadı. Eğeyle macunu kazıyıp avucuna topladı. Macunun ıslak olduğunu hissediyordu. Camı dikkatle yerinden çıkarıp yere bıraktı. Tahtayı eliyle yoklayarak kulpu buldu. Pencere ardına kadar açıldı. İçeri girdiğinde, fenerini odanın her yanında gezdirdi; teksir makinesinin yakınındaki masalardan birinin üzerinde üç deste kâğıt duruyordu.
Yaklaşıp okudu: “Kimya arasınavı. Beşinci sınıf. Sınav süresi: Kırk dakika.” Sınav kâğıtları o akşamüzeri basılmıştı, mürekkep kurumamıştı henüz. Soruları aceleyle, anlamını kavramadan bir deftere geçirdi. Işığı söndürerek pencereye döndü. Tırmandı ve öteki tarafa atladı: Cam, postallarının altında korkunç bir gürültüyle parçalandı. “Allah kahretsin!” diye homurdandı. Şaşkınlıktan, yıldırım çarpmış gibi yere çömelmiş, öylece duruyordu. Bu arada kulağına, beklediği gürültü patırtı, subayların silah sesine benzer haykırışları gelmiyordu, işittiği tek ses, korkudan sıklaşan kendi soluğuydu. Birkaç saniye daha bekledi. Sonra, feneri kullanmayı bile akıl edemeden, yere dağılmış cam kırıklarını iyi kötü toparladı ve ceketinin içine tıktı. Hiçbir önlem almadan koğuşa doğru yürümeye başladı. Bir an önce varıp kendini yatağına atmak, gözlerini kapamak istiyordu. Cam kırıklarını boş arsaya dökerken elleri çizildi. Koğuşun kapısına geldiğinde durdu, bitkin düşmüştü. Bir gölge önünü kesti.
“Tamam mı?” dedi Jaguar.
“Evet.”
“Tuvalete gidelim.”
Jaguar öne düştü, kapısını iki eliyle ittirerek tuvalete girdi. İçerinin sarımtırak ışığında Cava, Jaguar’ın yalınayak olduğunu fark etti. Uzun, pis tırnaklı, kocaman, beyaz ayakları kötü kötü kokuyordu. “Camlardan birini kırdım,” dedi alçak sesle. Jaguar’ın elleri yıldırım hızıyla üzerine inip yakasına yapıştı, ceketi kırış kırış olmuştu. Cava sendeledi, ama Jaguar’ın kıvrık kirpikleri ardından hırsla bakan gözlerinden ayırmadı gözlerini. “Serrano1 ,” diye mırıldandı Jaguar yavaşça. “Serrano’nun birisin! Bana bak, yakalanırsak…” Elleri hâlâ yakasındaydı. Cava ellerini Jaguar’ınkilerin üzerine koydu.
Zor kullanmadan çekmeye çalıştı ellerini. “Çek ellerini,” dedi Jaguar. Cava yüzünde tükürük yağmurunu hissetti. “Serrano!” Cava çekti ellerini. “Avluda kimse yoktu,” diye mırıldandı. “Beni görmediler.” Jaguar yakasını bırakmış, sağ yumruğunu kemiriyordu. “Kalleşlik etmem,” dedi Cava. “Yakalanırsak, olan bana olur, uzatma.” Jaguar, Cava’yı tepeden tırnağa şöyle bir süzdükten sonra gülmeye başladı. “Korkak serrano,” dedi, “korkudan donuna işemişsin. Pantolonuna bak.”
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Roman (Yabancı)
- Kitap AdıKent ve Köpekler
- Sayfa Sayısı448
- YazarMario Vargas Llosa
- ISBN9789750746062
- Boyutlar, Kapak, Karton kapak
- YayıneviCan Yayınları / 2022
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- 17. Roman ~ Dag Solstad
17. Roman
Dag Solstad
7. Roman Dag Solstad’nın ‘On Birinci Roman, On Sekizinci Kitap’ı, kahramanı Bjørn Hansen’in Büyük Ret adını verdiği planını uygulamaya koymasıyla ve çevresindeki herkese oynadığı...
- Deniz Kenarında ~ Abdulrazak Gurnah
Deniz Kenarında
Abdulrazak Gurnah
Deniz Kenarında göç deneyiminin yol açtığı kimlik karmaşası, aidiyet sorunu ve kültürel etkileşim üzerine sarsıcı bir roman. Ülkesinden sahte bir pasaportla kaçıp İngiltere’ye sığınma...
- Antigone ~ Henry Bauchau
Antigone
Henry Bauchau
Babası kör kral Oidipus’u yıllar süren sürgün yolculuğunun sonuna kadar izleyen Antigone, ağabeyleri arasındaki savaşı engellemek üzere Thebai’nin yolunu tutuyor. Kadere meydan okuyan bu...