“Bugün yetişkin çocuklar evden daha geç yaşlarda ayrılıyor veya ayrıldıktan sonra eve dönmelerine daha sık rastlanıyor. Ayrıca önceki kuşaklara göre daha ileri yaşlarda evleniyorlar. İşsizlik ve barınma maliyetlerinin artışı gibi pek çok güncel ekonomik etkenden söz etmek mümkün olsa da, bu durumun işaret ettiği başka bir gerçek daha var: İçsel olgunlaşma ve aileden ayrılma süreci yavaşlıyor.”
Kendine Ait Bir Yuva, gelişimin ileriki aşamalarında yaşanan ve kişinin benliğini tanımlayan ayrılma [separation] ile ilgili bir kitap. Okul, iş veya bir ilişki sebebiyle evden ayrılmak üzere atılan somut adımlar da dahil buna, aile üyeleriyle kurulan ilişkilerin ruhsal bakımdan değişip dönüşmesi de. Ebeveynlerden ve kardeşlerden ayrılma görevini hayatın daha erken dönemlerinde tamamlayamamış bireylerin ve çiftlerin yaşadıklarına odaklanan Kanadalı psikolog Sarah Fels Usher, ayrı bir hayata sahip olma hakkı için yetişkinlikte verilen mücadeleleri kendi danışanlarının deneyimleri ve Margaret Mahler’in kuramı üzerinden ele alıyor.
“Bu kitapta, çoğu zaman fevkalade zorlu hale gelen evden ayrılma uğraşının içerdiği meseleleri formüle edip psikanalitik açıdan anlamlandırmaya çalıştım. Hikâyelerini dinlediğim danışanlarımın bakış açısına göre ortada sanki tek taraflı bir ilişki vardı: ‘Ebeveyn(ler)im yakamdan düşmüyor.’ Oysa ben danışanlarımın serbest bırakılmama, ebeveynlerinin veya kardeşlerinin ilgisine, endişesine ve kılavuzluğuna tutunmaya devam etme arzularını da duyabiliyordum anlattıklarında –‘Kimse seni annen kadar sevemez’ sözünü hatırlatıyor bu durum.”
Kendine Ait Bir Yuva
Yetişkinlikte ayrılma-bireyleşme mücadeleleri
İçindekiler
Giriş 9
I Şimdilik Bildiklerimiz 19
II Ödipal Galip veya Mağdur: Bireyler 45
III Ödipal Galip veya Mağdur: Çiftler 73
IV “Başlangıç Noktamız Ev”: Kardeşlik bağlantısı 103
V Düzlüğe Çıkmak: Terapiye ara vermek ve
terapiyi sonlandırmak 131
Sonuç: Eve tekrar gidebilirsiniz 155
Teşekkür 163
Dizin 165
Giriş
Kendine Ait Bir Yuva, gelişimin ileriki aşamalarında yaşanan ve kişinin benliğini tanımlayan ayrılma [separation] ile ilgili bir kitap. Okul, iş veya bir ilişki sebebiyle evden ayrılmak üzere atılan somut adımlar da dahil buna, ebeveynler ve bakım verenlere dair değişip dönüşen içsel temsillerin sürekli yeniden düzenlenmesini de içeren karmaşık ruhsal ayrılmalar da. Ayrılmaya dair burada ele aldığımız meseleler son derece dinamik, bu yüzden de günümüz toplumlarında her an değişim halinde: Bugün yetişkin çocuklar evden daha geç yaşlarda ayrılıyor veya ayrıldıktan sonra eve dönmelerine daha sık rastlanıyor. Ayrıca önceki kuşaklara göre daha ileri yaşlarda evleniyorlar. İşsizlik ve barınma maliyetlerinin artışı gibi pek çok güncel ekonomik etkenden söz etmek mümkün olsa da, bu durumun işaret ettiği başka bir gerçek daha var: İçsel olgunlaşma ve aileden ayrılma süreci yavaşlıyor. Görüntülü arama ve mesajlaşma gibi iletişim teknolojileri alanındaki yenilikler de muhtemelen bu yavaşlamaya sebep olan faktörler arasında. Hatta belki de doğrudan bu yavaşlamanın etkisiyle ortaya çıkan bu teknolojiler, “irtibatı koparmama” ifadesine yepyeni bir anlam katıyor.
Ebeveynlerinden veya eski bakım verenlerinden ayrılma sürecindeki yetişkin “çocuk” deneyimi, çetrefil bir konu olarak yıllardır çalışmalarımın odağındaydı. Danışanlarımın bazılarının hayatında ayrılma sorunlarının ne denli büyük bir yer kapladığını gördükçe, tüm danışanlarıma bu gözle bakmak gibi bir riskle karşı karşıya olduğumun farkına vardım. Bu yüzden odağımı belli bir danışan grubuyla sınırlamaya çalıştım: Ayrılmaya dair yaşadığı – tabii başka birtakım müşküllerin de eşlik ettiği– sorunlar yüzünden hayatlarını istedikleri gibi yaşayamaz hale gelenler. Evden ayrılmaya, yani kök ailelerinden kopmaya çabalarken olağanüstü –hatta dâhiyane diyebileceğim– uzlaşma oluşumları [compromise formation] geliştiren çeşitli yaşlarda yetişkin danışanlarım oldu.
Panik atak, ağrılı somatik problemler, depresyon, öfke nöbetleri, yakın ilişkiler kurmada zorluk ve sık sık da benliklerini ele geçiren bir umutsuzluk hissi görülüyordu bu insanlarda. Bir danışanım bu umutsuzluk hissini şöyle ifade etmişti: “Benim hayatım bu. Asla özgürlüğüme kavuşamayacağım.” İlginçtir ki araya ciddi mesafelerin girmesi –hatta anne veya babanın vefat etmesi bile– içeride verilen ruhsal mücadeleyi kayda değer biçimde dönüştürmeyebiliyor, daha çok yeni şartlara göre ufak değişimler yaşanıyor. Batı kültüründe yetişmiş genç yetişkinler ve hatta orta yaşlılarla çalışmış olanlar, esasında ebeveynlerinden ayrı varlıklar olarak yaşayan bu danışanların, “eve” yapacakları –mesela– kısa bir bayram ziyaretinde bile benlik duygularını kaybetmekten nasıl da kaygılanıp korktuklarına şahit olmuştur.
Öte yandan, uzağa taşınma kararı ebeveynlerden geldiğinde, boğuluyormuş gibi hissetme şikâyetleri genelde anında kesilir. Nesne ilişkileri nesne ilişkileridir, fakat bilinçdışı da bilinçdışıdır. Bu kitapta, çoğu zaman fevkalade zorlu hale gelen evden ayrılma uğraşının içerdiği meseleleri formüle edip psikanalitik açıdan anlamlandırmaya çalıştım. Hikâyelerini dinlediğim danışanlarımın bakış açısına göre ortada sanki tek taraflı bir ilişki vardı: “Ebeveyn(ler)im yakamdan düşmüyor.” Oysa ben danışanlarımın serbest bırakılmama, ebeveynlerinin veya kardeşlerinin ilgisine, endişesine ve kılavuzluğuna tutunmaya devam etme arzularını da duyabiliyordum anlattıklarında; “Kimse seni annen kadar sevemez” sözünü hatırlatıyor bu durum. Margaret Mahler’in de belirttiği gibi, ayrılma öncesindeki iyi anneye duyduğumuz özlemi ömür boyu içimizde taşırız. Genç ve orta yaşlı yetişkin danışanlarımla yaptığım çalışmalarda, Mahler’in ortaya attığı, yumurtadan çıkma [hatching] ile başlayıp yeniden yakınlaşma [rapproachment] krizinin çözülmesine ve nesne sürekliliğinin kazanılmasına uzanan erken çocukluk gelişimi kuramından faydalandım.
Ne var ki bu kuram da belli bir yere kadar işe yarıyor. Şöyle diyor Shapiro (1993): “Mahlerci kuram bir bakıma kullanılamaz hale geldi veya elden geçirilmek üzere tersaneye çekildi” (s. 925). İşte ben de bu kitapta, Mahler’in erken çocukluk gelişimi evrelerine (yumurtadan çıkma, yeniden yakınlaşma krizinin çözülmesi ve nesne sürekliliğinin kazanılması) dair tanımlarını genç ve orta yaşlı danışanlarıma uygulayarak, kuramı tersaneden çıkarmaya giriştim. Bu danışanlarımın hepsi –alıştırma, yeniden yakınlaşma gibi– alt evrelerden birinde takılmış gibiydi.
Eğitim veya iş hayatında ciddi başarılara imza atmış kişilerdi bunlar. Hatta yetişkin hayatlarında sevgi dolu, olgun ilişkiler kurmayı başarmış olanlar da vardı. Ne var ki kök ailelerine bağlı kalma biçimlerinde, halihazırda sürdürdükleri hayata uymayan bir şeyler görülüyordu. Kimi danışanlarımın deneyimi, ebeveyn(ler)inin kendilerine bir şekilde muhtaç olduğu yönündeydi ki bazı durumlarda ciddi ölçüde pekiştirilmiş bir histi bu. Kardeşinin veya ebeveyninin zorbalığı yüzünden özsaygısını neredeyse tamamen yitirmiş ve/veya evden ayrılmaya dair ikircikli duygularının aşırı yoğunlaşmasıyla sanki birleşme ile öldürme arasında bir seçim yapıyormuş gibi hisseden danışanlarım da oldu. Bir türlü ilerleme kaydedilemiyordu. Bu durumdaki danışanlara, yeniden yakınlaşma krizi çözüldükten sonra daha zengin ve daha nitelikli coşkusal [emotional] kaynaklara kavuşacağını söyleyip teskin edesi geliyor insanın. Gelgelelim, hayatlarının pek çok alanında son derece yetkin olmalarına rağmen kimi danışanlar için gördükleri veya görmeleri sağlanan şeyleri kabullenerek son adımı atmak korkutucu olabiliyor. Korkunun altında yatan çatışmaları derinlemesine anlamak, kardeş veya partnerden destek ve yardım görmek, bu adımı atma yolunda bazen işe yarayabiliyor. Evden ayrılmanın sonucunda ebeveynlerinin sevgisini kaybedeceğinden korkan kimi danışanlar da “Me and Bobby McGee” adlı şarkıda da dendiği gibi “Özgürlük, kaybedecek hiçbir şeyinin kalmamasıdır” şiarıyla her şeyi göze alıp atıyorlar adımlarını. Aklıma daha iyi bir tabir gelmediğinden uzay mekiklerinden ilhamla şimdilik “başarısız fırlatma” evresi diyeceğim bu durum, bazen danışanın terapi sırasında veya yakın bir ilişkisinde ortaya çıkan ilginç bir sırrı olabiliyor. Kişinin hayatının ilk dönemlerindeki tatmin edici olmayan ilişkilerine dair anıları ve ailedeki yerine dair ruhsal temsili, tutunulan “geçiş nesnesi” oluyor.
Birinci bölümde Margaret Mahler’den başlayıp, benlik kuramları ve ilişkisel psikoloji de dahil olmak üzere bağlanma kuramlarına uzanacak şekilde ayrılma literatürüne göz atacağız. Bu literatürün de gösterdiği gibi, evden ayrılma problemlerine en açık kişilikler, mazoşist eğilimlere sahip danışanlardır: henüz bebekken veya çok küçük yaşta terk edilmiş ya da ebeveynini kaybetmiş (söz konusu deneyimleri bebekken yaşayanlar için çoğu zaman bulanık bir anıdır bu); ebeveyni tarafından bir şekilde istismar edilmiş; nefret duyan ve bunun sonucunda ortaya çıkan bilinçdışı suçluluğun yükünü taşıyan; ailelerinden dışlanmış gibi hissedip bir şekilde kabul görmeye can atan ve belki de en önemlisi, ebeveyn(ler)inin ilgiye muhtaçlığını sezip onların bakım ve “eğlencesinden” sorumlu olduğunu hissedenler. Yani, insanın yakasından düşmeyen ebeveynlerin çocukları olan danışanlar. İkinci bölümde, bu ikilemler arasına sıkışıp bireysel terapiye gelen kişileri ve bu başarısız fırlatmanın hayattaki olgunluk ve başarı düzeyleri üzerindeki etkisini irdeleyeceğiz.
Analistin yardımıyla ebeveynlerinin yaşamöyküsünü daha derinden kavrayan danışanların, böylece büyüme çağlarında kendilerini etkileyen dinamikleri daha iyi anlamalarıyla zenginleşip genişleyen bir çalışma bu. Ebeveynlerin bağlanma ihtiyacının yapısı daha iyi anlaşıldığında, evden ayrılmanın getirdiği suçluluk duygusu hafifleyebilir mesela. Bir danışanın dediği gibi, “Nükleer* patlama etkisi yaratması şart değil” yani. Danışanın analiste aktarımında, analistin sahip olduğunu düşündüğü otoriteye danışanın nasıl tepki verdiğini erken aşamalarda fark etmenin faydalı olduğunu düşünüyorum. Mesela bir danışanım, görüş alanında rahatlıkla bakabileceği bir saat olmasına rağmen seansın bitmesine ne kadar kaldığını sormuş, sonra da saate bakmanın “serbest” olmadığını zannettiğini söylemişti.
Bu vakada danışan, benim bir otorite olarak sağlam durmama ihtiyaç duyuyordu ve ayrılmayı kolaylaştırabilecek bir denklik ilişkisi kurmaya yönelik ciddi bir direnç gösteriyordu. Üçüncü bölümdeyse çift terapisine gelen danışanlardan örnekler yer alıyor. Partnerlerden birinin veya her ikisinin birden yaşadığı başarısız fırlatma meseleleri ilişkiyi alttan alta ve bazen de bariz biçimde etkileyebilir, hatta ilişkinin yıkılmasına bile yol açabilir. Daha önceki kuşaklarda insanlar genelde evden ayrılmak için evlenirdi. Bu türden gelenek ve kuralların gevşemesiyle birlikte insanlar evlenmeden de romantik ilişkilerini aynı amaç için kullanabilir hale geldi. Yine de patolojik seviyedeki ayrılma sorunları evlilik veya sevgililikle çözülemez. Bunu üçüncü bölümdeki örnekleri incelerken göreceğiz zaten. Kardeşlik üzerine yeni yeni genişlemeye başlayan külliyatı tartışacağımız dördüncü bölümde, kardeşler arası ilişkilerin ayrılma-bireyleşme süreci üzerindeki etkisine odaklanacağız. Bu nispeten yeni bir araştırma alanı olduğu için Mahler ve erken dönem gelişimciler tarafından ele alınmış bir konu değil. Kardeşlerle kurulan fazla yakın bağlar, büyüme çağında zorluklara sebep olabiliyor. Mesleki veya maddi bakımdan büyük kardeşini “aşmak”, kişide bilinçli veya bilinçdışı bir korku uyandırabilir ya da evden ayrılmaya hazırlanan büyük kardeş, küçük kardeşini toksik bir ortamda tek başına bırakıyormuş gibi hissedebilir. Eğer kişi kardeşini erotize veya idealize etmişse, kardeşinin yerine geçecek romantik bir partner arayışını orijinal nesneye ihanet gibi yaşayabilir. Mesela, yeni bir ilişkide yaşanan ketlenmiş cinselliğin sebebi bilinçdışı ensest düşlemler olabilir ve bu da kişinin evden gerçekten ayrılmasına yardımcı olabilecek bir bağı tamamen kuramamasına yol açar. Ayrıca ciddi coşkusal sorunları sebebiyle korkutucu ve/veya istismarcı olan bir kardeş, kişinin içine kapanık olmasına ya da insanlara güvenememesine sebep olarak aile dışındaki kişilerle bağ kurmasını engelleyebilir. Eğer bir kardeş –özellikle de büyük kardeş– sürekli sadist davranışlar sergilemiş veya defalarca zalim ve eleştirel davranmışsa, kurban konumundaki kardeş özsaygısını tamamen yitirip aile dışındaki hayatın zorluklarıyla başa çıkacak kapasiteden yoksun olduğuna inanabilir. Beşinci bölüm, terapiye verilen aralara ve terapinin sonlandırılmasına eğiliyor.
Sonlandırma, analitik tedavinin en önemli aşamalarından biridir; analiz edilen kişinin –ve analistin– ayrılma konusundaki başarılarının veya başarısızlıklarının (gerçekten) hayat bulduğu evredir bu. Analist danışanı bırakabilecek mi? Analiz edilen kişi analistinden ayrılabilecek mi? Kimi durumlarda danışanlar analistlerinin kendilerine duyduğu ihtiyacı derinden fark ediyorlar mı? Kopma/ayrılmaya dair ilk meseleler her iki taraf için de yeniden ortaya çıkıp, ruhsal bir halat çekme oyunu misali savunmacı bir mutlu sonla veya derin bir yas ve kayıp duygusunun dışavurumuyla sonuçlanabilir. Sonlandırma aşaması ve danışanın sonlandırmanın ardından sürecek ruhsal yaşantısı pek çok açıdan analizin başarısını ortaya koyan esas sınavdır. Bu kitap, danışanlarımın ayrılma yolculuklarına dair bana öğrettikleri şeylerin detaylı bir dökümü niteliğinde, dolayısıyla okuyacağınız hikâyeleri mümkün olduğunca onların bakış açısından aktarmaya çalıştım. Kitabı yazarken bebeklik ve erken çocukluk dönemi (Mahler), Ödipal dönem (Freud) ve Ödipal dönem sonrası arasında durmadan gidip gelmem biraz savrulduğum, hatta kavramları birbirine kattığım izlenimini verebilir. Ben ayrılma dediğimiz şeyin bir parça akışkanlıkla hayat boyu sürdüğünü düşünüyorum.
Ayrılma-bireyleşmeyi başarmak, yeniden yakınlaşma krizini çözmek ve ergenlikte daha da yoğunlaşan Ödipal hayal kırıklıklarını ve arzuları çözümlemek, yetişkinlikte önemli rol oynar. Bu kitap ebeveynlerin değil, sadece yetişkin “çocukların” hikâyelerine eğiliyor. Çocuklar büyüyüp yuvadan uçarken ebeveynlerin yaşadığı ayrılma acısına, analist-danışan ikilisi bağlamında değineceğim, fakat elbette bu mesele de daha çok araştırılmayı hak ediyor. Bu kitapta anlatılanların, danışanlarımızın büyümesini ve yetişkin hayatlarından zevk almasını teşvik eden veya engelleyen şeyleri yeniden düşünmemize yardımcı olmasını umuyorum. Freud’un normal bir insanın zevkle sevme ve çalışma (lieben und arbeiten) kapasitesine sahip olması gerektiği yönündeki meşhur görüşü de ayrılmış/bireyleşmiş bir yetişkin olarak yaşamayı ima eder. Psikanalitik yazıların çoğu gibi bu kitap da büyük ölçüde danışanların deneyimlerine ve anlattıklarına dayanıyor. Hikâyelerini okuyacağınız danışanların yaşları değiştirilmedi, fakat mahremiyetlerini korumak adına çalışmakta olan danışanların ne iş yaptığına dair detaylara girilmedi.
Ne var ki ele aldığım vakaların detaylarına girememek, psikanalitik metinler yazan pek çok insan gibi benim de biraz canımı sıkıyor, zira danışanların çalışma hayatında veya diğer yetişkin faaliyetlerinde gösterdiği başarı, ayrılma hususunda yaşadıkları sorunları daha da şaşırtıcı kılıyor ve elbette bu kitabın tezini de güçlendiriyor. Ne var ki kitaba dahil edilenlerden izin alınmış olsa da kimliklerini gizli tutmak şart. Kantrowitz (2004a, 2004b) danışanları hakkında yazan analistlerin içine düştüğü çatışmayı ele alan bir dizi makale yazdı.
“Bir yandan danışanlarının mahremiyetini korumaları gerekirken, bir yandan fikirlerini destekleyecek sağlam klinik veriler sunmak zorundalar” (2004a, s. 70). Yaptığı araştırmada Kantrowitz, görüştüğü analistler arasında danışanlarından izin almayıp sadece kimliklerini gizleme yöntemini kullanan analist sayısının, izin alanlardan iki kat fazla olduğunu gördü. Danışanlar hakkında yazmanın –ve elbette izin istemenin– analitik çerçeveyi parçalayacak bir aktarım-karşı aktarım canlandırması işlevi göreceği ve birtakım etkileri olacağı fikrine katılıyorum; hatta çalışmayı sonlandırmış danışanlar için bile geçerli bir durum bu. İzin vermenin, terapötik etkileşime bağlı olarak, analisti memnun veya rahatsız etme isteğinin tortularını her daim taşıyacağına şüphe yok. Benim deneyimimde danışanlar beni memnun etmek, araştırmama “yardımcı” olmak istediler. İşbirliği ile sömürü arasında hassas bir denge var. Bu kitapta yer verilen danışanların çoğundan izinden alındı, fakat psikanalitik fikirler geliştirme ve terapistlerin danışanlarını dinleyip çözümleme yollarına katkı sunma niyetim ne kadar iyi olursa olsun, danışanlarımı zor bir duruma soktuğum hissini içimden atmam kolay olmadı.
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Kişisel Gelişim
- Kitap AdıKendine Ait Bir Yuva
- Sayfa Sayısı168
- YazarSarah Fels Usher
- ISBN9786057102119
- Boyutlar, Kapak14x21 cm, Karton Kapak
- YayıneviMetropolis Kitap / 2022