Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Kendine Ait Bir Oda
Kendine Ait Bir Oda

Kendine Ait Bir Oda

Virginia Woolf

Kendine Ait Bir Oda, çağdaş yazının en etkili feminist metinlerinden ve kadın hareketinin klasikleşmiş manifestolarından biri. 1929’da yayımlanan Kendine Ait Bir Oda, Virginia Woolf’un…

Kendine Ait Bir Oda, çağdaş yazının en etkili feminist metinlerinden ve kadın hareketinin klasikleşmiş manifestolarından biri.

1929’da yayımlanan Kendine Ait Bir Oda, Virginia Woolf’un 1928’de verdiği “Kadınlar ve Kurmaca” başlıklı iki konferansın metinlerinden oluşur. Kadınların eğitimde, sosyal hayatta ve iş hayatında karşılaştıkları dezavantajları ve önyargıları anlatan Woolf, kendinden önceki devirlerde yaşamış Jane Austen, Aphra Behn, Dorothy Osborne gibi kadın yazarları saygıyla andıktan sonra bir kadının başarılı bir yazar olması için ihtiyaç duyduğu bağımsızlığı “kendine ait bir oda” metaforuyla açıklar. Androjenlik gibi devrin tabu sayılan konularına da giren Kendine Ait Bir Oda’da Virginia Woolf, cesur ve özgün bir feminist bakış ortaya koyar.

“Kendine Ait bir Oda, feminizmin erken bir manifestosu olduğu gibi yazarlık için gerekli imkânlara sahip kadınların yaratıcı dehasına yönelik bir saygı duruşudur.”
DAVID DAICHES

İÇİNDEKİLER
KİTABA DAİR GÖRSELLER……………………………………………………………………………………….7
KRONOLOJİ……………………………………………………………………………………………………………………….11
Kendine Ait Bir Oda
SONSÖZ
VIRGINIA WOOLF’UN FEMİNİZMİ /
MÎNA URGAN……………………………………………………………………………………………………………………145

Kendine Ait Bir Oda
1

Ama biz senden kadınlar ve kurmaca yazın konusunda konuşmanı istemiştik, bunun insanın kendine ait bir odası olmasıyla ne ilgisi var, diyebilirsiniz. Açıklamaya çalışacağım. Benden kadınlar ve kurmaca yazın konusunda konuşmamı istediğinizde, nehir kıyısına oturup bu sözcüklerin ne anlama gelebileceklerini düşünmeye başladım. Bunlar, yalnızca, Fanny Burney üzerine birkaç söz, Jane Austen üzerine söylenecek bir-iki şey daha, Brontë kardeşleri anıp karlarla kaplı Haworth papaz evini betimlemek, olabilirse Miss Mitford ile ilgili birkaç zekice deyiş, George Eliot’a saygıyla değinmek, Mrs. Gaskell’dan söz etmek anlamına gelebilirdi ve böyle de yapılabilirdi. Ama ikinci kez gözden geçirildiğinde, sözcükler o denli basit görünmüyordu. “Kadınlar ve Kurmaca Yazın” başlığı, kadınlar ve neye benzedikleri ya da kadınlar ve ortaya koydukları yazın ya da kadınlar ve onlar üzerine yazılanlar ya da her üçünün birden ayrılmaz biçimde iç içe oldukları ve sizin, konuyu bu bakış açısının ışığında ele almamı istediğiniz anlamına gelebilirdi ve muhtemelen siz de bu anlama gelmesini istemişsinizdir. Ama konuyu en ilginç görünen bu son biçimiyle gözden geçirmeye başladıktan kısa bir süre sonra bunun, önüne geçilemeyecek bir sakıncası olduğunu fark ettim. Bu yolla bir sonuca ulaşmam asla mümkün değildi. Bir konuşmacının başlıca görevi sayılan bir şeyi asla yerine getirmemiş olur; bir saatlik konuşmanın sonunda sizin ellerinize, defter sayfalarınıza sarmalayıp sonsuza dek evinizin başköşesinde saklayabileceğiniz katıksız bir gerçeklik cevherini bırakamazdım. Tek yapabileceğim, sizlere ikincil derecede önem taşıyan bir konuda görüşümü sunmak, yazı yazmak isteyen bir kadının parası ve kendine ait bir odası olması gerektiğini söylemek olabilirdi; bu ise, göreceğiniz gibi, kadınlar ve kurmaca yazının gerçek yapısı sorununu çözümsüz bırakmaktadır. Bu iki soruya yanıt bulma yükümlülüğünden kendimi sıyırıyorum; kadınlar ve kurmaca yazın çözümsüz sorular olarak kalıyor, en azından benim için. Ama para ve oda konusundaki görüşüme nasıl vardığımı size göstermek için elimden geleni yaparak bu açığımı kapatacağım. Sizlerin önünde, beni bu görüşe iten düşünce aşamalarını elimden geldiğince geniş ve etraflı biçimde geliştirmeye çalışacağım. Belki de bu iddianın ardında yatan önyargıları ve görüşleri açıkça ortaya serersem, bunlardan bazılarının kadınlar, bazılarının ise yazına değgin olduğunu fark edersiniz. Durum ne olursa olsun, ortada çok tartışmalı bir konu varsa –ki cinsiyet sorunlarının tümü böyledir– kimse gerçeklerin dile getirilmesini beklemez. Kişi ancak sahip olduğu bakış açısına nasıl vardığını gösterebilir. Dinleyicilerine yalnızca, konuşmacının düşünme ve davranma biçimlerini, önyargılarını ve kısıtlılıklarını gözlemleyerek kendilerine özgü sonuçlar çıkartma olasılığını verebilir. Bu noktada yazın, gerçeği, var olan durumlardan daha çok yansıtıyor gibi gözüküyor. Bu nedenle bir romancıya verilmiş tüm özgürlüklerden ve haklardan yararlanarak buraya gelmezden önceki iki günümün öyküsünü, omuzlarıma yüklediğiniz yükün ağırlığıyla nasıl iki büklüm olduğumu, bu konuyu sürekli aklımdan geçirip nasıl günlük yaşamımın bir parçası haline getirdiğimi anlatmayı öneriyorum. Anlatmak üzere olduğum şeyin var olmadığını; Oxbridge ve Fernham’ın birer uydurma; “ben”in, gerçek kimliği olmayan bir kimse için kullanılan uygun bir terim olduğunu söylemem gereksiz sanıyorum. Dudaklarımdan yalanlar dökülecek, ama bunların arasına karışmış bazı gerçekler de olabilir, bu gerçeği bulup çıkarmak ve saklamaya değer bölümü olup olmadığına karar vermek size düşüyor. Saklanmaya değer bir yanı yoksa, tümünü çöp sepetine atar, unutup gidersiniz.

Öyleyse işte ben (ister bana Mary Beton, Mary Seton ya da Mary Carmichael deyin, ister canınızın istediği başka bir adı verin – bunun hiçbir önemi yok) bir-iki hafta önce, güzel bir ekim gününde, derin düşüncelere dalmış, bir nehrin kıyısında oturuyordum. O sözünü ettiğim boyunduruk, kadınlar ve yazın, ayrıca çeşitli önyargılar ve saplantılar uyandıran bir konuda sonuca varma gerekliliği boynumu büküyordu. Sağımda ve solumda bir tür altın sarısı ve koyu kırmızı çalı, ateşin ısısıyla yanarmışçasına rengârenk ışıyordu. Kıyının biraz ilerisinde söğütler, saçlarını omuzlarına dökmüş, sürekli bir yas içinde ağlaşıyorlardı. Nehir, gökyüzünden, köprüden ve yanan ağaçtan o an için seçtiğini yansıtıyordu ve bir üniversiteli sandalını yansımaların içinden kürek çekerek geçirdikten sonra, sulardaki yansımalar sanki oradan hiç geçilmemiş gibi yeniden bütünleniyorlardı. İnsan orada, düşüncelere dalmış, saatlerce oturup kalabilirdi. Hak ettiğinden daha onurlu bir sözcükle adlandırdığım aklım, oltasını nehre sallandırmıştı. Dakikalar birbiri ardından gelip geçtikçe, o da yansımaların ve yeşilliklerin arasında, kendini sulara bırakmış, bir batıyor, bir çıkıyor, bir o yana, bir bu yana sallanıyordu, ta ki –o tür bir zorlanmayı siz de bilirsiniz– sonunda ucuna bir düşünce takılana dek: Ve sonra ip, sakınımlı biçimde yukarı çekilip yakalananlar özenle yere seriliyor. Yazık, çimenlerin üzerine yatırılınca düşüncem ne denli önemsiz, ne denli basit görünüyor, usta bir balıkçının semirip günün birinde pişirilip yenmeye değer olabilmesi için suya geri bıraktığı türden bir balık. Şu anda, sizleri o düşünceyle yormayacağım, ama özenle bakarsanız, söyleyeceklerimin akışı içinde onu siz kendiniz bulabilirsiniz.

Ama düşüncem ne denli basit olursa olsun, yine de kendi türünün gizemli niteliğine sahipti; akla geri konulduğu an birdenbire çok heyecan verici ve önemli kesildi ve hızla ileri atılıp bir yerlere saplandığında, her bir yönde parlayıp söndüğünde öyle bir düşünce çalkantısı ve karmaşası yarattı ki, sakin sakin oturmak olanaksız hale geldi. Ve birden kendimi çimenlerin üzerinde aşırı bir hızla yürüyor buldum. Ve daha o an, bir erkeğin görüntüsü yolumu kesti. Önce jaketatay giymiş bu garip görünümlü nesnenin el kol hareketlerinin bana yönelik olduğunu anlamadım. Yüzünde dehşet ve öfke ifadesi vardı. Akıldan çok içgüdü yardımıma koştu; o bir kilise görevlisi, bense bir kadındım. Burası çimenlik bir alandı, ileride de bir patika vardı. Çimenlerin üzerinde yürümeye, yalnızca üniversite öğrencilerine ve öğretim üyelerine izin vardı; benim yerim çakıllı patikaydı. Bunlar anlık düşüncelerdi. Ben yeniden patikaya geçtiğimde, görevlinin kolları iki yana sarktı, yüzü olağan durgunluğuna kavuştu; çimenlerin üzerinde çakıllı patikadakinden daha rahat yürünmesine karşın zarar büyük değildi. Hangi fakülteden olduklarını bilmediğim öğrencilere ve öğretmenlere yöneltebileceğim tek suçlama, üç yüz yıldır aralıksız serilip duran çimenliklerini savunmaları sırasında benim küçük balığımın bir köşeye gizlenmesine yol açmalarıydı.

Beni böylesine cüretkârca yasak bölgeye girmeye iten düşüncenin ne olduğu artık aklımdan çıkmıştı. Dinginliğin ruhu cennetten gelen bir bulut gibi yere indi, çünkü eğer dinginliğin ruhu herhangi bir yerde bulunuyorsa orası güzel bir ekim sabahında Oxbridge’in avlularıdır. Burada, bu eski bi…

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Yazarın Diğer Kitapları

  1. Bir Yazarın Güncesi ~ Virginia WoolfBir Yazarın Güncesi

    Bir Yazarın Güncesi

    Virginia Woolf

    Virginia Woolf öldüğünde, ardında kendi elyazısıyla doldurulmuş 26 defter bıraktı. Woolf 27 yıl boyunca bu defterlerde, neler yaptığını, kimleri gördüğünü, özellikle bu insanlar hakkında,...

  2. Aynadaki Hanımefendi ~ Virginia WoolfAynadaki Hanımefendi

    Aynadaki Hanımefendi

    Virginia Woolf

    İnsanlar açık çek defterlerini ya da işledikleri korkunç bir suçu itiraf ettikleri mektupları ortalıkta bırakmadıkları gibi odalarına da ayna asmamalılar. Bu derlemede yer alan...

  3. Dışa Yolculuk ~ Virginia WoolfDışa Yolculuk

    Dışa Yolculuk

    Virginia Woolf

    Virginia Woolf’un ilk romanı olan Dışa Yolculuk, yolculuk “tema”sını keskin bir zekâ ve güçlü bir sanatçı duyarlılığıyla işliyor. Babasının gemisiyle Güney Amerika yolculuğuna çıkan...

Bebhome Kahve

Aynı Kategoriden

  1. Kristal Denizaltı ~ Ahmet AltanKristal Denizaltı

    Kristal Denizaltı

    Ahmet Altan

    Bazen en büyük öfkeyi en çok sevdiklerimize duyarız. Bazen en yakınlarımız en çok acıtır canımızı. Bazen en tutkulu aşkla bağlı olduğumuzdan en vahşi intikamı...

  2. Kapalı Gişe Yalnızlık ~ Serkan ÖzelKapalı Gişe Yalnızlık

    Kapalı Gişe Yalnızlık

    Serkan Özel

    Canı yanardı… “Geçmiş olsun!” derdim. Yüreği burkulurdu… “Geçmiş olsun!” derdim. “Ama seni seviyorum…” derdi. “Geçmiş olmasın!” derdim. Niye biliyor musunuz? Çünkü aşktı benim tek...

  3. Budalalığın Keşfi ~ Hilmi YavuzBudalalığın Keşfi

    Budalalığın Keşfi

    Hilmi Yavuz

    Edebiyatın şiir, makale, anlatı gibi pek çok türünde eser veren Hilmi Yavuz bu kez denemeleriyle okur karşısında. Etik değerlerinin yanında estetik kaygıyı da unutmayan...

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur