Yalnız uyuduğumda, yatak olduğundan daha büyük ve daha soğuk göründüğünde kendime hikâyeler anlatıyorum, ama Niágara orada olduğunda ve benden önce uyuduğunda da onları kendime anlatıyorum, küçük bir salyangoz gibi kıvrılıyor ve sanki o da kendine bir hikâye anlatıyormuşçasına keyifli mırıltılar arasında uykuya dalıyor. Julio Cortázar öykülerinin üçüncü ve son cildi Kendime Anlattığım Hikâyeler, yazarın hayattayken yayımladığı son üç öykü derlemesini içeriyor: Lucas Diye Biri (1979), Glenda’yı O Kadar Seviyoruz ki (1980), Uygunsuz Zamanlar (1982). Cortázar’ın aşka, cinselliğe, sanata ve modern zamanlara dair çözümlemeleri, gerçeküstüne ve rüyalara yaklaşımı, oyuncu deneyselliği bu öykülerde kesişiyor. Ötekinin Rüyası, Ayak İzlerinde Adımlar ve Kendime Anlattığım Hikâyeler, Arjantin edebiyatının temel taşlarından Cortázar’ın Türkçedeki en kapsamlı öykü külliyatını meydana getiriyor.
İçindekiler
LUCAS DIYE BIRI
I
Lucas, Hidrayla Savaşları………………………………………. 19
Lucas, Alışverişleri……………………………………………….22
Lucas, Vatanseverliği…………………………………………….26
Lucas, Şovenizmi …………………………………………………27
Lucas, Bahçeseverliği…………………………………………….29
Lucas, İletişimleri………………………………………………… 31
Lucas, İnterpolasyonları………………………………………..33
Lucas, Konsersizliği………………………………………………35
Lucas, Gerçeklik Eleştirileri …………………………………. 37
Lucas, İspanyolca Dersleri……………………………………..39
Lucas, Ekolojik Meditasyonları ……………………………… 42
Lucas, İç Konuşmaları…………………………………………..44
Lucas, Konferansçılıktaki Yeni Maharetleri…………….. 47
Lucas, Hastaneleri (I) …………………………………………..52
II
Açıklamaların Gittiği Yer ……………………………………..59
Sessiz Yolcu…………………………………………………………60
İnanın, Aynısı Bizim de Başımıza Gelebilirdi…………..65
İçindekiler
Aile Bağları …………………………………………………………67
Öteki Tarafa Nasıl Geçilir? ……………………………………69
Küçük Bir Cennet ………………………………………………..71
“Erkek” Sanatçıların Yaşamları ……………………………… 74
Dokusal Eğilimler ………………………………………………..80
Poligraf Kime Denir?…………………………………………….83
Demiryolları Üstüne Gözlemler…………………………….86
Gofio Havuzunda Yüzerken …………………………………..88
Aileler ……………………………………………………………….. 91
Now Shut Up, You Distasteful Adbekunkus……………….92
Aşk 77………………………………………………………………..94
Kamu Hizmetlerinde Yenilikler……………………………..95
Şaka Maka, Önden Gidenler Altı Oldu ………………… 102
Ayrılış Diyaloğu…………………………………………………104
Günbatımı Avcısı……………………………………………….106
Tutsak Olma Biçimleri ………………………………………..109
Bakışın Yönü…………………………………………………….. 113
III
Lucas, Gezgin Şarkıları ………………………………………. 121
Lucas, Utangaçlıkları …………………………………………. 124
Lucas, Tüketim Toplumuyla İlgili İncelemeleri ……… 127
Lucas, Arkadaşları………………………………………………128
Lucas, 1940’lardaki Ayakkabı Boyatmaları…………….134
Lucas, Doğum Günü Hediyeler……………………………136
Lucas, Çalışma Yöntemleri ………………………………….139
Lucas, Partizan Tartışmaları ……………………………….. 140
Lucas, Travma Terapileri…………………………………….. 145
Lucas, Soneleri ………………………………………………….. 148
Lucas, Rüyaları………………………………………………….. 155
Lucas, Hastaneleri (II)……………………………………….. 156
Lucas, Piyanistleri ………………………………………………163
Lucas, Uzun Yürüyüşleri……………………………………..165
GLENDA’YI O KADAR SEVIYORUZ KI
I
Kedilerin Yönelimi…………………………………………….. 171
Glenda’yı O Kadar Seviyoruz ki…………………………… 177
Tarantulalı Hikâye ……………………………………………..186
II
Bir Not Defterindeki Metin ………………………………… 201
Gazete Kesikleri…………………………………………………220
Geri Dönüş Tangosu …………………………………………..236
III
Klon …………………………………………………………………257
Bir Kral ve Bir Prensin İntikamı Teması
Üzerine Not ……………………………………………………… 274
Graffiti……………………………………………………………..279
Kendime Anlattığım Hikâyeler…………………………….285
Möbius Şeridi…………………………………………………….298
UYGUNSUZ ZAMANLAR
Denizdeki Şişe……………………………………………………….. 319
Etap Sonu ……………………………………………………………… 327
İkinci Yolculuk ……………………………………………………….339
Satarsa …………………………………………………………………..355
Gece Okulu……………………………………………………………373
Uygunsuz Zamanlar ………………………………………………..399
Kâbuslar………………………………………………………………… 417
Bir Öykü İçin Günlük ……………………………………………..429
Lucas Diye Biri
LUCAS, HIDRAYLA SAVAŞLARI
Şimdi yaşı günbegün ilerlerken onu öldürmenin öyle kolay bir şey olmadığını fark ediyor. Bir hidra olmak kolay ama onu öldürmek kolay değil, çünkü onu öldürmek için kafalarını (görüşüne başvurulabilecek yazarlara ya da hayvan ansiklopedilerine göre bunların sayısı yedi ile dokuz arasında değişiyor) kesmek gerekse de, içlerinden en az bir tanesinin sağlam kalması lazım, zira hidra Lucas’ın ta kendisi ve onun istediği hidralıktan kurtulup sadece Lucas olarak kalmak, çok başlılıktan tek başlılığa geçiş yapmak. Senin de bu hale düştüğünü görmek isterdim, diyor Lucas hidrayla asla bu tür sorunlar yaşamamış ve kılıcıyla daldıktan sonra onu yedi ya da dokuz fıskiyesinden kanlar fışkıran göz alıcı bir havuza dönüştürmüş olmasından ötürü kıskandığı Herakles’e. Hidrayı öldürmek başka, bir zamanlar sadece Lucas olan ve tekrar o haline dönmeyi arzulayan hidra olmak başka. Mesela bir kılıç darbesini plak koleksiyonu yapan kafaya, bir diğeriniyse pipoyu şaşmaz bir şekilde yazı masasının sol tarafına bırakırken, içinde keçeli kalemlerin bulunduğu bardağı daima sağ tarafa ve biraz geriye koyan kafaya indiriyorsun. Şimdi sıra sonuçları değerlendirmeye geliyor.
Hımmm, ortada elde edilmiş bir başarı var, çünkü eksilen iki kafa, bu trajik durum karşısında endişeli bir şekilde düşüncelere dalan geri kalanlarda belli bir krize sebep oluyor. Bir başka deyişle, en azından bir süre için Venosa prensi Gesualdo’nun madrigal serisini acilen tamamlama ihtiyacını saplantı haline getirmeyi bırakıyor. (Lucas’ta seriden iki plak eksik, bunlar piyasada tükenmiş ve yeniden çıkacakmış gibi de görünmüyorlar ki bu diğer plakların varlığını da biraz anlamsız kılıyor. Böyle düşünen, arzulayan ve onu yiyip bitiren kafa ölsün net bir kılıç darbesiyle.) Ayrıca pipoyu almaya gidince onun yerinde olmadığını fark etmek de tedirginlik yaratacak denli yeni bir durum. Bu düzensizlik arzusunun keyfini çıkaralım ve bir kılıç darbesi de eve kapanma, lambanın yanındaki okuma koltuğu, az soda ve iki buzlu altı buçuk viskisi ve öncelik sırasına göre yığılmış dergiler bağımlısı kafaya indirelim. Lakin hidrayı öldürüp Lucas’a geri dönmek çok zor, bunu artık kanlı çarpışmanın ortasına geldiğinde hissediyor.
Başlangıç olarak yazı masasının sağdan ikinci çekmecesinden çıkardığı boş bir sayfaya onu betimliyor, oysaki gözünün önünde her taraf kâğıt dolu, ama hayır efendim, törensel olan bu, inşaatın tepesine yerleştirilmiş bir vinci andıran ve ışığın açısı falan hassasiyetle dengelenmiş dört pozisyonlu, uzayabilir, yüz vatlık İtalyan lambadan ise hiç bahsetmeyelim. Şimşek gibi bir kılıç darbesi de şu oturan Mısırlı kâtip kafaya. Bir tane daha gitti, of be. Lucas kendine yaklaşıyor, olay şimdi güzelleşmeye başlıyor. Daha kaç tane kafa kesmesi gerektiğini asla bilemeyecek çünkü telefon çalıyor ve bu Claudine, bir Woody Allen filminin gösterildiği sinemaya ko-şa-rak gitmekten bahsediyor. Göründüğü kadarıyla Lucas kafaları, yapması gerektiği gibi, ontolojik sırayla kesmemiş olacak ki ilk tepkisi, hayır, kesinlikle olmaz, Claudine hattın diğer tarafında bir yengeç gibi fokurduyor, Woody Allen Woody Allen, diye tutturuyor, Lucas da ona, bak tatlım, benim iyiliğimi istiyorsan hiç üsteleme, diyor, sırf senin Woody Allen’ın geldi diye, her tarafından plazma ve Rh faktörü fışkıran bu kan revan içindeki kapışmayı bırakıp aşağıya inebileceğimi nasıl düşünürsün, hayatta başka değerlerin de olduğunu anla. Hattın diğer ucunda Annapurna Tepesi telefona çarpılan ahize efektiyle yerle bir edilince, Lucas işe zamanı düzenleyen, bağdaştıran ve hiyerarşik sıraya koyan kafayla başlasaymış daha uygun davranmış olacağını anlıyor, böylece belki de her şey birden gevşeyecek ve o zaman pipo Claudine keçeli kalemler Gesualdo ve tabii ki Woody Allen farklı sekanslarda yerlerini alacaklardı.
Artık çok geç, artık Claudine yok, artık kapışmayı anlatmaya devam etmek için sözcükler bile yok zira ortada kapışma yok, geride her zaman daha otoriter bir başkası kalacaksa kafa kesmek neye yarar ki? En iyisi şu mektuplara gecikmiş cevapları yazmalı, on dakika sonra buzlu ve sodalı viski, kafaların yeniden çıktığı çok açık, onları kesmek hiçbir işe yaramadı. Lucas ağızlarından bütün dişlerini gözler önüne seren sırıtışların yayıldığı hidrayı banyo aynasında görüyor. Tam yedi kafa var, her on yıl için bir tane; en kötüsü de, eğer hidralar konusunda uzman kişilerin dedikleri doğruysa iki tane daha çıkabilir kuşkusuyla yaşayacak, tabii ki ömrü vefa ederse.
LUCAS, ALIŞVERIŞLERI
Tota’nın inip bir kutu kibrit almasını istediği Lucas, şehirde bunaltıcı sıcakların hüküm sürmesinden ötürü evden üzerinde pijamalarıyla çıkıyor ve kibriti almadan önce sodalı bir aperitif devirmeye karar vererek şişko Muzzio’nun kafesine dalıyor. Bu asil hazmettirici içkinin yarısına geldiği sırada arkadaşı Juárez de onun gibi üzerinde pijamalarıyla kafeye giriyor ve onu görünce kız kardeşinin çok şiddetli bir kulak ağrısı çektiğini, ama ortada reçete olmadığı için eczacının ona sakinleştirici damlayı satmak istemediğini, çünkü damlanın daha önce mahalledeki dört hippiyi elektrik çarpmışa döndüren bir tür halüsinojen içerdiğini anlatmaya başlıyor. Ama eczacı seni iyi tanıyor, damlayı sana verir, hadi hemen benimle gel, zavallı Rosita acıdan öyle bir kıvranıyor ki onu öyle görmeye dayanamıyorum. Lucas hesabı ödüyor, kibrit almayı unutuyor ve Juárez’le birlikte gittiği eczanedeki ihtiyar Olivetti onlara bunun mümkün olmadığını, bir şey yapamayacağını, başka bir kapıya gitmelerini söylüyor, işte tam o sırada karısı arka odadan elinde bir Kodak fotoğraf makinesiyle çıkıyor, Senyor Lucas, sizin buna film takmayı bildiğinize eminim, içeride bizim kızın doğum gününü kutlarken makinenin filmi aniden bitti. Ama benim Tota’ya kibrit götürmem gerek, diyen Lucas, Juárez ayağına bastıktan ve ihtiyar Olivetti tarafından o tiksinç damlayla ödüllendirileceğini anladıktan sonra Kodak’a film takma işine gönüllü oluyor, Juárez ona şükranlarını sunduktan sonra oradan söylenerek çıkarken hanımefendi çok mutlu bir şekilde Lucas’ı kolundan tutup doğum gününe götürüyor, Doña Luisa’nın yaptığı tereyağlı turtanın tadına bakmadan gidemezsiniz, Lucas turtadan beşinci dilimi yerken nice mutlu yıllar dilediği kızın ona cevabı bir mide gurultusu biçiminde oluyor.
Hep birlikte “hepi börtdey tu yu” şarkısını söylüyorlar ve portakal suyu dolu kadehler bir kez daha havaya kalkıyor, ama oradakilerin bu konuda tecrübesi olmadığından fotoğrafları çekme işini de üstlenen Senyor Lucas için hanımefendinin buz gibi bir birası var ve Lucas, dikkat, çekiyorum, bu flaşlı ve şimdi bir tane de avluda, çünkü kız saka kuşu da çıksın istiyor. “Pekâlâ,” diyor Lucas, “benim artık gitmem gerek, çünkü dediğim gibi, Tota…” Cümle asla tamamlanamayacak çünkü eczaneden bağırışlar, çağırışlar, talimatlar yükseldiği işitiliyor, Lucas ne olup bittiğine bakmaya koşarken, bu vesileyle kaçıp giderim diye düşünüyor ve orada Salinsky ailesinin erkek fertleriyle karşılaşıyor, ortalarında sandalyeden düşmüş olan ihtiyar Salinsky var, hemen yanda oturdukları için getirmişler ve kuyruksokumu kemiğinde bir kırık ya da daha vahim bir şey yoksa doktoru hiç rahatsız etmeyecekler. Lucas’la çok samimi olan ufaklık Salinsky onu pijamasından yakalıyor ve ihtiyarın çok sert olduğunu ama avlunun betonunun ondan da sert olduğunu söylüyor, bu yüzden ölümcül bir kırık ihtimalini dışlamamak gerekiyor zira ihtiyarın suratı yemyeşil oldu ve her zamanki alışkanlığı olan kıçını ovuşturmayı bile başaramıyor.
Bu çelişkili ayrıntı ihtiyar Olivetti’nin de gözünden kaçmadığı için karısını hemen telefon etmeye gönderiyor ve daha dört dakika olmadan bir ambulansla iki sedyeci kapının önünde beliriyor, Lucas kim bilir hangi sebeple çocuklarını tamamen yok sayarak onun boynuna sarılan ihtiyarın ambulansa binmesine yardım ediyor ve sonra tam aşağı ineceği sırada sedyeciler kapıyı suratına kapatıyorlar çünkü pazar günkü Boca-River maçını tartıştıkları için hasta yakınlarının bunu bölmesi söz konusu dahi olamaz. Netice itibarıyla Lucas süpersonik kalkışla birlikte kendini yerde buluyor ve ihtiyar Salisnky yattığı yerden, oh olsun, evlat, benim ne çektiğimi şimdi anlamışsındır, diyor. Kentsel yumağın diğer tarafında bulunan hastanede Lucas’ın olayı anlatması gerekiyor, ama bu iş hastanede olunca bayağı bir zaman alıyor ve siz akrabası olmalısınız, hayır, aslında değilim, o halde burada ne işiniz var, izin verin size neler olduğunu açıklayacağım, pekâlâ ama önce bana kimlik belgenizi gösterin, gördüğünüz gibi evden pijamalarımla çıktım doktor, pijamanızın iki cebi var, evet öyle ama mevzu şu ki Tota, bana bu ihtiyarın adının Tota olduğunu söylemeyeceksiniz herhalde, demek istediğim Tota’ya bir kutu kibrit almam gerekiyordu ve tam o sırada Juárez geldi ve… Of pekâlâ, diye içini çekiyor doktor, ihtiyarın külotunu indir, Morgada, siz gidebilirsiniz.
Ailesi gelip bana bir taksi parası verene kadar burada kalacağım, diyor Lucas, bu halimle otobüse binemem. Ne fark eder ki, diyor doktor, günümüzde çok fantezi kıyafetler giyiliyor, moda o kadar hızlı değişiyor ki, onun yatar pozisyonda bir röntgenini çekin, Morgada. Salinsky’ler bir taksiden boşalınca Lucas onlara haberleri veriyor ve ufaklık ona taksi parasını tam olarak uzatıyor ama dayanışmacılık ve yoldaşlığından ötürü ona şükranlarını sunması beş dakika sürüyor.
Bu arada bütün taksiler ortadan kayboluyor, ama Lucas daha fazla kalmaya dayanamayacağı için oradan sokak aşağı uzuyor ama mahallenin dışında pijamayla dolaşmak biraz garip kaçıyor, bunun çıplak gezmekten bir farkı olmadığını asla düşünmemişti, daha fenası külüstür bir otobüs bile geçmiyor, derken en sonunda bir 128 geliyor ve Lucas’ın aralarında ayakta dikildiği iki kız ona şaşkın bakışlarla bakıyorlar, ardından yaşlı bir kadın oturduğu koltuktan gözlerini pijamanın çizgilerinde yukarı doğru kaydırırken sanki kabarıklıkları çok az gizleyen bu kıyafetin edep derecesini ölçmek istermiş gibi bir hali var, Santa Fe ve Cánning caddelerinin kesiştiği nokta bir türlü gelmek bilmiyor, bu gayet normal çünkü Lucas’ın bindiği otobüs Saavedra’ya gidiyor, bunun üzerine inip iki ağaççık ve bir kırık taraktan başka bir şeyin bulunmadığı bir tür çayırda beklemeye başlıyor, Tota şu anda çamaşır makinesinin içindeki bir panter gibidir herhalde, dile kolay tam bir buçuk saat oldu, şu lanet olası otobüs ne zaman gelecek? Belki de artık hiç gelmeyecek, diyor kendi kendine Lucas sanki uğursuz bir fikir kafasına dank etmiş gibi, belki de bu Mutasım’ın uzaklaşması gibi bir şeydir, diye düşünüyor kültürlü Lucas. Ağzında diş kalmamış yaşlı bir kadının usulca yanına sokulup ona, acaba kibritiniz var mıydı? diye sorduğunu neredeyse fark etmiyor.
LUCAS, VATANSEVERLIĞİ
Pasaportumdaki sayfalar arasında en sevdiklerim üzerlerinde yenilemeler ve yuvarlak / üçgen / yeşil / kare / siyah / oval / kırmızı vize pulları bulunanlar; Buenos Aires’ten imgelerim arasındaysa Riachuelo üzerindeki feribot, İrlanda Meydanı, Agronomía’nın bahçeleri, belki de çoktan kapanmış birkaç kafe, aşağı yukarı Maipú ile Córdoba caddelerinin kesiştiği noktadaki dairede bir yatak, yazın gece yarısında limanın kokusu ve sessizliği, Lavalle Meydanı’nın ağaçları. Ülkemden bende Mendoza’nın kanallarından bir koku, Uspallata’nın kavakları, La Rioja’da Velasco Tepesi’ nin koyu mor rengi, 1942 yılı yapımı bir trenle Salta’dan Misiones’e giderken Pampa de los Guanacos’ta görülen Chaco’lu yıldızlar, Saladillo’da bindiğim bir at, Florida Sokağı’ndaki Boston’da içtiğim Gordon ciniyle hazırlanmış Cinzano kokteylinin tadı, Colón Tiyatrosu’nun bende hafif alerji yapan koltuk bölümünün kokusu, Carlos Beulchi ve Mario Díaz’lı boks maçlarında Luna Park’ın lüks koltukları, sabaha karşı gittiğimiz bazı sütlü tatlıcıları, Once Meydanı’nın çirkinliği, masumiyetimizi koruduğumuz yaşlarda Sur dergisi okumaları, Roberto Arlt ve Castelnuovo’nun çıkardıkları Claridad dergisinin elli kuruşa satılan nüshaları ve tabii ki, kimi avlular ve şimdi burada adını vermediğim gölgelerin yanı sıra bazı ölüler.
LUCAS, ŞOVENIZMI
Önemli tarihsel olayların yıldönümlerini kutlamaya ya da Fangio, Monzón gibi milli sporculara hayranlık duymaya çok taraftar olduğu zannedilmesin. Çocukluğunda elbette ki Firpo’nun San Martín’den, Justo Suárez’ inse Sarmiento’dan çok daha iyisini yapabildiğini düşünüyordu, ama daha sonra yaşam yavaş yavaş askerî ve sportif tarihin forsunu söndürdü, bunun peşinden bir tabuları yıkma ve özeleştiri dönemi geldi, eski milliyetçi sembollerden sadece orada burada kırıntılar kaldı ve güneş tanrı Febo kendini nadiren gösteriyor. Başkalarını ya da kendini ne zaman ölene kadar başımız dik, ölene kadar Arjantinli diye mırıldanırken yakalasa gülmeden edemiyor, çünkü onun Arjantinliliği –neyse ki– başka bir şey, ama bu şeyin içinde de bazen geçmişten gelen minik şan ve şeref (Milli Marş’ta dediği gibi, ebedî olsunlar) parçacıkları su yüzüne çıkabiliyor ve işte o zaman Lucas, King’s Road’un ya da Havana’da kordonun tam ortasında arkadaşlarının seslerinin arasında kendi sesini, hayatında Kreol usulü ızgara kaburga yememiş olanın etin ne olduğunu bilmediği, süt tatlısının yerini hiçbir tatlının tutmayacağı ya da hiçbir kokteylin La Fragata’da (hâlâ öyle mi, okur?) ya da Saint James’te (hâlâ öyle mi, Susana?) hazırladıkları Demaría ile kıyas kabul etmeyeceği türünden bir şeyler söylerken duyuyor. Arkadaşları doğal olarak Venezuelalı ya da Guatemalalı tarzı öfkeyle tepki veriyorlar ve onu izleyen dakikalarda gastronomi, botanik, tarım ve hayvancılık ya da bisiklet sporu hakkında sana daha sonra aktaracağım süper şoven bir tartışma başlıyor. Böyle durumlarda Lucas küçük bir köpek gibi davranıyor ve kapışmaları için meydanı büyüklere bırakıyor, bu arada o kendi kendini zihinsel olarak cezalandırıyor ama çok fazla değil, netice itibarıyla bana söyler misiniz, en iyi timsah derisi çantalar ve yılan derisi ayakkabılar nerede yapılıyor?
LUCAS, BAHÇESEVERLIĞI
Resmin ortasında sardunyalar var, ama aynı zamanda da morsalkımlar, yaz, akşam beş buçukta mate saati, dikiş makinesi, terlikler, hastalıklar ve ailevi tatsızlıklar üzerine ağır ilerleyen sohbetler ve birden iki sandalyenin arasında imzasını bırakan bir tavuk ya da onunla çokbilmiş bir şekilde dalga geçen güvercinin peşindeki kedi. Bütün bunlar ipe serili ıslak çamaşır, mavimtırak kola ve çamaşır suyu kokuyor; emeklilik, tasnif edilmiş fatura ya da kızarmış börek kokuyor ve neredeyse her seferinde komşunun radyosundan tangolar ve Geniol marka aspirin ya da hepsinden daha iyi olan Cocinero marka ayçiçekyağının reklamları duyuluyor, çocuklar dipteki boş arsada bezden bir topu tekmeliyorlar ve Beto ayağının ucuyla dokunarak golü atıyor. Her şey o kadar bildik, o kadar önceden söylenmiş ki, Lucas sırf utancından başka çıkışlar arıyor ve anının tam ortasında, Pepa Teyze’nin apandisit ameliyatını tüm trajik ayrıntılarının yanı sıra anesteziden kaynaklanan korkunç bulantıların canlı tasvirini ya da Alejandro Dayı’nın mateleri birbiri ardına içtikçe gömüldüğü ve kolektif iç çekişler ve her şey daha da kötüye gidiyor, Josefina, lanet olası ülkeye güçlü bir hükümet lazım, faslıyla zirveye ulaşan Bulnes Sokağı’nın ipotek hikâyesini bir kez daha dinlememek için o saatte nasıl Homeros ve Dickson Carr okumak için gariban odacığına kapandığını hatırlamaya karar veriyor. Neyse ki Flora orada ve bana Clark Gable’ın La Prensa’da çıkan fotoğrafını gösterip kulağıma Rüzgâr Gibi Geçti’nin en önemli anlarını fısıldıyor. Bazen büyükanne Francesca Bertini’yi, Alejandro Dayı’ysa güzelliği dillere destan Barbara La Marr’ı hatırlıyordu, ah senin şu vamp kadın düşkünlüğün, siz erkekler hep aynısınız, Lucas yapacak bir şey olmadığını, tekrar bahçeye döndüğünü, etrafı küçük güvercinler ve incecik siyah bir çizgiyle çevrili elle yapılmış kartpostalın zaman aynasının kenarında sonsuza dek iliştirilmiş halde kalmaya devam edeceğini anlıyor.
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Edebiyat Öykü
- Kitap AdıKendime Anlattığım Hikâyeler
- Sayfa Sayısı464
- YazarJulio Cortázar
- ISBN9789750741326
- Boyutlar, Kapak 13,5x21 cm, Karton Kapak
- YayıneviCan Yayınları / 2023
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Dedemin Cenneti ~ Habib Bektaş
Dedemin Cenneti
Habib Bektaş
İnsanlık Hâlleri Gölge Kokusu adlı romanı, Eylül Fırtınası adıyla Atıf Yılmaz tarafından beyaz perdeye uyarlanan; şiir, öykü, roman ve tiyatro oyunu gibi farklı türlerde edebiyata kazandırdığı eserlerle...
- Sessiz Öyküler ~ Ayşe Kulin
Sessiz Öyküler
Ayşe Kulin
ÖNSÖZ Ben yazarlık serüvenime öykü yazarak başladım. Öykü yazarlığını çok sevdim. İlk ödüllerim olan 1995/Haldun Taner Öykü Birinciliği ve 1996/Sait Faik Hikâye Armağanı’nı da...
- Aşk-ı Zemheri (Baharı Bekleyen Bir Aşk Hikayesi ) ~ Mürvet Sarıyıldız
Aşk-ı Zemheri (Baharı Bekleyen Bir Aşk Hikayesi )
Mürvet Sarıyıldız
…Baharı Bekleyen Aşk Hikayesi… İsmiyle müsemma olmayan genç bir kadın, Gülbahar. Yüzyıllar öncesinde, dününde, bugününde ve geleceğinde yer alacak olan 4 farklı İbrahim. İnsanın...