Lise yılları sona eriyor…
Gelecekle ilgili doğru kararlar almak gerek.
Hangi meslek? Hangi üniversite?
Kendi ayaklarının üstünde durabilmek için sorular sormak, düşünmek gerek. Serra ile arkadaşları bu zor dönemi yine kâh gülerek kâh hüzünlenerek ama hep birbirlerine omuz vererek sürdürüyorlar. Ya ilkgençlik aşkları? Onlar ne olacak?
*
Çocuğunuz evinize girer ve yıllarca o kadar gürültü eder ki zor dayanırsınız. Yuvadan ayrıldığındaysa, ardında öylesine bir sessizlik bırakır ki, bu kez de deli olmak işten değildir.
Nilgün’le Brad ve Defne’ye
*
24 Haziran, Çarşamba
Sonunda iple çektiğim yaz tatiline ve İzmir’e kavuştum.
Aama ba aile faciasının da tam göbeğine düştüm! Yine lafa sonundan başladım galiba.
Efendicağızıma söyleyeyim, okullar tatil oldu ve biz cümbür cemaat; yani anneannem, dedem, annem ve ben İzmir’e, Defne Teyzem güzel.)
Malum aile muhabbetlerinden sonra bizim “süslü,” yani sevgili kuzinim Sırma anlamlı bakışlar atarak sessiz bir el işaretiyle beni odasına çağırdı.
“Ne var, Sırma? Ne bu gizlilik?”
“Gel, gel,” diye fısıldayarak kolumdan tutup beni içeri çekti ve oda kapısını sıkıca kapadı. Sonra da, “Otur karşıma,” diye buyurdu, kåküllerini eliyle geriye atarak.
Yatağının üstünde karşılıklı oturduk. Neler söyleyecek diye merakla bekliyordum. Yastıkları oraya buraya iterek, kuluçkaya yatan tavuklar gibi yerine iyice yerleşti. Eyvah, bu uzun süreceğe benzer, diye geçirdim içimden ama bir şey demedim tabii.
“Sana bomba gibi bir haberim var.”
“Patlat öyleyse…”
“Hem de kiminle ilgili biliyor musun?”
Sırma her zaman olduğu gibi işin tadını çıkarıyordu. “Kiminle?”
“Ama bak söz vereceksin, kimseye söylemek yok.” “İlk işim buradan çıkıp kapı kapı dolaşarak senin anlattıklarını yaymak olacak. Yani sen de…”
“Tamam, tamam ama yine de söz ver, kimseye, hele de ailedekilere tek söz etmek yok.”
“Uff Sırma, seni duyan da beni ağzı gevşek biri sanacak.”
“Söz ver.”
“Pekâlâ, söz.”
“Konu, Zeynep’le ilgili.”
Bu kez gerçekten meraklanmıştım. Ne olabilirdi Zeynep’le ilgili bu büyük sır? “Artık şunu anlatsan,” dedim sabırsızlanarak.
“Aslında tam olarak Zeynep’le ilgili değil. Onun bir ablast var. Adı, Nilgün. Şu sıralar Amerika’da eğitim görüyor. Onunla ilgili.”
Azıcık da olsa düş kırıklığına uğramadım desem yalan olur. Bana ne Zeynep’in hiç tanımadığım ablası Nilgün’den. Sırma ise keyifli keyifli anlatmaya koyuldu.
“Nilgün Abla’dan bir mektup gelmiş. Ve bu mektup bir bomba gibi düşmüş ailenin ortasına, çünküüüü Nilgün Abla orada bir Amerikalıya âşık olduğunu, birbirlerini sevdiklerini veee evlenmeyi düşündüklerini yazıyormuş.”
“Vay be…”
“Yaaa…” Sırma benden aldığı tepkiden pek bir mutlu olmuştu; devam etti gözlerini süzerek. “Çok büyük bir aşk anlayacağın.”
Zaten oldum olası aşk hikâyelerine bayılır.
Bir an sessizce birbirimize baktık. Ben duyduklarımı sindirmeye çalışıyordum. “Peki,” dedim. “Ailesi ne demiş?” Sırma bir parça daha yerine yerleşerek sözlerini sürdürdü. Mest olur bu kız böyle şeylere, mest. “Aile ikiye bölünmüş vaziyette. Nilgün Abla’nın bir yabancıyla evlenmesine kesinlikle karşı olanlar ve dur bakalım, kızımız gelsin, onunla bir konuşalım, diyenler şeklinde…”
Öyle bir anlatışı vardı ki, dayanamayıp sordum. “Bütün bunları sen nerden biliyorsun?”
“Zeynep’ten tabii ki,” diyerek omzunu silkti ve devam etti. “Şu anda Zeyneplerin evinde sanki cadı kazanları kaynıyor. Ne kadar akraba varsa gelen gelene… Zeynep’in yaşlı bir halası var. O, ‘Ben size demedim mi, oralara kızı yollamayın, olacağı buydu,’ diye Zeynep’in annesine çıkışıp duruyormuş. Bir de büyük teyze var, o da gelip gidip, ‘Kızı kendi haline bırakırsan ya davulcuya varır, ya zurnacıya,” diye söyleniyormuş. Babaannesiyse, ‘Gördün mü başımıza gelen felaketi,’ diye oturduğu yerde dizini dövüp iki yana sallanıyormuş. Zeynep, ‘Evimizin tadı tuzu kaçtı,’ diyor.” “Gerçekten de müthiş bir haber bu, Sirma.”
“Akıllım, ben bir şeye boşuna bomba demem,” diye böbürlendi hemen.
Yine bir süre birbirimize bakarak oturduk. “Tam bir aile faciası desene.”
“Hem de ne biçim.”
“Peki, Zeynep’in annesiyle babası ne diyorlarmış?”
Elini havaya kaldırarak, “Aaa bak, onlar olaya daha başka yaklaşıyorlar. Bizim kızımızın aklına güvenimiz var; gelsin, anlatsın, oturalım konuşalım, öyle karar veririz,’ diyorlarmış.”
“Bu daha akılcı bir tutum gibi geldi bana.”
“Sana öyle geldi ama ailenin büyükleri bu tür sözleri duyunca daha da ifrit oluyorlarmış.”
“Zavallı Nilgün Abla. Desene gelince çekeceği var.” “Geldi bile.”
“Ne?”
“Tabii ya,” dedi Sırma yine o bilmiş haliyle. “Ne zaman?” “Önceki gece geldi.”
“Peki, ne olmuş? Konuşmuşlar mı?”
“Bilmiyorum. Dün aileden hiç kimse evden çıkmadı. Tam sessizlik anlayacağın. Tabii durum böyle olunca, Zeynep’i de göremedim.” Sonra da, “Ay öyle merak ediyorum ki…” diyerek kıkırdadı Sırma.
“Tabii, senin tuzun kuru. Zavallı Nilgün Abla kim bilir ne durumda.”
“Sen onu tanımıyorsun bile,” dedi Sırma hemen Nilgün Ablayı sahiplenerek.
“Ben de tanıyorum demedim ki zaten. Ama tanisam da tanımasam da güç durumda olan birine acıyorum. Yasak mı?” “Aman! Hemen de kızar.”
Yine bir sessizlik. Sırma bana hınzır bir bakış atarak, “Acaba Zeynep’i arasam mı?” dedi. Bir şeyler öğrenmek için ölüyor besbelli, Bayan Merak.
“Bence arama. Aptal değil ya, neden aradığını hemen anlar.”
“Ama çok merak ediyorum yaa…” dedi alt dudağını sarkıtarak.
Ben, “Fazla merak sağlığa iyi değildir,” deyince elinin altındaki yastığı kaptığı gibi kafama indirdi. Ben de öteki yastığı yakalayıp savunmaya geçtim. Tam birbirimize girmiş, boğuşuyorduk ki, odanın kapısı açıldı. Gelen Defne Teyzem’di.
“Sizi anlamıyorum! Bu yaşa geldiniz, artık zarif birer genç kız gibi davranmanız gerekirken, şu halinize bir bakın. Haşarı oğlan çocukları gibi alt alta, üst üste boğuşuyorsunuz.”
İkimizin de saçı başı dağılmıştı. Nefes nefeseydik.
“Tümay❜la Cüneyt aşağıda. Serra’ya hoş geldin demek için gelmişler. Kendinize bir çekidüzen verin de, konuklarınızla ilgilenin.”
Teyzem gider gitmez, ikimiz de aynanın karşısına koştuk. Hey Yarabbim… Onca zaman sonra Cüneyt’le ilk kez karşılaşacağım ve üstümde eski bir kot, saçlarımsa rezalet… Oysa şöyle rahat rahat süslenip giyinip buluşmayı düşlemiştim… Zaten benim düşlerim ne zaman gerçekleşti ki şimdi gerçekleşsin diye düşünerek umutsuzca aynaya bakıyordum.
“Ay Sırma, dökülüyorum. Nasıl çıkarım onun karşısına. Sen benim için bir bahane uydursana…”
“Saçmalama, Serra. Ne varmış halinde? Sadece saçlarını şöyle bir tara, yeter.”
Söyleyene bak…
Neyse, öyle ya da böyle aşağı indik. Tümay’la Cüneyt’i bizimkiler esir almışlardı. Beni görünce, Tümay koşup boynuma sarıldı.
“Hoş geldin, Serra. Ay, geleceğini duyunca nasıl sevindim bilemezsin,” diyor, bir yandan da bana sarılıp duruyordu. Böyle karşılanmak ne güzel. Hoş, ben de onun boynuna asılıp duruyordum. Tümay’la birbirimizden ayrıldıktan sonra ayakta, huzursuz bir biçimde sırıtarak bekleyen Cüneyt’e döndüm.
“Merhaba, Serra,” dedi garibim, onca insanın gözleri önünde.
Ben de, “Merhaba,” dedim ve uzanıp onu da iki yanağından hafifçe öptüm. Tabii bu arada annem, teyzem, anneannem ve dedem bizleri aynen seyretmekte… Kendimi sahnede rol yapan bir oyuncu gibi hissettim. Cüneyt’in de benden aşağı kalır yanı yoktu.
Annem Sırma’ya dönerek, “Gezi programında bir değişiklik var mı?” diye sordu.
“Hayır, teyzeciğim, haftaya bugün hareket ediyoruz. Antalya’ya kadar gidip döneceğiz. Hepsi hepsi on gün sürecek.”
“Gezin, görün,” dedi dedem. “Gençken, zevk alırken, gezebildiğiniz kadar gezin.”
Saatler kadar uzun gelen bu ayakta dikilmeye Sırma, “Hadi bahçeye çıkalım,” diyerek son verdi de, hepimiz rahat bir nefes aldık.
Bahçede Cüneyt’le ilk kez doğru dürüst göz göze geldik. Onca insanın arasında ona bakarsam sanki duygularım yüzümde kocaman harfler şeklinde yanıp sönmeye başlayacak gibi geliyordu. Cüneyt bana gülümsedi, ben de ona. Öylece, hiçbir şey söylemeden birbirimize gülümsüyorduk ki, Sırma, “Hop, aile var,” demez mi… Sulu, n’olacak. Neyse ki, Tümay bir kahkaha patlattı da, bu zor durum kaynadı gitti. Hepimiz gülüşmeye başladık. Anlaşılan artık ilişkimizi biliyorlar. Aman bilirlerse bilsinler. Hem onlar benim can arkadaşlarım.
Cüneyt tam bana bir şey söylemek için ağzını açmıştı ki, bu kez Tümay, “Bakın kim geliyor,” diye bağırdı. Koşarak gelen, Zeynep’ti. Hadi bu kez onunla sarmaş dolaş olduk.
“Aslanım benim,” diyerek sırtıma vurup duruyordu Zeynep. “Meğer seni ne çok özlemişim.”
“Ben de seni,” gibisinden duygusal konuşmalar yapıyorduk ki, bizim Bayan Merak, “Zeynep, yeni gelişmeler var mı? Ablan ne yapıyor?” diye hemen konuya girdi.
Zeynep duvarın üstüne zıplayıp oturdu ve, “Üff, evdeki bunalım havasından daral geldi,” diye yakındı. Bizlerse onun etrafını çevirmiş, anlatacaklarını bekliyorduk.
“Hani sırdı?” diye fısıldadım Sırma’ya.
“Arkadaşların dışında yine de sir,” dedi kulağıma, sonra Zeynep’e dönüp, “hadi, anlat anlat,” diye kolunu çekiştirdi. “Bizim evde olup bitenlerden haberin var mı, Serra?” “Sırma ağzımı sıkı tutmam konusunda benden söz alıp bir şeyler anlattı,” diye diplomatik bir cevap verdim.
“Öyleyse durumu sana bir de ben özetleyeyim. Bundan aşağı yukarı yirmi gün önce ablamdan bir mektup geldi. Mektup şöyle başlıyordu. ‘Sevgili anneciğim ve babacığım, umarım bu mektubu okurken oturuyorsunuzdur.’ Annem, ‘Gerçekten de iyi ki oturuyormuşum, çünkü daha bu satırları okurken dizlerimin bağı çözüldü,’ dedi.” Annesinden söz ederken Zeynep kendini tutamayıp güldü. Bizler de gülmekten kendimizi alamadık.
“Ve işte ablam, orada üniversitede doktorasını yapan biriyle tanıştığını, onu çok beğendiğini, bir süre arkadaşlık
ettikten sonra hem kafaca anlaştıklarını hem de birbirlerini sevdiklerini anlayınca, eğer bizimkiler izin verirse, evlenmeyi düşündüklerini anlatıyordu.”
“Ah, ne kadar hoş,” diyerek içini çekti Sırma.
Zeynep ona aldırmadan devam etti. “Adı Bradley Kamp’mış.”
“Neymiş neymiş?” diye sordu Tümay.
“Bradley. Kısaca Brad de diyorlarmış, adı İngilizce ‘bred’ diye okunan ekmek sözcüğüne benziyormuş,” şeklinde Tümay’ı cevapladıktan sonra devam etti Zeynep. “Aklı başında, efendi biri, diye yazıyordu Nilgün. Kültürlüymüş, ailesi de çok tatlıymış. Nilgün’ü onlarla tanıştırmış.”
“Ohoo, desene işler ciddi,” dedi benim Cüneytçiğim. Sırma hemen atıldı. “Günaydın! Burada kaç saattir boşuna mı konuşuyoruz.”
Tümay ise, “Anlat Zeynep anlat. Sen onlara bakma,” dedi, laf karışsın istemiyor gibi bir hali vardı. Aslını isterseniz, bu ilginç aşk hikâyesine giderek ben de kendimi kaptırmıştım.
“Mektubunu, onu beğeniyorum, onu seviyorum ve onunla mutlu olacağıma inanıyorum, tabii siz de uygun görürseniz, diye bitirmiş.”
“Ahh, ne kadar hoş,” dedi yine Sırma, yüzünde aptal bir ifadeyle.
Zeynep ise Sırma’nın sözlerinden hiç etkilenmemiş gibi devam etti. “Kim bilir zavallı ablam bu mektubu yazarken, özellikle de babam ne diyecek diye ne karın ağrıları çekti, annem ne düşünecek diye ne heyecan yaşadı.” “Peki, şimdi durumlar nasıl?”
“Durumlar şöyle ki, öbürsü gün Brad geliyor.”
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Gençlik Kitapları
- Kitap AdıKendi Ayakları Üstünde / Bir Genç Kızın Gizli Defteri- 3
- Sayfa Sayısı430
- Yazarİpek Ongun
- ISBN9786054560868
- Boyutlar, Kapak13,5x21 cm, Karton Kapak
- YayıneviArtemis Yayınları / 2023
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Bişey Söylicem Ama Gülmek Yok ~ Mine Sota
Bişey Söylicem Ama Gülmek Yok
Mine Sota
Sokakta yürürken bir televizyon muhabiri size pat diye mikrofon uzatıp En son ne zaman delirdiniz? Ağladınız? Sevindiniz? Merhamet duydunuz? Şımardınız? Âşık oldunuz? Acıdınız? Sinirlendiniz?...
- Yolum Düştü Amerikaya ~ Canan Tan
Yolum Düştü Amerikaya
Canan Tan
Kimileri için komşu kapısı, her yıl iş için gidilen ya da tatil yapılan bir yer… Kimileri içinse ancak televizyonlarda izlenen, uzak bir düş-ler ülkesi....
- Elma Çekirdeği ~ Chiara Lorenzi
Elma Çekirdeği
Chiara Lorenzi
Herkes bir elmanın dışına bakar, peki ya içindeki çekirdeğe? Tea kendini elma çekirdeği gibi görünmez hisseden bir kız çocuğuydu. Ta ki teyzesiyle yaşamaya başlayana...