“Bu kitabın sayfalarını çevirirken ağzı kalabalık ve biraz da abartmayı seven bir ahbabınızı hatırlayabilirsiniz. O ahbabınıza gösterdiğiniz hoşgörüyü lütfen kitaptan da esirgemeyiniz. İçinde Pod-Bee kumpanyasının verdiği şevk ve hevesle hazırlanmış 13 başlık bulacaksınız.
Bu başlıkların altındaki anlatılar aslında kulakçıklarınıza ulaşması için hazırlanmıştı. Fakat Doğan Kitap’ın gölgesinde değişip dönüşerek elle tutulur, gözle görülür hale büründüler.”
Ali İhsan Varol’dan kelimelere, insanlara, şeylere dair etimolojik denemeler. Kelimelerin kökenine indikçe şaşıracaksınız, şaşkınlığınız bir süre sonra eğlenceye, eğlenceniz de açgözlü bir meraka dönüşecek.
*
Ali İhsan Varol,
1976 Haziran’da doğdu
memur ailesinin ortanca oğlu
televizyoncu olup nefsini boğdu
kelimeye küser, harfe darılır
cahildir gariban, okur anlamaz
kâmillik ilmini ölse bilemez
boş kalırsa taşar, olur yaramaz
iki köpeğiyle dağda dolanır
yanağı al, yüzü ak masum biçimde
belli etmez ama karası içinde
kırkını geçti kırlar saçında
yarına yan bakar, düne sarılır
söyletmen dostlar arsız İhsan’ı
bilir riyakârdır dünya insanı
bulunmaz onun da farklı bir yanı
son nefesi vermeden belki durulur
İçindekiler
Önsöz …………………………………….11
İsimler……………………………………13
Kadınlar ve Çiçekler………………………..27
Lakaplar ve Mizantropi………………………35
Silahlar ve Türküler………………………..51
Keyif Verici Maddeler ve Etimolojik Kökenleri …67
Sağlık, Sıhhat ve Afiyet ……………………95
Cimcimeler, Keratalar ve Afacanlar……………117
Hayvan Gibi Şey Yapmak………………………133
Edep, Edebiyat ve Argo ……………………..145
İçimizden Geçen Otomobiller………………….159
Jenerik Markalar……………………………187
Çiklet…………………………………….205
Şarz ve enercii…………………………….213
Şimşir-i revanım Ebru Özpiliç’e…
Önsöz
Değerli okur:
Yerini bu kadar hoş bulan bir hitap sözü daha olamaz.
Hakikaten çok değerlisiniz sayın okur.
Yaşadığımız çağda teknoloji, anlatıları bile en rafine, en hazırlop hale getirirken “okumak” gibi bir zahmete giriyor oluşunuz takdire şayan.
İlginiz bir hediyedir, çok teşekkür ederim.
Ve ümit ederim ki, elinizde tuttuğunuz bu kitap ilginize layık bir arkadaş olur.
Yine de çok ciddiye almayın onu.
Çünkü bazen haddi olmayan konulara, vakitsizlikten doğan bir özensizlikle dalıyor.
Sayfalarını çevirirken ağzı kalabalık ve biraz da abartmayı seven bir ahbabınızı hatırlayabilirsiniz. O ahbabınıza gösterdiğiniz hoşgörüyü lütfen kitaptan da esirgemeyiniz.
İçinde Pod-Bee kumpanyasının verdiği şevk ve hevesle hazırlanmış 13 başlık bulacaksınız.
Bu başlıkların altındaki anlatılar aslında kulakçıklarınıza ulaşması için hazırlanmıştı. Fakat Doğan Kitap’ın gölgesinde değişip dönüşerek elle tutulur, gözle görülür hale büründüler.
Yine de muhabbeti ilk başladığı hararetten koparmamak istedik. Karşınıza pek sık çıkacak üç noktaların (…), devrilip devrilip toparlanan cümlelerin sebebi budur ve yine hoşgörünüze muhtaçtır.
Sizlere sadece hoşça vakitler geçirtmesi dileğiyle hazırladığım bu metinlerde bazen kaçınamadığım yorumlara da yer verdim. Konuya hâkim olanlar veya araştırıp kendi yorumunu yaratanlar, isterlerse benimkileri çiğneyip tükürebilir. Ama lütfen bana doğru değil.
Zaten hoş bir kitap hazırlayabildiysek eğer; okunanlar okuyanların kendilerine has hikâyelerine dönüşecektir.
Öyle olursa ne mutlu bana.
O noktadan sonra isterim ki, bir toplu taşıma aracında, sahilde veya sakin bir parktaki bankta unutulsun, asla geri getirmeyecek bir arkadaşa ödünç verilsin bu kitap.
Ama siz bilirsiniz.
Artık onun sahibi sizsiniz…
Ali İhsan Varol’un “Kelimenin Ham Anlamıyla”
adlı podcast dizisini dinlemek için tıklayınız
İsimler
“Ünlülerin Gerçek İsimleri” derlemelerindeki vazgeçilmez ve en bilinen isim hangisidir?
İki kelime, 21 harf…
Yeşilçam’la az çok ilgilenen hemen herkes bu soruya Fahrettin Cüreklibatur diye cevap verir. Yeşilçam’la çok çok ilgilenenlerse Fahrettin’in soyadının Cüreklibatur değil Cüreklibatır olduğunu bilirler.
Fahrettin Cüreklibatır 60 yıl, yani tam sittin sene önce çekilen, 1964 yapımı Gurbet Kuşları filmiyle Cüneyt Arkın olmuş. İsim babaları, Artist dergisinin yöneticisi Recep Ekicigil ve gazeteci Vecdi Benderli.
Ekicigil ve Benderli Cüneyt Gökçer’in Cüneyt’ini, Arkın Kitapevi’nin sahibi Ramazan Arkın’ın da Arkın’ını birleştirip efsanevi bir isim yaratıyorlar.
Bu yavan emeği sarf ederken bir efsaneye başlık attıklarını tahmin ediyorlar mıydı acaba?
Peki ya isim seçme hakkını, şiirleri ve kısa öyküleri birçok sanat dergisinde yayımlanmış, edebiyata meraklı, Cemal Süreya hayranı bir genç olan Fahrettin’e bıraksalardı? O kendine nasıl bir isim seçerdi?
Peki Cemal Süreya 1957 yılında henüz tıp talebesiyken tanıdığı ve “Tango duygusallığında bir genç” olarak tanımladığı yakışıklı Fahrettin‘in, surlardan surlara atlayan, bir kılıç darbesiyle birkaç kelleyi uçuran bir cengâvere evrileceğini aklına getirmiş midir?
Muhtemelen hayır.
Yıllar sonra dönemin Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk’ün verdiği bir resepsiyonda karşılaşır ikili. Bu karşılaşma Cüneyt’in aklına Fahrettin’ken içtiği 25 kuruşluk Marmara şarabını ve o şaraba meze olan koyu edebiyat sohbetlerini getirmiştir. Süreya ise oğlu için imzalı bir fotoğraf istiyordur. Elbette Fahrettin’den değil Cüneyt’ten. Ve kendi soyadındaki ikinci y harfini bir kalemde silip atan şairimiz, Arkın’ı Cüreklibatur’ken tanıdığının da altını çizer. I harfini hemen herkes gibi U’ya çevirerek. Bu arada tango duygusallığındaki Fahrettin’den evrilmiş Cüneyt Arkın’ı da “İpekyolu’nun Süpermen’i” olarak tanımlar ki nasıl yetenekli bir dil sihirbazı olduğu iyice anlaşılsın.
Cüneyt Arkın, muhtemelen Fahrettin CürekliBatır’la birlikte yazdığı Adını Unutan Adam kitabında hüzünlü bir gururla bahsediyor bu hikâyeden. Aynı kitapta yine muhtemelen Fahrettin’in verdiği ilhamla yazdığı şöyle satırlar var:
Varım, ama yokum. Siz beni görüyorsunuz, çünkü beni çoğaltıyor. Her yerde o kadar “çok”um ki çoğaldıkça azalıp yok oluyorum.
Bir yerlerde Steve Arkın, diğer yerde George Arkın, başka bir yerde Fahrettin, çok uzaklarda Lee Arkın, yakında Cüneyt Arkın.
Benim “adım” bile yok.
İşte bir efsanenin hüzünle dolu gururu. Kendini çoğaltırken azaltmanın hüznü ve bu sayede bizlere ulaşmanın gururu var bu cümlelerde.
Aslında “bizlere” diyerek herkes adına konuşmaya gerek yok. Bana ulaşmaktan gurur duyuyordu Cüneyt Arkın!
Ben kim miyim?
Şahin Malkoç!
Evet. Daha küçücük bir çocukken hayalini kurduğum, kendime yakıştırdığım isim budur. Eğer yedi yaşındaki çocukların kendi isimlerini seçmelerine izin verilseydi bugün adım Şahin Malkoç olacaktı. Şahin’i kendime neden ve nasıl yakıştırdım hatırlamıyorum fakat Malkoç doğrudan Cüneyt Arkın hayranlığının eseri. Malum, biz çocukken ortama Marvel âlemi değil Battalgazi-Malkoçoğlu âlemi hâkimdi. Elbette Rocky ve Rambo gelene kadar.
Muhtemelen çocuk kafamla kurduğum surdan sura atlama, kırk bakireye tapma hayallerine “Ali İhsan” ismi biraz dar gelmiş. E, idolümün asıl adı da Fahrettin. Olur mu olur demişim kendimce.
İlginçtir ki o zamanlar pek sevmediğim “Ali İhsan” ismi artık benim evim. Bildiğim, gördüğüm, hatta belki özendiğim çok daha güzel evler var ama ben kendi evimde rahatım. Biliyorum ki yalnız da değilim, benim gibi önceleri adından pek hazzetmemiş ama sonrasında başka bir ismin hayalini aklına bile getirmemiş çok insan var.
Her şey gibi bir süre sonra ismimize de alışıyoruz. Oysa mecbur değiliz. İstersek yargı yolu açık, gider değiştiririz ismimizi. Yeter ki mantıklı bir sebebimiz olsun.
Mesela 2016 yılında Olexander Turin isimli Ukraynalı bir genç, Apple’ın uçuk kampanyasından faydalanmak için ismini iPhone Sim, yani iPhone 7 olarak değiştirmiş. Karşılığında Apple’ın hissesini filan almamış, yalnızca sıfır telefon vermişler divaneye. Neden böyle bir şey yaptığını soran Ukrayna basınına da “Telefon 700 euroydu, isim değiştirmek 2 eurodan daha az tuttu” demiş.
Hepimiz Olexander Turin, daha doğrusu Bay iPhone 7 kadar pragmatik olamayız. Alışkanlıkların kolay kolay değiştirilememesi gibi; bir ismi belli bir süre taşıdıktan sonra, o isim morfolojisinden, fonetiğinden, anlamından bağımsız olarak bizim kimliğimiz haline geliyor. Zaten isim dediğimiz şey varlıkları benzerlerinden ayırıp özelleştirmek için kullanılan sözcükler. Bizi özel kılan, bize özel şeyler, bizim tarafımızdan seçilmeseler bile.
Elbette çocuğa isim koymak, ebeveynin hakkı ve görevidir. Bizimki gibi kültürlerde bu hak ve görev ailenin daha yaşlı üyelerine devredilebilir. Çoğu zaman türlü ritüellerle olaya kutsiyet de katılır.
Temel amaç yavruyu diğerlerinden ayırıp özelleştirmek. Ama bu uğraşı sırasında karanlık bir mekanizma da işletiliyor. Ayırıp özelleştirme isteğinin yanı sıra bir sınıflandırma hırsı çıkıyor ortaya. Aileler çocuklarına verdikleri isimlerde inançlarının, siyasi görüşlerinin, hayallerinin, tutkularının, saplantılarının bayraklarını dalgalandırıyorlar. Bittabi sosyal normların sınırlarını aşmadan…
Onlar da nedir öyle?
Örf, töre, gelenek, görenek, âdet ve belki de en önemlisi olan moda. İsim bir modadır.
Öyle olmasaydı 2003 yılından önce nadir bir isim sayılan Polat, bugün 20 yaşın altındaki binlerce delikanlımızın adı olarak karşımıza çıkmazdı.
Aynı yıllarda Arapça konuşulan ülkelerde de Murat ismi yükselişe geçmişti. Çünkü Arap alfabesinde P harfi yok ve hayali karakter oralarda Murat Alemdar adıyla biliniyor. Ayrıca 2010 yılında Yargıtay kararınca yasaklanmasına rağmen, ülkemizde onlarca Memati de bulunuyor. Memati! Ölümcül demek. “Adıyla yaşasın” dileğine ne kadar tezat bir isim değil mi?
Örnekler çoğaltılabilir; mesela Diyarbakırlı bir baba, oğluna Viking Kralı Ragnar’ın adını vermiş. Diziler, filmler kadar yeşil sahalar da ilham kaynağımız. Aramızda Ali Umut Messi’ler, Ege Can Muslera’lar, Gökdeniz Yattara’lar dolaşıyor.
….
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Deneme
- Kitap AdıKelimenin Ham Anlamıyla
- Sayfa Sayısı232
- YazarAli İhsan Varol
- ISBN9786256666832
- Boyutlar, Kapak13.7x21 cm, Karton Kapak
- YayıneviDoğan Kitap / 2024
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Kapalı Gişe Yalnızlık ~ Serkan Özel
Kapalı Gişe Yalnızlık
Serkan Özel
Canı yanardı… “Geçmiş olsun!” derdim. Yüreği burkulurdu… “Geçmiş olsun!” derdim. “Ama seni seviyorum…” derdi. “Geçmiş olmasın!” derdim. Niye biliyor musunuz? Çünkü aşktı benim tek...
- İçinizdeki Öküze Oha Deyin ~ Bülent Akyürek
İçinizdeki Öküze Oha Deyin
Bülent Akyürek
Modern insan, sabah evden çıkınca gördüğü her şeye sahip olmak istiyor: Kadın, para, araba, kariyer, güç… “Kişisel Gelişim” kandırmacasıyla insanlar yırtıcı hayvanlara dönüştü. 21....
- Televizyona Dair ~ Umberto Eco
Televizyona Dair
Umberto Eco
Televizyona Dair Umberto Eco’nun, 20. yüzyılın kitle iletişim evrenine damgasını vuran, “konuşan o tuhaf kutu”ya ve üretimlerine adadığı yazılarını okurla buluşturuyor. Araştırmacı, yazar, filozof,...