“Beklenmedik bir anda, bir kitapla yaşadığın şaşırtıcı buluşma. Kütüphanede, rafta, çalışma masasında öylece durmakta, seni beklediğini bilmeden; zaten sen de farkında değilsin yaşanacakların. Karşılaşıyorsunuz. O senden daha cesur, sınırları yok. Sonrası kendiliğinden geliyor. Mutlusunuz. Hepsi bu.”
Öyküler. Kısa öyküler. Çok kısa öyküler.
Yekta Kopan, edebiyatın en değerli parçası kısa öyküyü titizlikle işliyor. İnsanı derinden kavrayan yalın anlatımıyla hayatın tüm karmaşasını içinde taşıyan çekirdek zamanların resmini yapıyor. Cümleler, sözcükler hatta harfler, bu kitapta birer notaya dönüşüyor ve hayatın gizli ahengini sezdiriyor. Kediler Güzel Uyanır usta işi bir kitap.
Bir Gün Sonra
Ertesi sabah konuşacağım seninle. Bütün o düşünceler elyazımdan bir heykele dönüştükten sonra. Şehrin kambur duruşuna aykırı bir gölge, görmezlikten gelinemeyecek kadar güçlü bir iz. Bir his. Kalabalık bir caddede sağa sola çarparak başladığı geceyi, koyu bir mezarlığın mermer kokan tenhalığında midesi bulanarak noktalayan, kulağı plastik küpeli bir köpek gibi yeniden okuyacağım bildiğim bütün kitapları. Sen, şehrin kahramanlıklarla dolu tarihini düşünürken, ben o kahramanlıkların harflerin farklı dizilişinden başka bir şey olmadığını fısıldayacağım içi geçmiş bir ağaca. Bak, hâlâ fısıldamaktan söz ediyorum, korkak ruh iflah olmuyor, oysa biliyorum sonsuzluğa sadece haykırışların kalacağını.
Ben çalışma masasının çekmecesinde cennetkuşu saklayanlar gördüm. Ben çalışma masasının üstüne cehennemin sazlı sözlü cümbüşünü yatıranlar gördüm. Ben o kadar gördüm de, ancak bu kadar anlatabiliyorum. O yüzden susuyorum sana. Ama ertesi gün konuşacağım.
Bir dilin yaşayan yaşamayan bütün kelimelerini ezberlediğim günün ertesinde, benim de sesimi duyacaksın. O gün yağacak yağmurdan kork!
Salyangoz
Beyaz sandaletler var küçük kızın ayağında. Sarı, sapsarı bir kavun taşıyor iki eliyle. Dikkatli. Sandaletinin aniden ayağından fırlayacağından, yere düşeceğinden, uzağa savrulan kavunun parçalara ayrılacağından habersiz. Dizi kanayacak. Bir salyangozun ağaçta süzülmesi gibi akacak kan, sandalete damlayacak. Kız en çok ona üzülecek. Neyse ki şu anda mutlu. Üstelik kavun haddinden fazla sarı.
Yağmur
Orada öylece oturuyorsun; koltuğu, makası, kokusu eski bir berberde. Yaşlı annesinin okul tıraşına getirdiği çocuktan farkın yok. Başın önde. Düşüncelisin. Yüzünle ayna arasındaki boşluğa sıkışıyor ruhun.
Hep bu salondaydın. Bu koltuklara her oturduğunda ellerini bacaklarının altına soktun, kendini ısıttın. Saçlarının, uzun sürmüş bir çocukluğun artığı gibi yere dökülüşünü izledin. Radyodan gelen hışırtılı seslerin, ağdalı vurgularında öğrendin dünü. Bugün hiç gelmedi sana. Sivilceli çırağın, sokağın başındaki eczaneden plastik bidona doldurttuğu kolonyanın, başına döküleceği anı bekledin. Yapışık saçlı erkeklerin, iri göğüslü kadınların, sararmış takvim sayfalarından kesilmiş fotoğraflarına sindi keskin koku. Uslu olduğun için aldığın her “Aferin”i gizlemeye çalıştın çıraktan. Gözlerini kapadın, sadece makas sesi; şak, şak, şak. Ufak bir parmak darbesiyle başını öne eğdin, sevmedin baş eğmeyi ama sustun, Korktun. Pencerenin içindeki fesleğene uzaktan baktın. Sen hep uzaktan baktın. Korktun. Çay bardağında dönen kaşığın sesi büyüdü içinde. Ne yapsan da ezberleyemedin o şarkıyı.
Önce pudralanmış ensende hissettin kıl fırçayı, gözlerini kısıp havada uçuşan tozlara baktın. Sonra yüzünde şöyle bir dolaştı, gıdıklandın. Berber, kaç sıkıntının haritasını ezberlemiş beyaz örtüyü sıyırdı boynundan, boğaya meydan okuyan matador pelerini görkemiyle çırptı havada. Çırak, kırık çerçeveli aynayı getirdi. Ensenle ayna arasındaki boşluğa sıkıştı çocukluğun.
Orada öylece duruyorsun. Annen, berber, çırak, koltuk, sen… Hepiniz uçuşan saçlara bakıyorsunuz. Düşüncelisiniz.
Piknik Havası
Babam da sevmezdi fotoğrafları.
Oysa biliyorum ki, hafızada biriktirilenler anlamlı kılıyor her şeyi; bulutların şekillerini de. Biliyorum bunu, hem de dokuz yaşımda, ailece pikniğe gittiğimiz o günden beri. Kuru köftenin şişkinliği geçmeden çimenlere uzanmıştık babamla. Bulut okumayı öğretmişti bana. “Bulutlar geçerken konuşur,” demişti, “ne dediklerini hemen duyman, hızlıca okuman lazım.” Elimi göbeğime koymuştum, ne yapsa babam, taklit ederdim. “Hayat da Öyledir, geçer gider, iyi dinlemezsen, ne dediğini duyamazsın.
“Şu kuzu mu baba?” demiştim.
Annem “Kalkın o ıslak çimenlerin üstünden, hasta olacaksınız!” diye bağırmasaydı, eminim sorumu cevaplardı babam.
Kim Önce Kırpacak Gözünü?
Kirpiklerimin dibi kaşındı.
Başka şeyler düşünmeye çalıştım: Kaslarım gevşesin, diye erguvan rengi yatakları, kaşlarım çatılsın, diye içi küf kokan gardıropları. Sadece ilk on sayfası dolu ajandaları düşündüm, ucu zamansız kırılan kurşunkalemleri, plastik saksıdaki menekşeye âşık kedileri, atama bekleyen öğretmenleri, şiirinin kaderinde yanan şairleri, rakı kadehinde yüzen erikleri.
Başka şeyler de düşündüm. Kozalak kokusu, yunus çığlığı, nabız atışı…
Kirpiklerimin dibi uyuştu.
Saatlerdir bakışıyorduk kitaptaki kadınla.
Sonunda ben kaybettim. Yine.
Tarçın Kokusu
Üzgün uyandım o sabah. Çürümüş bir hurmanın, istemeden dışarı taşmış çekirdeği gibi sarkıyordu kalbim göğüs kafesimden. Atıyordu yine de. Kanıma doldurduğum harfleri pompalıyordu, bedenimin en ücra köşesine. Zamanın akıp gittiğini bilmenin korkaklığıyla kaybettim kendimi. Mürekkep siyahı sıvının akışını kabullenemedim, hoyratlaştım. Düşüncesi hapsedilemez bir tutuklunun boncuktan yaptığı kırbaçla hırpaladım kendimi. Derimi sıyırdım, anatomi atlasından rüyalara sızmış bir kas yığını haline gelene kadar.
Rezil uyandım o sabah. Yastığın nemi yanağımı terk etmeden hatırladım gittiğin geceyi. Sobalı evlerin kömürlüğünde geçen çocukluğumdan başlayıp sensiz kaldığım geceye kadar tanığı olduğum tüm haksız vedaları hatırladım. Kişisel tarihimi, dünyanın bütün doğal felaketlerine yazdım. Yataktan kalkmak için çabaladığım her anda, biraz daha gömüldüm anılarımın timsah kokan bataklığına.
Sen, ey melek, sen! Kanatlarını açmayı unutup kendini boşluğa bıraktın ya, o geceden beri rüyasız uykulardan uyanıyorum. Kitaplardan başka nefes alacağım balkon kalmadı gerçeklikler şehrinde. Bilinen en eski usulle süngere dalan avcıdan farkım yok, öyle dalıyorum…..
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Hikaye
- Kitap AdıKediler Güzel Uyanır
- Sayfa Sayısı128
- YazarYekta Kopan
- ISBN9750713880
- Boyutlar, Kapak 13,5x19,5 cm, Karton Kapak
- YayıneviCan Yayınları / 2011
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Ateş-i Suzan ~ Bünyami Erdem
Ateş-i Suzan
Bünyami Erdem
“Elinizde ki bu eser; ölen eşini Allah’tan geri isteyecek kadar divaneleşip, sonsuz evrende her an bir galaksi yaratabilen Allah, benim Rahel’i mi neden tekrar...
- Comemadre ~ Roque Larraquy
Comemadre
Roque Larraquy
Burnu ve gözü yok ama ağzı var. 1907’de Temperley Kliniği’ne iyileşmek umuduyla yatan, başına geleceklerden habersiz birçok hastadan birinin son sözü. O yıl klinikteki...
- Başkanın Adamları ~ Mustafa Kutlu
Başkanın Adamları
Mustafa Kutlu
Kim bu adamlar? Türk edebiyatının usta ismi Mustafa Kutlu altı yıllık aranın ardından yeni hikâye kitabıyla okurlarıyla buluşuyor. Başkanın Adamları’nda bir belediye başkanının ve...