Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Kedi Gezegeni
Kedi Gezegeni

Kedi Gezegeni

Lao She

Kedi Gezegeni Çin edebiyatının en önemli ve en ünlü karşı-ütopyacı eseridir. Eser ilk kez Xiandai dergisinde Ağustos 1932 ile Nisan 1933 arasında tefrika edilmiştir….

Kedi Gezegeni Çin edebiyatının en önemli ve en ünlü karşı-ütopyacı eseridir. Eser ilk kez Xiandai dergisinde Ağustos 1932 ile Nisan 1933 arasında tefrika edilmiştir. Lao She karamsar, karanlık, keskin mizahıyla uzay gemisi Mars’a düşen kahramanının, Kedi İnsanlar ve hızla uçuruma ilerleyen kültürleriyle karşılaşmasını anlatır. Kedi Ülkesindeki siyasi çalkantıları, yozlaşmış kurumları, her şeye kayıtsız, umudunu yitirmiş, çürümekte olan “büyülü yaprak” bağımlısı toplumu yer yer acı verecek ölçüde gerçek bir mizahla resmeder. Kedi Gezegeni bu karamsar, kasvetli havası yüzünden ülkesinde eleştiriler alsa da birçok yabancı dile çevrilmiş, Çin dışında da büyük ilgi görmüştür. Yazarın ülkesinde yaşanan dönemin başarısızlıklarına bir tepki olduğunu söylediği, “bir tür deney” olarak tanımladığı Kedi Gezegeni, Lao She’nın dünya edebiyatının en önemli karşı ütopyacılarından biri olarak anılmasını sağlamıştır. Kedi Gezegeni özgün dili Çinceden yapılan çevirisiyle Türkçede ilk kez yayımlanıyor.

Sunuş

Lao She’nın beşinci eseri olan Kedi Gezegeni Çin edebiyatının en önemli ve en ünlü karşı-ütopyacı eseridir. Eser ilk defa bir seri olarak Xiandai dergisinde Ağustos 1932 ile Nisan 1933 arasında yayımlanmıştır. Birçok yabancı dile çevrilen eser Çin dışında da büyük ilgi görmüştür. Karamsarlığı sebebiyle eleştiriler de alan Kedi Gezegeni modern Çin edebiyatının en önemli hiciv ve karşı-ütopyacı eserlerinden sayılmaktadır. Yazarı tarafından bir tür deney olarak tanımlanan eser sayesinde Lao She dünya edebiyatındaki en önemli çağdaş karşı-ütopyacı yazarlardan biri olmuştur. Kedi Gezegeni yazarının ifadesiyle ülkesinde yaşanan dönemin başarısızlıklarına bir tepki olarak ortaya çıkmıştır.**

İngiltere’de beş yıl yaşadıktan sonra altı ay Singapur’da kalıp dersler veren Lao She Çin’deki durumdan endişe etmektedir. Bu endişenin onu Kedi Gezegeni’ni yazmaya iten en önemli neden olduğunu söylemiştir. Bunun dönemin siyasi kriziyle ilgili olduğu açıktır. Lao She, ünlü yazar Lu Xun dışında Çin kültürünü en sert eleştirenlerdendir ve Kedi Gezegeni eseri de bunun bir yansımasıdır. Lao She daha sonra edebiyat ile Çin’in sosyal sorunlarına çözüm bulma çabalarının başarısızlıkla sonuçlandığını söylemiştir. Tıpkı Lu Xun gibi Lao She’nın eserlerinde de umut gelecek nesillere bağlanmıştır.

Kedi Gezegeni’nde uzay gemisi Mars’a düşen anlatıcı, Büyük Akrep isimli Kedi İnsan ile karşılaşır. Kedi İnsanların üst sınıfından olan Büyük Akrep afyon benzeri bir bitki olan “büyülü yaprak” yetiştirmektedir ve bütün Kedi Ülkesi de bu yapraklara bağımlıdır. Büyük Akrep ve oğlu Küçük Akrep, anlatıcıyı Kedi Ülkesinde bir geziye çıkarırlar, bu gezide ülkenin hasta ve geri kalmış ekonomisi ile kurumlarını gözlemler. Büyük Akrep ve Küçük Akrep iki farklı nesli temsil etmektedir. Büyük Akrep yaşlı ve idealizmden tamamen kopuktur, buna karşın Küçük Akrep ise gerçekleştirilmesi imkânsız olumlu değişim ve dönüşümlere karşı karamsardır. Anlatıcı Kedi Şehri’ne gider gitmez çöken bir uygarlıkla karşı karşıya olduğunu anlar.

Çin edebiyatının en ünlü karşı-ütopyacı eseri Kedi Gezegeni özgün dili Çinceden yapılan çevirisiyle Türkçede ilk kez yayımlanıyor.

Yazarın Önsözü

Genellikle eserlerime önsöz yazmam. Çok zahmetli olacağından çekinirim. Bu da makul bir bahane sayılabilir. Ayrıca söylemek istediğim her şeyi eserde zaten söylemiş olurum. Bunları tekrar etmeye gerek var mı? Üstelik kendini övmek iyi bir şey değildir. Kendime küfür etsem de olmaz. En iyisi hiçbir şey söylememek. Her şeyi oluruna bırakmak en iyisidir.

Xiandai Yayınevi Kedi Gezegeni için bir önsöz istedi, oysa bu benim için gök kubbeden daha büyük bir sorundu! Shakespeare’in sözlerinden bahsetmeye kalksam kitaplarını karıştırmam gerekirdi çünkü hafızam hiç iyi değildir. Kendi hayatımı anlatsam kesinlikle çok uzun ve tatsız bir hikâye ortaya çıkardı çünkü yarısı şikâyet olurdu. Oturup ağlamak hiç tarzım değildir, ayrıca yakışıklı da değilim. Peki ne yapmalıydım?

Şöyle ifade edeyim: Kedi Gezegeni bir kâbustur. Öyleyse bu kitabı neden yazdım? Bunun en önemli nedeni obur olmamdı. Ancak çok iyi bir kitap yazdığımı biliyorum çünkü ablam ve kuzenim okuduktan sonra başparmaklarını kaldırarak iyi olduğunu söylediler buna rağmen eser beni tamamen memnun etmedi. Hiç komik de değildi. Fakat çok yiyip kahkaha atsam ve karnım patlasa bir daha nasıl yemek yiyebilirim? Hiç memnun değildim ama başka çarem de yok. İnsan sadece ekmek için dünyaya gelmez. Hem salam ve ekmek kaç paradır ki zaten?

Ablam kitabın çok karamsar olduğundan yakındı. Ben de ona şöyle dedim: kedi insanlar kedi insanlardır ve bizimle hiçbir alakaları yoktur. Kitabın karamsar olması ya da olmamasından bize ne? Ablam başını sallayarak bu fikrimi kabul etti.

Kuzenim benim hangi yazar grubundan olduğumu sordu. Hangi sınıftansın diye sordu. Kimlerin sesi olmak için yazıyorsun diye sordu. Omurgalı bir hayvan mısın ve ne kadar ücret aldın diye sordu. Ben de ona iki kilo elma alıp çenesini kapattım. Bir daha bana soru sormadı. Ben de büyük bir keyifle gidip uyudum. Eğer rüya görebilseydim belki de bir Köpek Gezegeni yazar ve onu bu kitap için önsöz yapabilirdim.

Tarih:

Yeni uyandım, o yüzden günü ve saati bilmiyorum.

1.Bölüm Kedi İnsanlar

Uzay gemimiz paramparça oldu.

Arkadaşımdan çocukluğumuzdan beri birlikteydik, Mars’a ulaşana kadar tam on beş gün benim için uzay gemisini kullanmıştıgeriye tek bir kemik bile kalmadı.

Ben? Hâlâ hayatta mıyım? Nasıl oldu da ölmedim? Bunu ancak tanrılar bilir herhalde. Üzülmeye bile zamanım yoktu. Hedefimiz Mars’a ulaşmaktı. Ölen arkadaşımın hesaplarına göre uzay aracımız paramparça olmadan önce Mars’ın atmosferine girmiş olmalıydık. Öyleyse Mars’ta mıydım? Eğer öyleyse, arkadaşımın ruhu huzura kavuşabilirdi: çünkü Mars’ta ölen ilk Çinli olmuştu ve boşuna ölmemişti! İyi ama burası “gerçekten” neresiydi? Mars olduğuna “inaniyordum”. Olmasa da önemli değildi çünkü zaten bunu ispatlayacak durumda değildim. Elbette astronomik olarak buranın hangi gezegen olduğu tespit edilebilirdi. Yazık ki astronomi bilgim Mısır Hiyeroglifleri bilgim kadardır, yani hiç anlamam! Arkadaşım hiç tereddüt etmeden beni yönlendirebilirdi, ama o, o… Ah! Canım arkadaşım, çocukluktan beri ayrılmadığım, okula birlikte gittiğim iyi arkadaşım!

Uzay gemimiz paramparça olmuştu. Dünya’ya nasıl dönecektim? Bunu düşünmek bile istemiyordum! Üzerim-de sadece kurutulmuş ıspanaklar gibi lime lime olmuş bir elbise ve midemde de kuru yiyecekler vardı. Geri dönmek bir yana, nasıl hayatta kalacağımı bile düşünecek cesaretim yoktu! Buranın dilini bilmiyor, burayı hiç tanımıyordum. Mars’ta insana benzer canlılar var mıydı acaba? Aklımda o kadar çok soru vardı ki… Düşünmemeliydim. “Mars’taki serseri” ismini alsam bu beni teselli etmeye yetmez miydi? Endişe yüzünden cesaretin kaybolması ne kadar aşağılık bir şey!

Elbette bu sözler o anı düşününce hissettiklerim. O sırada sarsıntı yüzünden bayılmışım. İnsan bayılınca kafasının içinde birbiriyle bağlantısı olmayan fikirler ortaya çıkabilir ama ben hiçbir şey hatırlamıyordum. Kafamda sadece şunlar vardı: nasıl geri döneceğim ve burada hayatımı nasıl sürdüreceğim? Bunlar ayıldıktan sonra hatırladığım şeylerdi. Bu düşünceler tıpkı dalgalarla birlikte sahile vuran tahta parçaları gibiydi ama gemi çoktan batmıştı.

Ayıldım. İlk işim arkadaşımı-bir kemik ve et yığını haline gelmiş cesedinigömmek olacaktı. Uzay aracımıza bakmaya cesaret edemedim. O da benim arkadaşımdı. Bizi buraya kadar o getirmişti. Ne sadık bir makine! Arkadaşlarım ölmüştü. Sadece ben hayatta kalmıştım. Talihsiz ölümlerinden ben sorumluydum! İki becerikli ölmüş geriye tek beceriksiz olan ben kalmıştım. Salaklar daha şanslı olur. Kendimi teselli etmek için düşündüklerim aslında ne utanç vericiydi! Okul arkadaşımı kendi ellerimle gömmeliydim ama uzay aracını gömemezdim. Bu yüzden ona bakmaya çekiniyordum.

Önce bir çukur kazmam lazımdı fakat bunu yapmadım ve sadece aptal aptal etrafa baktım. Gözlerimde yaşlarla etrafa baktım. Neden onun cesedine sarılıp ağlamadım? Neden hemen bir çukur kazmaya başlamadım? Bir rüyadan uyanmış gibiydim ve hareketlerimi kontrol edemiyordum. Şimdi tekrar düşününce belki de durumun en mantıklı izahı ve kendimi affetmemin yolu budur.

Aptal aptal etrafıma bakıyordum. Çok tuhaf ama o sirada gördüğüm her şeyi çok net hatırlıyorum. Ne zaman gözümü kapatsam o manzarayı bütün canlılığıyla görebiliyorum hatta öyle ki renklerin birleştiği noktadaki gölge halindeki çizgiyi bile çok net görebiliyorum. İki sahneyi hayatım boyunca hiç unutamadım. Birincisi bu sahne, ikincisi de çocukken annemle birlikte babamın mezarını temizlemeye gitmemiz.

Aslında özellikle nelere dikkat ettiğimi açıklayamıyorum. Etrafımdaki her şeye karşı bir “kayıtsızlık” içindeydim ki bu tanımın bir anlamı var mı bilmiyorum. Yağmur altında kalmış küçük bir ağaç gibiydim. Yağmur damlaları üzerime düşüyordu. Bir damla düşüyor ve bir yaprak kımıldıyordu.

Gri bir gökyüzü gördüm. Ama hava kapalı ve bulutlu değil de gri renkliydi sadece. Güneş ışığına hiç de zayıf denemezdi çünkü sıcağı hissedebiliyordum ama ısı, parlaklıkla orantılı değildi. Çok sıcaktı ama göz kamaştıran bir ışık yoktu. Etrafımdaki kalın, ağır, yoğun ve donuk gri havaya dokunabilecek gibiydim. Havada hiç toz olmadığını anladım çünkü uzaktaki nesneler bile çok net görülüyordu. Güneş ışığı sanki bu gri havada kaybolmuş, sanki her yere eşit olarak dağılmıştı. İşte bu nedenle her yer gri, her yer aydınlıktı. Gümüş grisi bir dünya. Çin’in kuzeyinde yazın kuraklık zamanlarında gökte işe yaramaz gri bulutlar olur, bu bulutlar güneş ışığını engeller ama hava yine de çok sıcak olur. İşte burası da böyleydi ancak buranın havası biraz daha karanlık, basık ve ağırdı. Gri renkli ağır bulutlar sanki yüzüme yapışacak gibiydi. Geceleri çok sıcak olan, bir yağ lambasının sıcak havada hayalet gibi bir ışık verdiği tofu atölyeleri bu evrenin iyi bir modeli olabilir. Bu hava beni rahatsız ediyordu. Uzakta küçük tepeler vardı ve onlar da griydi. Gökten biraz daha koyu griydiler. Hiç güneş ışığı yok değildi, bu nedenle de tepelerin griliği üzerinde açık kırmızı bir renk görülüyordu. Tıpkı yabani güvercinlerin boynundaki göz alıcı renkler gibi.

Gri bir ülke! Böyle düşündüğümü hatırlıyorum ama orada bir ülke olup olmadığını bile bilmiyordum henüz.

Uzaklara bakmayı bırakınca önümde geniş bir düzlük gördüm, o da griydi! Ağaç, ev, tarla hiçbir şey yoktu. Düzlük, düzlük… Her şey nefret uyandıracak kadar düzdü. Yerde otlar vardı, yere çok yakındılar. Yaprakları çok büyüktü ama gövdeleri yoktu. Buranın toprağı verimli olabilirdi. Kendi kendime neden tarım yapılmıyor acaba diye sordum.

Benden pek uzak olmayan bir yerden kartala benzeyen kuşlar havalandı. Hepsi gri renkliydi, sadece kuyrukları beyazdı. Beyaz kuyrukları bile bu tamamen gri dünyaya bir değişiklik getiriyordu ama kasvetli ve endişe verici havanın etkisini azaltamıyordu. Bulutlu ve kasvetli havada uçuşan kâğıt paralar gibiydiler!

Kartala benzeyen kuşlar bana yöneldi. Onlara baktım ve birden ürperdiğimi hissettim. Arkadaşımı görmüşlerdi, yani cesedini… Uzaklardan birkaç kuş daha havalandı. Endişelendim, içgüdüsel olarak yerde bir şeyler aradım ama hiçbir şey yoktu! Uzay gemisine gitmek zorunda kaldım. Metal bir çubuk bulabilirsem yavaş da olsa bir çukur kazabilirdim. Ama o sırada kuşlar tepemde dönmeye başlamıştı. Onlara bakamıyordum ama gittikçe alçaldıklarını hissedebiliyor, uzun, acı ve keskin çığlıklarını duyabiliyordum. Dikkatle bir şeyler aramak için zaman yoktu, uzay gemisinden hangi parça olduğunu bilmeden bir şey tutup deli gibi koparmaya çalıştım. Kuşlardan biri yere kondu. Bütün gücümle bağırdım. Sert kanatları birkaç kez titredi. Ayakları tam yere değmek üzereyken beyaz kuyruğunu dikip tekrar havalandı. O kuş uçup gittikten sonra iki üç tane daha geldi. Bu kuşlar yiyecek bulmuş saksağanlar gibi ötüyordu. Havadakiler ise uzun çığlıklar atıyor, sanki yerdeki kuşlar onları beklesin diye yalvarıyorlardı. Sonunda onlar da “ca-ca” diye sesler çıkarıp yere indiler. Uzay gemisinden bir parçayı çekiştirirken avucumda bir yapışkanlık hissettim. Kesinlikle kanamış olmalıydı ama

hiç acı hissetmemiştim. Çekiyordum, çekiyordum ama boşuna! Kuşlara saldırdım, tekme attım, bağırdım. Kanatlarını açarak kaçıştılar ama hiçbiri uçup gitmedi. Aralarından biri cesetten… Bir parça ısırdı! Gözüm döndü, yakalamak için ona doğru bir hamle yaptım. Ben ona saldırırken diğerleri de bana saldırdı ve ben de onlara bilinçsizce tekmeler savurdum. Çığlıklar atıyor, kanatlarını açıp kaçışıyorlardı ama tekme atmayı bırakır bırakmaz bana saldırdılar. Yaklaştıkça yaklaşıyorlardı. Geri çekilmeye niyetleri yoktu, ayağımı da ısırmaya çalışıyorlardı.

Birden aklıma belimdeki tabanca geldi. Durup tabancayı yoklarken başımı kaldırdım ve karşımda onları gördüm, bunlar ne ara gelmişti? Tam karşımda, yedi sekiz adım ötemde bir grup insan vardı: Kedi yüzlü insanlar!

2.Bölüm

Tabancamı çekmeli mi yoksa biraz beklemeli miydim? Aklımdan geçen onca fikir sonunda iki seçeneğe dönüşmüştü. Hemen sakinleşmeye çalıştıysam da kafam iyice karışmıştı. Nihayet elime aldığım tabancayı indirdim. Kendi kendime güldüm. Macera yaşama arzusuyla Mars’a gelmek istemiştim ama bu kedi yüzlü insanlar beni öldürebilirdi. Elbette bu sadece bir varsayımdı. Kim bilir, belki de iyiliksever insanlardı… Hem seçim yapma şansım varken neden tabancamı onlara doğrultacaktım ki? Samimiyet insanı cesaretlendirir. Artık hiçbir şeyden korkmuyordum. Lütuf mu yoksa lanet miydi? Artık bunu da oluruna bırakmıştım. Her ne olacaksa başlatan ben olmamalıydım.

Kımıldamadığımı görünce iki adım öne çıktılar. Adımları yavaş ama kararlıydı. Fare görmüş kediler gibi.

Bu sırada kuşlar hep birlikte havalandı, ağızlarından parçalar düştü… Gözlerimi kapadım!

Gözlerimi kapar kapamaz -ki çok kısa süreliğine kapamıştım iki elimi de tuttuklarını hissettim. Kedi İnsanların bu kadar hızlı hareket edebileceğini tahmin edememiştim. Üstelik öyle sessizlerdi ki bana yaklaştıklarını bile duymamıştım.

Tabancamı çekmemek bir hataydı. Ama hayır! Vicdanım buna elvermezdi. Tehlike maceranın suyu ve ekmeğidir. Artık daha sakindim, gözlerimi de açmak istemiyordum. İçim…

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Yazarın Diğer Kitapları

Men-e-men Birazoku

Aynı Kategoriden

  1. Büyülenme ~ Hermann BrochBüyülenme

    Büyülenme

    Hermann Broch

    İlk romanı kırk beş yaşındayken yayımlanan Hermann Broch, Nazilerin Avusturya’yı ilhakının ardından sosyalist bir dergi bulundurduğu şüphesiyle kısa süreliğine hapis yattı ancak aralarında James...

  2. Kadının İki Yüzü (Harlequin Stars of Romance) ~ Lori FosterKadının İki Yüzü (Harlequin Stars of Romance)

    Kadının İki Yüzü (Harlequin Stars of Romance)

    Lori Foster

    ~ BİRİNCİ BÖLÜM ~ “SONSUZA dek burada saklanamazsın.” Carlie gergin olmasına rağmen, arkadasının bu sözlerine gülmeden edemedi. “Baskı yapmaktan vazgeç Bren. Ne söylersen söyle...

  3. Mutlu Ölüm ~ Albert CamusMutlu Ölüm

    Mutlu Ölüm

    Albert Camus

    Mutlu Ölüm, ünlü yazar Albert Camus’nün 1930’ların sonunda tasarlayıp oluşturduğu, ancak hayattayken yayımlatmadığı bir roman. Bir başka romanı, Yabancı üzerindeki çalışmasının, Mutlu Ölüm’ü ertelettiği...

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur