Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Kelebek Aslanı
Kelebek Aslanı

Kelebek Aslanı

Michael Morpurgo

“Hayatımın sonuna dek seni düşüneceğim, söz veriyorum. Seni hiçbir zaman unutmayacağım.” Bir gün Bertie öksüz kalmış beyaz bir aslan yavrusunun hayatını kurtarır. O günden…

“Hayatımın sonuna dek seni düşüneceğim, söz veriyorum. Seni hiçbir zaman unutmayacağım.”

Bir gün Bertie öksüz kalmış beyaz bir aslan yavrusunun hayatını kurtarır. O günden sonra yavru aslan ile ikisi ayrılmaz birer dost olurlar. Sonra ise Bertie İngiltere’deki bir okula gönderilir ve bu yüzden Afrika’dan ayrılmak zorunda kalır; aslan ise bir sirke satılır.

Acaba dostlukları sonsuza dek sürecek midir?

Children’s Laureate sahibi yazardan Samrties ve Writer’s Guild Ödüllü bir kitap.

Kızarıklıklar ve İrmikli Puding 

Kelebeklerin ömrü çok kısadır. Birkaç keyifli ve görkemli hafta boyunca çiçekten çiçeğe koşup, gezip tozduktan sonra ölürler. Onları görebilmek için, doğru zamanda doğru yerde olmak zorundasınızdır. Benim de kelebek aslanını görüşüm böyle oldu işte. Tesadüfen de olsa, doğru zamanda doğru yerdeydim. O bir rüyadan ibaret değildi. Yaşadıklarımın hiçbiri rüya değildi. Onu gördüğümde henüz bir çocuktum; masmaviydi ve haziran güneşi altında pırıl pırıl parlıyordu. Uzun zaman önceydi, ama o görüntüyü hiç unutmadım. Unutmamalıyım da. Unutmayacağıma dair söz verdim onlara. On yaşındaydım ve Wiltshire’ın kuş uçmaz kervan geçmez bir bölgesinde yatılı okulda okuyordum. Evimden çok uzaktaydım ve bu durumdan hiç memnun değildim. Latince, yahni, ragbi, cezalar, kır koşuları, soğuğun verdiği kızarıklıklar, notlar, gıcırdayan yataklar ve irmikli pudingten oluşan bir hayatım vardı. Bütün bunlar yetmezmiş gibi, bir de okulun belalısı Basher Beaumont sürekli benim peşimdeydi ve günümün her anını onun korkusuyla, dehşet içinde geçiriyordum.

Sık sık okuldan kaçmayı düşünüyordum, ama bunu yapmak için gereken cesareti sadece bir kez toplayabildim. Annemden gelen bir mektup, ev özlemimi iyice arttırmıştı. Basher Beaumont beni ayakkabı odasında sıkıştırmış, saçlarıma siyah ayakkabı boyası sürmüştü. Heceleme sınavında başarısız olmuştum ve Bay Carter beni ders boyunca, başımda bir kitapla sınıfın bir köşesinde bekletmişti; bu onun en sevdiği işkenceydi. Hiç olmadığım kadar mutsuzdum. Köşede durmuş, duvarın boyasını tırtıklarken oracıkta karar verdim: Kaçacaktım. Bir sonraki pazar günü öğleden sonra okuldan kaçtım.

Şansım yaver gittiği takdirde akşam yemeğine kadar fark edilmez, o zamana kadar da eve varmış ve özgürlüğe kavuşmuş olurdum. Okulun geniş bahçesinin arka tarafındaki ağaçlıklı bölgede kimselere görünmeden çitlere tırmandım ve dışarıya atlar atlamaz koşmaya başladım. Peşimden av köpekleri kovalıyormuş gibi koşuyordum. Masumlar Gediği’nden geçip yola varana kadar da durmadım. Kaçışımı tüm ayrıntılarıyla planlamıştım. Yalnızca sekiz kilometre uzaklıktaki istasyona kadar yürüyecek, oradan da Londra’ya giden trene binecektim. Sonra da metroya binip eve gidecektim. Hiçbir şey olmamış gibi eve girecek, onlara bir daha asla geri dönmeyeceğimi söyleyecektim. Yolda pek fazla insan yoktu, ama ben yine de okul üniformamı kimse görmesin diye yağmurluğumun yakasını kaldırdım. Yağmur da yağmaya başlamıştı ve damlaların iriliğinden, devamının geleceği anlaşılıyordu.

Yolun diğer tarafına geçip, ağaçların koruması altındaki çimle kaplı geniş bankette koşmaya devam ettim. Banketin diğer tarafında, büyük bir kısmı sarmaşıkla kaplı kalın bir tuğla duvar vardı. Göz alabildiğine uzanıyor, araya sadece yolun kıvrıldığı noktadaki kemerli devasa kapı giriyordu. Girişte, taştan yapılma büyük bir aslan heykeli vardı. Yağmur altında kapıya doğru ilerlediğimde, onun kükreyen bir aslan olduğunu gördüm; dudakları kıvrılmış, sivri dişleri ortaya çıkmıştı. Durup bir süre onu seyrettim. Tam o sırada, arkamda bir arabanın yavaşladığını duydum. Düşünecek zaman yoktu. Demir kapıyı itip açtım ve hızla içeriye girip taş sütunun arkasına yapıştım. Dönemeçte kaybolana kadar arabayı izledim.

Yakalanmak, dizlerin arka kısmına yenilen dört, hatta belki de altı sopa demekti. Daha kötüsü, okula geri dönmüş olacak, dersten sonra sınıfta oturma cezası alacak, Basher Beaumont’un tacizlerine maruz kalacaktım. Yolda ilerlemek çok ama çok tehlikeliydi. Tren istasyonuna ulaşmak için çayırlardan gitmeyi deneyecektim. Yolum uzayacak, ama daha güvenli olacaktı.

Garip Karşılaşma 

Ne taraftan gitmem gerektiğine karar vermeye çalışıyordum ki arkamdan gelen bir sesle irkildim. “Sen de kimsin? Ne işin var burada?” Yavaşça döndüm. “Sen de kimsin?” diye sordu bir kez daha. Karşımda yaşlı, ufak tefek bir kadın duruyordu; boyu benden uzun değildi. Kenarlarından sular damlayan hasır şapkasının altından, beni baştan aşağı süzdü. Delici bakışlara sahip koyu renkli gözleri vardı ve ben bu gözlere bakmakta zorlanıyordum. Daha yumuşak bir ses tonuyla, “Yağmur yağacağını düşünmemiştim,” dedi. “Yolunu mu kaybettin?” Bir şey söylemedim. Elindeki tasmanın diğer ucunda bir köpek, hem de oldukça iri bir köpek duruyordu. Ensesindeki tüyler diken diken olmuştu ve hiç de dost canlısı olmayan bir şekilde hırlıyordu.

Gülümsedi yaşlı kadın. “Köpeğim, şu an özel bir mülk sınırları içinde olduğunu söylüyor,” diyerek elindeki bastonu suçlayıcı bir tavırla bana doğru salladı. Sonra da bastonu kullanarak yağmurluğumun yakasını hafifçe araladı. “Şu ilerideki okuldan kaçtın, değil mi? Orası hâlâ eskisi gibi bir yerse seni suçlayamam. Fakat burada böylece durup ıslanmaya devam edemeyiz, değil mi ama? Haydi, içeri gel. Ona bir fincan çay ikram edelim mi Jack, ne dersin? Jack konusunda endişelenme. Havlayan köpek ısırmaz derler ya, Jack de aynen öyledir.” Buna inanmak benim için hiç de kolay değildi doğrusu. Neden bilmiyorum, ama kaçmayı bir an için bile aklıma getirmedim. Sonraki yıllarda zaman zaman, yaşlı kadının peşinden tereddüt etmeden gitmiş olmamın sebebini düşündüm. Galiba benim bunu yapacağımdan emindi; bir şekilde beni etkilemiş, içeri girmeye ikna etmişti. Yaşlı kadının ve köpeğinin arkasından eve girdim. Kocaman bir evdi bu; benim okulum kadar büyüktü diyebilirim. Yerden bitmiş gibi bir görüntüsü vardı. Görünürde neredeyse hiç tuğla, taş ya da kiremit yoktu. Binanın tamamı kırmızı sarmaşıkla kaplıydı ve çatıdan gökyüzüne doğru yükselen bir düzine bacanın etrafını bile yeşil yapraklar sarmıştı. Devasa kubbeli bir mutfağa girip ocağın yanına oturduk. “Bu evin en sıcak yeri mutfaktır,” dedi yaşlı kadın, ocağın kapağını açarak. “Kıyafetlerin kısa sürede kuruyacaktır. Çörek ister misin?” Güçlükle eğilerek ocağın içine uzandı. “Her pazar kurabiye yerim. Yanında da çay içerim.

Senin için de demliyorum, tamam mı?” Çaydanlığa su koyarken, bir yandan da konuşmaya devam ediyordu. Bu sırada köpek de sepetine oturmuş, gözlerini hiç kırpmadan beni izliyordu. “Düşünüyorum da,” dedi kadın, “Bertie’den bu yana bu eve gelen ilk genç adam sensin.” Bunu söyledikten sonra bir süre sessiz kaldı. Mutfağı çöreklerin kokusu sarmıştı şimdi. Daha çayıma dokunmadan, üç tanesini yiyivermiştim bile. Tatlıydılar ve ağızda eriyorlardı. Üzerine tereyağı sürünce iyice lezzetli oluyorlardı. Yaşlı kadın mutlu mutlu konuşmaya devam ediyordu. Gerçi benimle mi yoksa köpeğiyle mi konuşuyordu bilemiyordum, ama o an bu çok da önemli değildi.

O sırada onu dinlemiyor, pencereden dışarıya bakıyordum çünkü. Güneş, bulutların arasında bulduğu boşluktan olanca gücüyle parlıyor ve karşıdaki tepeyi aydınlatıyordu. Mükemmel bir gökkuşağı belirmişti gökyüzünde. Fakat her ne kadar harika bir görüntü de olsa, beni büyüleyen şey bu değildi. Nasıl olduysa olmuş, bulutlar tepenin yamacında tuhaf bir gölge oluşturmuştu. Tıpkı girişteki gibi kükreyen bir aslanın gölgesiydi bu. Bana bir tane daha çörek uzatan yaşlı kadın, “Güneş çıktı,” dedi. Çöreği memnuniyetle kabul ettim. “Hep böyle olur zaten. Bunu hatırlamak zordur bazen, ama bulutların ardında her zaman bir güneş vardır ve bulutlar er ya da geç mutlaka dağılır. İnan bana.” İçimi ısıtan bir gülümsemeyle, çöreği yiyişimi izledi. “Gitmeni istediğimi sanma sakın, çünkü istemiyorum.

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Yazarın Diğer Kitapları

  1. Kayıp Zamanlar ~ Michael MorpurgoKayıp Zamanlar

    Kayıp Zamanlar

    Michael Morpurgo

    “Herkes gitti ve ben nihayet yalnız kalabildim. Önümde uzun bir gece var ve bir saniyesini bile boşa harcamayacağım… Bu gecenin uzun, hayatım kadar uzun...

  2. Flamingo Çocuk ~ Michael MorpurgoFlamingo Çocuk

    Flamingo Çocuk

    Michael Morpurgo

    Müziği susturanlara inat güneş “yeniden” doğacak! Savaş Atı kitabının yazarı Michael Morpurgo, farklılıklarıyla dünyaya iz bırakanlara adadığı yeni romanı Flamingo Çocuk’ta, nefretin ve savaşın gölgesinde büyüyen...

  3. Kum Adam ile Kaplumbağalar ~ Michael MorpurgoKum Adam ile Kaplumbağalar

    Kum Adam ile Kaplumbağalar

    Michael Morpurgo

    Yılbaşı tatilleri, bayramlar, doğum günleri sizin olsun. Benim için yılın en güzel günleri her zaman Treginnis’te, Rob amca ile Eleri yengenin çiftliğinde geçer.

Men-e-men Birazoku

Aynı Kategoriden

  1. Demiryolu Çocukları ~ Edith NesbitDemiryolu Çocukları

    Demiryolu Çocukları

    Edith Nesbit

    Demiryolu Çocukları kara trenlerin ardından heyecan, sevinç ve şaşkınlıkla el sallayan çocukların maceralarını anlatmasına rağmen, teknolojik çağımızda hâlâ güncelliğini koruyan bir roman. Roberta, Peter...

  2. Wardstone Günlükleri – 01: Hayaletin Çırağı ~ Joseph DelaneyWardstone Günlükleri – 01: Hayaletin Çırağı

    Wardstone Günlükleri – 01: Hayaletin Çırağı

    Joseph Delaney

    “Hayalet, birçok kişiyi eğitmeye çalıştı. Ama çok azı sonuna kadar dayanabildi,” dedi annem. “Ve tamamlayanlar da onu yerini doldurabilecek özelliklere sahip değil. Dikkatsiz, zayıf...

  3. Satranç ~ Stefan ZweigSatranç

    Satranç

    Stefan Zweig

    "Satranç daima kendini geliştiren ama kısır, hiçbir sonuca varmayan bir düşünüş tarzı, hiçbir şey hesap etmeyen bir matematik, eserleri olmayan sanat, materyalden mahrum bir mimari ve buna rağmen varlığının tüm kitaplardan ve eserlerden daha kalıcı olduğu ispatlanmış, bütün milletlere ve zamanlara ait, hangi Tanrı’nın can sıkıntısı gidermek, duyuları keskinleştirmek, aklı zorlamak amacıyla yeryüzüne gönderdiğini hiç kimsenin bilmediği tek oyun değil mi?"

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur