Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Kayıp Geçmiş
Kayıp Geçmiş

Kayıp Geçmiş

Jonathan Holt

“Kayıp Geçmiş” CIA kiliseye dua etmek için gitmez. – Güney Amerika deyişi. Carnavia üçlemesinin ilk kitabı olan “Yüz Karası” ile tüm dünyada çok satanlar…

“Kayıp Geçmiş”

CIA kiliseye dua etmek için gitmez. – Güney Amerika deyişi.

Carnavia üçlemesinin ilk kitabı olan “Yüz Karası” ile tüm dünyada çok satanlar listesine girmiş yazar Jonathan Holt, serinin ikinci kitabı “Kayıp Geçmiş”de soğuk savaş döneminin tarihi gerçeklerinin üzerine soluk kesen bir kurmaca oluşturuyor.

Haz peşinde bir zümrenin gizli buluşmasına katılan meraklı ve toy bir genç  kız kaçırılır.  Genç kızı kurtarma operasyonu tarihinin yeniden yazılmasını sağlayacak gizli bilgileri de açığa çıkaracaktır. İtalyan askeri polisi Carabinieri’nin cesur subayları Piola ve Kat, CIA ve Vatikan gibi kurumları da içine alan olayların üzerine kararlılıkla giderken birbirlerine karşı olan kuvvetli hislerini de baskı altına almaya çalışırlar.

Bir savaşın haklı olabilmesi için üç şey gereklidir. Birincisi, egemen bir otorite. İkincisi, haklı bir gerekçe. Üçüncüsü, hukuka uygun bir amaç.
– Aquinolu Tommaso, Summa Theologica

BİRİNCİ GÜN 

Bir

Venedik Carabinieri* subayı Albay Aldo Piola uykusundan sıçrayarak uyandı, bir an için nerede olduğunu çıkaramadı. Az ötede beyaz bir ekran karanlığın içinde yanıp sönüyor, küçük bir hoparlörden bir pop şarkısının melodisi yükseliyordu. Çalan parça dokuz yaşındaki oğlunun son zamanlarda sıklıkla dinlediği, Amerikalı şarkıcı Pink’e ait bir parçaydı, albay bunun farkına varınca başında sıkıntılı bir ağrı hissetti.

Claudio şaka yapmak için değiştirmiş olmalıydı telefonun zil sesini, ya da bu şekilde babası işteyken bile onun ilgisini çekebileceğini ummuş, başta duyacağı kızgınlığın yerini ani bir sevecenlik dalgasının ve suçluluk duygusunun alacağını düşünmüştü büyük olasılıkla. Kanepenin çevresi karanlıktı, bu yüzden el yordamıyla açtı telefonu. “Pronto?” “Albay, ben Saito. Böyle uygunsuz bir saatte seni uyandırdığım için kusura bakma.” Saatin kaç olduğu hakkında Piola’nın hiçbir fikri yoktu ama generale di brigatanın, yani bölük komutanının doğrudan kendisini aramasını gerektirecek kadar ciddi bir durum varsa saat önemini yitiriyordu. O yüzden, “Hiç sorun değil,” dedi yalnızca. “Vicenza’daki bir soruşturmayla ilgilenmemiz isteniyor. Yeni yapılmakta olan Amerikan askeri üssünde insan kalıntıları bulunmuş.”

‘Ceset’ yerine tuhaf bir şekilde ‘insan kalıntıları’ nitelemesinin kullanılmış olması Piola’nın dikkatini çekmişti. “Kim bulmuş?” “O yöreden bir delikanlı, bir tür protesto gösterisindeymiş. Bu saçmasapan saatte… Ne yazık ki o bölgede senin rütbende kimse yok. Serti eğitimde, Lombardo’ysa başka bir yerde görevli.” General Saito duraksadı. “İşi ciddiye aldığımızı göstermek için bu görevi kıdemli birine vermek durumundayız.” Ah, demek siyasi bir durum. ABD ordusu işin içindeyse hiç şaşırtıcı olmaz. “Yükümlülüklerden söz açılmışken, benim de şu sıralar halletmem gereken birtakım sorunlar olduğunu siz de biliyorsunuzdur.”

Piola odanın öbür ucuna geçerek ışığı yaktı, bir yandan da konuşuyordu. Oda aydınlanınca, oğlunun artık kullanmadığı Milano futbol takımı çarşaflarından biriyle kaplı olan kanepe çıktı ortaya, koltuğun kollarından tekinin üzerine bir çalar saat yerleştirilmişti. Saat 04.32’yi gösteriyordu. Piola pantolonuna uzandı, telefon omzuyla kulağının arasında duruyordu hâlâ. “Evet, biliyorum. Açık konuşmak gerekirse, ben de seni bu yüzden düşünmüştüm Aldo. Bu işte bize gereken şey deneyimli bir subayın yönetiminde hızlı ve profesyonelce bir soruşturma… Fazla zamanını alacağını sanmıyorum. Üstelik Amerikalılardan bir iki güzel söz duymak İçişleri’ndekilerin de hoşuna gidecektir.” “Anlıyorum. Teşekkür ederim.” Açık duran oda kapısının ardında, koridorda bir kıpırdanma çarptı Piola’nın gözüne, gecelik giymiş bir karaltı kapının köşesine sinmişti.

Karısı Gilda’ydı bu, konuşulanları duymaya çalışıyordu. Piola, “Emredersiniz,” diye ekledi bunun bir iş konuşması olduğunu belli etmek için. Gecelikli karaltı kaybolmuştu. “Sağ ol albay. Bir araç yola çıktı bile. Olup bitenlerden sürekli haberdar et beni, tamam mı?” Piola konuşmasını bitirdiği sırada karısı yatağa dönmüş ve odanın kapısını albay gelmeden önce kapatmıştı. Piola yavaşça kapıyı çaldı. “Çıkmam gerekiyor,” dedi ahşabın arkasından. “Gece görüşürüz, değil mi?” Yanıt gelmedi.

Ailesini daha fazla rahatsız etmemek için dışarı çıktı ve kendisini alacak olan sürücünün araba sirenini çalmayacak kadar sağduyulu davranmasını umarak sokakta beklemeye başladı. Yılın bu zamanında çoğu geceler Venedik’in ve çevresindeki Veneto bölgesinin üzerine çöken sis, caìgo, bu gece daha bir yoğundu. Sis Venedik’e önceki gün deniz yönünden bastırmıştı, şimdi kanallardan ve kanalların rio* denilen küçük kollarından içeri süzülüyor, kaldırımların ve kapı eşiklerinin üzerinden kayarak manastırların iç bahçelerini çevreleyen kemerli geçitlere, oradan da avlulara akıyordu. Saat 16.00 sularında belli belirsiz bir bulanıklık olarak başlayan sis, akşam karanlığı çökünce yerini sıtmalı bir bungunluğa bırakmıştı.

Yoğun sis kilise çanlarının sesini bastırmış, sokak lambalarının tepesinde şeytan tüylerine benzer puslu bir ayla oluşturmuştu. Akşam karanlığı erkenden çökmüş gibiydi. Sis beraberinde Venedik lagünü ile Adriyatik Denizi’nin o tuzlu, dondurucu soğuğunu da getirdiği için Piola montunun fermuarını çenesine kadar çekti. Normalde soruşturmalara giderken sivillerini giyerdi ama bu kez işin içinde ABD Silahlı Kuvvetleri olduğundan koyu renk pilili pantolon, iyice cilalanmış siyah ayakkabı ve mavi monttan oluşan günlük Carabinieri üniformasını tercih etmişti.

Montunun yakalarına tepesinde üç yıldız bulunan üç kuleli bir kale arması işlenmişti. Amerikalıların onun rütbesinden etkileneceğini düşünmüyordu ama Carabinieri’nin de askeri bir kurum olduğunu bu şekilde onlara anımsatmakta hiçbir sakınca görmedi. Piola, albay şapkasını kolunun altına yerleştirirken bu kez şapkayı bıraktığı yerde unutmaması gerektiğini yazdı kafasına; sıkça yaşadığı bir durumdu bu. Piola’nın şansı vardı, arabanın mavi ışıkları yanıyordu ama sireni kapalıydı. Sürücü Adelmio kahve getirmeyi bile akıl etmişti. Küçük karton bardağın içindeki sıvıyı boğazından aşağı gönderirken, içtiği şeyin üzüm brendisi bol tutulmuş bir corretto olduğunu fark etmek de albayın ayrıca hoşuna gitmişti. Piola, “Kimler var orada?” diye sordu araba ilerlerken. “Dottore Hapadi, efendim. Nöbet ondaymış. Bizimkilerden de birkaç kişi var. Sanırım yerel emniyet birimleri.”

“Olayla ilgili bir şey biliyor musun?” Adelmio omuz silkti. “Fazla değil. Bir iskelet varmış diye duydum. Ama inşaat alanındaymış, onu bulanlar da protestocularmış, o yüzden–” Piola durumu anladığını belirtmek için başını salladı. Yeni Amerikan üssü, Ederle Kışlası’nda bulunan askeri birliğin birkaç kilometre uzağında, artık kullanılmayan Dal Molin havaalanına yapılıyordu. Bu inşaat kuzey İtalya’daki en büyük projelerden biriydi, büyüklüğü Venedik lagünündeki sel önleyici setlerle karşılaştırılıyordu.

Her iki proje de tartışmalıydı ama Dal Molin konusundaki tartışma kısa süre içinde başka bir boyut kazanmıştı. Yörede yaşayan insanların büyük bir bölümü şehirlerinin dört bir yanını saran ve yeraltı füze rampalarından motorlu araç park alanlarına kadar birçok şeyi barındıran ABD askeri tesislerinden tedirginlik duyuyordu. Öte yandan, bölgedeki varlığı İkinci Dünya Savaşı döneminde yapılan gizli anlaşmalara dayanan Amerikalıların şehrin imar planını hiçe saymalarına göz yumulması da kimilerini açıkça sinirlendiriyordu. 2007 yılında yüz elli bin kişi şehri koruyacaklarını göstermek için el ele tutuşmuş, UNESCO’nun Dünya Mirası kapsamına aldığı Vicenza’nın çevresinde simgesel bir duvar oluşturmuştu. Yeni üs için yapılması öngörülen halkoylaması son dakikada mahkeme tarafından gizemli bir şekilde iptal edilmişti ama kararlı Vicenza halkı protestosunu sürdürmek için yemin etmiş, dahası, inşaat alanının hemen yanına yerleşik bir ‘barış kampı’ bile kurmuştu.

Yine de bütün bunlar hiçbir işe yaramamıştı, yerel gazetelerin yazdığına göre inşaatın rekor bir zamanda bitirilmesi bekleniyordu. Ama bölgede yapılacak bir Carabinieri soruşturmasının her iki taraf için de büyük önem taşıyacağından Piola’nın en ufak bir kuşkusu yoktu. Bulunan şey bir iskeletse, ki bu durum Saito’nun neden ‘insan kalıntıları’ demiş olduğunu kesinlikle açıklıyordu– eski dönemlerden kalmış olabilirdi, bu da adli bir soruşturmayı gereksiz kılardı. Veneto, Roma İmparatorluğu dönemlerinden önce bile yüksek nüfuslu bir yerleşim merkeziydi, dolayısıyla bölgedeki inşaatlarda bu tür iskeletlerle çok sık karşılaşılırdı. Öte yandan Piola, yörenin nemli toprağına gömülmüş bir cesedin aylar içinde çürüyeceğinin ve geride yalnızca kemiklerin kalacağının da farkındaydı. İnşaat alanları uzun zamandır Mafya’nın tercih ettiği yerlerdi, çünkü buralar kurbanların cesetlerinden kurtulmak için çok uygundu.

O yüzden en iyisi erken tahminlerde bulunmamaktı. Yol aşağı yukarı kırk dakika sürdü. Kimseciklerin olmadığı autostrada A4’ün Vicenza Ovest çıkışından sapıp Viale del Sole’ye doğru hızlandılar. İç kesimlerde sis biraz daha hafiflediği için eski havaalanına yaklaştıkları sırada Piola kimi şekilleri artık seçebiliyordu. Alanın dört bir yanı neredeyse bütünüyle tahtalarla çevrelenmişti, bu da afiş yapıştırmak ya da grafiti yapmak isteyenler için son derece baştan çıkarıcı bir görüntüydü. Tahtaların üzerine Amerika karşıtı ‘Vicenza Libera!’, ‘No Dal Molin!’, ‘Fuori Dalle Balle!’* sloganları yazılmış, gelgelelim yer yer bu yazılar şık siyah takım elbise giymiş sırıtan adamların resimleriyle örtülmüştü. Bölge meclisi için yapılacak seçimler yaklaşıyordu ve resimlerde yer alan yarışma sunucusu kılıklı o adamlar da seçimlerde aday gösterilen kişilerdi.

Öte yanda, içeride olup bitenler giriş kapılarının ve tel örgülerin arasından kısmen de olsa görülebiliyordu. Çamur birikintilerinin oluşturduğu girintili çıkıntılı yığınlar donmuş dalgalara benziyor ve inşaatın ne kadar hızlı ilerlediğini kanıtlıyordu, sisin içinde yükselen dev vinçlerse masallarda anlatılan fasülye sırıklarını andırıyordu.

Yine de en çok dikkati çeken şey gecenin karanlığında göğe doğru yükselen yeşil, beyaz, kırmızı renkli dumanların oluşturduğu ve sisi kocaman, dalgalanan bir İtalyan bayrağına dönüştüren büyük sarmallardı. “Protestocuların işaret fişeği attıklarını söylemişlerdi,” dedi Adelmio. Uzakta yanıp sönen mavi bir ışığı gösterdi. “Bunlar bizimkiler olmalı.” Üzerinde ‘G Kapısı’ yazan tahta çitin ötesindeki boş alanda park etmiş iki Carabinieri aracı gördüler gerçekten de, birinin tepe ışıkları hâlâ yanıyordu. Üniformalı bir appuntato arabadan indikten sonra Piola’yı selamladı ama haki renk eğitim kıyafeti giymiş bir Amerikalı, onbaşıdan hızlı davranıp öne çıkarak anlaşılır bir İtalyancayla konuşmaya başladı.

“Albay Piola? Ben Çavuş Pownall, askeri polis. Size olay yerine kadar ben eşlik edeceğim. Bir sakıncası yoksa şunları giyer misiniz?” Çavuş, Piola’ya fosforlu bir ceket, bir baret ve kordonun ucuna asılı PVC kaplı bir kart uzattı. Kartın üzerinde ‘ZİYARETÇİ – GEÇİCİ İZİNLİ’ yazıyordu. Piola yorum yapmadan söyleneni yerine getirdi ve onları bekleyen cipe doğru adamın arkasından gitti. Engebeli arazide hoplaya zıplaya ilerlerken çavuş bir kez daha konuştu. “Hiçbir şeye dokunulmadı, her şey yerli yerinde. Sizin sağlık ekipleri aşağı yukarı bir saat önce geldi buraya.” “Kalıntılar ne zaman bulunmuş?” “İki buçuk sularında. Protestocular güvenlik girişindeki kapının asma kilitlerini kırıp zorla içeri girmişler. Kapılar alarmlı, kameralarımızda da gece görüş özelliği var, dolayısıyla protestoculara karşı hazırlıklıydık. Sizin de gördüğünüz gibi işaret fişekleri attılar, ardından sprey boyayla grafiti yapıp dağıldılar. Ama aralarından ikisi kendilerini vinçlerin tepesine zincirledi; başımı en çok ağrıtan da onlar oldu, adamları oradan indirmek için dağcıları çağırmamız gerekti.

Askerler başka bir protestocuyu da 319D denilen şu büyük hafriyat kamyonlarının tekine kadar kovalamışlar. Tam yakaladıkları sırada adam elinde telefon, az önce aradığı polise kamyonun damperinde bir iskelet gördüğünü anlatıyormuş. Askerlerden biri gidip bakmış ve protestocunun haklı olduğu anlaşılmış. Gerçekten de bir iskelet varmış orada.” Piola adamın imasını fark etmişti. “Protestocunun söylediklerine inanmıyor musunuz?” “Efendim, soruşturmanızla ilgili erken bir yorum yapmak istemem. Ama kameralardan anlaşılıyor ki içeri girerken adamın elinde büyük bir çuval varmış. İnşaatın durdurulmasını sağlamak amacıyla iskeleti kendi getirmiş ve kamyonun arkasına atmış olması mümkün görünüyor.” Pownall göz ucuyla Piola’ya baktı. “Üzerinize alınmayın albayım ama İtalyan bürokrasisinin zaman zaman ne kadar ağır işlediğini herkes bilir, üstelik karşıt görüşlüler burayı mühürletmek için daha önce de çok uğraştılar. Zaten biz de o yüzden bu soruşturmayı Emniyet Müdürlüğü’nün değil de Carabinieri’nin yürütmesini istedik. Siz de farkındasınızdır ki askeri bir sorunla karşı karşıyayız.”

Piola buna doğrudan yanıt vermek istemedi. “Protestocular daha önce de böyle zorla girmişler miydi buraya?” “Olumsuz… Transformasyon başladığından beri bu ilk oluyor.” Piola, “Trasformazione?” diye yineledi sözcüğü. Pownall omuzlarını silkti. “Girişimci ortaklar böyle tanımlıyor. Sanırım görünce siz de anlayacaksınız nedenini.

Alışılagelmiş inşaat projelerinden biraz farklı.” Aslına bakılırsa Piola hâlâ pek bir şey göremiyordu. Külrengi sis dalgaları cipin far ışıklarının altında parça parça dağılıyordu. Albay sol yanda sisin hafifçe dağıldığı bir aralıktan toprakkazarlar gördüğünü sandı ama görüntüler yanıltıcıydı, emin olamadı. Cipin o araçların yanına varması en az bir dakika daha sürdü. Piola ayakkabılarını kirletmemek için Çavuş Pownall’ın ardından çamurda temkinli bir şekilde araçlara doğru yürürken mesafeler konusunda kafasının neden karıştığını anladı. Makineler dev gibiydi.

Normal boyutlarının en az iki katı olan araçların yalnızca tekerlekleri bile bir adam boyundaydı. En yakındaki aracın kapısına sprey boyayla bir tür grafiti yapılmıştı: Anarşizmin simgesi gibi ortasında A harfi bulunan bir çember çizilmiş ancak A’nın her iki bacağına küçük birer D ile M harfi yerleştirilmişti. Grafiti çok yeniydi, yoğun nemli havada siyah boya hâlâ süzülüyordu. Kamyon öylesine büyüktü ki Piola dampere bakabilmek için aracın yanına yerleştirilmiş olan merdivene çıkmak zorunda kaldı. Damperin içine göz attığında beyaz giysili iki kişinin moloz yığınları arasına çömelmiş, seyyar bir ark lambasının ışığında birtakım kemikleri incelediğini gördü.

Piola zamanla rengi kahveye dönmüş bir kafatasıyla onun aşağı kısmında duran göğüs kafesini fark etti. Az ötede ucunda ayak kemikleri bulunan bir bacak, gövdeden ayrı olarak duruyordu. Piola, “Günaydın dottori,” diye selamladı adamları. Aralarından biri dönüp ona baktı. “Ah, albay. Sizi kahvaltıdan önce göremeyeceğimizi düşünmeye başlamıştım.” Hapadi’nin sesi, maskesinin ardında boğuluyordu. “Neden burada olduğumdan ben de pek emin değilim,” dedi Piola. “Demek istediğim, neden yerel polisten biri değil de ben? Neyse, bana söyleyebileceğiniz neler var?”

Adli tıp uzmanı maskesini indirerek ayağa kalktı, sırtını rahatlatmak için gerindi. “Leğen kemiğinin boyutlarına bakarak bir erkek diyebilirim. DNA’sı kesin bilgiyi verecektir ama standart bir çözümleme için yeterli yağ dokusu yok, o yüzden mitokondri yapısından yararlanmamız gerekiyor.” Bu tür teknik ayrıntılardan pek anlamamasına karşın Piola söylenenleri başıyla onayladı. “Ne zamana tarihlendiği konusunda bir bilgi var mı?” İkisi de bunun can alıcı bir soru olduğunun farkındaydı, Hapadi kuşku dolu bir sesle yanıt verdi. “Ortaçağ öncesine ait olduğunu sanmıyorum.

Ama renk değişiminin eşit dağılımına bakılırsa çok da yeni değil. Bize yardımcı olabilecek ve büyük olasılıkla haki renk bir monttan kalma lif parçacıkları bulduk. Ayrıca sol el bileğinde tuhaf bir şekil bozukluğu var, aşı öncesi dönemlerde geçirilmiş çocuk felcinin göstergesi olabilir; bu arada sol eli de belirgin bir şekilde çarpık. Doğrusunu isterseniz iskeletlerin tarihlendirilmesi uzman işidir. Bu tür araştırmaları benden daha iyi bilen birini bulmam gerekecek.” “Buraya nasıl gelmiş olabileceği konusunda bir fikriniz var mı?” “Birileri aşağıdan sallayıp damperin içine atmış gibi görünüyor, kemikler çok açık bir şekilde moloz yığınının üzerinde duruyor, aralara karışmamış.

Leğen kemiği ile uyluğun ayrılmasına da bu darbenin şiddeti yol açmış olmalı.” “Yani birkaç saat önce bile atılmış olabilir öyle mi?” “Olabilir. Öyle varsayıldığının da farkındayım.” Doktorun sesindeki temkinlilik Piola’nın dikkatinden kaçmadı. “Öte yandan, durumun öyle olup olmadığı da kolaylıkla anlaşılabilir.” “Nasıl anlaşılır dottore?” Hapadi yeniden çömeldi. “Toprak leğen kemiğinin boşluklarını nasıl doldurmuş görüyor musunuz? İskelet buraya taşınmış olsaydı kimi parçaları yol boyunca düşmüş olurdu. Başka bir deyişle albay, iskeletiniz tıpkı Hansel ile Gretel’deki gibi kırıntılardan oluşan izler bırakırdı.” “Teşekkür ederim dottore, bu bilgiler çok işe yarayacak.” Piola merdivenden inmeye başlarken Hapadi ekledi, “Ölüm nedeniyle ilgili bir şey sormadınız.”

Albay durdu. “Bunu tespit etmeniz için çok erken olduğunu düşünmüştüm.” “Normalde evet, tespit edilemeyebilirdi. Ama şu durumda o kadar da zor bir iş değil.” Doktor beyaz eldivenli elleriyle kafatasını kaldırarak sol kulağın olması gereken yerdeki düzgün yuvarlağı görebilmesi için Piola’ya doğru çevirdi. “İşte bu yüzden iskeletin ortaçağa ait olmadığından eminim albay. Mermiler yokken böyle delikler açamıyorlardı.”

 

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Yazarın Diğer Kitapları

  1. Hain ~ Jonathan HoltHain

    Hain

    Jonathan Holt

    “Hain” İkinci Dünya Savaşı sonrası dönemde Avrupa’nın ama özellikle İtalya’nın gizli tarihini adeta “deşen” ve günümüzde geçen bir polisiyeyi tarihsel bağlarıyla anlatan “Carnivia Üçlemesi”nin...

  2. Yüz Karası ~ Jonathan HoltYüz Karası

    Yüz Karası

    Jonathan Holt

    Venedik’te karnaval zamanı rahip giysili bir kadının cesedi kıyıya vurur. Kollarında bazı dinsel sembollerin dövmeleri vardır. Yine Venedik yakınlarındaki Amerikan üssüne başvuran bir kadın...

Men-e-men Birazoku

Aynı Kategoriden

  1. Mahrem ~ Anna CampbellMahrem

    Mahrem

    Anna Campbell

    Sadece birkaç öpücük nasıl bu kadar fırtınalı bir arzu yaratabilir? Güzel Grace Paget kaçırılmış, gizlice uzaktaki bir çiftliğe götürülmüş ve hiç tanımadığı bir adamın...

  2. Kiraz Çiçeklerinin Altında ~ Ango SakaguçiKiraz Çiçeklerinin Altında

    Kiraz Çiçeklerinin Altında

    Ango Sakaguçi

    “Ama o ağaçların altından insanları çıkarınca geriye nasıl ürkütücü, nasıl korkutucu bir manzara kalıyor bir bilseniz!” Ango Sakaguçi, İkinci Dünya Savaşı sonrası Japonya’sının ruh...

  3. Tutkunun Dansı ~ Stephanie LaurensTutkunun Dansı

    Tutkunun Dansı

    Stephanie Laurens

    Jonas Tallent yakışıklı, varlıklı ve soylu biridir. Londra sosyetesinden keyif almak isteyen bir centilmenin ihtiyacı olan her şeye sahiptir. Fakat bir zaman sonra hovardalık...

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur