“Onlar tarihti diye söylendim biz karşı tarih, kasaba tarihti ben ve kurtlar karşı tarih; biri bir çocuğu ölüme gönderiyor, diğerleri ölüme gönderilen çocuğun kıyısından geçiyordu. Benim yeniden yürümeyi seçmem, ansızın kalkıp bir savunmaya yeltenmem, kasabalılara değil, kurtlara ve öbür yabani hayvanlara şükran borcumu ödemekten başka bir anlam taşımıyor. Savunma bütünüyle bu minval üzerinde yapılacak ve bittiğinde kasaba kendisinde savunulacak en küçük bir irfan kırıntısı bile olmadığını anlayacak.”
Ali Ayçil, “tarih”e değil de “karşı tarih”e inanan minör bir kahramanın hikâyesini anlatıyor. Karşı Roman, hem içeriğiyle hem de anlatım biçimiyle kalıpları yıkan, ezberlerin dışına çıkan ama aynı zamanda, aşkın ve sevginin sağaltıcı gücünü yeniden hatırlatan usta işi bir roman…
Birden yürümeye karar verdim. Penceremden, karşıdaki çiçek açmış erik ağacına bakarken, Savunmanın olgunlaştırılması için başka bir yol gözükmüyor dedim; Savunmanın sakatlanmadan tamamlanması için buna mecburum. Yürümeye karar verdiğim anda doğal olarak yürüyüş ritmime de karar vermiş oldum. Annemin sıkça uyardığı seğirtme ritminde değil, öylesine etrafına bakan aylakların, parmaklarını sayarak yürüyen çaresizlerin ya da sürekli saatini yoklayan acelecilerin ritminde de değil; Savunmanın kendine özgü ritmi içinde. Daha çocuk yaşta beni yürümekten nefret ettiren sebepleri başlangıç noktasına kadar geri itecek ve nihayetinde yol izlerini temizleyip hiç yürünmemiş hale getirecek bir ritimde. Bu bir Savunma ritmi olacak diye geçirdim içimden, savunmanın ritmiyle üzerimde yürünen yol geriye doğru itilecek, ihlallerin altı çizilecek. Kafamdaki tasarı geçmişimin önce güçlendirilip sonra da zayıflatılmasını zorunlu kılıyor; bir yol, bir ıssızlık, bir korku olan geçmişin yağları başka türlü eritilemez. Savunmanın kişisellikten kurtarılıp bir karşı tarih halini alabilmesi geçmişin hatırlanarak lağvedilebilmesine bağlı, dedim kendi kendime; seğirterek yürütülmüş çocuk, göğüste sıkışıp kalan nefes ve korkulu akşamlar önce hatırlanacak sonra da lağvedilecek.
Birden yürümeye karar verdim ve İcadiye’den Karacaahmet’e, Selimiye’den Üsküdar’a, Kuzguncuk’tan Kandilli’ye doğru hiç vakit kaybetmeden Savunmanın ritmiyle yürümeye başladım. Yürüdükçe halkanın genişlemesi kaçınılmaz bir hal aldı ve ben tarihî yarımadanın iki yakasında da mutlaka karşıya bakarak, bir amaç insanı olduğumu herkese göstererek, herhangi bir sevinç ya da üzüntüye kapılmadan aylarca yürüdüm; haliyle bu duygular beni her yokladığında, sevinç ya da üzüntüye hayır dedim. Bu bir sevinç ya da üzüntü yürüyüşü değil, bu kesin bir biçimde açık havada bir çalışma yürüyüşü, tıpkı masa başındaki gibi kuralları olan bir yürüyüş; daima karşıya bakmak, ritmi bozmamak, adımlarımla hafızam arasındaki ilişkinin aksamasına hiçbir biçimde müsaade etmemek gerekiyor.
Adımlarımla hafızam, hafızamla çocukluğum, çocukluğumla tarih arasında ne olup bittiyse, bu çalışma sırasında gözden geçirilecek diye söylendim. Disiplini hiç bozmadan, kentin mabetlerine, kadınların kokusuna, afişlerin ve vitrinlerin ayartıcılığına kanmadan, eski yolun korkusunu sürekli içinde taşıyarak atacaksın adımlarını. Buna mecbursun. Buna mecburum, diye yineledim, Nuh Kuyusu Caddesi’nden Güçlü Apartmanı’nın bulunduğu sokağa doğru yürürken. Yalnızca ıssız bir güzergâhta tahrip edilmiş çocukluğumu değil bir kaderi de önüme sererek geriye doğru üstünden geçmem gerekiyor. Yol üzerindeki izler iyice belirginleştirilmeden bir savunma yapılamaz.
Savunmanın kafamda hiçbir tereddüde yer bırakmayacak kadar olgunlaşmasına müsaade etmem hatta buna katlanmam şart. Katlanmak diyorum, çünkü uzun zamandır bana kendini dayatan bu açık hava çalışması, ben yürümekten kaçındıkça hastalıklı bir ısrar halini aldı; ne vazgeçildi plandan ne de plan bu güne kadar hayata geçirilebildi, ısrar ve erteleme yüzünden ayrıca yorgun düştüm. Ama sonunda ısrarın hiçbir ertelemeye tahammül edemediği bir noktaya gelmiş bulunuyoruz. Yalnızca şimdi yürüdüğüm Nuh Kuyusu Caddesi’nde değil, bütün geçtiğim güzergâhlarda artık erteleme kabul edilemezdi demek suretiyle, Savunmanın ön taslaklarını hazırlamayı sürdürdüm.
Nuh Kuyusu’nda, Bihruz Bey’in landosunun Millet Bahçesi’nden gelip Koşuyolu’na doğru kıvrıldığı noktada, bir kez daha Savunmanın bitirilmesi içimdeki ve dışımdaki sebepler yüzünden kaçınılmaz bir hale gelmişti, diye tekrarladım; dudaklarımı kıpırdatarak, kendi kendime konuştuğum izlenimini pekiştirerek, Bihruz Bey’i landoya bindiren tarihle çekişerek, savunmanın biraz daha içine çekilerek. Bihruz’un Macar atlarının kırbaçlandığı güzergâhta hafızamın birden atları, kadınları ve Nietzsche’yi beraber istiflemiş olmasına da ayrıca hayret ettim. Bihruz Bey, Macar atları, Lou Salome, Periveş Hanım, Béla Tarr; kişisel bir zincirin halkaları kendine özgü bir dizilişle Surp Haç Ermeni Mezarlığı’nın ağaçlarından sızan güneşin karşısında gün yüzüne çıkıverdi. Zihnim Bihruz’u asalak, Salome’u soğuk, Periveş’i mahalli yosma, Tarr’ı münzevi olarak kaydetmişti. Acaba ben diye geçirdim içimden, başkalarının hafızasına hangi özelliklerimle kaydedildim? Taşra Avukatının ve Şehir Avukatının, Ertuğrul’un ve İlhan’ın gözünde tam olarak nasıl biriydim? Berna bende ne buldu? Güçlü Apartmanı’nın giriş dairesinin önünde demir parmaklıklı pencereye bakarken, Savunmaya çocukluğumdan ya da şu anki hayatımdan, baştan ve sondan değil de buradan, yılların ortasından giriş yapmak bastıramadığım bir arzunun sonucu, diye geçirdim içimden. Aniden karar verdiğim, haftalarca hiç aksatmadan sürdürdüğüm yürüyüşlerim sırasında ayaklarım sıkça beni Nuh Kuyusu’na çekti ve sıkça Surp Haç Ermeni Mezarlığı’na bakan sokaktan içeriye girip eski dairemin önüne geldim, eski kiracısı olduğum dairenin. Mümtaz ve Pervin Taşoluk çiftinin gerdeğe girdikleri, çocuk sahibi oldukları, sonra da daha geniş bir eve taşınarak kiraya verdikleri dar ve soğuk dairenin önüne. Başka güzergâhlarda hazırladığım Savunma taslaklarının iç bütünlüğünü sağlayayım, tam ortada durarak geçmişle şimdi arasında kolayca gidip geleyim diye belki, ayaklarım beni daima buraya, hayatımın ortasına çekti. Kasabaya giden yokuşla Babıali Yokuşu’nun ortasına, babamın şarampole kurban gittiği Harmanlı yoluyla Divanyolu’nun ortasına, sınıfça patlak bir topun peşinden koştuğumuz ilkokul bahçesiyle, Rumeysa’nın kaşla göz arasında kan sızan başımı okşadığı üniversite bahçesinin ortasına, yaşadığım taşra şehirlerinin hüzünlü akşam ezanlarıyla Boğaz’da atılan havai fişeklerin ortasına, Şam’daki otelin balkonuyla Stuttgart’taki çatı katının ortasına.
Burada diye geçirdim içimden, kendime ölümüne sadakatin bir nişanesi olarak yalnızca her şeyin ortasında durmuyor, her şeyin bir ortalaması olarak da duruyorum. Güçlü Apartmanı’nın Mümtaz ve Pervin Taşoluk çiftine ait uzun, dar ve soğuk giriş katının sokağa bakan küçük odasının pencere önünde, bu apartman ve bu ev her halükârda Savunmanın kalbi olacak, başka türlüsü düşünülemez, dedim. İyi ve kötü günler, geçmiş ve gelecek bu evin bulunduğu yere taşınacak, nihai açık hava çalışması kaçınılmaz olarak bu civarda yapılacak. Mümtaz ve Pervin Taşoluk çifti de bu açık hava çalışmasında bir unutkanlığa terk edilmediklerini, hatıraya bile dönüşmediklerini görmüş bulunacaklar. Temiz kalpli Mümtaz Taşoluk dedim, durumumun ne kadar farkındaysa, taşra gelini Pervin Taşoluk bir o kadar yastık altına koyacağı altınları düşünüyordu. Her yıl ağustos ayında Mümtaz Taşoluk tarafından kapım çalınıyor, kira görüşmesine geçmeden önce kanepede gevşeme sohbeti yapılıyor,
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Çağdaş Türkiye Edebiyatı
- Kitap AdıKarşı Roman
- Sayfa Sayısı144
- YazarAli Ayçil
- ISBN9789750536809
- Boyutlar, Kapak13,5*21, Karton Kapak
- YayıneviSel Yayınları / 2024
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Sonuncu ~ Tahsin Yücel
Sonuncu
Tahsin Yücel
Selami, İstanbullu köklü bir ailenin oğludur. Fransa’da felsefe doktorası yapıp döndükten sonra evlenir, çocukları olur, dingin bir yaşam sürer. Ama yaşamının en büyük amacı...
- Hepsi Hikâye ~ Gaye Boralıoğlu
Hepsi Hikâye
Gaye Boralıoğlu
Bir dizi hikâye… Bir dizi-hikâye… Hayatla başa çıkmak denen, gittikçe imkânsızlaşan mesleği… Temel bir insan hali olarak, ebedi ergen şaşkınlığı… Yanlış anlaşılmanın, kendini anlatamamanın...
- Yetim ~ Hatice Meryem
Yetim
Hatice Meryem
Bu gece birini öldüreceğim. Kim olduğu fark etmeyecek. Kulağımı çekeni, ayağıma çelme takanı, kıçımı açıkta bırakanı, yüzüme tüftüf atanı, bana sidikli, bana aptal, bana...