İşte bu kitapçıkta, manevi oluşun bu gizemine ilişkin bir sözcük yok. Bu nedenle gülmekten kendimi alamadım. Orada yazılan her şey doğru, yalnızca öz eksik. Beni yalnızca anlatıyor, teşhir etmiyor. Kitapçığa iki yüz isim sığdırılmış. Şu var ki bana bütün yaratma gücünü sağlayan isim eksik. Hayatıma yön veren, şimdi beni gençlik çağıma iki kat daha çok istekle çağıran insanın adı görünmüyor. Herkesten söz ediyor, yalnız bana ses veren, sözcüklerimin ruhu olan adam hariç.
…
Hayatımda böyle bir anı daha önce hiç yaşamamıştım. Sözün verdiği haz beni adeta sarstı ve sürükledi. İlerlediğimin farkına bile varmadan, canlanmayla değişik bir duygunun güdüsü ile bir film perdesini aşarak otomatik adımlarla büyük daireye katıldım. İrademe hakim olamayarak, kendimi, beni fark edemeyecek kadar kendinden geçmiş öğrencilerin arasında, hocadan on adım beride buldum.
Üniversiteden arkadaşlarım ile öğrencilerim kendi aralarında toplanarak bana onur veren bir davranışta bulunmuşlar. Altmışıncı yaşım ve otuz yıllık meslek hayatım nedeniyle filologların, onuruma düzenleyip hazırladıkları ve bana törenle sundukları, beni ve yaptıklarımı anlatan kaynak kitapçıklardan biri masamın üstünde duruyordu. Ondan gözlerimi ayı ramı yordum.
Şimdiye kadar yayınlanmış hiçbir makalemi, konferansımı göz ardı etmemişler, hakkımda yazılan en küçük haberi bile unutmamış, tümünü bu kitapçığa almışlar. Bu çabalar, ayrıntılı yaşam öyküm, kim bilir hangi yıllıktan derlenmiş. Gördüğüm o ki, bugüne kadar yayınlanan tüm çalışmalarım, adım adım izlenmiş. Hayatımın İçtenlikle olduğu kadar titiz bu anlatımı karşısında memnun olmamak için gerçekten nankör olmam gerekir. Yitmiş veya unutulmuş sandığım bazı şeylerin sıralanışı, düzene sokulmuş olarak gün yüzüne çıkarılması karşısında, geçmişimin adeta yeniden canlandığını görüyor gibiyim. Hayır, görmezlikten gelemem. Bu yaşlı halimle, başarısı, bilim tutkusu, ilk kez olarak hocalarınca takdir edilen bir öğrenci kadar müthiş bir sevinç içindeyim. Gel gelelim bütün bunlara karşın, bu iki yüz sayfalık çalışmanın meyvesini alarak manevi benliğimin aynasına bakarken, gülmeden edemedim. Yasam öykümün ölü kaynağa dayanılarak saptandığı şu ömrüm, çocukluk ve gençliğimden şimdiye kadar yükselme çabam, gerçekten bu muydu?
Ben ki (evet, tüm ömrümü insanları eserlerinden tanıma tezine harcayan) üzerinde insanların ne kadar gizemli olduklarını anlamayı denemekteydim. Bizler milyarlarca saniye yaşıyoruz ama bunların içinden ancak bir tanesi iç dünyamızın kaynaşmasına neden oluyor. Stendhal bunu anlatmıştır. Benlikteki çiçeğin cevherle donanıp yıldırım hızıyla billurlaşma anı. Tıpkı yaratma anı gibi büyülü, onun gibi oluşma evresinde gizli. Görülmesine, dokunulmasına, duyulmasına olanak bulunmayan; anlaşılması için yaşanılması gereken bir giz. Bunu ruhla ilgili hiçbir denklem, Önsezi ile İlgili hiçbir simyacı ölçemez. Çok nadir olan kişisel duyuş ile sezilebilir.
îşte bu kitapçıkta, manevi oluşun bu gizemine ilişkin bir sözcük yok. Bu nedenle gülmekten kendimi alamadım. Orada yazılan her şey doğru, yalnızca öz eksik. Beni yalnızca anlatıyor, teşhir etmiyor. Kitapçığa iki yüz isim sığdırılmış. Şu var ki bana bütün yaratma gücünü sağlayan isim eksik. Hayatıma yön veren, şimdi beni gençlik çağıma iki kat daha çok İstekle çağıran insanın adı görünmüyor. Herkesten söz ediyor, yalnız bana ses veren, sözcüklerimin ruhu olan adam hariç. Bu eksiklikten kendimi sorumlu tutmuyorum. Bütün hayatım boyunca geçmiş yüzyılların izini apaçık yaşattım. Bütün bunları yenilemekle uğraşırken, en yeni olanını düşünmedim. Homer çağında olduğu gibi bu sevgili hayalete kanımı sunarak, onu kendime yaklaştırıp belki de konuşturabileceğim. Bu bilimsel esere açık olanların yanı sıra, bilinmeyen bir sayfa ekleyerek duygusal bir açıklamada bulunacağım ve ancak bu nedenle gençliğimin gerçek yüzünü canlandırmış olacağım.
Başlamadan önce hayatımı anlatmak iddiasında bulunan eseri bir daha karıştırıyorum; tekrar gülümsüyorum. Gerçek hayatımı anlatmak için ne kadar sahte bîr temele dayanmışlar!
İşte birçokları arasında devlet bürokrasisinde bulunan eski okul arkadaşlarımdan birinin masalı: Sözümona daha lisedeyken klasik bilimlere karşı duyduğum sevgi ile tanınmışım. Çok zayıf belleği varmış. Ben, bütün İnsancıl bilimlere, dişlerimi sıkarak zorla tahammül etmişimdir.
Almanya’nın doğu yakasının küçük bîr şehrinde rektör olan babamın yanında, küçük yaşta bilimin ekmek kaygısı yüzünden ne kadar ayağa düştüğünü görmüş, bu nedenle babamın mesleği olan filolojiden nefret etmiştim. Zaten doğa, mistik amacına uygun, daima çocuğun ruhuna ana babanın eğilimlerine karşı, bir nefret çıbanı aşılıyor. O, rahat, hareketsiz, kuşaktan kuşağa ulaşan özenti bir meslek kalıtımından hoşlanmıyor. Hemen her zaman aynı kökten gelenlerin ruhuna, bir tezat sokuyor ve ancak zahmetli, verimli bir uzaklaşmadan sonra, evladın, yeniden soyunun izini sürmesine yol veriyor. Babamın, bilimin kutsallığı hakkındaki iddiaları yine kendi onaylarıyla sonuçlanıyordu. Daima klasikleri örnek alarak gözümde büyütmesi, bende, bunların kuru, kitabî kimseler olduklarına dair izlenimler uyanmasına neden oluyor ve onlara karşı kin duyuyordum.
Kitaplarla çevrili olduğum İçin, onlardan nefret ediyor ve babamın bilime karşı özendirmesiyle, yazıyla uğraşan her türlü bilgiden soğuyordum. Bu nedenden dolayı bakaloryaya (olgunluk sınavı) kadar güçlükle erişebildiğim ve sonra herhangi bir öğrenim sürdürmeye yanaşmamam garipsenmemeli. Subay, bahriyeli veya mühendis olmayı arzu ediyordum. Gerçi bu mesleklerin hiçbirine karşı büyük bir eğilim duymuyordum. Eylemi olan bir mesleği seçmek istememin bir nedeni, diğer mesleklerin kuru ve iddialı havalarından kurtulmak istediğimdendi. Ama üniversiteye karşı körü körüne bir sevgiyle bağlı olan babam, akademik eğitimime devam etmem konusunda ki fikirlerinde kararlıydı Ancak klasik filoloji yerine İngiliz filolojisini izlememe onay verdi. Geçici olarak bu çareyi, sırf ingilîzce’nin denizcilikle İlgili oluşu nedeniyle, ileride serbest bahriye hayatına atılabilmek umuduyla razı oldum.
Şimdi, hakkımda yazılan bu kitapta, Berlin’de öğrenim yaptığım ilk yıl içinde, bazı değerli profesörlerin teşviki ile filoloji öğrenimimin esasını kurduğumu bildiren bu hoş iddiadan daha yanlış bir şey olamaz. Sanki o zamanki sınırsız özgürlük arzum, dersler veya doçentlerle ilgilenmeme izin veriyordu!..
Okula yaptığım ilk baştan savma ziyarette, sınıfın sıkışık havası ve derslerin tekdüzeliği, ruhumu öyle sıktı ki, başımı sıranın üzerine koyarak uyuklamamak için, kendimi zor tuttum. Okuldan kurtulduğuma sevinirken, kendimi ansızın yeniden soğuk bir kürsünün ve ölçülü anlatımlarıyla usandıran hocaların karşısında bulmuştum. Profesörün ağzından çıkan kelimeler, Öyle eskimiş şeylerdi ki, dudakları aralanınca, hemen kum dökülecekmiş duygusu gayri ihtiyari beynimde canlanıyordu. Öğrencilerin, fakülteyi, fikirleri ilgisiz ellerle didikleyen; kayıplara karışmış dünyaları kurcalayan bir morg buluşması olarak görmesi; bu tiksinti veren çoktan eskimiş kültür laboratuarında, bende korkunç bir şekilde yeniden ortaya çıktı.
Bu tiksinme hissi, zorla katlanılan bir dersten sonra, kendimi, şehir sokaklarında bulduğum anlarda daha fazla şiddetleniyordu. Kendi oluşumuna hayret eden bu başkent, insana taşlarından ve sokaklarından elektrik gibi fışkıran yaşama gücü, kimsenin dayanamadığı bir hareket aşılamaktaydı, öyle bir Berlin ki, kendimde henüz fark etmeye başladığım hareket isteğine, gönülden muhtaçtı. Ben ve şehir, her ikimizde, düzen sever, sade bir protestan burjuvazisinin içinden fırlamış, toy halimizle bir güç ve girişimci sarhoşluğuna yakalanmıştık. Berlin ve ben, bir huzursuzluk ve sabırsızlık dinamosu gibi etkileşim içerisindeydik. O dönemki gibi Berlin’i hiçbir zaman böyle anlamış sevmem isimdir. Sanırım bizim kaynaşmamız, şehrin güç dağıtan bir kovana, benim ise, sınırsız arzular taşıyan bir peteğe benzememden ileri geliyordu. Bu, sağlam ve kudretli bir gencin, çevresine güç saçan, ateşin ve harika bir kadına sarılmasına, koynunda mest olmasına benziyordu.
Bu Berlin’in kotlarına atılarak, en ince damarlarına kadar sızdım. İçimdeki gizli bakış, onun taştan olmasına karşın, çok sıcak olan vücuduna hemen sarılmama neden oldu. Sabahtan gece yarılarına kadar sokaklarda dolaşıyor, çevredeki gölleri inceliyor, bütün gizli yerleri araştırıyordum. Beni eğitimimden alıkoyarak maceralara sürükleyen şey, adeta sabit bir fikirdi. Bu aşırılık, kişiliğimin doğal bir özelliğidir. Küçük yaslardan beri, çeşitli girişimlere karşı ilgisiz olduğum kadar beni ilgilendiren herhangi bir şey karşısında da, her şeyi unutacak kadar ısrarla üzerine düşen bir insan olmuşudur hep. Her zaman, her yerde bu tek cepheli ve aşırı yapımla hareket ettim. Bugün bile çalışırken, bir sorun beni etkisi altına aldı mı, onunla en ince ayrıntısına kadar, en son noktasını keşfedene kadar, uğraşmaktan vazgeçmem. O dönemde özgürlük duygusu beni öyle sarhoş etmişti ki, ders için geçici olarak kaldığım odanın beni çevrelemesine bile dayanamıyordum. Macera içermeyen her şey benim için boş yere zaman kaybı demekti. Aile dizgininden henüz kurtulmuş bir taşralı genç olan ben, eski yasaklardan ısrarla kurtulmaya uğraşıyor, olabildiği kadar erkek görünmeye çalışıyordum. Herhangi bir öğrenci toplantısına katıldığım zamanlar doğası gereği mahcup biri olmama rağmen, elimden geldiği kadar aykırı ve düşkün bir adamı andırmaya uğraşıyordum. Berlin’de daha bir haftadır olduğum halde, büyük bir kentsoylu tipi çizmeye yelteniyor, açık saçık bir kahve ağzını benimsiyordum. Bu erkeklik faslına kadınlar da (kendi aramızda onlara ‘karılar’ diyorduk) dahildi. Bu konuda en azından yakışıklı olmam, büyük iş gördü. İnce ve uzun boyumla, kıvrak hareketlerimle, daha denizin olağanüstü okşamalarını taşıyan yanaklarımla, Pazar günleri, bizim gibi Halense ve Hundekehle dolaylarında avlanmaya çıkan, mağaza ve büroların havasızlığı ile benizleri solmuş delikanlılara nazaran sınırsız şansa sahiptim. Bir gün Meklenburg’lu süt gibi beyaz tenli bir hizmetçi kıza rastladım, başını dansla döndürerek onu elde etmeyi başardım. Sonra, ufak tefek çapkın çorap satıcısı olan bir Posenli Yahudi kızına sıra geldi. Bu, çok kolay ve ucuza elde edilen kızı da, az sonra arkadaşlara havale ettim. Bu kolay başarılar, dünün utangaç bir öğrencisi için, baş döndüren sürprizlerdi. Böylece ucuza elde edilen zaferler, cesaretimi daha da arttırdı, zamanla, sokağı, bu gibi zevkli fakat boş maceralar için bir av sahası olarak görmeye başladım. Sonraları, güzel bir kızın peşinde, üniversite önüne sürüklendim ve bu muhterem eşiği ne zamandan beri çiğnemediğimi hatırlayarak, gülmeye başladım. Neşelenerek, aynı duygulara kapılan bir arkadaşla birlikte, içeriye daldık. Fakat kapıyı aralayıp, yüz elli kişinin sırtını kamburlaştırmış, kedinden geçmiş bir halde, kürsüde geveleyen bir muhterem beyaz sakallıyı dinlediklerini görmemiz yeterli oldu. Hemen kapıyı kapadım ve arkadaşımla birlikte güneşli caddeye fırladık.
öyle sanıyorum ki, bu birkaç ay içinde olduğu gibi, hiçbir genç benim kadar zamanını boş yere harcamamıştır. Bir kitap bile okumadım, bir tek mantıki söz söylemedim, ciddi bir sorun ile kesinlikle uğraşmadım. Gayri İhtiyari, herhangi aklı başında bir arkadaştan çekiniyor; yeni uyanan vücudumun, şimdiye kadar yasak edilen her şeyden payını almasını İstiyordum. Sanırım bu kişisel gücün verdiği sarhoşluk, bu nefsi mahvetme İsteği, güçlü ve ailece sıkı zincirlerle bağlı her gençte mevcuttur. Bendeki kızgınlık, şeytani arzular, öyle sınırsızdı ki, bu sürtmelerim gerçekten bir tehlike oluşturuyordu. Olasıdır ki, gerçek kaçınılmazdır veya müthiş bir bunalım geçireceğim. Ama tuhaf bir rastlantı bu çöküşün önüne set çekiverdi.
Bugün, benim için bir dönüm noktası olarak saydığım bir rastlantıyı, babamın aniden Berlin’e, Milli Eğitime, Üniversite rektörlerinin bir kongresine çağrılmasıyla gerçekleşti. Gerçek bir pedagog olduğu için, bu fırsattan yararlanarak, beklenmedik bîr anda, hareket tarzımı kontrole niyetlendi, beni gafil avladı. Bir akşamüstüydü, bir kızla tam en samimi bir halde bulunduğum sırada, ev…..
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Roman (Yabancı)
- Kitap AdıKarışık Duygular 'Confusion'
- Sayfa Sayısı128
- YazarStefan Zweig
- ISBN9758848973
- Boyutlar, Kapak 11x19,5 cm, Karton Kapak
- YayıneviYeşil Elma Yayıncılık / 2008
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Gazap Üzümleri ~ John Steinbeck
Gazap Üzümleri
John Steinbeck
John Steinbeck, Gazap Üzümleri’ni 1930’larda ABD’de yaşanan Büyük Göç’ün bir anlamda destanı olarak kaleme aldı. Genç yaşlı, kadın erkek, binlerce emekçinin verimli topraklara yolculuğunu...
- Sönmüş Hayaller I- İki Şair ~ Honore de Balzac
Sönmüş Hayaller I- İki Şair
Honore de Balzac
Büyük Fransız romancısı Honoré de Balzac, üç ciltlik Sönmüş Hayaller’in bu ilk kitabında taşralı bir ailenin hayatını ve acılarını işliyor.
- Sonunda 12 Yaş ~ Wendy Mass
Sonunda 12 Yaş
Wendy Mass
Büyümek dedikleri bu ol(ma)sa gerek! 11 Yaş Günü kitabıyla tanıdığımız Wendy Mass, Sonunda 12 Yaş’ta, yine Willow Falls kasabasında geçen ama tamamen farklı karakterlerle ilerleyen, eğlenceli, matrak,...