İlhan Sami Çomak, 1994 yılında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Coğrafya Bölümü’nde öğrenciyken, yoğun işkenceler gördüğü bir gözaltı sürecinden sonra tutuklanarak cezaevine kondu. Yıllardır devam eden adalet mücadelesine rağmen 2021 yılı itibariyle hâlâ cezaevinde… Çomak, sadece adaletsizliğin pençesine düşmüş biri değil, şiirleri birçok dile çevrilen, dünyaca tanınan bir şair aynı zamanda. Yaşadığı tüm hukuki mağduriyete rağmen yüzünü her zaman yaşamaya, umuda, sevgiye çeviren Çomak, Karınca Yuvasını Dağıtmamak’ta çocukluğunu, tutuklanma hikâyesini, şiirinin arkasında yatanları, hayata bakışını ve adalet arayışını sahici bir şair duyarlılığıyla, yalın ve bir o kadar da sarsıcı biçimde anlatıyor.
“… adalet hayatıma çelme taktı, yere düştüm, yere çok kötü düştüm ve doğrulup kalkmak yıllarımı aldı ama beni zehirleyecek hislerden, insan olmanın güzel yönlerini hatırımdan çıkarmayarak, bir şekilde sakınmayı bildim.”
“Umutsuzluğun ağır karanlığını tartmak, kalbe ve akla çöken sessizliğin çoraklığını dağıtmak, hayatı derli toplu tutmak için umut hep yanımda oldu veya ondan uzaklaşmadım.”
İÇİNDEKİLER
SUNUŞ /
Şair, İyi Süvari · BURHAN SÖNMEZ………………………………………………………….11
BİR YAŞAMDAN BİR YAŞAMA
Çocukluk Öyküsü………………………………………………………………………………………………….15
YAŞANMAYAN ZAMAN
Tutukluluk Öyküsü………………………………………………………………………………………………69
CEZAEVİNDE ŞAİR OLMAK
Şiirin Öyküsü……………………………………………………………………………………………………………91
UMUT… HEP UMUT
Umudun Öyküsü…………………………………………………………………………………………………115
ARAYIŞIN SESİ
Adalet Arayışının Öyküsü…………………………………………………………………………….145
HUKUKİ SÜREÇ: NE OLMUŞTU?…………………………………………………………………..149
İLHAN ÇOMAK DAVASI: ÇÜRÜYEN BİR ŞEYLER VAR
TÜRK HUKUKUNDA · FIRAT AYDINKAYA…………………………………………………..152
ÇOMAK DAVASI: HER ŞEY TEM’DEN DGM’YE GİDEN
1994 TARİHLİ FEZLEKEYLE BAŞLADI · KEMAL ŞAHİN ………………..156
ŞİİRİMDEKİ KUŞLAR HAVALANDI
Çırpındım ben taze otların çiyinde
Karanlıkta nehrin yatağını aradım
Aramak güzelmiş! Susamak ve özlemek
Heyecanıma çarpıp parlayan varlığın rengi çok güzel!
Artık gizli bir bahçe değil hayat
Dokunsun bana nerde unutulmuşsam işte.
Rüzgârı duydum alnımda
Işığın ve serinliğin penceresi açıldı
Bahçeler çok güzel! Ağaçlarla yapraklar arasında bir enginlik
Sular beni beklemiş sanki bunca zamandır.
Gülümsüyor daha ötede genişlik
Lalenin ve salkımın arzulu genişliği
Toprağın unuttuğum kokusu, şekillerin sonsuz yeniliği
İpeğin yumuşaklığı ve gökyüzü genişliyor.
Gülümsüyor hayat
Dünya adımlarımı beklemiş sanki bunca zamandır
Uzun uzun tarttım zorluğu
Gerçeğin kapısına geldim nihayet
Ve yürüdüm duvarsız mevsimlere çok güzel!
Ağaçların pütürlü gövdesine inandım.
Yağmurlar yıkadı beni!
Dağlarda kar gördüm, yüceliğin fetheden gölgesini gördüm
Ve düş tohumunun çatlayışını duydum
Yalnız ve kalabalık insanlar vardı
Kentte kadın ve erkekler gördüm
Aşk beni beklemiş sanki bunca zamandır.
Şiirimdeki kuşlar havalandı!
İlhan Sami Çomak, Silivri, Haziran 2019
SUNUŞ
Şair, İyi Süvari
BURHAN SÖNMEZ
İlhan Sami Çomak ile 15 Kasım 2019 tarihinde tanıştım. Şairler özel insanlardır, öyle bilinir, ulaşılmaları zordur. O zaman için 26 yıldır cezaevinde yatan İlhan’a ulaşmak için ardında şiirlerini ördüğü kalın duvarlardan ve demir parmaklıklardan geçmek gerekiyordu. Gönül isterdi ki, o kendisi geçsin duvar ve parmaklıklardan, bu tarafa, bizim hayatımızın yayıldığı sokaklara gelsin. O günleri de göreceğimiz ümidiyle İstanbul’dan çıkıp Silivri Cezaevi’ne gittim. Yaklaşık otuz bin tutsağın kaldığı cezaevinin iç bloklarında, labirentleri andıran koridorlarında bir o yana, bir bu yana yönelip sonunda bir görüş yerine girdim. Beklerken, bu rutubette yaratılan güzel şiirlerin bunca acıya değip değmediğini düşündüm.
Özgürlüğün tartılacağı bir terazi bulunmadığını anladım. Biraz sonra kapı açıldı ve fotoğraflarından bildiğim İlhan geldi. Fotoğrafların durgunluğu geçen zamanı hissettirdiğinden insana keder verir ya, kanıyla, canıyla karşımda duran İlhan da aynı kederi yayıyordu. Uzun boylu, inceydi. Ahmed Arif’in “Otuzüç Kurşun” şiirinde küçük dayısını tarif ederken söylediği “Yakışıklı, hafif, iyi süvari” sözlerini çağrıştırıyordu. Şu demirlerden geçebilse atına atlayıp gidecekti, ne yana olursa olsun. Birkaç yıl arayla aynı üniversitenin farklı bölümlerinde okumuştuk. Yaz tatili dönüşünde üniversitenin kantininde buluşan iki arkadaş gibi sarıldık. Zamanın tekerleği hapiste yavaş döner, insanın hareketleri de yavaşlar. İlhan o yavaşlığı sadelikle taşıyordu. Sesi yumuşaktı. Telaşsız konuşuyor, zarif kelimeler kullanıyordu.
Üniversite yıllarımızdan, Beyazıt’tan, Laleli’den söz ettik, birbirine çok uzak ama birbirine çok benzediğini anladığımız köylerimiz hakkında konuştuk. Kitap ve yazar adları andık. Koğuşunda aynı anda yedi kitap bulundurma hakkı vardı. “Kitaplarım ve şiirlerim, benim buradaki hayatım bunlardan ibaret” dedi. Ben ona şiirlerinin dışarıda gördüğü ilgiden, yurtdışında da adına etkinlikler düzenlendiğinden söz ettim. Tanımadığı pek çok seveni onun kitaplarını okuyor ve onun özgürlüğü için uğraşıyordu. Bunları anlatırken, ona bu cezaevinin duvarları ardında unutulmadığını, yalnız olmadığını göstermeye çalışıyordum. O sırada, zihnindeki boşluktan söz etti İlhan. Yüz ifadesi, kullandığı kelimelerden daha vurguluydu. Sesi durgunlaştı. Yirmi altı yılın sonunda artık dışarıdaki hayatın gerçekliğini tasavvur edemediğini söyledi. “Anımsamaya çalışıyorum,” dedi, “bir zamanlar dışarıda olduğumu, İstanbul’un sokaklarında yürüdüğümü hayal etmeye çalışıyorum ama zihnim algılamıyor. Dışarıdaki hayatıma dair gerçeklik duygumu yitirdim. Sanki burada, cezaevinde doğdum ve dünya hakkında bildiğim şeyler ya ziyaretçilerden duyduklarım ya da kitaplardan okuduklarım.” O ılık Kasım gününde cezaevinden çıktığımda, içeride bir şairi değil de 21 yaşından beri dışarıyı göremeyen kardeşimi bıraktığımı hissettim. Kalın bir çivi gibi zihnime çakılan sözlerini taşıyordum kendimle.
“Mutlu bir çocukluk yaşadım… Babam ve annemin çocukluğuma sinen sevgilerini şimdi bile hissediyorum. İnsanın anavatanı çocukluktur denir ya, eh, ben yoksul ama sıcacık bir anavatanda büyüdüm…”
BİR YAŞAMDAN BİR YAŞAMA
Çocukluk Öyküsü
Bingöllü’yüm. Bu, bir yere kadar böyle. Yani Bingöl’de doğdum ve daha önemlisi kendimi oraya ait hissederim. Öyleyse bir ek yapıp daha açıklayıcı bir şey söylemeliyim: Coğrafi ve kültürel olarak Dersim ve onun temsil ettiği değerlerin uzandığı bir yer olarak Bingöllü’yüm, hem de büyük bir sevgiyle. 1973 yılında doğmuşum, bu kesin. Nedir ki, hangi ayda doğduğumda bir anlaşmazlık var, büyük değil, küçük bir anlaşmazlık. Aklıma yattığından, bu uyuşmazlığı kabul ederim. 2 Nisan kayıtlara geçen tarihtir, kimlik bilgilerimde böyle yazar. Annem, “Haydar amcanın oğlu Rasim askere gittiği gün doğdun” diyor. Ölçtüm, biçtim, sordum, soruşturdum Mart’ın başında askere gitmiş Rasim amca. 8 Mart doğmak için çok çekiciydi. Kadınlar Günü’nde doğmuş olmak kıskanılmayacak gibi değil hani. 8 Mart’ta doğduğuma karar verdim ben de. Bu, hepten bir tercih değil elbette; iki tarihten, iki olasılıktan birinde karar kıldım.
Doğum günümü kendim belirledim. Dünyaya gelişimi kutlama hevesinde olanlara, açıklayıcı bilgiyle hangi gün isterlerse kutlayabileceklerini söylüyorum. 8 Mart’ta ve 2 Nisan’da ayrı ayrı kutlayabileceklerini de açgözlü bir avutulmuşlukla beklediğimi de eklemeyi ihmal etmiyorum! 8 Mart ve 2 Nisan arasında 26 gün var. Hayatla aram iyi olmadı hiç. Ondan alacaklıyım, hem de şiddetli bir şekilde. Eh, 26 gün az ama yine de bir şeydir. Bu haliyle, öldüğümde gün farkıyla yaşamıma ek yapmış oluyorum; küçümsemeyelim! Sanatçıların, bilim insanlarının ve bilinen kişilerin doğum ve ölüm tarihlerine mutlaka bakar, kaç yıl yaşadıklarını hep hesap ederim. Buna karşı koyamıyorum. Benim için önemli olan, eserleri ve yapıtlarıyla hayatıma bir şeyler katmış olanları, uzun yaşamış olsalar da o hesap anında hep üzülerek anarım. Çok genç ölenler ise “Uzun yaşasalardı hangi eserleri verirdi acaba?” diye acı bir olasılık barındıran sorular bırakır bana. Sorular ve hayıflanmalar!
Çocukluğum sevginin sıcaklığıyla örülmüş bir kozanın korunaklılığında geçti. Işıklı ve aydınlıktı. Yaban hayvanlarını ve bitkileri davet eden huzurlu bir bütünlük vardı. Kocaman bir aileydik, amcalarım ve halalarımla. On-on beş haneli mezrada temiz bir akrabalıkla birbirine tutunuyordu herkes. Sadelik vardı. Dünya çok genişti. Her şey kelimelere yüklenen anlamla varlığını koruyordu. Sevgi, dostluk ve akrabalık hilafsızdı! Çocukken, yani dünyam köyken, tüm güzellikler gibi renkler de katıksız ve tamdı. Kesin bir yargıya sahibim: Hiçbir ışık öyle duru ve pürüzsüz olmadı sonraları. Sessizlik, dinginlik ve huzurla buluşunca kuşatıcılığına şefkat ekliyordu ışık ve karanlık. Karanlığı ve aydınlığı bütün renklerle birlikte büyüyünce kaybettim.Hayatla didişirdik ve zevk alırdık bundan. Her şey çok tazeydi!
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Çağdaş Türkiye Edebiyatı
- Kitap AdıKarınca Yuvasını Dağıtmamak
- Sayfa Sayısı160
- Yazarİlhan Sami Çomak
- ISBN9789750531149
- Boyutlar, Kapak13.5x21 cm, Karton Kapak
- Yayıneviİletişim Yayınları / 2022
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Bozkırın Uzak Bahçeleri ~ Ethem Baran
Bozkırın Uzak Bahçeleri
Ethem Baran
Son sigaranın kendi kendini içişine bakıyor. Ferdi Tayfur’un son sigarayla ilgili şarkısının sözlerini düşünüyor, hatırlayamıyor. Asuman hiç sevmezmiş Ferdi Tayfur’u. Ferdi’nin ne zorluklarla buralara...
- 04:00 ~ Hikmet Hükümenoğlu
04:00
Hikmet Hükümenoğlu
“Yani sırf benim şeytanlarım değil, otobüste yanıma oturan adamın beynini kemiren dertler de bana bulaşıyor ya da marketteki kasiyer kız, çünkü gözlerindeki nefreti görüyorum,...
- Bir Şeyim Yok Anne, Ben İyiyim ~ Hüseyin Kıyar
Bir Şeyim Yok Anne, Ben İyiyim
Hüseyin Kıyar
“Ne yapıyorsun anne?” diye sordu Mahmut. “Araştırıyorum.” “Neyi araştırıyorsun?” “Buzdolabında ne var ne yok, onu araştırıyorum.” Bu sırada, tak tuk sesler çıktı, bir şeyler...