Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Karayel Hüznü
Karayel Hüznü

Karayel Hüznü

Buket Uzuner

Belki sevgili, belki arkadaş, belki de kardeştiler… Ama, eski bir yazın sevincini böyle yürekten özlemelerine bakılırsa, onlar ancak has çocukluk arkadaşı olmalıydılar. Eski bir…

Belki sevgili, belki arkadaş, belki de kardeştiler…

Ama, eski bir yazın sevincini böyle yürekten özlemelerine bakılırsa, onlar ancak has çocukluk arkadaşı olmalıydılar.

Eski bir yazı hâlâ tutkuyla özlemek, yalnızca çocukluk arkadaşlarının ayrıcalığıdır.Eski âşıklar, geçmişteki yazları hüzünlü bir özlemle anarlar!

 

İçindekiler

1 Karayel Hüznü

2 Otuz Yedi Yaş

3 İkizlerden Biri

4 Bütün K Harflerinden Uzak

 

“Ağrımasa bilir miydim Yüreğimin yerini…”

Sennur Sezer

 

Sonuncu Son

O gün öğleye kadar düşündü.

Öğleden sonra çalıştı. Çok işi vardı ve saat beşte her şey hazır olmalıydı.

İnşaatlardan ve çöplerden topladığı eskimiş, delik deşik, pis, kullanılmaz olduktan sonra bile kullanılmış erkek çoraplarını evin bütün odalarına, mutfak ve banyoya boydan boya gerdiği ipin üzerine mandalladı. Çoraplar çok kirliydiler. Çoğu inşaat işçilerinin attığı, yırtık, delik, tek kalmış. berbat şeylerdi. Hem kirli ayak, hem pislik, hem de toz kokuyorlardı. Onlarca, yirmilerce, otuzlarca rengarenk tek çorabın asıldığı ev acınacak bir görüntü kazandı/kaybetti.

Pimpis koktu. Aynı zamanda tiksindiriciydi! Midesi kalktı. ellerini yıkadı, bir avuç limon çiçeği kolonyası kokladı.

Sıra yapma çiçeklere geldi. Yüzlerce plastik çiçeği yerlere serpiştirdi. Pastellerden, düş gücünü zorlayan cart renklere kadar yüzlerce yapay çiçek, zavallı bir halı oluşturdu evin dört odasında, mutfak ve banyoda.

Kırmızı sprey boya ile duvarlara dev çarpı işaretleri. svastikalar çizdi. Boya kokusuna karışan, sahiplerinin çok. tan unuttuğu çoraplardan buram buram yayılan leş gibi ayak kokusu evin havasını iyice bozdu. İnsan yaşayamaz. mutlu olamaz, sevinç duyamaz bir koku oluştu ve çabucak dağıldı evin içine, bütün köşe ve kıvrımlara sindi, tamamen çöreklendi.

Ellerini oğuşturdu.

Teybin elektronik saatini beşte çalması için ayarladı.

Şarkıda sık sık “At the age of thirty seven/She realized she never rode through Paris/in a sport car/ with the warm wind in her hair”* sözleri kulağa doluyordu. Bu şarkıyı ay. ni kasete arkalı önlü tam on sekiz kez üst üste kaydetti.

Televizyonu saat beşte çalışmak üzere video aygıtıyla otomatiğe ayarladı. Video banda Alp Dağları’na tırmanışı gösteren bir belgesel film kaydetmişti.

Bu hazırlıklar bitince, mutfağa geçti. Buzdolabından bir gün önce pişirdiği çorbayı çıkarttı. Çorbayı hazırlamak için saf domuz kanı bulmak oldukça güç olmuştu, ama araninca her şey bulunabiliyordu işte. Bol kekik, karabiber ve nane katınca, kan kokusunun çiğ tadı ölmüş, görünüşü de domates çorbasına benzemişti.

Fotoğraf malzemesi ve kimyasallar satan Karaköy’ün ünlü dükkânından aldığı siyanürü çorbaya boca etti. Usul usul karıştırarak zehiri iyice dağıttı domuz kanında. Tahta kaşığın her dönüşünde, çorbanın yüzeyinde oluşan yumuşak daireleri zevkle izledi. Bir halka, bir halka daha, sonra bir halka daha, bir halka daha, bir halka… Çorba için krema sosu hazırladı ve ikisini de buzdolabına koydu.

1×2 metre boyutunda hazırladığı beyaz kâğıda kırmızı rujla şunları yazdı:

BUGÜN BENİM DOĞUM GÜNÜM. DEĞİŞİKLİK OLSUN DİYE BU KEZ

SIZE DOMUZ KANINDAN NEFİS BİR ÇORBA HAZIRLADIM.

İÇİNE DE ZEHİR KATTIM.

BEN

ALP DAĞLARI’NA GİDİYORUM.

ÇÜNKÜ OTUZ YEDİ YAŞIMA GİRDİM VE HÂLÂ ALP DAĞLARI’NA

GİDEMEDİĞİMİ AYRIMSADIM.

KALIRSAM, ASLA GİDEMEYECEĞİMİ ANLADIM. KALIRSAM, DÜŞLERİMİ, KENDİ ARZULARIMI HEP ERTELEMEK ZORUNDA KALACAĞIMI DA… HOŞÇAKALIN.

ARTIK BEN.

Çantasını kontrol etti, küçük valizini sevgiyle okşadı. Yüzünde muzip, muzır bir gülümseyişle evi son kez gözden geçirdi. Kapıyı çekti ve çıktı.

Birinci Başlangıç

Müzik başladı.

Herhangi bir şarkı. Neşeli, güleryüzlü, özelliksiz. Dinlenirken sevilen, bitince unutulan, hiç iz bırakmayan… Öylesine.

Uyandı.

Aynı yatakta, aynı odadaydı.

Radyolu saat, tam kurulduğu saate, yediye ayarlı olarak radyoyu çalıştırmış, kendine özgü bir ezgi edinememiş o şarkı da böylece odaya dolmuştu.

Yedi rakamı ile yanındaki çift sıfırı ayıran iki nokta üstüste, yeşil fosforlu renkte yanıp yanıp sönüyordu. Göz kırpar, şimşek çakar gibi… Göz kırpmak sevinci, şimşek çakmasıysa keyifsizliği çağrıştırır ona… Bu radyolu saat ikisini aynı anda yapabiliyor işte…

7:00 7:00 7:00 7:00 7:00 7:00* 7:00*

Saat yedi sıfır sıfır.

“Dijital saat!” diye düşündü.

“Sayısal saat daha pratik. Ne kolları var, ne de bacağı…” Birden acıdı sayısal saate. Aslında bunların tümü özürlüydü. Kolsuz, bacaksız, göz kırpıp, şimşek çakma taklidi yaparak… Üstelik doğuştan eksik kol ve bacakları… Zavalli sayısal saatler…

“Akrep, saatin kolu, yelkovan da bacağıdır, böylece daha kolay öğrenirsin saat okumayı,” demişti annesi. O günden sonra saatleri insan gibi görmüştü. Ama şimdi… şimdi yıllar var, bu oyunu unuttuğunu anımsadı.

“Saatleri yalnızca zamanı yiyen canavarlar ya da bir türlü akmayan zamanın sıkıntı tüccarları olarak göreliberi, aslinda onların kol ve bacakları olduğunu da unutmuşum… Yazık!”

Aceleyle başucu masasına bıraktığı kol saatini aldı, minik saatin akrep ve yelkovanına ilk kez görüyormuşcasına hayretle baktı. Sevindi. Sağlıklı ve sağlamdı bu saat. Çok şaşırdı. Beş yıllık saatinin akrep ve yelkovanını şimdiye dek hiç görmediğini ayrımsadı. Hep bakmıştı saate, şimdi ilk kez görüyordu. Saat yediyi beş geçiyordu.

*7:05 7:05* 7:05 7:05 7:05 7:05* 7:05*

Saat yedi sıfır beş.

Bu sabah uyanır uyanmaz aslında saatler üzerine düşünmenin kendi seçimi olmadığını hissetti.

“Insan hiç değilse özel bir günün sabahında uyanınca, ilk kez ne düşüneceğine kendisi karar verebilmeli. Kendisi!” İki saate de düşmanca baktı. Yeniden saat kollarını ve bacaklarını unuttu. Baktı yalnızca.

Kendisi.

Kendi kararı!

Hiç değilse bugün kendi seçimini yapabilmeliydi! Sabah uyanınca ne düşüneceği seçimi…

O gün otuz yedi yaşına girdi.

İkinci Başlangıç

O sabah uyandı.

Her sabahki gibi. Tipki.

Uyandı o sabah.

Her günkü gibi yaşadı sabahı.

Öğleden sonra yalnız kaldı evde. Süslenmedi o gün.

Pasta yapmadı. Evdekileri hoşnut etmek için sürpriz şekerlemeler almadı, özel yemekler pişirmedi. Kendine armağan almadı.

Her yılın kasım ayının ortasına denk düşen gününde mutlaka çikolatalı bir pasta yapar, uzun uzun özenerek pastanın üzerine beyaz kremayla yaşını gösteren rakamları işlerdi.

Geçen yıl 36 yazmıştı.

Evi süslerdi; rengarenk kâğıt ve balonlarla. O gün için kendisine küçük bir armağan alırdı mutlaka. İri taşlı bir yüzük, sallantılı bir küpe, pahalı olmayan canlı, neşeli, keyifli, ayrıntılarda varsıl incik boncuklar… Ayrıntılardaki keyif…

Öbürlerinin sevdiği yemekleri pişirirdi hiç üşenmeden, hepsine ayrı ayrı, özenli… Ciğer ezmesi, bademli tavuk dol…

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

  • Kategori(ler) Hikaye
  • Kitap AdıKarayel Hüznü
  • Sayfa Sayısı80
  • YazarBuket Uzuner
  • ISBN9789752890671
  • Boyutlar, Kapak 13,5x19,5 cm, Karton Kapak
  • YayıneviEverest Yayınları / 2024

Yazarın Diğer Kitapları

  1. Güneş Yiyen Çingene ~ Buket UzunerGüneş Yiyen Çingene

    Güneş Yiyen Çingene

    Buket Uzuner

    Güneş Yiyen Çingene, Türk öykü sanatına zengin düşgücü, dinamik ve şaşırtıcı üslubuyla yepyeni bir renk katan Buket Uzuner’in dokuz öyküsünden oluşuyor. ‘Genç, modern ve...

  2. Uyumsuz Defne Kaman’ın Maceraları – Ateş ~ Buket UzunerUyumsuz Defne Kaman’ın Maceraları – Ateş

    Uyumsuz Defne Kaman’ın Maceraları – Ateş

    Buket Uzuner

    Mardin’de, nedeni bilinmeyen bir yangında Gazeteci Defne Kaman, yanında bir çocukla kaybolur. Onu aramak için Mardin’e gelen Umay Ninesi ve dostları, Defne Kaman’ın öksüz...

  3. Gelibolu – Uzun Beyaz Bulut ~ Buket UzunerGelibolu – Uzun Beyaz Bulut

    Gelibolu – Uzun Beyaz Bulut

    Buket Uzuner

    Çanakkale 2000 Çanakkale Savaşları’nda ölen büyük dedesinin kayıp mezarını aramak için Gelibolu’ya gelen Yeni Zelandalı genç bir kadın ve Çanakkale Milli Parkı’nda bastonuyla dolaşan...

Men-e-men Birazoku

Aynı Kategoriden

  1. Martı Jonathan Livingston ~ Richard BachMartı Jonathan Livingston

    Martı Jonathan Livingston

    Richard Bach

    Durgun denizin minik dalgacıkları üzerinde, güneşin altın gibi ışıldadığı pırıl pırıl bir sabahtı.  Sahilden bir mil uzaklıkta, denizi kucaklarcasına ilerleyen bir balıkçı teknesi, martılara...

  2. Taş Bina ve Diğerleri ~ Aslı ErdoğanTaş Bina ve Diğerleri

    Taş Bina ve Diğerleri

    Aslı Erdoğan

    Dünya okurları tarafından geleceğe kalacak 50 yazar arasına seçilen tek Türk yazarı: Aslı Erdoğan ve 10 yıl aradan sonra ilk öykü kitabı Taş Bina...

  3. Çocuklarımızla Atlara Biniyorduk ~ Cahit ZarifoğluÇocuklarımızla Atlara Biniyorduk

    Çocuklarımızla Atlara Biniyorduk

    Cahit Zarifoğlu

    Cahit Zarifoğlu´nun çocuk yazarlığı, psikolojik ve psikanalitik derinlik açısından yorumlandığında çocuğa yönelişi farklı düzlemlerde açıklanabilir. Ancak onun çocuk yazarlığının belirleyici göstergesi çocuk bakışıdır. Hangi...

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur