Sırlar Serisi yeni bir gizemle devam ediyor. Yağmuroluğu Mahallesi’nde yarasalar huzursuz, kan donduran söylentiler kulaktan kulağa yayılıyor. Terk edilmiş bir binayı mesken tutmuş bir gizem, Karanlıkta Dolaşan, ürpertici bir hikâyeden mi ibaret? Peki mahallenin altındaki dehlizlerden çıkagelen dehşet kimlerin hayatını değiştirecek? Dehşetengiz sırları ortaya çıkarmakta usta olan üç arkadaş; Ozan, İlker ve Öykü, herkesin uzak durduğu mekânlarda soluk kesen gerçeklerle yüzleşiyor…
Dikkat! Tüyler ürpertici bir polisiye roman okumak üzeresiniz
Yarasalar
O buzlu mart gecesinde, herkes sıcacık yatağındayken, yokuşlardan birinin dibinde, iki katlı bir evin kapısı gıcırdayarak açıldı. Soğuk bir rüzgâr açık kapıdan içeri girerken siyahlar giymiş bir adam da aynı kapıdan dışarı çıktı. Uzun, siyah paltosunun eteği uçuşurken karşıdaki sokakta gözden kayboldu. Adamın adımları o kadar hızlıydı ki havada süzülüyor gibiydi. Sipsivri burunlu parlak ayakkabılarının sesiyse hiç duyulmuyordu. Yürüdüğü sokak, büyük karanlık yüzlü bir binaya kadar dümdüz uzanmaktaydı. İki tarafta da eski apartmanlar sıralanmıştı. Hiçbirinde ışık yoktu. Çünkü saat gecenin üçüydü. Sokaktaki eski apartmanlar bittiğinde kasvetli taş bir meydana varılıyordu. İşte sokak tam burada sona eriyor ve o eski karanlık bina da tam burada yükseliyordu. Burası Meddah Çıkmazı’ydı.
Siyahlar içindeki adam gecenin içinde yavaşça süzülüyor; bir kaldırımdan diğerine, bir duvarın gölgesinden ötekine siyah ipek bir kumaş gibi kayarak geçiyordu. Onun hareketlerini izleyen biri olsaydı, istediği yerde toz hâline dönüp bir başka yerde ortaya çıktığına yemin edebilirdi. Hatta kanatları olduğuna bile inanabilirdi. (Belki de pelerine benzeyen geniş paltosu yüzünden öyle görünmekteydi.) Adam o karanlık binaya varmak üzereydi ki birden önünden geçtiği apartmanlardan birinin otomat ışığı yanıverdi. Sabah dört vardiyasına yetişmek için evden her gece üçte çıkan Fikret İşbilir, kaldırıma ilk adımını atmıştı bile. Atmasıyla da bir yarasanın başını sıyırıp tepesinden geçmesi bir oldu.
Adam korkuyla bağırdı. Hemen üst kattan bir pencere
açıldı. Bir kadının başı göründü:
“Fikret? Düştün mü yoksa?”
“Ne?.. Ha?.. Yok canım…” dedi adam bölük pörçük.
“Ne düşmesi yahu?”
“E, ne bağırdın madem?”
“Hiç…” dedi Fikret İşbilir. “Başımın üstünden yarasa
geçti galiba.”
“Aa, gece gece, tövbe tövbe! Ay korkarım ben öyle şeylerden. Emin misin? Yarasa mıydı? Ay, Fikret, bir şey yapmadı ya sana? Geçen sene baykuş dadanmıştı, bu sene de
yarasalar mı çıktı? Bakalım daha neler göreceğiz bu uğursuz mahallede?”
Fikret İşbilir karısını dinlemiyordu. Karanlığın içinde durmuş şüpheyle etrafa bakmaktaydı. Sanki birini görmüştü. Siyahlar giymiş bir adamdı. Çok hızlı geçip gitmişti yanından. Yanından mı geçmişti? Hatırlamaya çalıştı. O sırada mendebur yarasanın tepesinde uçacağı tutmuştu, fark edememişti ki doğru dürüst etrafını. Birden ilerideki eski karanlık binanın tepesinden bir grup yarasa gürültüyle havalandı. Karısı, yukarı katın penceresinde ufak bir çığlık attı. “Vay mendeburlar!” diye homurdandı Fikret İşbilir de. “Her yere yuva yapmışlar!” Karısına pencereyi sımsıkı kapamasını söyledi ve hızlı adımlarla oradan uzaklaştı. Bu kadar macera yeterliydi gecenin bu saatinde. İşe yetişmesi gerekiyordu. Yarasalarla filan da uğraşamazdı. Gördüğünü sandığı siyahlı adamı düşündü. Birden uçup gitmişti sanki. Belki de yoktu öyle biri.
Bir Okul Sabahı
“Sonra birden yarasa oldu ve uçup gitti…” dedi Öykü. Sabahın erken saatlerinde Gri Yokuş’tan aşağı, okula doğru Ozan’la beraber yürüyorlardı. “Hmmm…” dedi Ozan kıza cevap olarak. “Dinliyor musun sen? Dinlemiyorsun!” “Niye dinlemeyeyim canım, bal gibi dinliyorum. Çocuk uçmuş gitmiş. Meğer yarasaymış.” “Çocuk değil, Gregor. Gregor bir vampir.” Öykü’nün yüzünde hülyalı bir gülümseme belirdi. “Muhteşem bir tip. Hem de çoook ama çoook muhteşem bir tip.” Ozan yüzünü buruşturdu. “Bildiğin düz vampir işte, nesi muhteşem! Senin bütün izlediğin vampir dizileri aynı zaten. Hepsi de aptal romantik ve de uydurmasyon.” “Hiç değil, hiç!” dedi kız hararetle kafasını sallayarak.
“Bir kere vampirlerin yarasaya dönüşerek kaçmaları çok klişe. Hem de acccayip bir klişe, tamam mı?” dedi Ozan. Sıkıntıyla başındaki bereyi çıkardı, sarı tutamlar yüzüne düştüler. Oğlan kafasını kaşıdı, bunun üzerine saçları daha da beter oldu. Ama bu dağınıklık ona yakışıyordu. Yanından geçen bir grup oğlana selam verdi. “Ne haber Ekrem? Akşam baktın mı o oyuna? Nasıldı?” “Süperdi kanka!” dedi çocuk uzaklaşırken hevesle. “Vampirler yarasa olup uçarlar. Olması gerekenli hikâye bu zaten,” dedi Öykü, konuyu tartışmaya devam ederek. Her zamanki gibi kestirmeden konuşuyordu. “Ama her seferinde de olması gerekenli hikâye izlenmez, tamam mı?” dedi Ozan. “Bayıyor insanı.” Kızın konuşma şekline ayak uydurmaya alışıktı. “Başka türlü vampir filmleri yapmalılar bence artık.” “Öfff! Sen vampirli film anlamayanlardansın.” “Film benim işim kızım,” dedi Ozan sırıtarak. “Aile mesleği hatta. Babam her zaman dizi setlerine kiralamıyor ki arabalarını. Bazen de korku filmi setlerine kiraya veriyor. Beni de götürecek ilk fırsatta sete. Korku filmi yönetmenleriyle tanışmam için. Biliyorsun videolarım acccayip tuttu. Hem de hepsi canlı yayınlandı.” “Hepsi değil,” dedi kız dudak bükerek. “Hortlak kovalamacası canlı, o tamam. Yarım Kemer kayboluşları ve dehlizlerde canlı yayın. Ama annenin videosu değil. O sadece korku anlatan bir şeydi.”
“Tamam, annem sadece korkunç Bizans efsanelerini anlattı. Ama o bile izlenme rekoru kırdı. Sen sonuca bak.”
Kız bu açıklamaya gözlerini devirdi. Sonra da Ozan’ı
montunun kolundan yakalayıp çekti.
“Yürü. Havada kalmak istemiyorum.”
“Havada kalmak ne ya?”
“O kelime uçtu şimdi,” dedi kız adımlarını hızlandırarak.
“Haaa,” dedi Ozan ne olduğunu anlayarak. “Hangi kelime ki? Yolda kalmak mı?”
“I-ıh! Değil.”
“Kaldırımda kalmak? Buldum, cezaya kalmak!”
“Hayıııır!”
“Ne peki? Söylesen ölürsün sanki.”
“Söyleyemem. Çünkü bilmiyorum. Uçan kelimeleri bilmeli bir hayatım olsaydı başka bir kız olurdum, tamam mı?” “Valla açık söyleyeyim, başka birini hiç kafam kaldırmazdı. Böyle iyi. Kısa ve öz. Arkadaş dediğin fazla kafa şişirmemeli. Senin gibi konuşmalı. Ne dediğini drank diye anlatmalı.” “Drank mı? Ben asla öyle konuşmam.” “Hah, buldum!” dedi Ozan ona aldırmadan. “Uyuyakalmak mıydı uçan kelime?” “Hayıııır!” “Öykü, senin bu uçan kelimeler de vampir mi acaba diyorum ben, ha? Yarasaya dönüşüp kaçıyorlardır belki kafanın içinden.
“Ozan otuz iki dişini birden göstererek kıza sinir bozucu bir gülüş attı. “Neyse, hadi acele et. Senin bu vampir muhabbetin yüzünden geç kalacağız.” “İşte!” dedi kız zınk diye yol ortasında durarak. “Kelime buydu. Geç kalmak.” Gülümsedi. “Seninle kelimelerimi çok hızlı görüyorum.” “Konuşmak için sürekli durmak zorunda mıyız?” dedi Ozan. “Yürüsene bir yandan. Bu hafta okula iki kere geç kaldım. Üçüncüsünde Arat Hoca beni resmen dilimler!” Sonra da söylenmeye koyuldu: “Adam müdür yardımcısı değil dedektif zaten.
O kadar öğrencinin içinde beni nasıl takip ediyor anlamıyorum. Gözü sürekli üstümde.” “O zaman hızlan. Ben de havada kalmaklı bir okul sabahında olmayayım.” “Ppffjjjttt! Cümleye bak, hizaya gel!” dedi Ozan gözlerini devirerek. “Kızım seni çözmek şifre çözmek gibi. Bak yine geç kalmak yerine havada kalmak dedin. Uçan kelimelerini benim yakalayıp sana geri getirmem işe yaramıyor, değil mi? Gene kaçıyorlar.” “Aynen öyle,” dedi kız. “İyi, tamam, yürü o zaman.” Hızlandılar. Hava buz gibiydi ve saat sabahın sekiziydi.
Arat Demir
Keşke Veteriner Olsaydı
Gri Yokuş’taki ortaokulun müdür yardımcısı Arat Demir masasının başında oturuyordu. Gözleri pencereden dışarı çevrilmişti. Hava bozuktu. Yağmur çiseliyordu. Bu da demekti ki çocuklar teneffüste bahçeye çıkamayacaktı. Yani sınıflarda olacak ve koridorda birikip uğuldayacaklardı. Bir arı kovanında müdür yardımcılığı yapsaydı daha iyiydi. Orada bu okulda olduğundan çok daha az uğultu duyardı şüphesiz. Birden yağmurun kesildiğini fark etti. Kararsızlıkla dışarı baktı. Eee? Sevinmeli miydi yani şimdi? Bu sefer de öğrencilerin hepsi bahçeye üşüşecekti ve bağrışıp koşarak bir yerlere tırmanacaklardı. Özellikle de o yüksek bahçe duvarlarına… Ama en berbatı top oynamalarıydı. Eğer çıkıp toplarını ellerinden alırsa da vızıldamaya başlayacaklardı.
O sırada teneffüs zilinin melodisi binayı doldurdu. İşte, alt katın sınıf kapıları birer birer açılıyordu. Hızla savrulup duvara vuran kapıların BAM diye öten seslerini dinledi. “Yavaş oğlum yavaş!” dedi kendi kendine. “İnsan gibi çıkın şu sınıflardan.” Şimdi de üst kattaki sınıflar boşalıyordu. Bahçeye koşan çocukların merdivenleri yıkacak gibi inişlerini dinlerken gözlerini kapadı. “Sanki gergedanlar yuvarlanıyor merdivenden.” Yuvarlanan, uğuldayan ve vızıldayan öğrenciler okul bahçesini doldurmuşlardı bile. Evet, bir arı kovanı bile bu okuldan daha sessizdi. Hatta gergedanlar bile… Keşke veteriner olsaydı.
Yağmuroluğu Polis
Karakolunda Sıradan Bir Gün
Salih Özmumcular, Yağmuroluğu Mahalle Karakolu’nda yoğun bir hafta geçiriyordu. Gürültücü komşulara dair şikâyetlerden başlayıp hırsızlık ihbarlarına dek giden sürüyle dosyayı sonuçlandırması gerekliydi ve o daha işini bitirmeden vakaların yenileri geliyordu. “Salih Polis’im, bir hırsızlık, iki de kavga geldi bugün,” dedi mesai arkadaşı Furkan. “Hamamcı Yokuşu’nda bir adam, kapısının önünü kapattığı için park hâlindeki bir arabanın üzerine boya dökmüş, tartışma çıkmış. Diğer kavga Çengel Çıkmazı’nda, biri yüksek sesle müzik dinlemiş. Komşular da birbirine girmiş.” “Peki, hırsızlık nerede olmuş?” “Kudretpaşa semtinde. Lale Sokak, Defne Apartmanı. İkinci kat. Dün gece balkondan tırmanarak içeri girilmiş, biraz para ile cep telefonu alınmış.”
Salih Polis bezgin bezgin kafa salladı. “Sabun Necmi’nin işi mi?” “Öyle görünüyor. Kudretpaşa’da gece devriyesi bu akşam takipte olacak.” “İyi, tamam. Bana bir çay göndersene Furkan, kafam kazan gibi. Şu dehlizdeki kayıp adamdan haber var mı?” “Hangi adam? Haa, şu Yarım Kemer olayını mı diyorsun? Valla dehlizde zorla tutulan insanların hepsini dışarı çıkardık o gece. Hastaneye filan gönderdik hatta durumu kötü olanlar vardı, biliyorsun. Ama o adam çıkmamış dışarı. Tekrar kontrol ettim, tutanakları da verilen ifadeleri de inceledim. Adam yok.” “Hurşit’in çetesinden yakalayamadığımız birileri adamı kaçırmış olabilir mi?” “Yok, çetenin tamamı elimize geçti. Anladığım kadarıyla adam kendi çıkmak istemedi dışarı. Dehlizlerde yatıp kalkan bir evsizmiş zaten. Minderini filan bulmuştuk. Polis ekiplerini görünce korktu bence. O tipler korkup hemen kaçar böyle durumlarda.” “Onu da bulacağız.” “Öyle mi?” dedi afallayarak Furkan Polis. “Biz mi?” “Biz,” dedi Salih Özmumcular. “Öyle oluruna bırakılmış güvenlik olmaz. Bir işi ya tam yaparız ya yapmayız. O dehlizlerde kimse kalmayacak. Güvenli değil. Herkes, bu mahalledeki her yerin polisin koruması altında olduğunu bilmeli.”
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- 1793 Kurt ve Bekçi ~ Niklas Natt Och Dag
1793 Kurt ve Bekçi
Niklas Natt Och Dag
Hainlik hainliği doğurur, şiddet şiddeti… Yıl 1793. İsveç kralı kısa süre önce suikasta kurban gitmiştir. Kraliyet Fransız Devrimi’nin dalgalarının topluma ulaşmasından korkarken Stockholm dedikodu...
- Neon Yağmurları ~ James Lee Burke
Neon Yağmurları
James Lee Burke
Kadın ortak bir veranda ve çalı dolu bir bahçeyle birbirine bağlanan eski tuğla evlerden birinde oturuyordu. Arkamda ayak sesleri duydum, dönüp bir şey hakkında...
- Noelde Cinayet ~ Agatha Christie
Noelde Cinayet
Agatha Christie
Stephen peronda hızlı adımlarla ilerlerken, paltosunun yakasını kaldırdı. Hafif bir sis yüzünden istasyon yarı aydınlıktı. Dev lokomotiflerden çıkan buharlar soğuk havada küçük birer bulut...