Hercule Poirot kadar zeki, Sherlock Holmes kadar dikkatli, Mike Hammer kadar çapkın, James Bond kadar yakışıklı, Philip Marlowe kadar pervasız…
Yok canım, nerdee! O, tarihin en ahlaksız, sahtekâr, korkak, yalancı, maço vb karaktersiz karakteri. Ama insan gene de onu sevmeden edemiyor.
Yıldız Cinayetleri, Resim Cinayetleri ve Konsey Cinayetleri’nin olağanüstü detektifi Metin Çakır, tuhaf ötesi maceralarına Karakol Cinayetleri’nde devam ediyor…
Karakol Cinayetleri, Dünya Kitap tarafından 2016 yılında “Yılın Telif Polisiye Kitabı” ödülüne değer bulunmuştur.
BİR
Küresel ısınmaya karşı çıkan cümle dümbüğe ana avrat çakarak eve giderken içimdeki bok bile donmuştu. İstanbul son yüzyılın en soğuk günlerini yaşıyordu; hâliyle bir abazan da kalkıp kerhaneye gelmiyordu. Günlerdir tek müşteri yoktu. Kızların kukuları soğuktan donmasın diye kendini bile ısıtmaktan aciz sobada, yataklarını yakmaya başlamıştık.
İlk olarak Ayça’nın yatağı yanmıştı. Asıl adı Mücella olan Ayça, kırkını en az kırk sene evvel doldurmuş, hayatta görülebilecek en paçoz karıydı. Yatağına aldığı son müşterinin torunları karı düzmeye geliyordu artık.
Yatağını almama uzun uzun itiraz etti. Zırlayıp gözyaşı döktü. Ama sonunda mesajı almıştı. Artık benim evimde işi yoktu. Azat etmiştim onu. Boşuna masraf… Bu gece evine naşlarken soğuktan yollarda zıbarıp gitmezse bir daha buraya gelemeyecekti. Soba kendisi bile farkına varmadan sönerken kızları da evlerine gönderdim. Dükkânı güzelce kilitleyip eve yollandım.
Soğuk yetmezmiş gibi buzlaşmış karlar, rüzgârla yüzümü kırbaçlıyor, donmuş sokaklar yürümemi zorlaştırıyordu. Ev bu kadar yakın olmasa, kendimi ayaza bırakır, donar kalırdım. Yeteri kadar yaşamamış mıydım ki? Biterdi bu adına hayat denen azap.
Neyse ki peçizhane bir sokak daha aşağıdaydı. Bu gece de yaşayacaktım. Son gücümle dayanıp eve daldım. Hane her ne kadar sokaktan daha sıcak değilse de gene de benim evimdi. Sadece ayakkabılarımı çıkarıp iki yorganın altına girecek, donacaksam kendi yatağımda donacaktım.
Ev dediğim mezbele iki odadan ibaretti. Kapıdan direk salon dediğim odaya giriyordum, buradan da yatak odasına. Yatak odası benim kerhanenin odalarından bile küçüktü. Bir mutfak bulunmamakla beraber evi yapan geri zekâlı müteahhit Allah’tan helayı unutmamıştı. Ama öldürsen o soğukta kalkıp girmezdim. Salonda neredeyse evi aldığımdan beri duran ve hâlâ kullanmadığım bir çekyat vardı. İçeri girdiğimde Asım Ağbi bu çekyatta oturmuş, beni bekliyordu.
İKİ
Asım Ağbi’ye bir selam sarkıtıp daha yürürken ayakkabılarımı fırlatarak yatağa daldım.
Asım Ağbi bizim mahalledeki karakolun başkomiseridir. Aynı zamanda her şeyidir. Hatta bu dünyada Allah’tan ve peygamberden sonra gelen kişidir. Bizim mahalle var oldu olalı, arada başka herhangi bir yetkili merci, görmemiştir ve de bilmez. Masallardaki devler Asım Ağbi düşünülerek yazılmış olmalı, zira boyu iki metreyi, kilosu da yüz elli kiloyu bulur. Bu cüsseye rağmen, bir de yaşını kat buna, son derece hızlı ve atiktir. Ama ben her zaman ondan hızlıyımdır.
Ateş ve barut nasıl bir araya gelmezse Asım Ağbi ile ben de aynen öyle asla bir araya gelemeyiz. Ya da kafamda rüzgârlar başka yönden eserse tahin ve pekmez gibi asla da ayrılamayız. Benim fikrimce ateş ve barut daha iyi bir örnektir. Asım Ağbi’yle bir araya gelmeyi zaten neredeyse hiç istemem.
Hele Asım Ağbi ayağıma kadar gelip beni evimde ziyaret ederse, işte o zaman sıçtık demektir. Çünkü… Çünküsü mü var? Asım Ağbi mahallede asayişi her zaman beni suçlayarak sağlamıştır. Birileri birini mi öldürdü? Gel Metin karakola. Birileri İstanbul’un bir yerinde katliam mı yaptı? Metin teslim ol. Bunca zaman ekmek parasını benim sırtımdan kazanmıştır. Gene ne olmuştu da benim evimde beni bekliyordu?
ÜÇ
Bekliyordu!.. Bekliyordu!.. Bekliyordu!.. Bekliyordu!..
“Bekliyordu!..” kelimesi filmlerdeki gibi boş salonumun duvarlarında yankılandı. Ne! Hay annesini be! Asım Ağbi benim evimde miydi? Hayır, ben kâbus görüyordum. Asım Ağbi benim evimde olamazdı. Olmamalıydı. Başka semtlerde, hatta şehirlerde bile olsak Asım Ağbi’nin benim için sadece tek manası vardı. O da bela…
Gözlerimi yavaşça açtım. Yorganın altından baktım, kâbus gerçekten de hayatıma girmişti. Evet, Asım Ağbi çekyatta oturmuş, sırıtarak bana bakmaktaydı. Ulan hay annesini satayım hem de sırıtıyor. Mahalleden çıkma orta boy mafya babalarından Muhterem Orhan Bey’in oğlu öldürülmüştü geçenlerde. Muhterem Orhan Bey orta boydu morta boydu ama bizim gözümüzde ilahtı. Aslına bakarsan iki tane kıytırık otoparkı vardı işlettiği. Arada bir koko işine de girerdi. Mahallelinin eroini bırakıp kokoya başlamasının nedeni de Muhterem Orhan Bey’di. Millet eski bir pabuçtan daha işlek olmayan beyinleriyle koko çekerek Muhterem Orhan Bey’e destek olacaklarını sanıyordu. Ne de olsa bizim mahallenin adamıydı, değil mi?
Ahan da işte! Muhterem Orhan Bey’in oğlunun cinayetini bana giydirecekti. Öbür dünyadan cinler, zebaniler hep birden toplaşmışlar, Asım Ağbi’ye, “Hey koca Asım, yeter oturduğun” demişlerdi. “Git şunun katilini bul, Metin’in huzurunu kaçır.” O da saniye sektirmeden hemen benim eve damlamıştı. Sıçacaktım böyle kadere be.
Yattığımdan beri hohlaya hohlaya ısıttığım yataktan çıkıp buz gibi nezarethaneye gitmek baya koyacaktı. Asım Ağbi nezarete atmakla yetinmez, soğuk havayla ilgili birkaç işkence yapardı. Sırtıma buz sokuşturmak ya da hortumla ıslatmak gibi. Bunları düşününce omuriliğimden taşaklarıma kadar buz kestim.
Asım Ağbi’nin Macar salamı kalınlığındaki parmağı yerinden kalkıp bana doğru uzandı. Sonra kıvrılıp bükülmeye başladı. Anlaşılan Asım Ağbi beni yanına çağırıyordu. Yarın ne isterse itiraf ederdim. Oğlanı öldürdüğümü de itiraf ederdim, Muhterem Orhan Bey’in cokeyliğini yaptığımı da. Ama şimdi cebelleşecek mecalim hiç yoktu. Bıraksın uyuyayım…
Bıraksın uyuyayım, ondan sonra yorganımı çekip alsın üstümden. Sabaha kadar soğuktan donarak cavlağı çekeyim. Tatlı tatlı bırakayım kendimi kara ölümün kollarına. O da kurtulur, ben de… Toplum da benim gibi hastalıklı bir pislikten kurtulmuş olur.
Yok ya! Boşuna eziyet ediyorum kendime. Macar salamı hâlâ kıvrılıp bükülüyor; sike sike yataktan kalkacağım, Asım Ağbi’nin yanına gideceğim, soğuktan kanser oluncaya kadar çeşitli işkencelerden geçeceğim. Ne olacaksa olsun, bir an evvel bitsin diye fırladım yataktan. Ayakkabılarımı bile giymeden dikildim karşısına.
“Buyur ağbi.”
Ağzımdan buharlar çıkıyordu. Eminim kulaklarımdan da çıkıyordu. Kendime o kadar kızgındım ki… Kızgınlığımın nedeni, bu gece Neşe’ye gitmememdi. Kız defalarca çağırmıştı, “O, köpek bağlasan durmayacak buz gibi evde kalma. Donacaksın, sabaha kakırdamış cesedini bulacaklar” demişti. Son zamanlarda aramız biraz nane mollaydı. O yüzden hiç istemeye istemeye gurur yapmış, kızın ağzını burnunu dağıtmıştım. Son olarak da ağzının ortasına en az on gün düzelmeyecek bir tokat geçirip “Benim kendi evim var” demiştim. Ağzımdan çıkan laflara ben bile hayret etmiştim. Şimdi kaloriferli sıcacık evde Neşe’ye sarılmış osura posura uyumak vardı.
….
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Polisiye Roman (Yerli)
- Kitap AdıKarakol Cinayetleri - Bir Metin Çakır Polisiyesi
- Sayfa Sayısı264
- YazarArmağan Tunaboylu
- ISBN9789753299015
- Boyutlar, Kapak11x18 cm, Karton Kapak
- YayıneviOğlak Yayınları / 2021
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Perina (Özel Baskı) ~ Naşide Gökbudak
Perina (Özel Baskı)
Naşide Gökbudak
Albay başını önüne eğmiş düşünüyordu, aniden atıldı. “Çok üzgünüm Mihail! Kızını kaybettiğin için cidden üzgünüm. Ne olur ölüm haberini evdekilere duyurmadan birazcık daha düşün!...
- Hasret – Hasret En Büyük Esarettir ~ Canan Tan
Hasret – Hasret En Büyük Esarettir
Canan Tan
Gittin… Bir yemin kaldı aramızda Yarısı senin Yarısı benim… Hasret, izleri Kurtuluş Savaşı ve Cumhuriyet öncesi döneme uzanan, gerçek yaşamdan alınmış kırık bir aşkın...
- Lal ~ Ayşe Kara
Lal
Ayşe Kara
Lâl Nergis’in Aşk Temelli Estetik İslam Algısı ve ikizinin Madde Nakli çabalarında temsil edilen Fatih Medeniyeti Kaybolan eşini, iki çocuğuyla senelerce bekleyen Nergis’in, Bosna...