Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Karakalem Resimler
Karakalem Resimler

Karakalem Resimler

Ayşe Sarısayın

“Ayşe Sarısayın, Karakalem Resimler’de bir bakıma hep ‘yaşanmamış hayatlar’ kaleme getiriyor. Neredeyse bir roman havası estirerek. Bana öyle geliyor ki öyküde, romanda, hatta eleştirel…

“Ayşe Sarısayın, Karakalem Resimler’de bir bakıma hep ‘yaşanmamış hayatlar’ kaleme getiriyor. Neredeyse bir roman havası estirerek. Bana öyle geliyor ki öyküde, romanda, hatta eleştirel yazıda ‘içtenlik’ tek ölçüt. İçtenlikle yazılmış Karakalem Resimler, sessizce iz bırakıyor.”
Selim İleri

“Sarısayın’ın öyküleri, üzerinden zaman geçmiş travmaları bir imgeyle temsil etmenin, zamana ve mekâna sığdırmanın ve tek bir anlatıcının dilinden aktarmanın olanaksızlığını, geleneksel hikâye anlatıcısının anlatımdaki otoritesini yıkarak usulca gösteriyor.”

Hande Öğüt

Denizler Dört Duvar kitabıyla Yunus Nadi Öykü Ödülü’nü, Yorgun Anılar Zamanı’yla Sait Faik Hikâye Armağanı’nı kazanan Ayşe Sarısayın, Karakalem Resimler’le öykücülüğünde yeni bir adım atıyor. Bu öykülerdeki insan sıcaklığı, yazarın öykü karakterleriyle kurduğu insani bağ, şiirsel dil ve tutkulu anlatım, elinizdeki kitabı değerli kılan özelliklerden yalnızca birkaçı.

İçindekiler

Kuşlarla Giden ………………………………………………………… 13
Karakalem Resimler …………………………………………………. 29
Kristal Küre …………………………………………………………….. 43
Yarım Kalmış Bir MS Öyküsü ……………………………………. 61
Hicran, Yine Hicran ………………………………………………….. 79
“Daphne” …………………………………………………………. 83
Tozlu Yollarda Bir Mola ……………………………………… 97
Hicran’dan ……………………………………………………… 109
Avuntu ………………………………………………………….. 123

Duruyorsun. Hiç kıpırdamadan, neredeyse soluk almaktan korkarak. Zamana karşı bir başkaldırı mı bu sessiz bekleyiş? Zaman böylesine hızlı akıp giderken, yaşanılan her şeyi acımasızca tüketirken, kısacık molaların neyi kurtaracağını umuyorsun?

Yine de duruyorsun. Orada, yıkılmak üzere olan ahşap evin önünde. Unutmamak için direndiğin silik resimler, belki de hiçbir zaman var olmamış, yalnızca imgeleminde yarattığın görüntüler…

Evden gelen sesleri duymaya çalışıyorsun. Evlerin iç sesleri, dışarıdan duyulmaz oysa, bunu çok iyi biliyorsun artık. Yalnızca bir uğultudur sana yansıyan, her ev için kendine özgü. Uğultuları sözcüklerin sesine dönüştürmek umuduyla bekliyorsun.

Önünden geçip gittiğin her ayrıntının bir hikâyesi olduğu gibi, bu evin de bir sesi olmalı. Bekle, duyacaksın aradığın sesi!

Uğultular artıyor giderek, birbirine karışan ince sesler geliyor derinlerden.

Bekle!

Bir kanarya ötüyor uzaklarda, geçkin bir kız eski tangolardan birini mırıldanıyor, yaşlı bir kadın iç çekiyor.

Bir kuş sürüsü havalanıyor ansızın. Kanat sesleri, tüm sesleri bastırıyor.

Nicedir beklediğin an, geldi belki de…

KUŞLARLA GİDEN

“Kutlar yeni evlileri nikâh törenlerinde
İhtiyar kızlar, genç dullar.
Solmuş resimler içinde kurutulmuş menekşe
Kokar koparıldığı günkü kadar taze
Gerilerde bir gülüşle mutsuz
Gülümser yaşlı kız
Bilirim.”

Behçet Necatigil

O porselen takımı hiç görmedim, Rikkat Teyze’yi de. Yine de resimlerini çizebildim tüm ayrıntılarıyla.

Sofadaki aynalı konsolun üstünde Rikkat Teyze’nin bir fotoğrafı dururdu. Ahşap, el oyması bir çerçevede, başı olması gerekenden daha dik, uzaklara bakarak gülümseyen genç bir kız. Yanında ablası, Fitnat Teyze. Siyah beyaz, zaman içinde sararmış bir fotoğraf.

Hayallerimdeki resim, o fotoğrafa benzemezdi. Rikkat Teyze’nin hülyalı bakışlarına uzun ve dalgalı saçlar yakıştırmıştım, o yılların modasına uygun, kısa kesilmiş saçlarının yerine. Boynunu biraz uzatmış, başını iyice dikleştirmiştim. Bir kuğuyu anımsatıyordu benim resmimdeki genç kız.

Porselen takımdan ise hiçbir iz kalmamıştı, yıllar sonra annemden dinlediklerim dışında. Ama resimlerini çok daha önceleri, küçük bir çocukken yaptığıma inanıyorum ben. Uzayıp giden yaz ikindilerinde, çoğunlukla kapalı duran ağır kadife perdelerden içeri sızan ışıklarla çizildi o resimler. Sabiha Hanım Teyze yarı karanlık sofada gözleri kapalı, uyur uyanık otururken, annemle Fitnat Teyze anlamadığım fısıltılarla konuşurken…

O gün, ilk defa çıktı ortalığa porselen takım. Akşam yemeğine davet edilen misafirlere sofra hazırlanırken. Son görüşüm de aynı gün, yine. Sabiha Hanım Teyzem bir ara, “Fitnat’ın çeyizine ayırmıştım,” demişti usulca, “ama bu akşam kullanalım deyince sesini çıkarmadı, sağ olsun…” Tabakların kenarında belli belirsiz, uçuk pembe kuş desenleri vardı. Öyle inceydi ki tabaklar, bir zarar veririm korkusuyla üst üste koymadım, teker teker taşıyıp yerleştirdim sofraya hepsini. Oval servis tabaklarıyla büyük çorba kâsesine dokunmaya ürktüm. “Fitnat Abla, sen götürüver şunları ne olur,” dedim, “bir sakarlık yaparım da Allah korusun! İçime dert olur sonra…”

Uçuk pembe kuşları, tutsak oldukları porselen tabaklardan çıkarıp gökyüzüne salıvermiştim çizdiğim resimlerde. Evimizin çevresinde rastladığım kumrular gibi anaç, Kadıköy’den vapura bindiğimizde üstümüzde çığlık çığlığa uçuşan martılar kadar vakur ve özgürdüler aynı zamanda. Kuğuları da çağrıştırıyorlardı, Rikkat Teyze’ninkine benzeyen uzun boyunlarıyla. Tüm kız çocukları gibi pembeye düşkünlüğümden olsa gerek, renklerini koyulaştırmıştım biraz. Pembe kuş olur muydu? Elbette; yeşil kuş nasıl oluyorsa, pembe de olurdu. Zümrüdüanka’nın yeşil olduğundan öylesine emindim ki!

Çizdiğim kuşları, bodrum katta gördüğüm boş kafese koymayı da denedim sonradan ama sığdıramadım bir türlü. Benzerine daha önce hiç rastlamadığım tahta kuş kafesine… “Sizin kuşunuz mu vardı?” diye sormuştum Fitnat Teyze’ye. “Vardı,” demişti gülümseyerek, “çok eskiden… Rikkat’in kuşu, bir kanarya. İsim de takmıştı ona Rikkat: Behlül! Okuduğu bir romanın vefasız kahramanı… Rikkat şarkı söylediğinde, Behlül de ötmeye başlardı onunla birlikte.” Kuşa ne olduğunu sormaya cesaret edememiştim o gün. Behlül’ün de tıpkı Rikkat Teyze gibi, bana yasak olan fısıltıların dışında konuşulamayacağını sanmıştım belki de.

Gümüş çatal bıçak takımlarıyla kristal su bardaklarını, seyrek olmakla birlikte daha önce de görmüştüm birkaç defa. El işlemesi, beyaz sofra örtüsünü de öyle. Ama akşam yemeği için bir daha kolalandı sıkı sıkıya, en ufak bir kırışıklık kalmaması için. Hatta Sabiha Hanım Teyzem, kendi elleriyle yaptı son ütüyü, yıllardır ev işlerinden elini eteğini çekmiş olmasına rağmen. Kimselere güvenemedi o gün. “Kızım, yardıma geliverirsen sabahtan, çok makbule geçer,” dediydi birkaç gün önce beni çağırırken. “Rikkat bulutların üstünde, malum… Kendine bile hayrı yok duyduğundan beri! Ya Fitnat başa çıkamazsa, eksik bir şey kalırsa diye korkuyorum. Önden bir çorba yapmalı, süzme mercimek münasip mi? Düğünçorbası daha göz doyurucu olur da, yakışık almaz belki. Hünkârbeğendi, arkasından yaprak sarma, nemseböreği… Yoksa suböreği mi açsak? Sadullah Bey rahmetli olalı kurulmuyor evimizde böyle sofralar, biliyorsun. Telaşlandım şimdi böyle, aniden… Aman kızım, gel de toparlayıver bizi. Tatlıya da karar veremedim daha, kaymaklı ekmek kadayıfı mı, sakızlı muhallebi mi, ne dersin?”

Çok eskiden, belki de ben doğmadan önce yaşanmış bir zamana ait bu konuşmaların hiçbirini duymadım elbette… O ailenin hikâyesini yıllar sonra annemden dinlediğimde, çocukluğumda sık sık gittiğim bir evden anımsadıklarıma, çoğunu anlayamadığım fısıltılara bu sözleri yakıştırdım; hayallerin, bazen yaşananlardan daha gerçek olduğuna inanarak.

Rikkatçiğim, hiçbir işin ucundan tutmadı o gün. Hakkıydı tabii, hayatında ilk defa oluyordu böyle bir heyecan ama yine de… Bir ara Fitnat Abla, kilerden kuru soğan getirmesini isteyince hırçınlaşıverdi aniden. “Gidemem, kendin al!” diye kestirip attı. “Saçlarımı kurutuyorum. Hem yorulmamam lazım, akşama kimin için geliyorlar?” Fitnat Abla önce sesini çıkarmadı tatsızlık çıkmasın diye ama gözleri dolu doluydu kilerden dönerken. Baktım, dayanamayıp bir şeyler söyleyecek, kulağına eğildim hemen. “Aldırma, bilmez misin kardeşini,” dedim, “büyüklük sende kalsın yine.” Sustu, içine attı her zamanki gibi.

Fatih’te eski, ahşap bir konaktı oturdukları ev. Sabiha Hanım Teyze, anneannemin komşusuymuş aynı mahallede yaşadıkları yıllarda, yaşça da epey büyükmüş ondan. Fitnat ve Rikkat Teyzeler, hiç evlenmemiş iki kızı… Anneannemler Kadıköy’e taşındıktan sonra da sürmüş dostlukları. Anneannemin erken ölümünün ardından, annem daha sık gitmeye başlamıştı Fatih’e. Moda’daki evimizden çıkıp iskeleye inmek, Kadıköy’den vapurla karşıya geçmek, otobüse binmek, tüm günümü dolduran heyecanlı bir serüvendi benim için. Ziyaretlerimiz bayramlarla, özel günlerle de sınırlı kalmazdı. Birkaç hafta gidemesek, huzursuz olurdu annem, “Yapayalnızlar zaten, ihmal ettim, ne ayıp!” diye. Anneannemin emaneti gibiydi, biri iyiden iyiye yaşlanmış, biri orta yaşlarda, bana ürküntü veren o koskoca evde nasıl yaşadıklarını anlayamadığım iki kadın.

Rikkatçiğim, canım kardeşim, akşamın hayalini kurarak geçirdi bütün günü. Rugan ayakkabılarını temizledi, ipek çoraplarını kontrol etti inceden inceye. Giysisini çok önceden hazırlamıştı zaten. Ne takacağına karar veremedi bir türlü, inci kolyeyle zümrüt broş arasında gidip geldi saatlerce, bunaldı. Ne annesi ne de ablası yardımcı oldular, karar vermesi için. “Neme lazım,” dedi Fitnat Abla, “ben karışmam! Bir aksilik olur, burnumdan getirir sonra. Kendi bileceği iş!” Sonunda ben dayanamayıp incinin daha ağır duracağını söyledim de, yatıştı Rikkatçiğim.

Annemin değişmez seslenme biçimleri vardı, her biri için. “Rahmetli Sadullah Bey Amcam, nur içinde yatsın,” derdi, evin yıllar önce ölmüş babasından söz açıldığında. “Sabiha Hanım Teyzem”di yaşlı kadının adı, bir kez olsun “Sabiha Hanım Teyze” demedi ona, ne birlikteyken ne de onun olmadığı yerlerde. Fitnat Teyze “Fitnat Abla”, hiç görmediğim Rikkat Teyze ise “Rikkatçiğim, canım kardeşim”di annemin dilinde. Ne zaman ondan konuşulsa, “Nasıl da inceydi, kırılgandı değil mi Fitnat Abla?” demeden bitirmezdi sözlerini. Onu hiç görmediğim halde, bir yerlerden bizi izlediğini sanırdım. Belki de o konağın beni ürkütmesinin nedeni, bizim evimizle karşılaştırılamayacak büyüklüğü değil, başına neler geldiği hiçbir zaman açıkça konuşulmayan, ölü mü, yoksa sağ mı olduğunu bir türlü anlayamadığım Rikkat Teyze’ydi. Tek bildiğim “artık bizimle olmadığı”ydı ama neredeydi?

Tüm hazırlıklar tamamlanıp sofra da kurulunca, giyinmeye geldi sıra. İlk olarak Sabiha Hanım Teyzem indi aşağı, bayramlarda giydiği siyah takımıyla, ardından Fitnat Abla. Koyu yeşil taftadan, göz alıcı bir elbise vardı üstünde. Sabiha Hanım Teyzem pek hoşlanmadı onun bu halinden, ikaz etti usulca daha sade bir elbise giymesi için. Fitnat Abla nasıl olduysa, öfkelendi bu defa. Allahtan Rikkatçiğim yukarıdaydı da henüz, duymadı konuşulanları. Üstünü değiştirip geldiğinde, gözleri iyiden iyiye kızarmıştı Fitnat Abla’nın. Kolay değildi onun için de ama hep içine attı, belli etmedi yıllar yılı. Hem sıraya da bakılırdı o zamanlar bu işlerde…

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

  • Kategori(ler) Öykü
  • Kitap AdıKarakalem Resimler
  • Sayfa Sayısı128
  • YazarAyşe Sarısayın
  • ISBN9789750759826
  • Boyutlar, Kapak12,5x19,5 cm, Karton Kapak
  • YayıneviCan Yayınları / 2023

Yazarın Diğer Kitapları

  1. Ansızın Günbatımı ~ Ayşe SarısayınAnsızın Günbatımı

    Ansızın Günbatımı

    Ayşe Sarısayın

    Kemikleşmiş değer yargılarına bağlılık mı, kendi olmak savaşında korkusuzca yol alıp gitmek mi?! Dıştan bakıldığında her şey ne kadar düzgün: Eğitimli, saygın anne baba,...

  2. Bir Roman Kadar Uzun ~ Ayşe SarısayınBir Roman Kadar Uzun

    Bir Roman Kadar Uzun

    Ayşe Sarısayın

    Elimin değdiği, bir zamanlar elinin değdiği her belge “Eski Sokak”a götürüyor beni. Kömür faturaları, doğup büyüdüğüm ahşap evin oturma odasına, üzerinde eski bir çaydanlığın...

  3. Yorgun Anılar Zamanı ~ Ayşe SarısayınYorgun Anılar Zamanı

    Yorgun Anılar Zamanı

    Ayşe Sarısayın

    “Yorgun Anılar Zamanı kadının ve erkeğin çok uzun zamandır süren, çok yaygın, bu nedenle normalmiş gibi algılanan yalnızlıklarının öyküsü; yaşanamamış sevgilerin öyküsü.” Birsen Ferahlı...

Bebhome Kahve

Aynı Kategoriden

  1. Ayak İzlerinde Adımlar ~ Julio CortázarAyak İzlerinde Adımlar

    Ayak İzlerinde Adımlar

    Julio Cortázar

    Pencere çerçevesinin üst kısmında bir damlacık beliriyor, onu bin sönük ışıltıya bölen gökyüzüne doğru titreşiyor, sonra büyüyor ve sendeliyor, düştü düşecek, ama düşmüyor, henüz...

  2. Güneş De Doğar ~ Ernest HemingwayGüneş De Doğar

    Güneş De Doğar

    Ernest Hemingway

    Güneş de Doğar‘daki kişiler, savaş sonrası değer yargıları yiten, değişen yaşamları üç aşağı beş yukarı birbirine benzeyen insanlardır. Roman başkişileri, bu çöküntüyü olanca derinliğiyle...

  3. Ötekinin Rüyası ~ Julio CortázarÖtekinin Rüyası

    Ötekinin Rüyası

    Julio Cortázar

    Julio Cortázar’ın üç ciltlik öykü külliyatının bu ilk kitabı, edebiyata ve gerçekliğe yaklaşımıyla çağdaşlarını olduğu kadar sonraki nesilleri de derinden etkileyen Arjantinli yazarın zengin...

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur